ANKARA KALESİ
TÜRK DÜNYASI’NIN MERKEZİ:
TÜRKİYE Mİ, AZERBAYCAN MI?
Türk dünyasının üzerinde yaşadığı topraklarda Türkiye ve Azerbaycan devletleri yan yana yaşayan iki ülke olarak, yüz yıllarca süren bir komşuluk statüsü doğrultusunda siyasal varlıklarını sürdürmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Orta doğu bölgesinin merkezi devleti olarak yoluna devam ederken, Azerbaycan devleti de Kafkasya bölgesinin merkezi ülkesi olarak bugünlere gelebilmiştir. Dünya haritası üzerinde her iki ülke yan yana dururken geçmiş dönemlerden gelen bir süreklilik içinde her iki ülkenin halkı komşuluk statüsünü devam ettirmiştir. Kısaca Türkler ve Azeriler hem bulundukları bölgelerde merkezi konumlarını korumuşlar hem de tarihsel süreç içerisinde dayanışmalarını geliştirerek, üzerinde yaşadıkları Avrupa ve Asya kıtalarının yeniden yapılanmalarında anahtar roller oynamışlardır. Her iki kıta tek tek ele alındığı zaman, Türkiye’nin Avrupa üzerinde, Azerbaycan’ın da Asya kıtasının şekillenmesinde kilit rollere sahip oldukları görülmektedir. Türkiye kendisinin tam ortasında yer aldığı Orta Doğu bölgesinin her açıdan merkeziliğini korurken, Azerbaycan’da harita üzerinde sınırları belirlenen ülke toprakları üzerinde, Rusya ve İran gibi iki büyük devletin arasındaki kıtasal biçimlenmede ana belirleyici rollere sahip oldukları öne çıkmaktadır. Her iki ülkenin yan yana olduğu komşuluk dönemlerin de birbirlerine destek olabildikleri göze çarparken, ayrı düştükleri kıtasal ya da bölgesel süreçlerden geçerken, daha farklı gelişmeler ile karşı karşıya kalabilmektedirler. Tarihin değişik dönemlerinde ortaya çıkan büyük devletlerin kendi bölgeleri ile beraber kıtasal alanlara yayılarak yeni yeni jeopolitik haritaların oluşmasına yardımcı oldular. Üç büyük kıtanın kesişme noktalarının üzerinde yer alan Türkiye ve Azerbaycan devletleri zaman içerisinde birbirlerini daha iyi anlayarak hareket etmeyi öğrenince, var olan jeopolitik dengelerin daha sağlıklı bir biçimde oluştuğu görülmüştür. Kıtalar arası geçiş yolları üzerinde kurulmuş olan her iki Türk devleti, tam ortasında bulundukları merkezi coğrafyanın geçiş yolları üzerinde olması nedeniyle, hemen hemen her dönemde birbirinden çok farklı sorunlar ile uğraşmak zorunda kalmışlardır.
Geçen
asırlardan bu yana gelen tarihsel dönemde Azerbaycan Rus çarlığının bölünmesi
sonrasında kurulurken, Türkiye’de Osmanlı imparatorluğunun dağılması sonrasında
kurulmuş olan yeni dünya düzeni yapılanmalarının etkileriyle tarih sahnesine
çıkmış olan bir Türk devleti kimliği ile yeni harita düzeninde yerlerini
almışlardır. Rus devrimi ile Sovyetler Birliği’nin kurulması sayesinde bütün
Asya ve Avrupa kıtaları üzerinde yaygın bir hegemonya düzeni oluşturulurken,
yeni dünya dengeleri dikkate alınarak Türk dünyasının bölünmesine ve bu
doğrultuda Türkleri paramparça eden bir yaşam düzenine mahkûm edilmeleri gibi
bir olumsuz duruma doğru kilitlenmişlerdir. Sosyalist sistem kurulurken Türkiye
bu oluşumun dışında bırakılmış ve Avrupa ile Asya arasında kendisine yeni bir
yer araması gibi beklenmeyen bir duruma sürüklenmesi gibi gelişmeler ile
uğraşması gerekli olmuştur. Harita üzerinde yan yana duran iki Türk devleti, sınır
komşusu olarak yer aldıkları yeni siyasal düzen içerisinde eskisinden farklı
konumlara doğru sürüklenerek birbirlerinden ayrı düşmüşlerdir. Ankara merkezli
bir Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluşu sırasında burada ilk büyük elçiliğini
açan Azerbaycan’ın yeni Türkiye’ye karşı olumlu bir tutum izleyerek
imparatorluklar dönemi sonrasında, iki Türk asıllı komşu devletin birlikteliği
hedeflenirken sonraki aşamada Rusya merkezli sosyalist sistemin içine
Azerbaycan alınmış ve Bakü yönetiminin Ankara’da açmış olduğu büyük elçilik
kapatılarak her iki Türk devletinin birbirlerinden uzaklaşmasının yolu
açılmıştır .İmparatorluklar döneminden ulus devletler dönemine geçilirken ve
her iki devlet Türk asıllı kimliğini öne çıkararak birlikte yeni bir büyük Türk
devleti oluşturmaya yönelirlerken, Orta Doğu topraklarında İsrail’in
kurulmasına yönelen iki kutuplu dünya bu gibi bir oluşuma karşı çıkarak izin
vermemiştir.
Eski Hazar
imparatorluğu ile Altın Ordu devleti ve Kırım hanlığı gibi Türk devletleri
birbiri ardı sıra tarih sahnesine çıkarken, birbirlerinin bıraktığı siyasal ve
kültürel miraslar üzerinde Türk hegemonyasının yayılması üzerine bugünkü
Azerbaycan devletini geride bırakan bir siyasal oluşum, eski Türk devletlerinin
yarattığı birikim olarak bugünün dünyasına geniş bir ölçüde yansımıştır. Altın
Orda devletinin dağılması üzerine bölgesel hanlıkların Bakü, Kırım, Semerkand
ve Buhara gibi büyük Türk kentlerinde kurulması üzerine, bugünkü Azerbaycan
devletinin ortaya çıkmasını sağlayan bir toplumsal hazırlık eski
imparatorluklar döneminin sonrasında ulus devletlere yönelmenin ana nedenini
oluşturmuştur. İmparatorlukların dağılmasıyla birlikte yeni bölgesel oluşumlar
ortaya çıkarken, Kafkasya ve Hazar bölgelerinde yeni siyasal oluşumlar gündeme
gelmiştir. Rus devrimi ile birlikte ortaya çıkan yenilenme işi daha da
tırmandırılarak ve bugünün Orta Asya oluşumlarına giden yolları açarak
geleceğin Türk dünyasının oluşumlarına zemin hazırlanmıştır. Hazar’dan Altın
Orda’ya, Kırımdan Buhara’ya doğru yürütülen Türk yapılanmaları, Türklerin ana
vatanları üzerinde egemen bir statü de yerleşmelerini sağlamıştır. Osmanlı
devleti ile İran devletinin birlikte harita üzerinde yer aldığı zamanlarda, Türk
asıllı kavimleri parçalı ve dağınık ortamlarda yollarına devam etmelerini
yönlendirmiştir. Böylesine bir dağınık dönemden geçerken eski imparatorluk ve
Hanlık dönemlerinden gelen Türk boylarının zaman içinde nüfusları artarken,
Hazar döneminden gelen eski kültürel birikimin Orta Asya üzerinden geçerek,
Kafkasya ve Hazar bölgeleri üzerinde daha modern bazı yaklaşımlar aracılığı ile
geçmişten gelen Türklük bilincini yükselttikleri görülmüştür .Eski Türk
imparatorluklarının yerini alan Türk devletleri, Orta Asya’nın batısı ile
birlikte Kafkasların batısını da aynı doğrultuda etki altına almıştır. Kafkasya
ile Hazar bölgelerinde yeni oluşumlar imparatorluk sonrası için devreye
girerken, bugünkü harita üzerindeki Türkiye ve Azerbaycan cumhuriyetleri
üzerinde yaşadıkları topraklara sahip çıkarak, yirminci yüzyılda hanlıkları iki
ayrı ulus devlet biçimine dönüştürmüşlerdir.
Türkiye ve
Azerbaycan dünya konjönktürü ile birlikte Asya ve Avrupa kıtaları üzerinde yeni
oluşumlar olarak gündeme getirilen farklı yapılanmaların Kafkasya ve Orta Asya
ile Hazar bölgesini de çevrelemesi üzerine, bugünkü Türkiye ve Azerbaycan
devletlerinin kuruluşları siyasal gündem içindeki yerlerini almışlardır. Böylesine
bir çevresel oluşumun etkisi altına giren Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerindeki
Türk potansiyeli, Rusya içindeki hızlı uluslaşma ile birlikte dünya
konjonktürünün ortaya çıkardığı yeni yansımalar doğrultusunda yaratmıştır.
Çarlık Rusya’sı sonrasında Kafkasya’da Azerbaycan devleti ile Türkiye
Cumhuriyeti sınır komşuları olarak ortaya çıkan yeni ulus devletler konumunda
bölgesel yapılanmaların etkileriyle bugünkü kimliklerine sahip olabilmişlerdir.
Aynı kökten gelmelerine rağmen ortak bir bölgede kendi ulusal yapılanmalarını
oluşturmaya çabalayarak ve çağdaş uluslar ailesinin yeni ulus devletleri olarak
dünya sıralamasındaki yerlerini almışlardır. Komşuluk statüsü içinde dayanışma
girişimleri üzerinden ortak bir Türk devleti çatısı altında birleşemeyen
Türkler ve Azeriler ortak milli kimlik olan Türklük üzerinde birleşmelerine
rağmen, aynı ve ortak bir ulus devlet çatısı altında bir araya gelememişlerdir.
Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde oluşan farklı siyasal yapılar Asya
kıtasının batısında bir büyük Türk devleti oluşumunu engellemiştir. Selçuklu
devleti ile bu bölgeye gelen Türk boyları, eski Hazar devletinin uzantıları
olarak ön Asya’ya doğru yeniden yapılanırken, Anadolu ve Balkan toprakları
üzerinde yayılarak Asya ve Avrupa dengeleri içinde geleceğe yönelmek
istemişlerdir. Ne var ki, bütün çabalara rağmen tek ve büyük bir Türk devleti
tıpkı Çin gibi Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinin birlikteliğinde
kurulamayınca, yeni kurulan iki Türk devletinin bir araya gelerek çizdiği ortak
yol üzerinde “bir millet - iki devlet “sloganı ortaya atılmıştır. Her iki
devlet Sovyetler Birliğinin yıkılması üzerine ulusal birlikteliğe önem veren
yeni adımlar atarak ve tek millet anlayışını daha da güçlendirerek Türk
dünyasının Asya-Avrupa kıtaları üzerinde bağlayıcı bir köprü olması yolunda iş birliği
ve ortak politikalar oluşturma girişimlerini, beklenmedik bir biçimde
geliştirerek öne almışlardır. İki devlet bölünmenin sakıncalarını gidermek
üzere tek millet anlayışında birleşmeyi kararlaştırmışlardır.
Bir
millet-iki devlet ilkesinde anlaşan Türkler ve Azeriler zaman içerisinde
birbirlerini daha iyi anlayarak yeni ortak politikalar geliştirmeye yönelirken,
daha önceden beklenmeyen bazı gelişmeler ile karşı karşıya geldikleri, bazen bocalamışlar
bazen da çok büyük yanlışlara sürüklenerek kendi ülke ve toplumlarının
tehlikeli konumlara düşmesi gibi olumsuz yapılanmalara yönlendirildikleri
görülmektedir. Yüz yılların birikimi olarak ortaya çıkan siyasal sorunlar ve
dönemeçler açısından konuya Türkiye Cumhuriyeti’nden daha küçük olan Azeri
devletine bakıldığında Azeri devletinin daha fazla hata yaptığı ve Rusya, İran
ve İsrail gibi emperyalist devletlerin etkisi altında kaldığı ve bu nedenle de
Türk kardeşi olan Türkiye Cumhuriyeti ile eski uyumluluk halinin ortadan
kaldırıldığı görülmektedir. Eskisi gibi bir millet-iki devlet anlayışından
uzaklaşılırken iki devlet arasındaki yeni dönem ilişkisi bütün diğer devletler
gibi herkesin işine geldiği gibi davranmasını beraberinde getirmektedir. Geçen
yıl içinde öne çıkan Dağlık Karabağ savaşı sırasında, Azerbaycan devleti
kendisine kardeş devlet olarak kabul ettiği Türkiye ile birlikte hareket
etmemiş aksine bölgeye siyonist bir emperyalizm getirmeye çalışan küçük İsrail
devletinin yönlendirdiği bir kukla devlet halinde yönlendirilmeye çalışılmıştır.
Daha önceki Ermeni –Azeri savaşları sırasında Türkiye ile birlikte ortak
hareket eden Azerbaycan devleti, böylesine bir ittifaktan çok yararlanarak
bölgeye emperyalizmin ve siyonizmin hegemonyasının girişinin önlenmesinde tek
millet ve iki devlet anlayışı ile hareket etmişlerdir. Türkiye yardımlarından
fazlasıyla yararlanan Azerbaycan’ın her türlü dış müdahale ile siyonizm ve
emperyalizmin baskısı altına girmesiyle birlikte, Türkiye ile geçmişten gelen
bir dayanışma ittifakının olduğunu unutmamak gerekmektedir. Azerbaycan devleti
son zamanlarda İsrail vatandaşı olan bazı üst düzey yöneticiler tarafından
yönetilmeye başlandığı için Türkiye ile geçmişten gelen bir millet-iki devlet
anlayışından ve kardeşlik esasına dayanan ittifakın ortadan kalktığı ve
Türkiye’nin son dönemde dışlandığı bir çizgide yeni ittifakın devreye sokulduğu
görülmektedir. Azerbaycan son savaşta silah yardımlarını Türkiye yerine
İsrail’den alırken siyonist emperyalizme boyun eğdiği gibi bir olumsuz tutum
ile Türkiye’den uzaklaşmaktadır.
Türkiye
yeni dönemde geçmişten gelen siyasal birlik ve ittifaklara önem vermekte ve
öncelikle başta Azerbaycan olmak üzere bütün Türk devletleri ile yeni
kurulmakta olan Türk Devletleri Teşkilatı’nın büyümesi ve güçlendirilmesi
çizgisinde Türk devletleri ile yeni ve daha yakın iş birliklerine doğru
yönelirken, Azerbaycan ile daha önceki yıllarda oluşturulan ve uzun süre barış
ilişkilerinde kullanılan tek millet-iki devlet anlayışını yeniden canlandırmak
zorundadır. Küçük bir ülke olan Azerbaycan bir petrol ülkesi olarak kendi
güvenliği çizgisinde yoluna devam ederken Rusya, İran ve Çin gibi petrol ve
enerji kaynağı olan ülkelerin hedefi konumuna gelmiştir. Azerbaycan’ın
böylesine bir olumsuz durumdan kurtulabilmesi için ilk dikkate alması gereken
konu, Türkiye ile imzalanmış olan kardeşlik antlaşmasıdır. Türkiye kardeş ülke
için her türlü potansiyelini devreye sokarken, siyonist İsrail’in emperyalist
saldırıları ile karşılaşarak komşuları ile ciddi savaş tehlikeleri gibi olumsuz
durumların öne çıkmasını önleyememiştir. Batının büyük emperyalist ülkeleri
petrol ve enerji kaynaklarına el koyarken, İsrail’in enerji emperyalizmi
girişimleri ile karşı karşıya gelmekte ve bu nedenle de üçüncü dünya savaşının
şimdiden cephe ülkesi olarak ilan edilmektedir. Sahip olduğu zenginlikleri Türk
devletleri ile paylaşamayan ve bu doğrultularda Türkiye ile ciddi
anlaşmazlıklara sürüklenen Azerbaycan’ın ,yeni dönemde daha akıllı diploması
uygulamalarına geçerek merkezi bölgeye yönelen her türlü savaş tehlikesine karşı,
silah ve enerji potansiyellerini Türk devletlerinin daha güvenli bir konuma
gelebilmeleri için kullanması gerektiği, son dönemlerde yaşanmakta olan bazı
olumsuz gelişmelerin gösterdiği gibi, yeni dönemde Orta Doğu ve Orta Asya
bölgelerinin enerji potansiyellerinin bir araya getirilerek kardeşlik
dayanışması doğrultusunda öncelikle
Türk devletlerine verilmeleri sağlanmalıdır
. Türk Devletleri Birliğinin öncelikle Orta Asya ülkelerinde örgütlenmesi
sağlanarak, dünya dengelerinin daha koruyucu bir yapılanma içinde kurulması bir
an önce gerçekleştirilmelidir. Öncelikle, Araplara tahsis edilen petrol
kuyuları Türklere verilmelidir.
Azerbaycan’ın
yeni dönemde bölünmüş bir devlet olmaktan kurtulması, İran sınırları içinde
bırakılan güney Azerbaycan ile birleşmeye yönelmesi ve İran’daki Azeri kökenli
Türk toplulukları ile birleşerek Orta Asya çevresinde tıpkı eski Pers
imparatorluğu dönemindeki gibi büyük bir Türk imparatorluğuna yönelmesinin bugünün
koşullarında pek mümkün olamayacağı anlaşılmaktadır. Dünya dengelerinde yeni
büyük devletler öne çıkarken bunların arasında yer alan İran’ın diğer büyük
devletler ile küçük devletlere karşı dayanışma içine girerek statüko
dayanışması geliştirmesi gibi gelişmeler, Türkiye-Azerbaycan ve İran
birlikteliğini ya da bölgesel anlamda büyük bir Türk devleti yapılanmasını öne
çıkarmaktadır. Her üç devlette Türk unsurunun ağır bastığı birer devlet olarak
Türk dünyasının içinde yer alan önemli bir konuma sahiptir. İran Türkiye’den
büyük bir devlet olarak nüfusunun yarısından fazlasını Türk kökenli gruplardan
oluşturmak durumundadır. İran halkının çoğunluğu Azeri kökenli olmasına rağmen
devlet kurulurken bir ulus devleti olarak değil ama bir mezhep devleti olarak
örgütlenmiş ve Şia anlayışının siyasal boyutlarda örgütlenmesinin çağımızdaki
tek örneğidir. Orta ve Kuzey Asya’dan yola çıkan Türk boylarının üç büyük kıta
üzerinden dünya karalarına yayılması sonrasında Türkiye ve İran hattı yan yana
gelmiş ve Azerbaycan da bu iki büyük Türk devleti arasında bölgesel birliği
sağlayan bir köprü konumunda yerini almıştır. Orta Asya çevresinde yan yana
gelen bu üç büyük Türk devleti, bazen imparatorluklar ya da büyük devletlerin
arasında kalarak birbirlerinden kopuk yaşamışlar bazen da Orta Asya ve
civarında bir araya gelmiş bir büyük imparatorluğun çatısı altında birliktelik
içinde varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Bugünkü statüleri ile bağımsız
devlet olabilmenin yalnızlığını yaşamaktadırlar. Çin, Hint ve Rus halklarının
birlikte yaşadıkları büyük devlet yapılanması bugün dağılmış ve parçalanmış
Türk devletlerini bu gibi örnekler doğrultusunda bütünleştirecek bir yeni
yapılanmaya gereksinme vardır.
Atatürk
zamanında kurulmuş olan Türkiye-Azerbaycan ilişkileri yüzüncü yılını geride
bırakırken üç çeyrek yüzyıllık Sovyetler Birliği dağılmış ve bu büyük
konfederasyon içinde yer alan Türk devletleri bağımsızlıklarına kavuşurken,
yeni dönemde Türk devletlerinin birliğini ve dayanışmasını sağlayabilecek
oluşumların özgürlük ortamında geliştirilmesi gibi bir hedef yapılanma öne
çıkarılmıştır. Böylesine bir yeni adım atılırken İsrail Türkiye ile dostluk ya
da birliktelik ortamlarını unutarak, tıpkı İngiltere ve Amerika Birleşik
Devletleri gibi büyük çaplı bir emperyal düzeni askeri üsler üzerine oturtarak
geliştirmeye çaba göstermiştir. Osmanlı döneminde geliştirilen Yahudiler ile
Türkler arasındaki yoldaşlık ilişkileri çerçevesinde konu ele alındığında
Yahudi asıllı insanlar Türk devletleri içinde çok rahat yaşam düzenleri
kurabilmişlerdir. Ne var ki, yeni bir düzen kurma yolundaki çabaların böylesine
olumlu bir barış gelişmesi varken işi daha da savaş çizgisine çekmek
çizgisinde, askeri üsler üzerinden önce Azerbaycan’a, sonra da Türkiye ve
Türkmenistan üzerinden Yakın Doğu, Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinde
Azerbaycan üzerinden yeni askeri üsler kurulacak gibi yeni bir emperyal durum
yavaş yavaş devreye girmektedir. Böylece dünyanın merkezi coğrafyası üzerinde
yer alan Türkler ve Türk devletlerinin Siyonist hegemonya planlarında ön plana
alındıkları göze çarpmaktadır. Ondan fazla Türk devletinin yer aldığı dünya
düzeni içinde var olan Türk devletlerinin bir araya getirilerek Çin ve Hint
imparatorluklarına benzer büyük bir Türk devletine giden yol üzerinde Türk
Devletleri Teşkilatı oluşturularak geçen yüzyılda izin verilmeyen Türk
Birliğinin böylesine bir teşkilat aracılığı ile önümüzdeki yıllarda bütünüyle
bir büyük devlet yapılanması olarak öne çıkarılacağı anlaşılmaktadır. Var olan
Türk devletlerinin birlikte beraberce bir devlet düzenine yönelmesi yeni bir
Türklük akımı olarak en büyük hedef anlamında tüm Türk devletlerine yön
göstermektedir
İsrail Azerbaycan’dan başlayarak askeri üsler aracılığı yolu ile var olan Türk devletlerine açılan yeni bir kapı aralarken, Türkiye’de önde gelen siyasetçilerin içinde Anadolu’daki Türk varlığına son vermek isteyen ya da karşı çıkan, Türklük düşmanı atılımların ya da siyasal demeçlerin kamuoyu önünde olumsuz yansımaları kışkırtıcı üsluplar aracılığı ile tırmandırılırken Türkiye ve Türk dünyası Siyonizmin denetimi altına alınmaktadır. Türklüğün ayaklar altına alınıp ezileceği bazı politik çevreler tarafından dile getirilirken, emperyalizm ve Siyonizim, ortalık bu yönlerde karıştırılırken Türklük karşıtı söylemlerle yeniden örgütlenerek saldırılara doğru yönelmektedirler. Yeni dönemde ABD askeri gücünü, İngiliz ve batı kaynaklı yeni yapılanmayı kendi tekeline almaya çalışan İsrail artık eskisi gibi rahat çalışmaları yürütemediği, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir yana bırakarak, Türkiye üzerinden Türk dünyasını izleme ve inceleme çalışmalarını yürüten İsrail, artık yeni dönemde Türk dünyasını Azerbaycan üzerinden izlemek ve incelemek yolunu açacak gibi görünmektedir. Türkiye’nin dostu olduğunu söyleyerek Türkiye’yi parçalama ve yıkma operasyonlarını diğer Türk devletleri ile birlikte ele alarak Siyonizmi genişletme çabalarını sürdüren emperyalistlere karşı İsrail Siyonizmi yıkıcı ve yakıcı bir savaş rüzgârını estirerek, kutsal topraklar denen merkezi alanı tümüyle kendi hegemonya bahçelerine dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Dünyayı yönetmeye kalkan emperyalizm ve Siyonizm orta dünya alanlarına saldırırken, Türk dünyasının merkezinin en büyük devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin omuzlarında olduğunu görmek zorundadırlar. Küçük İsrail devletinin bir hayal olarak öne çıkardığı Azerbaycan merkezli bir Türk dünyası hegemonyası, hiçbir biçimde gerçek anlamda mümkün olamayacak gibi görünmektedir. Daha işin başında Türk dünyasına egemen olmak isteyenler bu dünyanın merkezi noktasını ya da kentlerini bilmeyen veya göremeyenlerin gelecekte bir Türk dünyası belirlemesinde gerçekçi davranmaları mümkün olmadığı için, Türkiye Türk dünyasının merkezi konumunu yeniden onararak öne geçecekti. Türk dünyasının en büyük devleti olarak Türkiye her zaman için merkezi konumunu koruyacaktır. Türklüğü ayakları altında çiğneyerek yok etmeye çalışanların kavga çıkmadan artık bu diyarlardan çekip gitmelerinin zamanı gelmiştir. Unutmasınlar ki, Türklüğün merkezi her zaman için Türkiye’dir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder