ANKARA KALESİ
KIBRIS İÇİN HATAY MODELİ
Yıllar geçip yeni dönemler gündeme geldikçe, Kıbrıs sorunu için de yepyeni çözüm önerileri ve bu doğrultuda hazırlanmış olan paketler ile protokoller ileri sürülmektedir. İngiltere’nin Kıbrıs’ı işgal etmesinden sonra Kıbrıs adası dünya konjonktürü içerisinde her zaman en önde gelen sorunlardan birisi olmuştur. Dünyanın merkezindeki büyük devlet olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra, eski imparatorluk toprakları üzerinde kendi hegemonyasını oluşturmak isteyen bütün büyük devletler, farklı senaryolarla merkezî coğrafyaya girmişler ve bu doğrultuda da merkezi bölgenin tam ortasında yer alan Kıbrıs adasının geleceği için de birbirinden çok farklı emperyalist politikaları uygulamaya çalışmışlardır. Küresel konjonktür değiştikçe, yeni dünya güçleri ya da süper devletler emperyalist vizyon ile siyaset sahnesinde yerlerini aldıkça, bu durumdan en çok etkilenen bölge Orta doğu olmuş ve zaman değiştikçe birbirinden çok farklı senaryolar ile politikalar bölge ile beraber Kıbrıs adası üzerinde yönlendirilmiştir. Kıbrıs adası bugün gene yeni bir dönemin ortaya çıkan koşulları doğrultusunda emperyal güçler tarafından, kendi çıkarları doğrultusunda, bir yerlere doğru sürüklenmeye çalışılmakta ve bugünün önde gelen emperyalist devletlerinin çıkarları sanki sorunun çözümü için bir formül gibi sürekli olarak çeşitli yollardan kamuoyuna ve Türk tarafına empoze edilmektedir. Kıbrıs adasının tarihi bugün karşılaşılan durumun benzeri birçok örnek girişim ile doludur ve ne yazıktır ki hiçbir çözüm önerisi Kıbrıs sorunu için kesin ve kalıcı bir düzen getirememiştir.
İngiltere’nin
geçmişten gelen beş yüz yıllık hegemonya birikimi ile, Batı dünyası
küreselleşme aşamasında bir çözüm önerisi olarak Annan Planı’nı gündeme
getirmiştir. İngiliz imparatorluğunun birikimi, Kıbrıs için bir kalıcı pakete
dönüştürülmek istenmiş ve bu nedenle binlerce sayfalık Annan Planı Birleşmiş
Milletler üzerinden gündeme getirilmiştir. Avrupa Birliği’ne Kıbrıs’ın bir ada
devleti olarak zorla alınmak istendiği dönemde özellikle Türk tarafına
dayatılan Annan Planı girişimi, Rusya Federasyonu’nun Ortodoks dayanışmasından
yararlanarak, güney bölgesindeki Rum tarafına baskı yaparak olumsuz bir karar
çıkarttırması ile akamete uğramıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Annan
Planı’nı kabul etmemesine rağmen, Türk tarafına yapılan baskı ile alınan olumlu
yanıttan yararlanılarak, Kıbrıs zorla Avrupa Birliği üyesi yapılmaya çalışılmış
ve böylece açıkça Londra ve Zürih Antlaşmaları gibi iki önemli uluslararası
hukuk belgesi çiğnenmiştir. Hiçbir biçimde kabul edilemeyecek bu çelişkili
durum gene Batı’nın çıkarları için Türk tarafına zorla dayatılmıştır.
Birinci Dünya
Savaşı’yla beraber bir hegemonya çekişme alanı hâline dönüşen Ortadoğu’nun yanı
başındaki Kıbrıs adası da çeşitli plan ve programların hedefi konumuna
gelmiştir. Rusya’nın Kırım ve Kafkasya savaşlarını kazanarak Doğu Anadolu’ya
girmesi üzerine Kıbrıs’ı hemen işgal eden İngiltere, bu adadan yararlanarak
Osmanlı hinterlandında gelişmeye çalışırken, Fransa, İngiltere ile beraber
hareket etmiş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri
bölgeye gelirken, ABD desteği ile iki bin yıl sonra bir Yahudi devleti olarak
İsrail kurulmuştur. ABD ve İsrail’in bölgeye gelişi ile beraber jeopolitik
dengeler değişmiş ve bütün bölge ile beraber Kıbrıs da yepyeni bir konumun
içine sürüklenmiştir. Irak’taki askeri rejimler Rusya’nın denetimine geçince,
bölgede ABD ve SSCB arasında soğuk savaş gerginliği yaşanmış, sosyalist
sistemin çöküşünden sonra da Amerika ordusu ile bölgeye gelerek önce Körfez
Savaşı’nı daha sonra da Irak Savaşı’nı yürüterek, küresel emperyalizm
saldırganlığı ile Orta doğu devletlerini karşı karşıya bırakmıştır. Avrupa
Birliği bu aşamada, bölgede daha etkili olabilmek üzere, Kıbrıs adasının bir
ada devleti biçiminde AB üyeliğine alınması için diretmiş ve bunun sonucunda da
Annan Planı devreye sokulmuştur.
Soğuk savaş
gerginliği içinde, Rusya Irak’a girince, bu ülkeden önce Suriye’ye daha sonra
da Kıbrıs adasına girerek, Sovyetler Birliği’ne bağımlı bir siyasal yapılanma
gerçekleştirmek istemiş, ne var ki önce Rum darbesiyle daha sora da Türkiye’nin
Barış Harekâtı ile, SSCB’nin Kıbrıs’ı Akdeniz’in Küba’sı yapmasının önüne
geçilmiştir. Osmanlı döneminden kalma ada üzerinde hak sahibi olan Türkiye’nin,
bir NATO üyesi ülke olarak adaya askerî çıkartma yapması, Rusya’nın Kıbrıs’ı
Küba gibi kendine bağlı bir sosyalist cumhuriyet yapmasını önlemiştir. Adadaki
Türk varlığını Amerika ve İsrail, Ortodoks Hıristiyanlara, Ruslara ve
Yunanistan’a karşı desteklerken, Rusya’da Kıbrıs’ın Ortodoks Rumlarını kendi
kilisesi üzerinden denetim altına alarak, Kıbrıs üzerinden sıcak denizlere
açılma stratejisini uygulamak istemiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması
yüzünden Kıbrıs bir sosyalist cumhuriyet olarak bu ideolojik kampa üye
yapılamamış ama daha sonraki dönemde Avrupa Birliği’ne kesin olarak üye
yapılarak, Ortadoğu’da ABD ve İsrail hegemonyasına karşı Avrupa Birliği’nin bir
inisiyatif merkezi konumuna getirilmek istenmiştir. Bu hedef yüzünden, Londra
ve Zürih Antlaşmaları bile çiğnenerek, açıkça uluslararası hukuka karşı
çıkılmıştır. EOKA çetecilerinin Türk katliamı yüzünden adaya çıkmak zorunda
kalan Türkiye, hiçbir zaman Kıbrıs’ta tam bir egemenlik peşinde koşmamış,
Türklerin geçmişten gelen çıkarlarının koruyucusu olarak devreye girmiş, adada
çatışmayı önlemek üzere bir Barış Harekâtı gerçekleştirmiştir. Türk ordusunun
adaya gelmesinden sonra Kıbrıs’ta çatışma çıkmamış ve fiilî barış ortamı bugüne
kadar devam etmiştir. Adadan Türk askerinin çekilmesini isteyenler önce bu
gerçeği kabul etmek durumundadırlar.
Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin Barış Harekâtı ile Kıbrıs’a bir sakinlik gelmiş ve eskisi gibi
Türk-Rum çatışmaları görülmemiştir. Aslında, Barış Harekâtı ile Kıbrıs sorunu
fiilen Türkler açısından çözüme kavuşturulmuştur. Adanın ikiye bölünmesi ve bu
doğrultuda Türklerin kuzeyde Rumların ise güneyde toplanmalarıyla Kıbrıs iki
devletli bir ada konumuna gelmiştir. Avrupa Birliği Malta adasında olduğu gibi,
Akdeniz’in büyük adalarını ülkelerinden ayrı devletler hâline dönüştürerek
içine almak istediği için, Fransa’ya bağlı olan Korsika adasının da
bağımsızlığı ve tek bir ada devleti olarak Avrupa Birliği içinde yer almasını
dolaylı yoldan desteklemektedir. Benzeri bir durum, Yunanistan’a bağlı olan
Girit ile, İtalya’ya bağlı olan Sicilya ve Sardunya adaları ile İspanya’ya
bağlı olan Balear adaları için de düşünülmektedir. Avrupa Birliği’nin
Akdeniz’deki büyük adaları ayrı ayrı tek birer ada devleti biçiminde Birliğe
üye yapma eğilimi en çok Kıbrıs’ta görülmektedir. Türkiye’nin üyeliğini sonsuza
erteleyen Avrupa Birliği’nin Malta’da uyguladığı politikanın benzerini gündeme
getirmek istemesi nedeniyle önemli ölçüde gerginlik tırmanmaktadır. Akdeniz’in
Avrupa merkezli düzenlenmek istemesi, Kıbrıs’a Malta benzeri bir politika ile
yansırken, Kıbrıs’ın farklı jeopolitik konumu, ada üzerinde Türkiye’nin,
Türkiye üzerinden ABD ve İsrail’in, Yunanistan üzerinden de Rusya’nın hesapları
ve sürdürmek istediği çıkarları görmezden gelinmektedir. Bu nedenle de Kıbrıs
sorunu üzerinde bir türlü ortak zeminde çözüm arayışı
gerçekleştirilememektedir. Taraflar bu durumu algılamadığı ve birbirlerinin
konumu ile beraber diğer çıkarları hesaba katmadığı sürece de, Kıbrıs sorunu
çözümsüzlüğünü sürdürecektir.
Avrupa Birliği’nin
Kıbrıs üzerindeki tek devlet politikası yanlıştır ve gerçeklere aykırı
düşmektedir. Dünyanın çeşitli bölgelerindeki adalara bakılırsa, tek bir ada
üzerinde iki devlet yapılanması bazı yerlerde görülebilmektedir. Ayrıca,
Amerika Birleşik Devletleri yüzlerce adadan oluşan Müslüman Endonezya’nın Timor
adasını bölerek, bu adanın doğusunda kendisine bağlı bir Hıristiyan devletini
Doğu Timor Cumhuriyeti statüsünde kurdurarak, Çin’e karşı kullanılan bir askerî
üsse çevirmiştir. İrlanda adasında İrlanda Cumhuriyeti ile beraber Büyük
Britanya’ya bağlı olan Kuzey İrlanda devleti yapılanması hâlen devam
etmektedir. Ayrıca, Britanya İmparatorluğu’nun merkezi olan İngiltere adasında
İskoçya ile Gal devletleri ayrı hukuksal varlıklarını sürdürebilmektedirler. Bu
gibi örneklerin ortaya koyduğu üzere, her adada tek devlet olacak diye bir
kuralın olmadığı görülmekte, her adada bölgenin koşullarını dikkate alan farklı
siyasal düzenler kurulabilmektedir. Bu nedenle, Avrupa Birliği’nin Malta
modeli, Kıbrıs için geçerli değildir. Ayrıca Fransa ve Yunanistan’da Korsika
ile Girit üzerindeki haklarından vazgeçmemişlerdir. İtalya ise Sicilya ve
Sardunya üzerindeki haklarını ısrarla sürdürmektedir.
Kıbrıs için her
dönemde çözüm önerileri, Yunanistan, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri,
Avrupa Birliği gibi ülke ve merkezlerden öne sürülmüş ama bunların hiçbirisi
Türklerin haklarını dikkate almadığı için bir siyasal çözüm üzerinden anlaşmak
mümkün olamamıştır. Şimdiye kadar öne sürülen bütün planlarda Türklerin
kazanılmış hakları göz ardı edilmekte iki devletli yapının kaldırılması empoze
edilmekte, Türkler eskisi gibi küçük bir cemaat konumuna sürüklenmekte,
Rumların kuzeye dönüşü kabul edilirken benzeri bir hak Türklere tanınmamakta,
göçmen Türlerin geri gönderilmesi koşulu dayatılmakta, adada var olan Türk
varlığının ortadan kaldırılabilmesi için ne gerekiyorsa hepsi ayrı ayrı
maddeler hâlinde çözüm paketlerine konulmaktadır. Böyle olunca da Türk tarafı
anlaşmaya yanaşmamaktadır. Hem adadaki Türk varlığını ortadan kaldırmak hem de
Türklerin kazanılmış haklarını silmek için her yolu deneyenler, bu gibi
gerçekçi olmayan düşüncelerini Türk tarafına kabul ettiremeyince Türkler
olumsuz davranmakla ve çözümsüzlük istemekle suçlanmaktadırlar. Türkler sürekli
olarak dışarıdan gelen baskılarla Kıbrıs’ta geri adım atmaya zorlanmaktadırlar.
Ciddî hiçbir devletin kabul edemeyeceği gerçekçi olmayan öneriler çözüm için
baskı ile kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin birer ayrı devletler olarak kendi ulusal ve
hukuksal çıkarları olabileceği ve bunların da savunulabileceği bir türlü karşı
taraflarca görülmek istenmemekte ve bu doğrultuda çözümsüzlük devam edip gitmektedir.
Kıbrıs sorununda
çözümsüzlük lobisini sadece Türkler oluşturmamaktadırlar, çözümsüzlük devam
ettikçe bundan en çok zarar gören taraf Türkler olmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti çözümsüzlük nedeniyle dünya ülkeleri tarafından tanınmamakta ve bu
doğrultuda hem ambargo hem de çeşitli kısıtlama uygulamaları ile karşı karşıya
bırakılmaktadır. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan Türkler bu durumdan çok zarar
görmektedirler. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti de Türk tarafını temsilen Kıbrıs
sorununda taraf konumunda olduğu için Batı dünyasından gelen çeşitli tepkilerle
karşılaşmaktadır. Bu nedenle Kıbrıs sorununun çözümünü hem Türkiye Cumhuriyeti
hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti acilen istemektedirler. Ne var ki, adanın
karşı kıyısında bulunan İsrail devleti gelecekte Kıbrıs üzerinde emperyalist
plan ve programlar yaptığı için, bu sorunun hemen çözümünü istememekte, Büyük
İsrail’in Ortadoğu’da kurulmasına kadar Kıbrıs sorununun çözümünün
geciktirilmesi için çaba sarf etmektedir. Güçlü İsrail lobilerinin etkili
çalışmaları zorla Kıbrıs sorununu çözümsüzlüğe mahkûm etmektedir. ABD ve
Türkiye üzerinden yönlendirilen Büyük İsrail politikalarının Kıbrıs’ı gelecekte
bu doğrultuda bir yapılanma için zorladığı görülmektedir.
Kıbrıs’ın tarihten
gelen sahipleri olarak Türklerin artık bir kesin çözüm paketine hem Türkiye
Cumhuriyeti’nin hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin çıkarları
doğrultusunda ortaya koymalarının zamanı gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı
koşullarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun
mirasçısı olarak eski Osmanlı ülkelerindeki Türklerin hak ve hukuklarına sahip
çıkmasının gerekliliği çeşitli olaylar sonrasında anlaşılmaktadır. Türk tarafı
uluslararası hukuka uygun bir biçimde Kıbrıs için bir çözüm önerisini ortaya
koymak zorundadır. Bunun için de gene tarihten gelen bir emsal olacak örnek
olay vardır. Kıbrıs’ın karşı kıyısındaki Hatay bölgesi İkinci Dünya Savaşı
öncesinde Türkiye Cumhuriyeti’ne katılarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için
bir hukukî emsal oluşturmuştur. Osmanlı devletinin son döneminde Fransız
ordularının işgal ettiği Hatay bölgesi, İkinci Dünya Savaşı öncesinde
Suriye’den ayrılarak bağımsız bir devlet olduğunu ilân etmiştir. Bir süre
bağımsız yaşayan Hatay Cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı başlamadan kendi
Meclisinden bir karar geçirterek, Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı almış
ve bu kararı daha sonraki aşamada bir referandum ile Hatay halkına onaylatarak,
Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni vilayeti olma hakkını kazanmıştır. Hatay’ın
katılma kararına daha sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni bir karar ile
kabul ederek, bu eski devlete yeni bir statü olarak vilayet olma hakkını
tanımıştır.
Haritaya bakıldığında
Hatay ile beraber Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de Türkiye açısından
benzeri bir konuma sahip olduğu görülmektedir. Türkiye’nin güneyindeki Hatay
bölgesi nasıl Türk devletine katılarak, bir vilayet olma hakkını elde etti ise,
benzeri bir biçimde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de, Türkiye Cumhuriyeti’ne
atılarak, Türk devletinin seksen ikinci vilayeti olma hakkını elde edebilir.
Böylece Kıbrıs sorunu da kalıcı bir çözüme kavuşturulmuş olur. Kıbrıs sorununun
bu doğrultuda bir kalıcı çözüme kavuşturulabilmesi için önce ulusal çizgide bir
hükümetin kurulması gerekmektedir. Türklerin ada üzerinde tarihten ve Barış
Harekâtı’ndan gelen kazınılmış haklarının korunmasına öncelik verecek,
bunlardan herhangi bir ödüne yanaşmayacak bir millî iktidarı Kuzey Kıbrıs Türk
halkının bir an önce kendi içinden seçerek başa getirmesi gerekmektedir. Kıbrıs
sorununun çözümü Türkiye’nin dışında kaldığı Avrupa platformlarında
olamayacağı, son yıllardaki olumsuz gelişmelerle bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Sürekli olarak kuzeydeki Türk devletinin tasfiyesi ve Türklerin kazanılmış
haklarının ortadan kaldırılması doğrultusundaki talepler, artık Kıbrıs
sorununun çözümünü Avrupa’nın dışına taşımıştır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
hukuka aykırı bir biçimde Avrupa Birliği’ne üye yapılması bile bu durumu
değiştiremeyecektir. Yunanistan’ın bir sömürgesi gibi hareket eden güneydeki
Rum Yönetimi bir Avrupa devleti değildir ve bu nedenle de Avrupa hukukunun
uygulanması için yeterli bir dayanak noktası oluşturmamaktadır. Adada var olan
Rum ve Türk yönetimini dikkate alacak bir dengeli çözüm en gerçekçi yol
olacaktır.
Türk tarafını yöneten
iktidarların, Türkiye’nin ve Türklerin ulusal çıkarları doğrultusundaki bir
çözümden uzak kalmaları nedeniyle, Rumlar şımararak bütün Batı’yı arkalarına
alıp Türk tarafını ezmeye çalışmıştır. Artık bu duruma bir son verilmesinin zamanı
gelmiştir. Kıbrıs için Avrupa, ABD ya da Yunanistan çözümlerinin gerçekçi
olmadığı yeni alternatiflere gereksinme bulunduğu görülmektedir. Hatay modeli
ortada dururken, adanın kuzeyinde Türkleri kurtarabilmek için başka bir yol
aramaya hiç gerek yoktur. Hatay Türkleri birleşmeden sonra nasıl Türkiye
Cumhuriyeti devletinin güvencesi altında yaşamlarını sürdürüyorlarsa, Kıbrıs
Türkleri de Türkiye ile gerçekleştirilecek bir birleşme ve bütünleşme
uygulamasından sonra tıpkı Hatay Türkleri gibi kazanılmış haklarını koruyarak
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve ordusunun sağlayacağı güvence düzeni altında,
yaşamlarını sürdürebilme şansını elde edeceklerdir. Türk devletinin Hatay
vilayeti gibi bir de Kuzey Kıbrıs vilayeti olacak, Anadolu Türkleri ile zaten
akraba olan Kıbrıs Türkleri de beraberce aynı devletin çatısı altında, daha
güvenlikli bir ortamda yaşamlarını sürdürme olanağını elde edeceklerdir.
Kuzey Kıbrıs bugün
zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin dolaylı güvencesi altında varlığını
koruyabilmektedir. Barış Harekâtı sonrasında adanın yeniden imar edilmesinde
Türkiye Cumhuriyeti bütün kaynaklarını seferber etmiştir. Ayrıca Kıbrıs
Türkleri’nin yaşamlarını kimseye muhtaç olmadan sürdürebilmeleri için her yıl
beş yüz milyon dolarlık bir karşılıksız yardım Türkiye aracılığı ile
karşılanmaktadır. Anavatana katılma durumunda bu dolaylı yardım, bütçe
üzerinden normal bir gider olarak her yıl düzenli olarak karşılanacaktır. Bu
aşamadan sonra Rumların yeniden Louzidiu gibi kuzeyden hak ve toprak
taleplerinin sonu gelecektir. Barış Harekâtı sonrasında adanın kuzeyinde
kurulmuş olan devlet düzeni birleşmeden sonra vilayet düzeni olarak devam
edecek, Kıbrıs’ı bir cumhurbaşkanı yerine Türkiye Cumhuriyeti valisi
yönetecektir. Böylece, Avrupa ve Amerika üzerinden Kıbrıs’ı karıştırarak,
Batı’nın çıkarları doğrultusunda Kıbrıs Türkleri içerisinde emperyalist çizgide
manipülasyonlar uygulama döneminin sonuna gelinecektir. Kıbrıslı Türkler ayrı
partilerde değil ama Türkiye’deki partilerin Kıbrıs şubelerinde örgütlenerek,
cumhuriyet ve demokrasi düzenlerinin getirmiş olduğu hak ve özgürlüklerini gene
eskisi gibi kullanabileceklerdir.
Kıbrıs Türkleri
üzerinde baskı uygulayarak, onları bezdirerek teslim alma planlarının sona
erdirilebilmesi için de Kuzey Kıbrıs’ın Hatay modeline benzer bir biçimde
Türkiye’ye bağlanması gerekmektedir. Kıbrıs sorunu bugünkü yapıda Türk tarafı
açısından ikili devlet düzeni ile, Türkler açısından fiilen çözüme
kavuşturulmuştur. Konunun hukukî bir yapıya kavuşturulması için de Hatay
modeline benzer bir biçimde Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Türklerinin
ortak kararı ile ana vatan Türkiye’ye katılması gerekmektedir.
Bir millî iktidarın
öncülüğünde KKTC meclisinin alacağı karar ve Kıbrıs Türk halkının referandum
ile vereceği onaydan sonra, Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye’nin Kıbrıs
vilayeti olarak, seksen ikinci vilayet statüsünde Türk devletinin bir parçası
olacaktır. Kıbrıs’ta Türkiye’nin ve Türklerin kazanılmış haklarının
korunabilmesi açısından başka bir alternatif kalmamıştır. Şimdiye kadar Batılı
emperyal güçler Kıbrıs için çözüm diyerek kendi çıkarlarını Türk tarafına
dayatmaktan çekinmemişler ve Kıbrıs’ı sürekli bir çözümsüzlüğe mahkûm
etmişlerdir. Eğer gerçekten Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulması isteniyorsa,
bu doğrultuda Türk tarafının bir çözüm önerisini Türklerin kazanılmış hakları
doğrultusunda gündeme getirmesi gerekmektedir. Hatay’da yaşanmış olan geçiş
sürecine benzer bir formül bugün Kuzey Kıbrıs için de uygulanabilecektir.
Türkiye’nin güney kısmında olan Hatay nasıl güvenlik endişesi ile Türkiye’ye
sonradan katılmışsa, aynı doğrultuda Kuzey Kıbrıs da doğu Akdeniz’de
Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türklerinin güvenliği açısından Türkiye
Cumhuriyeti’ne katılma kararı alınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ne katıldıktan
sonra, Hatay’da yaşamakta olan değişik etnik köken ve dinden gelen insanlar bir
büyük devletin güvencesine kavuşmuşlar ve bugüne kadar barış içerisinde
yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hatay’da sağlanan sürekli barış ve güvenliğin
Kıbrıs’ta da gerçekleştirilebilmesi için Hatay halkının almış olduğu katılma
kararının uygulanmasına benzer bir geçiş aşamasının, Türkiye Cumhuriyeti ve
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında imzalanacak bir resmî protokol ile
sağlanması gerekmektedir.
Türkiye’nin güney
sahillerinin güvenliği, Kuzey Kıbrıs’taki Türk varlığının geleceği ve özellikle
son zamanlarda öne çıkan Bakü-Ceyhan petrol boru hattının bir savaş konusu
olmaması için, böylesine bir bütünleşmeye gerek bulunmaktadır. Ancak, Kuzey
Kıbrıs’ın Türkiye’ye katılması ile beraber, Doğu Akdeniz’deki Türk varlığı ve
Türk çıkarlarının güvenliği kalıcı bir çözüme kavuşturulabilecektir. Son
dönemde, Karpas yarımadasının çevresinde bulunmuş olan yeni petrol yataklarının
da Türk karasularında kalması ve Türk egemenliğinde bu kaynakların
işletilebilmesi açısından da bir Kuzey Kıbrıs Türkiye bütünleşmesinin Türkler
açısından yararlı olacağı açıktır. Bunu engellemek isteyen Batılı devletler ve
emperyal güçler, sürekli olarak Kıbrıs’ta çözüm diyerek, Türklerin adanın kuzey
bölgesindeki devletinin tasfiyesine öncelik vermektedirler. Türkiye’nin
gerçekleştirmiş olduğu Barış Harekâtı’ndan gelme kazanılmış hakları ve
güvenliği hiçe sayılarak yeniden eskiye dönüş için çaba gösterilmekte ve Türk
kesiminde Avrupa Birliği’nin parasal kaynakları ile desteklenen bir işbirlikçi
ve mandacı lobi oluşturularak, bunların Truva atı konumunda kullanıldığı bir
kampanya ile kamuoyu Türkiye’nin ve Türklerin çıkarlarına karşı bir çizgide
oluşturulmaya çaba gösterilmektedir. Yarım yüzyıla yakın bir süredir devam eden
böylesine olumsuz bir durum karşısında, artık Türkiye ve KKTC, Kıbrıs için bir
kesin ve gerçekçi çözüm önerisi olarak Hatay modelini gündeme getirmeli ve eğer
bunu uluslararası alanda istenen düzeyde gerçekleştiremezlerse, elbirliği ile
Hatay benzeri bir uygulamaya hemen yönelmelidir.
ABD’nin Ortadoğu’ya
saldırganlığı devam ettiği sürece, İsrail’in bu durumdan yararlanarak bütün
bölgeyi savaş ile tehdit ettiği bir aşamada Türkiye’nin emperyal oyunlara alet
olmadan, Kuzey Kıbrıs ile bütünleşmesi Türklerin güvenliği açısından zorunlu görünmektedir.
Beş yüz yıl önce Müslümanları İspanya’dan kovanlar, yüz yıl önce Osmanlı
İmparatorluğu’nu Balkanlar’dan geri püskürtenler, şimdi de Ön Asya, Doğu
Akdeniz ve Ortadoğu’daki Türk varlığını ortadan kaldırmak istemektedirler. Bu
doğrultuda ilk adım olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ortadan
kaldırılmasını gündeme getirmişlerdir. Türkiye eğer Annan Planı ya da
Hristofyas çözümü doğrultusundaki KKTC’yi tasfiye planlarını kabul ederse, yeni
aşamada süpürülme sırası Türkiye Cumhuriyeti’ne gelecektir. Anadolu’daki Türk
devletinin varlığının gelecek için güvence altına alınması, ancak Kıbrıs’taki
Türk varlığının ve kazanılmış haklarının korunmasına bağlı bulunmaktadır. Bu
nedenle, adanın kuzeyindeki Türk devleti hiçbir biçimde ortadan kaldırılamaz.
Eğer dış dünya emperyal amaçlarla bu devleti tanımıyorsa, Türklerin kazanılmış
haklarının korunabilmesi için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, Türkiye
Cumhuriyeti’ne Hatay gibi bir vilayet olarak bağlanması en uygun çözüm
olacaktır.
Jeopolitik olarak
adadaki Türk varlığının korunmasını isteyenler ne yazıktır ki, Türklerin
kazanılmış haklarını geleceğe dönük olarak bir güvenceye bağlayamamışlardır.
Var olan konumun geleceğe dönük kalıcı bir kurumsallaşmaya dönüştürülmemesi
nedeniyle, kazanılmış haklardan geri adım atılmaması için en uygun çözüm Hatay
modeli benzeri bir katılımın bu aşamada gerçekleştirilmesidir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin doğal bir parçası konumundaki Kuzey Kıbrıs’ın bundan sonraki
dönemde bir hukukî parçası olmasını gerçekleştirecek bir adım olarak Hatay
modeli, Kıbrıs sorununu da kalıcı bir çözüme kavuşturarak, çözümsüzlük
suçlamasını ortadan kaldıracaktır. Adanın gelecekte bir üs olarak ABD,
İngiltere ve İsrail üçlüsü tarafından kullanılması ya da Avrupa Birliği üzerinden
Yunanistan’a bağlı bir yapıya dönüştürülmesi böylece önlenerek, yeni bir savaşa
meydan verebilecek gelişmelerin de önü kesilebilecektir. Orta doğu gibi bir
savaş bölgesinin yanı başında, yeni bir savaş alanının yaratılmaması için de
Kıbrıs’taki Türk-Rum çekişmesine son verilmeli, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye
bağlanmasından sonra, Rum bölgesinin de Yunanistan ile sürdürdüğü yakınlaşma
ilişkilerinin de seyrinde gelişebilmesi için bir barış ortamı yaratılmalıdır.
Ortadoğu’ya dönük hegemonya saldırılarında bulunan Batılı emperyal güçlerin
yeni bir savaş alanını Kıbrıs adasında yaratmamaları için, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin bir an önce Türkiye Cumhuriyeti ile bütünleşmesinde hem bölge
hem de dünya barışı açısından yarar bulunmaktadır. Konuya biraz tarafsız gözle
bakabilenler, kalıcı çözüm ve barışın ancak Kıbrıs için yeni bir Hatay modeli
ile sağlanabileceğini anlayacaklardır.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak Atatürk her zaman için Kıbrıs’ın önemini dile
getirmiştir. Büyük önder Kıbrıs ile ilgili değerlendirme yaparken, Türkiye
Cumhuriyeti’nin güney sahillerinin güvenliği açısından bu odaya çok dikkat
edilmesi gerektiğini ve kesinlikle, Türkiye için düşmanca emeller besleyen
emperyal büyük devletlerin ada üzerinde kontrol düzeni kurmalarına izin
verilmemesi gerektiğini açıkça dile getirmiştir. Atatürk’ün yolundan giden Türk
Silâhlı Kuvvetleri de, soğuk savaş döneminin koşullarından yararlanarak ve
Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirerek, Kıbrıs adası üzerinde yaşamakta olan
Türkler ile, bu adanın karşı kıyısında bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin
konumlarını güvence altına almıştır. Eski bir Osmanlı toprağı olan bu ada üzerinde
Türklerin tarihten gelen haklarının korunabilmesi doğrultusunda
gerçekleştirilen Barış Harekâtı, EOKA çetecilerinin başlatmış olduğu Türklere
karşı sürdürülen soykırım girişimlerine son vererek adaya sürekli bir barış
düzeni getirmiştir. Bu nedenle, Kıbrıs sorunu kesin olarak kalıcı bir çözüme
kavuşturulana kadar, Türk ordusunun yeterli sayıdaki birlikleri, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti topraklarında kalmaya devam edeceklerdir. Türk Silâhlı
Kuvvetleri’nin, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin güney sahillerini hem de Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin her türlü emperyalist saldırılara karşı güvenliğini
koruyabilmesi için böylesine bir ulusal zorunluluk vardır.
Ne var ki, Ortadoğu’da
içine girilmiş olan yeni yapılanma sürecinde hem Türkiye’nin hem de Kuzey
Kıbrıs’ın güvenliğini ayrı ayrı korunabilmesi giderek zorlaşmakta ve Türk
Silâhlı Kuvvetleri’nin gücünün bölünmesine neden olan gelişmeler her geçen daha
da tırmanma göstermektedir. Anadolu ve Kıbrıs Türklerinin dünyanın merkezî
coğrafyasında bugün sahip oldukları yerleşik merkezi konumları tarihin
derinliklerinden gelen bir sonuçtur. Böylesine anlamlı bir birikimin, değişen
dünya koşullarında korunabilmesi Türklerin ve Türk dünyasının geleceği
açısından fazlasıyla önem taşımaktadır. Amerikan ve İsrail saldırganlığının
merkezî coğrafyada sürdürülmek istenmesi, dünyanın merkezindeki Türk varlığını
çok ciddî boyutlarda tehlikeye sürüklemektedir. Bu nedenle, iki ayrı savunma
değil ama tek ve ortak bir ulusal savunmanın, Türkler açısından bütünlüklü bir
program ve strateji çerçevesinde merkezî Türk varlığı açısından bağımsız bir
biçimde sürdürülmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne katılması, bütünlüklü bir savunma ve var
olma stratejisi açısından önemli katkılar sağlayacak ve bu bölgedeki Türk
varlığını her türlü tehdide karşı güçlendirecektir. Adada verilen bir kurtuluş
savaşı vardır ve beş yüz elli şehit verilmiştir. Bu kadar kritik bir aşamada
Türkler geri adım atamazlar. Her açıdan bütünleşmiş ve güçlendirilmiş bir
stratejiye ihtiyaç vardır ve bu da Kuzey Kıbrıs’ın ana vatana katılmasıyla
sağlanacaktır.
Uluslararası
konjonktürdeki gelişmelerin ortaya çıkardığına göre, Kıbrıs adasında bir dönem
daha savaş görülmektedir. Küresel hegemonyaya yönelmiş olan Batı blokunun
Atlantik inisiyatifi, ABD-İngiltere ve İsrail ortaklığı doğrultusunda dünyanın
merkezî bölgesindeki Kıbrıs adasına el koyma planlarını geleceğe dönük
geliştirirken, Türklerin de bu bölgenin geleceği ile ilgili olarak plan ve
programlarının olması ve bu doğrultuda yeni stratejiler geliştirmeleri
gerekmektedir. Bu nedenle, Misak-ı Millî sınırlarının dışında kalan Kıbrıs’taki
Türk varlığının tıpkı Hatay’ın ana vatana katılması gibi, Türkiye Cumhuriyeti
ile bütünleşen bir sürece yönelmesi gerekmektedir. Sınırların yanı başında
yaşam mücadelesi veren Türklerin, Türkiye Cumhuriyeti ile bütünleşmelerinin
artık zamanı gelmiştir. Büyük Orta doğu ya da Büyük İsrail projeleri
doğrultusunda bölge halklarını alt kimlikli eyalet yapılanmalarına yönlendiren
Atlantik emperyalizmine karşı, merkezde Türk varlığı çerçevesinde bütünleşmenin
gerekliliği ortaya çıkmaktadır. KKTC’nin Türkiye Cumhuriyeti ile bütünleşmesi
bu açıdan son derece anlamlı olacak ve Türklerin yararına gelişecek yeni bir
büyüme süreci başlatacaktır.
Annan Planı’nın
oylanmasından sonra, Türkiye Batı baskısı ile bu yararsız plana olumlu
yaklaşmış ve KKTC’de planın kabulü doğrultusunda halk oylaması sonuçlanmış ama,
Rum kesiminde tamamen tersi olarak plan reddedilmiştir. Bu çelişkili durum
üzerine, Rum kesiminin başbakanı Türk kesimi ile yeni bir plan çerçevesinde bir
araya gelerek anlaşmaya hazır olduklarını açıkça ilân etmiştir. Rum yönetimi
Annan Planı’na karşı çıkarken, Batı emperyalizminin oynadığı oyunu görüyor ve
bunun sonucunda adada bir dönem daha Türkler ile Rumların savaştırılmasının
planlandığını anlayarak Türk kesimine Batı emperyalizmine karşı işbirliği
öneriyordu. Çünkü eğer çözümsüzlük süreci devam ederse, Batı’nın bir dönem daha
savaşı kışkırtarak Türkleri ve Rumları adadan uzaklaştıracak, yeni bir planı
devreye sokacağı görülüyordu. Batı’nın planına göre Türklerin Anadolu’ya,
Rumların da Yunan adalarına sürülmesi acilen gündemdedir. Bunu sağlamak için
bir dönem daha yeni savaş kışkırtılacaktır ve ondan sonra barış adına Türkler
ile Rumlar adadan sürülecek, İsrail’in karşı kıyısındaki Kıbrıs adasına, ABD,
İngiliz ve İsrail Yahudileri yerleşerek Siyonist emperyalizmin gerçekleşmesi
doğrultusunda Kıbrıs’ta yeni bir İsrail yapılanması oluşturulacaktır. Türkiye
Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bu tür bir plana alet
olmaması için, Avrupa ve Amerika baskısının ötesinde adadaki Türk ve Rum
kesimlerinin bir araya gelerek anlaşmaları ve iki devletli bir Kıbrıs
yapılanmasını gerçekleştirmeleri zorunludur. Bu alternatif gündeme getirilemiyorsa
o zaman Kıbrıs için tek alternatif barış çözüm modeli, Hatay modeli ile
bütünleşme formülüdür.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder