ANKARA KALESİ
TÜRKİYE VE AFGANİSTAN
Türkiye
Cumhuriyeti ve Afganistan devleti iki ayrı Türk devleti olarak dünya
haritasının ortalarında yer almakta ve birisi Orta Doğu’nun merkezi
coğrafyasında, diğeri de Orta Asya bölgesinin ortalarında varlığını sürdürerek,
tarihsel süreç içerisinde yollarına devam etmektedirler. Yirminci yüzyıla
girerken yeryüzü haritalarının merkezinde yer alan bu iki devlet var olan yirmi
bağımsız devlet arasında yerlerini alarak, geleceğe dönük bir yirmi birinci
yüzyıl sıçraması içine girerek ve çağ değişimi dönemecini başarıyla dönerek
geleceğin dünyasında da var olabilmenin mücadelesini kazanıyorlardı. Bugün
gelinen noktada yeryüzü devletlerinin sayısı yirmilerden iki yüzlere doğru
tırmanırken Anadolu ve Afgan Türkleri var olabilme gücünü pekiştiriyorlardı. Soğuk
savaşın en zor günlerinde varlıklarını koruyabilen bu iki Türk devletinin her şeyin
alt üst olduğu bugünlerde karşı karşıya gelmesi ve her iki devleti birbirine
karşı kullanmaya çalışan çeşitli emperyalist komplo ve senaryolarda isimlerinin
ön plana çıkartılması her açıdan Türk dünyası açısından son derece tehlikeli ve
riskli oluşumların önünü açmaktadır. İslam coğrafyasının tam ortalarında bir Yahudi
devleti kurmak için çizilen yeni
senaryolarda İslam dünyasının tam ortasında farklı bir ideolojik büyük devleti Türk dünyası üzerinden
gerçekleştirirken, Türk dünyası içinde yer alan bütün Türk devletleri etrafa
saçılmış ve dünya tam ortasından ikiye bölünürken ve Türkiye demokratik batı
bloku içinde yer alırken, Afganistan devleti ise Müslümanların tam tepesinde
onların siyasal büyüklüğünü dengeleyecek bir biçimde örgütlenen Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinin etki alanı içine düşerek diğer Türk
devletleri gibi batı blokuna karşı oluşturulan soğuk savaş dengelerinin etki
alanına doğru sürükleniyordu.
Hristiyan ve Musevi güç
merkezleri dünya hegemonyası için çalışırlarken Müslümanlar arada kalıyor ve
İslam ülkeleri de bu tür gelişmelerin etki alanları içinde geleceğe dönük bir
biçimde kendilerine yeni yerler arıyorlardı. Yirminci yüzyılın başlarında var
olan harita üzerinde kendilerine yeni yerler bulmaya çalışan Türk devletleri,
Sosyalist ideoloji çatısı altında yirmi beş
devletten oluşan bir kuzey doğu federasyonunun içinde baskı ile yer
bulmaya çabalarken, Asya’da batı emperyalizminin Hristiyan ülkelerde sosyalizmini, Müslüman
ülkelerdeki İslam hegemonyasını ortadan kaldırmak üzere devreye soktukları
görülüyordu. İslam dünyası içinde Müslüman olmayan bir Yahudi devleti kurmanın
son derece zor bir iş olduğunu on beşinci yüzyıl sonrası gündeme gelen siyasal
gelişmeler ortaya çıkarırken, Avrupa üzerinden gelişen sosyalist hareketlerin SSCB
başlıklı bir büyük federasyon ile yönlendirilirken, Türkiye ve Afganistan’ın
iki ayrı Türk devleti olarak, böylesine büyük oluşumların yarattığı yeni
sınırların tam ortasında kaldıkları görülmüştür. İran ve Azerbaycan üzerinden
Orta Asya ve Orta Doğu doğu bölgesinin merkezinde yer aldığı Türk dünyası, üç
büyük kıta üzerindeki siyasal gelişmeler ve yeni devlet oluşumları ile yeni
yapılanma oluşumlarına doğru gelişmeler gösterdiği aşamalarda zaman zaman
sınırların değiştiği ya da Türk devletleri arasında eskisinden çok daha farklı
yeni yapılanmalar görülmektedir. Asya kıtasının doğusundan başlayan uygarlıklar
içinde yer alan ve giderek üç kıta üzerinde yaygınlık kazanan Türklerin
yaşadıkları devletler birbirini izleyerek tarih sahnesine çıkarken, yeryüzü
coğrafyası bazı noktalarda alt üst olarak eskisinden çok farklı yönelimlere
doğru yol almıştır. Orta ve Kuzey Asya bölgelerinde tarih sahnesine çıkan
Türkler at sırtında yayılarak gelişen bir uygarlık modeli sayesinde üç büyük
kıtanın hemen hemen her bölgesinde hükümran olabilmişlerdir. Orta ve Kuzey Asya
topraklarının üzerinde tarih boyunca büyük devletler kuran Türkler, İran,
Azerbaycan ve Kafkasya üzerinden geliştirdikleri geçiş koridoru üzerinden
dünyanın merkezi olarak görülen Anadolu yarımadasına gelerek, bu merkezi
bölgede yerleşik bir devlet düzenini kurabilmişlerdir. Türklerin Anadolu’ya
geliş yolu bugün Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinin bir araya gelme köprüsü
olarak yeniden öne çıkmaktadır.
Türkiye ve Afganistan her zaman
düzenli bir birlik içinde olamazken, uluslararası siyasal ve ekonomik
konjonktürlerin bu iki ülkeyi bir araya getirdiği ya da kıtalar arasında
geliştirilen geçiş yollarının üzerinde bir araya gelerek, farklı birlik ya da
siyasal oluşumların öncüsü olabildikleri anlaşılmaktadır. Yeniden doğu batı
ekseninde gündeme getirilen Zengezur geçiş yolunun, hem Afgan halkının merkezi
alana doğru harekete geçmesini hem de merkezi alanda yaşamakta olan Türklerin
ise tarihsel anlamda ortaya çıkış merkezleriyle yeniden bir araya gelerek
dünyanın tam ortasında yer alan hegemonya alanlarında, eski dönemlerde olduğu
gibi geniş alanlarda büyük devletler kurma gibi büyük misyonlara yeniden
kalkıştıkları ortaya çıkmaktadır. Asya-Avrupa – Afrika ekseninde gündeme gelen
büyük devlet yapılanmalarında görüldüğü
gibi daha önceki dönemlerde kıtaların birleştiği bölgelerde yerleşen ya da
sahip oldukları egemenlik gücü ile bu bölgeleri kendi merkezlerine bağlayan
Türk devletleri, bazen sınırdaş bazen da ortak bir sınıra sahip olmayan siyasal
yapılanmalar içinde yer alırlarken, birbirlerinin izledikleri yol ve
politikaları izleyerek yeni oluşumlara açık olmak ve bu doğrultularda ortaya
çıkan yeni yapısal kurgulara da yakın olmak ve böylece Türk devletleri arasında
çekişme ya da çatışmalara gidebilecek yeni yaklaşımları geliştirerek, yeni
dönemin koşullarına uyum sağlamak zorunda olmuşlardır. Bunalım ve geçiş
dönemlerinin olumsuz koşulları üzerinde Türk devletleri uzak kalsalar ya da
karşı karşıya gelseler bile Türk kökenli birliktelik geliştirilerek aynı ulus
kökeninden gelen bir hoşgörü ve dayanışma tutumları ile var olan anlaşmazlıklar
çözüm noktasına doğru geliştirilebilir. Bu gibi gelişmelerin birçok örneği
gündeme geldiği gibi tersliklerin giderek arttığı ve bu çizgide olumsuz
koşulların tırmanma gösterdiği en olumsuz koşullarda bile Türklük dayanışması
üzerinden barışçıl adımların atılması gerçekleştirilebilmiştir. Üç kıtaya
dağılarak ayrı devletler kurmuş olan Türk asıllı devletlerin zor koşullar, önlerine
çıkan engelleri ya da var olan devlet yapılarının üzerlerine gelen her türlü
olumsuzlukları devre dışı bırakacak derecede, güç ve dayanışma gösterebilmesi
için her zaman için hazırlıklı olmak zorunluluğu vardır. Türkiye ile Afganistan
devletlerinin değişen konjonktürde yeniden Asya ve Avrupa arasında gündeme
gelen Zengezur koridoru üzerinden yakınlaşma ve dayanışma hareketlerinin, devletlerarası
ilişkiler düzenine göre düzenlenmesi gerekmektedir. Bu gibi gereksinmeler karşılandıktan sonra
Türk devletleri diğer büyük devletlere karşı kendi aralarında birlik
sağlayarak, antiemperyalist bir siyasal çizgiyi disiplinli olarak ortaya
koyabilirler.
Bugün gelinen yeni dönemde, Sovyetler
Birliği sonrası dönemin koşullarında daha çok Orta Asya Türk devletlerini bir
araya getirecek bir düzeyde, Türk Devletleri Teşkilatı adıyla yeni bir bölgesel
yapılanma gerçekleştirilmiştir. Bu doğrultuda adım atılınca, Orta Asya bölgesi
dışında kalan Türklerin böylesine bir yeni birlik çatısı altında bir araya
bütünüyle bir araya getirilmeleri mümkün olamayınca, Afganistan gibi nüfusunun
büyük çoğunluğu Türk kökenli topluluklardan meydana gelen diğer devletlerin
böylesine olumlu bir atılımın içinde yer almaları Orta ve Kuzey Asya
bölgelerinde geride kalmıştır. İran gibi nüfusunun dörtte üçü Türk asıllı olan
bir büyük devletin Kafkasya ve Orta Asya sınırları boyunca uzanıp giden sınırları
dikkate alınmamıştır. Türkiye ile Afganistan devletlerinin yer aldığı merkezi
Türk dünyası yanında yer alan İran gibi bir büyük devletin Türkiye ile birlikte
içinde yer alabileceği bir Türk Devletleri Teşkilatı yeni dönemde daha geniş
katılımlar aracılığı ile yeniden kurulması, şimdiye kadar atılan yanlış
adımların düzeltilmesiyle mümkün olabilecektir. Kore, Japonya, Pakistan ve Asya
kıtasının diğer bölgelerinde yer alan Türk asıllı toplulukların da Türk asıllı
halkları dolayısıyla böylesine bir teşkilatın içinde yer almaları, gelecekte
Asya kıtası üzerinden doğu uygarlığının merkezi patronluğunu yapabilecek bir
Türk Devletleri Teşkilatı acilen oluşturularak, Rusların Hintlilerin ve de
Çinlilerin bütün nüfuslarıyla bir büyük imparatorluk coğrafyası birlikteliği çatısı altında Türklerin de
tıpkı Rusların, Hintlilerin ve Çinlilerin yaşadıkları gibi, Türklerin de kendi
millet imparatorluklarını kurarak böylesine bir büyüklük içinde Asya kıtasının
süper büyük devletlerine karşı ortaya çıkarak, Türk Devletleri Teşkilatının
büyük millet imparatorluğu olarak yeni bir denge unsuru olarak devreye
girmeleri doğu hegemonyasını önleyecektir.
Yeni bir dünya düzeni amacıyla
yer kürenin birçok bölgesinde sıcak çekişme ve çatışmalara sahne olan yeryüzü
coğrafyasında kendini bilen ve yüzyıllardır insanlık tarihi boyunca birçok
siyasal olay ya da gelişmelere tanık olan büyük devletler, bugün artık kendi
büyüklükleriyle ulaştıkları millet imparatorlukları yapılanması içinde
yollarına devam etmektedirler. Yeni dönemin siyasal oluşumları içinde Türkler,
Araplar, Şiiler, Zenciler ve Latinlerin çeşitli devletlerin çatısı altında
dağınık bir biçimde dağılarak yaşamakta olan insan topluluklarını, Rusya, Çin, Hindistan,
Brezilya ve Afrika’nın Zencilerinin bir araya gelerek Nijerya gibi yeni dünya
dengelerini, bugünün siyasal ve ekonomik koşullarına uygun bir biçimde
sistemleştirilmesi sağlanabilmelidir. Yeryüzü kıtaları üzerinde küçük
devletlerin büyüme mücadelesi verilirken ayrı devletlerin çatısı altında
dağınıklık içinde yaşam kavgası veren Türklerin, Arapların, Şiilerin,
Zencilerin ve Latinlerin Rusya, Çin ve Hindistan ‘da var olan büyük devletlerin
konumlarını dengeleyerek, bugünkü dünya düzeninin barış içinde devam etmesi
sağlanabilmelidir. Bugünkü dünya düzeni içinde var olan Birleşmiş Milletler
gibi bir örgütün çatısı altında bir araya gelen beş büyük devlet büyüklük
açısından çeşitli sorunlara sahip olması ve İngiltere ve Fransa’nın sahip
oldukları ancak sömürge toprakları sayesinde Rusya, Çin ve ABD gibi büyüklüğe
sahip olabilmektedir. Küreselleşme sonrası yeni dönemde çok kutuplu bir yeni
dünya düzenine girerken, batılı emperyalistler büyük devletleri parçalamaya
çalışmaktadır. Var olan ulusal ve üniter devlet yapılarını parçalayarak,
eskiden bu yana batılı emperyalistler açıkça yeni büyük devletler ile sahip
oldukları egemenlik düzenini paylaşmak istememektedirler. Yeni büyük
devletlerin de Birleşmiş Milletler deki Güvenlik Konseyi üyesi olması
istenmekte ve bu konseyin üye sayısı yeni büyük devletlerin katılımı ile
birlikte 10 ya da 15 olması istenmektedir. Böylece beşten büyük olan dünyanın
yeni dönemde 10 ya da 15 büyük devletten gene büyük olması istenerek, tek
kutuplu dünyanın çöküşü sonrasında çok kutuplu yeni bir model ile yeni küresel
düzen arayışı karşılanmaya çalışılmaktadır. Türkler, Araplar, Çinliler, Latinler
ve Zenciler gibi dağınık yaşayan halk kitlelerinin Çin, Rusya ve Hindistan gibi
kendi büyük devletlerinde insan gibi yaşama hakları vardır.
Yeryüzü haritasında yer alan
bütün devletlerin birer jeopolitik konumları bulunmaktadır. Dünya gezegeni
uzayda yoluna devam ederken değişen koşulların getirdiği yeni jeopolitik
koşullar ortaya çıkarak, gezegenin ana karasında ülkelerin ya da devletlerin
jeopolitik konumlarını etkileyerek eskisinden çok farklı yeni durumların ortaya
çıkmasının yolları açılmaktadır. Yüz binlerce ya da milyonlarca yıl önce
gerçekleşen doğa olayları ile dünyanın oluşum ve değişim süreçleri başlarken,
en sonunda küresel yapılanma bugünkü aşamasına gelmiştir. Uzay ve yer küre
bağlantısındaki gelişmeler çeşitli zaman dilimleri içinde dünyanın da
değişimine yol açmakta ve böylesine gelişen bir dönüşümler çerçevesinde
eskisinden çok farklı yönlere doğru değişen dünya düzeni içinde her şeyin
konumu değişmekte, hatta daha da ileri giderek her şeylerin toplandığı ve de
bir bütünlük arz ettiği devletlerin merkezileştiği durumlarda da toptan bir
jeopolitik konum değişikleri yaşanabilmektedir. Binlerce yıl geriden gelen doğa
olayları yeryüzünde jeopolitik dengeleri ve yapıları bozarak yenisinin önünü
açarken, bütün doğa olayları bir bilimsel bakış içinde değerlendirilmesi
gerekmektedir. Asya kıtasının tam ortalarında yer alan Afganistan ülkesi
İngiliz emperyalizmi ile Rus emperyalizminin kesişme noktalarında ortaya bir
harita çıkarmıştır. Afganistan‘daki
Sovyet işgali ile son değişim dönemine giren jeopolitik yapılanma batı
devletlerinin yeniden devreye girerek yıkılmış olan bu ülkeyi inşa etmesiyle
birlikte küresel bir üstünlük yarışı başlamıştır. Devletlerin ulusal çıkarları
doğrultusunda hareket etmeleriyle birlikte değişen koşullar, daha sonraki
aşamada yeni bir jeopolitik konumun devreye girmeye başlamasıyla harita
üzerindeki bütün devletleri ve kamu düzenlerini yeniden yeni koşullara göre
yapılandırılmasını sağlamaktadır. Dünya haritasının kesişme noktasında olan
Afganistan devleti tarihin her döneminde birçok medeniyete ev sahipliği yapmış
ve bu sayede geçmişten gelen büyük bir kültürel birikimin ülkesi olmuştur. Birbirinden
çok farklı devletler dünya uygarlığı ortamında ortaya çıkmışlardır.
Afganistan coğrafi konumu ile
emperyal devletlerin hegemonya girişimleri için elverişli bir konumdadır. Bu
devletin bulunduğu bölgedeki güç boşluğu doldurulmayı beklemekte ve aynı yüzyıl
içinde hem Rus hem de Amerikan emperyalizmleri bu ülkeyi resmen işgal ederek, bütün
kıtalar üzerinde mutlak bir iktidar arayışı içinde olmuşlardır. Afganistan yer
olarak merkez alan ile kenar kuşak arasında yer alan bir ülkedir. Dünya
egemenliği için merkez hegemonyasının yanı sıra kenar kuşak bölgelerinin de ele
geçirilmesi gerekmektedir. Dünya imparatorluğu kurmuş olan İngiltere Afganistan
devletini Asya ve Afrika’nın gözetleme kulesi olarak ele aldı. Afgan devleti
güneye ya da kuzeye saldırırken, bu tür hareketlere karşı set çekmenin merkezi
olmuştur. Yeni bir dünya düzeni kurmak için oluşturulan yeni büyük oyun isimli
plan ve projeler Afganistan’ı en önde gelen merkezi yerlerden birisi haline
getirmiştir. Büyük Rusya ideolojik imparatorluğun çöküşü ile birlikte ortadan
kalkarken, Rusya’nın yerini almak üzere gelen Amerikan emperyalizmi daha
olumsuz koşullarda çalışmak zorunda kalmıştır. ABD’li bilim adamları Avrasya
bölgesinin hegemonik anlamda ele geçirilmesi gerektiğini açıkça dile
getirmişlerdir. Doğu bölgesinin dev ülkeleriyle Hazar bölgesinin enerji
kaynaklarının bir araya getirilmesine, batılı emperyalistler karşı çıkmışlardır.
Bu çizgide batılı ülkeler Afganistan’ı kendi yanlarına çekerek, Hazar
bölgesindeki enerji kaynaklarının batı blokunun elinde toplanmasını
sağlamışlardır. Rusya yeni büyük oyunda öne geçmeye çalışırken batılı büyük
devletler Hazar bölgesindeki enerji kaynaklarının doğu ülkelerinin eline
geçmesine izin vermemişlerdir. Doğu ile Batı bölgeleri arasındaki Hazar’a
egemen olma yarışında Afganistan kilit ülke konumuna gelerek uluslararası
alanda küresel dengelerin barış sağlamasına ve enerji savaşları açılmasını da
önleyebilmiştir. Afganistan bu gibi gelişmeler sonucunda dünya siyasetinde daha
çok önem kazanarak dünya barışının korunmasında fazlasıyla etkin olmuştur. Rusya’nın
kendi arka bahçesi olarak tanımladığı Hazar bölgesinin bir çekişme konusu
olmasına izin verilmemiştir.
Afganistan büyük Türk
imparatorlukları sonrasında İngiliz İmparatorluğu ve de Rusya devletinin Asya
kıtasının güney kısmında bir karşı karşıya gelme noktasında ortaya çıkmış olan
bir devlettir. Orta Asya Türk egemenliği dönemi devam ederken Selçuklu ve
Osmanlı imparatorluklarının uzantıları merkez Asya topraklarına kadar uzandığı
aşamada orta Asya bölgesine giriş ve
çıkışlar için Afganistan ülkesinden yararlanılmıştır. Özellikle Asya
topraklarında ortaya çıkan ya da kurulan Türk devletlerinin yayılması sayesinde
Afganistan oluşumu Asya’nın merkezi toprakları üzerinde meydana gelmiştir. Milattan
sonraki üçüncü yüzyılda oluşturulan Afgan devleti yapılanmasının Sasanilerin
topraklarından koparak ayrı bir devleti gündeme getiren Türk boyları, Asya’nın
güneyine doğru uzanan yeni bir devlet için hazırlıklarının tamamlamalarıyla,
Babür İmparatorluğundan Afgan imparatorluğuna doğru uzun süren bir geçiş
aşaması yaşanmıştır. Asya kıtasının kuzey toprakları üzerinde kurulan Rusya
devleti ile Hint okyanusunu gemileriyle geçen Büyük Britanya imparatorluğunun
donanması Hindistan yarımadası civarında karşılaşınca, iki imparatorluk
arasında kalan merkezi yerde Afganistan devleti kurulmuştur. Sasanilerin bu
bölgede yaşayan insanlara Afgan adını vermesi üzerine devletin adında
Afganistan kavramı kullanılmıştır. Büyük Asya kıtasının orta ülkesinde Türk
kökenli kavimlerin yeni bir Türk devleti kurmalarına kadar uzanan bir yol
üzerinde yirminci yüzyılın bağımsız devleti olarak Afganistan krallığı
kurulmuştur. Daha sonraki yıllarda ise Rus imparatorluğu ile Britanya
imparatorluğu arasındaki çekişmeler ve savaşlar birbirini izlemeye başlayınca
Afganistan ülkesi zaman zaman savaş alanı haline dönüşmüştür. İran ile üç yüz
yıllık sınır komşuluğu bulunmasına rağmen Osmanlı devleti ya da Türkiye
Cumhuriyeti ile hiç bir sınır komşuluğu bulunmayan Afganistan, Asya kıtasını
paylaşmak isteyen büyük devletler ile ya savaşarak çarpışmış ya da bunların
sürdürdüğü çatışma çekişmelerin ortasında kalarak zaman içinde bir çok
kayıplara hedef olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Asya toprakları üzerinde
kurulurken İran ve Afgan şahları Anadolu yarımadasına gelerek ve sömürgeci batı
blokunun saldırgan atakları ile karşı karşıya kalarak bazı savaşlarda yenilgiye
uğramıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası
dönemde dünya düzeni yeniden kurulurken İngiltere ve Amerikan emperyalizmleri
ortaklaşa sömürgecilik hedefinde bir araya gelerek, batıdan doğuya doğru yeni
sömürgecilik akımını başlatmışlardır. ABD NATO örgütlenmesi ile doğu
bölgelerine doğru yayılırken geçmişten gelen İngiliz imparatorluğunun plan ve
programlarına uygun davranarak, Türkiye ile birlikte Afganistan’ı da
sömürgeleştirebilmenin yol ve yöntemlerini araştırmıştır. Asya kıtası
çevresinde bu tür kullanım için elverişli topraklar ve bölgeler bulunduğu için,
batılı emperyalistler daha kolay yayılma politikaları geliştirebilmişlerdir. Türk
ve Afgan dayanışması on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkarılarak
kullanıldığı için savaş sonrası dönemde küresel alanların yeniden tesis
edilmesinde, Afgan halkı ve devletinin olumlu destek ve katkılarda
bulunabilmişlerdir. Bir yeşil kuşak oluşturarak eski sosyalist sistemi
başarıyla yıkan batı emperyalizmi geleneksel sömürgeciliğini sürdürerek yoluna
devam etmek istediği aşamada Asya ülkeleri ile doğu devletlerinin sert
tepkileri ile karşı karşıya gelerek zaman içinde bir ulusal ve ülkesel
dayanışma içerisine girebilmişlerdir. Sovyetler Birliğinin Rusya adına yaptığı
saldırı hareketi Afganistan’ı bir Sovyet cumhuriyetine dönüştürürken ülke tam
anlamıyla bir çöküntü sürecine doğru kaydırılmıştır. SSCB’nin Afgan işgali
sonrasında dağılma aşamasına gelmesi üzerine, Amerikan emperyalizmi tıpkı
İngilizlerin yaptığı gibi sömürgecilik yolunda epey yol almıştır. Sovyetler
Birliğinin dağılması aşamasında Afgan ülkesinin önce bir saldırıya uğraması ya
da yeni silahlar ile güçlendirilmiş bir işgal olayı ile saldırının
sürdürülerek, Afganistan üzerinden Türk dünyasına Atlantik emperyalizminin
yönlendirilmesi ile, geleceğin tek kutuplu dünya düzenine geçiş hedef
alınmıştır. Afganistan işgalinin Rusya’dan Amerika’ya doğru kaydığı bir aşamada
Rusya’nın iflas eden işgalinin Amerika’ya da yansıdığı görülmüştür. Asya
kıtasını teslim almak isteyen büyük emperyal saldırıların birbiri ardı sıra
başarısızlık çizgisinde bozulması ile saldırılar kesilmiştir.
Kendisini demokratik uygarlığın
yaratıcısı gibi gösteren ABD emperyalizminin aslında sömürgeciliğin en büyük
şahı olarak tüm yeryüzü kıtalarını ele geçirme planları vardı. Bu doğrultuda
iki büyük cihan savaşlarını kazanarak bütün dünya karalarında ABD merkezli bir
yeni emperyal düzeni geçerli kılarak hegemonya çekişmelerinde İngiltere’yi
geride bırakarak geleceğin sömürgeleştirilmiş dünya yapılanmasını tamamlamaya
çaba gösteriyordu. ABD’nin iki kutuplu dünyada SSCB ile rekabet yarışına
yönelmesi aşamasında iki kutup başı ülkenin yanında ya da yakınında yer alan
devletlerin eskisinden çok farklı yeni jeopolitik konumlara dönüştükleri
gözlemlenmiştir. Bu aşamada Asya kıtasının merkezi konumunda yer alan Afgan
devletinin iki kutuplu dünya yapılanması içinde sosyalist sistemin komşusu gibi
yeni bir konumlanmaya kaydığı görülmüştür. Afgan devleti böylesine bir konum
değişikliği içine girerken, Türk dünyasının diğer temsilcisi olarak Türkiye
Cumhuriyeti ele alındığında eski Orta Doğu merkezli yapılanmadan hareket ederek
Sovyetler Birliğinin sınır komşusu gibi yepyeni farklı bir bölgesel bir varlık
ortamına doğru kayma gösterdiği görülmektedir. Orta Doğu ve diğer doğu
bölgelerinin, ele alınarak değerlendirilmesinin bilimi olarak ortaya çıkartılan
oryantalizm açısından konu ele alındığında hem Türkiye’nin hem de Afganistan’ın
eskisi gibi sahip oldukları merkezi konumlarından uzaklaşarak, kutup başı ülke
ve bölgelerin yanında yer alan komşuluk ilişkileri çerçevesinde yer alarak,
eskisinden çok farklı jeopolitik konumlarda yön değişikliği konumuna sahip
olmuşlardır. Önceden sömürgecilik ve emperyalizm ilişkileri çerçevesinde ele
alınan her iki ülkenin, geçmişten bu yana gelen konumunun iki kutuplu dünyanın
gündeme getirilmesi, çizgisinde emperyalizm ve bağımlı sömürgeler olarak
değerlendirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Batı bloku emperyalizm kavramını
gözlerden kaçırırken büyük devletlerin öne geçtiği kutup merkezi konumunun
eskisinden çok daha fazla etkin bir duruma getirildiği öne çıkarılmıştır. Soğuk
savaş döneminin koşulları altında öne çıkan Afganistan’ın parçası olduğu Türk
dünyasının içindeki eski konumunun yeni bir komşuluk ilişkisi ile açıklanmaya
çalışıldığı görülmektedir.
Soğuk savaş yıllarının Afganistan
başlığı altında incelenmesi sayesinde Taliban adı verilen bir öğrenci isyan
hareketi olarak, bu ülkenin terör olaylarına doğru yönlendirildiği ortaya
çıkmıştır. Sosyalist sistemin çöküşü ile birlikte batı merkezli terör
hareketlerinin bütün Asya kıtasını kapsadığı görülmüştür. Ülke içindeki
yoksulluk emperyalizmin sömürgeleştirilmesine doğru sistemi dışa bağımlı bir
hale getirmiş ve bu amaçla ülke içindeki yoksul ve işsiz ailelerin üniversite
çağına gelmiş olan çocuklarını, ülke gençliği olarak isyancı ve talipci bir
karaktere doğru sürüklenmesini gündeme getirmiştir. Ülkedeki siyaset yeni
dönemin ideolojisi ile açıklanmaya çalışılırken çöken sosyalizme alternatif
olarak terörizmi öne çıkarmışlardır. Afgan devletinin terör olaylarının sahası
haline getirilmesi ile birlikte Rusya’dan sonra Amerika’yı da Afganistan
ülkesinde yenilmiş bir konuma getirmiştir. Amerika’nın Afganistan yenilgisi
küresel sistemde bir kırılma noktasının başlangıcı olmuştur. Sosyalist sistemi
çökerten ABD kendisinin içine sürüklendiği demokrat görünümlü sömürgecilik
yüzünden, kendi halkına ve gençliğine bir şey veremez duruma düşerken içinde
bulunduğu çelişkili ortamın ortaya getirdiği demokrasi ya da terör ortamında
Rusya’nın işgalini Amerikan işgali izlemiş ve bu bağlantı çerçevesinde
Afganistan ülkesi terör ortamına sürüklenirken aynı zamanda terör kaynağı bir
ülke olarak yeni dünya düzensizliğinin en önde gelen örneklerinden birisi
olmuştur. Orta Doğu ve Doğu bölgelerinde terörün giderek yayılması konusunda
Afganistan yeni bir merkez olarak öne çıkmıştır. Taliban’dan başlayarak El
Kaide ve İşid gibi örgütlerle terörün genişlemesi olayında Afganistan çıkış
noktası olarak öne sürülmüştür. Bu durumda dünya ülkeleri yeni bir terör
oluşumunun hedefi haline gelmiştir. Ülkelerin karıştırılması ve bölünerek
anarşiye itilmesi Taliban sonrası terörün ana hedeflerinden birisi olmuştur.
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucu önderi olarak Türk devletini dünyanın ortasında kurarken, orta boy bir
devlet olarak büyük güçlerle mücadele sırasında Türkiye’nin gücünün yetersiz
kalabileceğini görmüş ve bu nedenle Orta Doğu’da Sadabat Paktı ve Balkanlar’da
Balkan paktı gibi savunma ve güvenlik kuruluşlarının oluşumunu sağlamıştır.
Atatürk böyle bir koruyucu şemsiye kurarken, sınır komşusu olmayan Afganistan’ı
da İran ile birlikte kurulan bu ortaklığın içine alarak sınırların ötesindeki
bölgelere ulaşmanın zorunluluğunu görüyor ve buna göre eski Osmanlı ülkeleriyle
birlikte Afganistan’ı da Türk dünyasının bir parçası olarak bu yeni
örgütlenmede Türkiye-Afganistan çizgisi oluşturmaya çalışıyordu. Batılı
emperyalistlere karşı Balkan paktını kuran Atatürk’ün eski Osmanlı ülkelerini
esas alarak Müslüman bölge devletlerini bir güvenlik örgütü içinde
birleştirmeye çalışması onun ne derece geleceği gören bir önder olduğunu ortaya
koymaktadır. Bugün yaşanan kaos ortamını emperyalistler kışkırtırken yeni
dönemde çatışma, iç savaş, bölge savaşı ya da dünya savaşı gibi olumsuz
gelişmelere karşı Türkiye’nin çok dikkatli olması ve komşu devletler ile bir
araya gelerek bölgesel bir güvenlik örgütü çatısı altında çatışma, saldırı ve
işgal gibi kaotik girişimlere karşı çıkması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni
kurarken, Atatürk mazlum milletler için askeri savunma modelini gündeme
getirmiş ve böylesine bir örgütlenme ile de batının büyük devletleriyle baş
ederek, Türk ulusuna özgür ve bağımsız bir cumhuriyet kazandırmıştır. Bugün
gelinen aşamada bölgeye getirilmek istenen savaş ortamını kışkırtmak üzere, Afganistan
üzerinden binlerce insanın Türkiye’ye gelerek önce bir kaos ortamı yaratacağı
ve daha sonrada alt kimlikler üzerinden önce bir iç çatışmalar ortamı daha
sonra da iç savaş ve bölgesel savaş olarak merkezi coğrafyayı tümüyle yok
edecek bir kaos planını emperyalistlerin destekleri ve yönlendirmesiyle
uygulama alanına aktarılacağı fısıltı mekanizmaları ile deşifre edilmektedir.
Türk devleti kurulurken Türk dünyası için başta Afganistan olmak üzere kardeş
devletlere özgürlük ve bağımsızlık getirmeye çalışmıştır. Ne var ki bugün
merkezi coğrafyadaki devletleri yıkmaya çalışanlar önce Türkiye’yi hedef
alırken Türkiye’nin her zaman başta Afganistan olmak üzere tüm diğer Türk
devletlerini korumaya çalışırken, Türk devletini tehdit eden emperyalistlerin
Afgan kökenli bir terör dalgasına Türkiye’nin hedef yapılması, hiçbir zaman kabul
edilemez. Taliban geride bırakılırken, bugün çağdaş cumhuriyete ve hukuk
devletine sahip çıkılmalıdır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder