31 Temmuz 2021 Cumartesi

İÇ SAVAŞ TÜRKİYE’Yİ YIKAR - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 İÇ SAVAŞ TÜRKİYE’Yİ YIKAR

                               Son günlerde toplumun çeşitli kesimlerinden yükselen sesler arasında var olanlara eklenmiş bir çizgide bir de “İÇ SAVAŞ “  sözleri duyulmaya başlandı . Ülkenin geçirmekte olduğu zor bir dönemin tam ortalarında  toplumun harareti yükselirken, her kafadan bir ses çıkmakta ve giderek artan olumsuz gelişmeler karşısında toplumun çeşitli merkezlerinden yükselen seslerin yoğunluğu zamanla artmaktadır. Küresel emperyalizmin eski dünya düzenini yıkarak, değişen koşulları dikkate alan yeni bir kaos ortamı yaratabilme doğrultusunda siyasal gelişmeler birbiri ardı sıra gündeme gelirken, kaos üzerinden yeni bir dünya düzeni oluşturma planları hız kazanarak öne çıkmaktadır. İşte böylesine bir aşamaya gelindiği anda birden iç savaş sözlerinin kamuoyunda öne çıkarak gündeme gelmesi ve her şeyden umudunu kesmekte olan halk yığınlarının kaos senaryoları üzerinden iç savaş planlarına dönük olarak yönlendirilmeye çalışılması, Türkiye’nin yakın geleceği ile ilgili iyimser beklentilerin ortadan kalkmasına ve zamanla daha karamsar bakış açılarıyla olumsuz çizgide yaklaşımların daha da öne çıkmalarına yol açmıştır. Ülke uzun süredir tersine bir gidiş çizgisinde yuvarlanıp giderken, şimdi de kaos gelişmeleriyle birlikte iç savaş tehditleri gündeme getirilmeye çalışılmakta ve Türkiye’ye yapılan zorlamalara iç savaş baskıları da eklenmektedir.  

                Türkiye’nin tam ortasında yer aldığı merkezi coğrafya ile ilgili olarak emperyalist plan ve projeleri olan büyük devletler ve güç merkezlerinin her geçen gün kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ve bu çizgide emperyal projelerini siyasal alana aktarmaları, bu bölgenin önde gelen devletlerinin düzenlerini bozmakta ve bu yüzden de bölge halkları, ciddi bir tehdit altına düşerek yakın gelecekten korkmak gibi yeni bir pasif durum ile karşılaşmaktadırlar. Soğuk savaş dönemi sonrasında ciddi bir otorite boşluğuna düşen orta dünyada batı merkezli bölgeselleşme planları olduğu kadar, dünyanın ortasında yer alan bölge devletlerinin de kendi merkezli yeni güvenlik politikaları daha güvenli bir Orta Doğu bölgesi yaratabilmek amaçlı açılımlar olarak birbirlerini izleyen girişimler görünümünde devreye girmektedirler. Bu bölgedeki iki bin yıllık Türk hegemonyasının yeniden tartışılmaya başlandığı gibi durumlar çeşitli vesileler ile kamuoyu önünde görülebilmektedir. Dünya tarihi açısından konu ele alındığında, küresel güvenliğin en zor sağlandığı alan olarak Türkiye’nin tam merkezinde yer aldığı orta dünya görülmektedir. O nedenle bu bölgede çok yönlülüğün ortaya çıkardığı karışıklığın ya önceden belirli planlar ile önlenmesi gerekmekte ya da ortaya çıkabilecek emniyetsizliğin önü kesilerek, alınacak önlemler sayesinde merkezi alan bölgesinde, istikrarlı bir düzene geçilmesi önem kazanmaktadır. İnsanlığın bugüne kadar belirli çizgilerde gelişen bir yaşam süreci çerçevesinde çeşitli olayları ve dönemleri yaşayarak gelmesi, her dönemin koşullarında düzen ve güvenlik arayışını desteklemiştir. Geçmişten bugüne kadar birbirinden farklı değişik alanlarda çok ayrı durumlar ile karşılaşan insanoğlu, günümüz koşullarında bir kaos beklentisi doğrultusunda düzensizlik ortamına doğru çekilmek istenmektedir. Düzensizlik var olan düzenin kurallarının ihlal edilmesini ve bu doğrultuda ortalığı karıştırıcı girişimlerde bulunarak ülkede anarşi ve terör ortamları yaratılmasını sağladığı için, doğrudan doğruya kaosa giden yolun açılması anlamına gelmektedir. Kuralların çiğnendiği ve bunlara aykırı durumların yaratıldığı her ortamda kaos hali kendiliğinden ortaya çıkan bir olumsuz eğilim olarak görülmektedir. Genel anlamda kaos için toplumsal yaşamın belirli dönemeçlerde ortaya çıkardığı doğal karışıklık durumları olarak bir tanım geliştirilmekte ama aynı değerlendirmeler iç savaş ortamları için yapılamamaktadır, çünkü iç savaş senaryoları önceden belirlenmiş ve iç savaş ortamı yaratabilecek aktif ve pasif çatışma ve gerginliklerin nerelerde, ne zaman ve nasıl gelişeceğinin belirlenmiş olduğu planlı oluşumları yansıtmaktadır. Bu yönü ile iç savaşlar her zaman dış savaşların ilk ortaya çıkan başlangıç aşamalarıdır.

                İç savaşın siyasal bilim açısından bir tanımı yapılmaya çalışıldığı zaman, bir ülkenin resmi sınırları içinde gerçekleşen ve hiçbir biçimde sınır ötesi gelişmeler göstermeyerek, tamamen bir devletin kendi içinde gerçekleştirilen çekişme, çatışma ve sıcak gerginliklerin bir bütün olarak ele alınması biçiminde bir tanımlama çabası gündeme getirilmektedir. Bir ülkede iç savaş koşullarının ortaya çıkabilmesi için öncelikle görülmesi gereken durum, bir devletin çökmesi ve devlet merkezli bir kamu düzeninin yıkılmasıdır. Halk kitlelerinin günlük yaşamını güvenlikli bir biçimde sürdürdüğü kamu düzeninin var olup olmaması ülkedeki içi savaşın ortaya çıkması açısından belirleyici olmaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir devletin ulusunu ya da halkını meydana getiren insanların toplu halde bir düzene sahip çıkarak saygılı olması ve o düzen içindeki yaşam yollarının her açıdan belirli bir düzen içinde devamlılık sağlaması, ülke içinde kamu düzeninin varlığı ya da devamlılığı açılarından önemli bir göstergedir. Kamusal yaşamın her yönü ile devam edebilmesi ve devletin millet unsuru içinde yaşamakta olan her bir ferdin ülkedeki hukuk devleti ile kamu düzeni içinde sahip oldukları tüm hak ve özgürlüklerini kullanabilmeleri, ülke içi düzenliliğin sürdürülebilmesi açısından etkili olmak zorundadır. Aksi takdirde en küçük bir düzensizlik ya da hukuk dışı bir durumun ortaya çıkması  ile birlikte  düzen olgusunun ihlal edilmesi, çökertilen  bir  ortam açısından karışıklığın başlaması ve kısa sürede bu durumu önleyici ya da  durdurucu bir önlem alınmazsa,  o zaman gelecekte iç savaş ya da kaos ortamı yaratabilecek hukuk dışılığın  ortaya çıkması ya da   bu doğrultuda ülke içi düzeni ortadan kaldırabilecek geri gidiş ya da  daha alt düzeyde    bir yaşam biçimine  sürüklenmek söz konusu olabilecektir. Düzensizliğin düzenliliğin yerini aldığı çok yönlü olumsuz ortam ortaya çıkabilecek kaos üzerinden iç savaşa giden yolun başlangıcı olabilecektir. Dünya tarihinde bazen en küçük olayların çok büyük sarsıntılar yaratarak yerleşik düzenleri yıktığı görülürken, toplumsal ya da siyasal devrimlerin de iç savaş benzeri karışık olaylar aracılığı ile gerçekleşme yoluna gittikleri görülmektedir.     

                İç savaşlar devrimlere giden olaylar dizisini başlatırken aynı zamanda belirli süre içinde genişleyerek devlet yapılarını ve kamu düzenlerini çökerttiği gibi, olumsuz durumların da önünü açtıkları tarih kitapları incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Ülkelerin siyasal yapılarının böylesine durumlardan fazlasıyla etkilenmeleri dikkate alınırsa, o zaman siyasal alanda önemli ölçülerde iniş ve çıkışlı durumlar öne çıkabilmekte ve bu yoldan devletler çok ciddi siyasal bunalım dönemlerine sürüklenerek, çöküş dönemleri yaşamakta ya da bu gibi olumsuz durumların arkadan geldiği bir iç savaş dönemleri öne çıkmaktadır. Ülke içindeki siyasal gruplar arasında bazen ülke işlerinin yürütülmesi ya da sorunların çözümlere bağlanması anında birbirinden çok farklı yaklaşımlar ortaya çıkabilmekte ve bu durumdan ülke içindeki kamu düzeninin geleceğini tehdit edebilecek derecede rahatsızlıklar çıkabilmektedir. Siyasal merkezler ile grupların birbiriyle çatıştığı ya da giderek iç savaş benzeri olaylara doğru yeni girişimleri gündeme getirmeleriyle, farklı görüşlerin rahatlıkla savunulduğu demokratik rejimlerin ise çıkmaza girdikleri anlaşılmaktadır. Demokrasi sayesinde birlikte aynı ülke ya da devletin çatısı altında bir araya gelebilen siyasal odak noktalarının zamanla kendi görüşleri doğrultusunda yıpranarak katılaştığı dönemler gündeme gelebilmekte ve bu gibi durumlarda da demokratik hoşgörü ortamları ortadan kalkabilmektedir.  Birbirine tahammül etme ya da katlanma gibi demokratik özveriye dayanan birlikte yaşam ve ortak hareket etme gibi tutum ve davranışlar gözlerden uzaklaşmaya başlayınca, bu aşamadan sonra tutumlar sertleşebilmekte ya da katılaşarak uzlaşma zeminini ortadan kaldırabilmektedir. Herkesin anayasal devlet çatısı altında bütün temel hak ve özgürlüklerini güvenceli bir biçimde kullanabilmesi anlayışına dayanan çağdaş demokratik rejimlerde, hoşgörünün yitirilmesi ile birlikte demokrasileri ortadan kaldırabilecek derecede ters ve zıt gelişmeler ortaya çıkabilir. Bu çizgideki olaylar birbirini izleyerek ve farklılıkları körükleyerek anlaşmazlıkların çatışmalara dönüşümünü etkileyebilir. Asgari düzeyde uzlaşma ya da birbirine karşı anlayış gösterme eğilimlerine dayanan demokrasilerin ortadan kalktığı bir aşamada tek bir görüşün kendi çizgisinde zorlayıcılık yapması ile ülkeler iç savaşın eşiğine gelebilirler.

                Dünya siyasetinin önde gelen ülkelerinden birisi olan Türk devleti de son zamanlarda ortaya çıkan beklenmeyen olaylar ya da oluşumlar ile karşı karşıya kalmakta ve bu nedenle de normal koşullarda geleceğe dönük bir demokratik gelişim çizgisini yaşayamamaktadır. Öylesine bir durumun ortaya çıkmasının ana nedeni olarak da okumuş ve aydın kesimlerin politika alanlarından uzaklaştırılmaları olmuştur. Özellikle son yıllarda birbiri ardı sıra ortaya çıkan olumlu gelişmeler, geçmişte kalan eski soğuk savaş dönemindeki kutuplar ya da bloklar arası gerginliklerin geride kalmasına yol açmış ve bunun yerine dinler, mezhepler ve etnik topluluklar arasındaki yeni tür ihtilafları öne çıkarmıştır. Batı blokunun emperyalizm uygulayarak bütün dünya ülkelerini birer sömürgeye dönüştürmesi üzerine, dünyadaki gerginlikler din ve mezhepler arasındaki çatışmalara yönelik bir yön alırken, diğer yandan da tekelci şirketlerin giderek küresel şirketlere dönüştüğünü ve bu doğrultuda da ulus devletler ile karşı karşıya geldikleri görülmektedir. Ekonomik alandaki sermaye birikiminin büyük çoğunluğunu ele geçiren küresel şirketler, ulus devletlerin denetim ve kontrolünden kurtulabilmek amacıyla, ulus devletleri çökertecek ya da parçalayacak saldırıları planlı bir biçimde örgütleyerek, dünya arenasında çatışmaları körüklemektedirler. Bu gibi uzun süreli çekişme ve çatışmaların ya en başlarında ya da en sonunda bir iç savaş oluşumu yaşanmaktadır. Ülkelerin birbirlerinden farklı olan jeopolitik konumları ile devletlerin birbirlerinden ayrılan yanları, ya da farklı devlet modelleri arasındaki çekişmeler de doğal olarak ülkelerin sınırları içinde bir iç savaş ortamının doğmasını körükleyebilmektedir. Türkiye gibi çoklu özelliklere sahip olan devlet yapıları içinde kolaylıkla çoklu özelliklerin bazıları, toplum içindeki grupların çatışmalarda taraf olması gibi iç savaş oluşumlarını besleyecek düzeyde destek ortamları yaratılmasında etkili olabilmektedir.

                Konuya Türkiye açısından bakıldığı zaman ülke özelliklerinin fazlasıyla belirleyici olduğu ortaya çıkmakta ve böyle birçok yönlü ülkenin   konumu ile birlikte sahip olduğu durum ve izlediği tutum, her zaman için toplumun değişik kesimleri içinde tartışma konusu olmuştur. Son yıllarda sürekli olarak yapılan seçimleri hep aynı partinin kazanması ve bu amaçla çeşitli merkezlerden çok yönlü siyasal manipülasyonlar yapılması yüzünden, Türkiye’de normal demokratik rejim işlemez bir hale gelmiştir. Çeyrek yüzyıla yakın düşen bir zaman dilimi içinde iktidar partisinin sürekli seçim kazanması, bir süre sonra tek adam rejimine giden yolu açarak demokratik rejimin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bir anayasa değişikliği ile ülkede hükümeti ortadan kaldıran, devlet bürokrasisini köklü bir biçimde değiştiren ve de kuvvetler ayrılığı sistemini tasfiye ederek yürütme ile beraber yasama ve yargı güçlerini de başkan konumundaki kişinin tekeline bırakan   yeni yasal düzenleme, geçmiş dönemlerdeki diktatörlüklere benzeyen bir tek adam rejimini gündeme getirmiştir. Siyaset giderek tek adam insiyatifine doğru odaklandığı aşamada, devletin sahip olduğu bütün güçler tek adamın elinde toplanarak sınırsız bir yetki donanımı ile başkanı yücelten yeni bir siyasal düzen kurulmuştur. Üç büyük güç kuvvetler ayrılığı kaldırılarak tek adama teslim edildiği için ülkede fiili bir kişisel hegemonya düzenine giden bir yol yapılanması gündeme getirilmiştir. Böyle bir baskı düzenine geçiş ile birlikte ülkede tek merkezci bir hegemonya düzeni çerçevesinde, vatandaşlar konuşamaz bir duruma gelmiştir. Böylesine olumsuz bir gidiş ülkede baskıları artırdığı için insanlara korku psikolojisi aşılanmaya başlanmıştır. Toplumun büyük çoğunluğunun ülkede yayılan korkuların etkisi altında geri çekilerek suskunluğu tercih etmeleri üzerine, ülkede bürokrasi, bilim, güvenlik gibi toplum kesimleri konuşamayınca, karşıt kesimler muhalefet yapamaz hale gelmiştir. Bu durumda ülkede kurulan baskı düzeni ile demokrasi ortadan kaldırılınca, ülke suskunlar cenneti gibi bir duruma dönüşmüştür. İşte bu noktada her şeyin bittiği bir aşamaya gelinince, yer altı dünyasının önde gelen yöneticilerinden birisi ortaya çıkarak, yaptığı videolar aracılığı ile basın ve medya düzenindeki sınırları aşarak hem doğruları söylemeye başlamış hem de halktan gizlenen yolsuzlukları da açıklayarak halk kitlelerini sürüklendikleri karamsarlık çizgisinden çıkarmaya çalışmıştır. Birbiri ardı sıra gelen on videonun ortaya koydukları ile ülkenin olumsuz fotoğrafı açıklıkla gözler önüne serildiği için, Türkiye’deki güçlü mafyanın iç savaşa doğru bir körüklenme içinde olduğu anlaşılmıştır.

                Bütün dünya ülkelerindeki mafya örgütleri içinde bulundukları ülkenin siyasetini ele geçirerek devlete zarar verdikleri bir dönemde, Türkiye’de bir yeraltı dünyası önderinin bunun tam aksi yönde ortaya çıkarak gerçekleri dile getirmesi tam da devletin bittiği noktada gerçekleşmiştir. Devlet çatısı altında resmen görev yapan bürokrat ve uzmanlar gibi yer üstü otoritelerinin sustuğu bir yerde yeraltı dünyasının bir  temsilcisinin çıkarak her şeyi  açıkça  dile getirmesi , ülkenin bir iç savaş tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu, yolsuzluklar ile bitirilen devletin  hızla çökme noktasına getirildiğini ve böylesine bir durumda devletin ve milletin paralarının yolsuzluklar üzerinden yurt dışı bankalara kaçırıldığını, parasız kalan devletin bu süreç içerisinde çalışan halk kitlelerinin maaş ve ücretlerini ödeyemez  durumlara sürüklenerek çökeceğini  dile getirmiştir.  Çökertilen devlet düzeninin gözler önüne çıkartılmasıyla birlikte devletsizlik çukurunda boğulmamak üzere harekete geçebilecek bazı toplum kesimlerinin devlet sonrası aşamada ülkenin başına geçerek, siyasal boşluk alanında yeni bir örgütlenme türü olarak kendi devletlerini kurmak üzere yola çıkabildiklerinin çeşitli örnekleri dünya siyasal tarihi içinde görülebilen gelişmeler olarak bugünün Türkiye’sinde önem kazanmıştır. Yer altında cirit atan derin devlet yapılanmalarının mafya örgütleriyle birlikte çalışmaları bazen iç savaşların çıkartılmasına kadar gidebilmekte, bazen da bunun tamamen tersi bir çizgide iş savaşa giden süreçlerin önlenmesinde   etkili olabilmektedir. Devletlerin görünmeyen yüzlerini temsil eden yer altı örgütleri ya da mafya yapılanmaları, ülkeleri mafya egemenliğinde mafyokrasi adı verilen karanlık çete yönetimlerine devlet gücünü teslim edebilmektedirler. Devlet güçleri ile yer altı dünyasında çekişen mafya güçlerinin zamanla kendi devletlerini kurmak istemeleri, dünyanın her bölgesindeki devletlerin çatısı altında iç savaşa giden yolları açıklığa kavuşturmuştur. Silahlı kadroları profesyonel bir biçimde kullanabilen ve ülkenin her yerinde silah zoru ile her istediğini yapabilen çeteler, devletsizlik ortamında devletlerin yerini almaya çalışmaktadırlar.

                İç savaşların birinci koşulu devlet düzenlerinin çökmesidir. Çökertilen devlet düzenlerinin yarattığı boşluk alanda her kes kendi devletini kurma noktasına geldiğinde, Sovyet devrimi öncesi Rusya’da bu yüzden siyasal çekişmeler çok büyümüş ve toplumsal patlamalara yol açınca, çeteleşen gruplar kendi devletlerini kurabilmenin arayışı içine girerek ve diğer çetelerle karşı karşıya gelerek iç savaşın öncüsü olmuşlardır. Rusya tarihi bu durumu ortaya koyarken Japonya yenilgisiyle Rus Çarlığının çökertilmesi üzerine bütün Rusya’da bir devletsizlik dönemi yaşanmış ve daha sonraki aşamada da New York borsasının Troçki gibi bir komünist önder aracılığı ile gönderdiği yüklü miktardaki para ile de Kızıl ordu kurularak, Sovyetler Birliği devletinin Rus Çarlığı yerine kurulması gerçekleştirilmiştir.  Rusya devletinin çatısı altında yaşayan, Tatarlar, Başkırtlar ve Kazaklar ile diğer Türk ve Müslüman topluluklar   kendi devletlerini kurmak için yola çıktıkları zaman, Rus devletinin silahlı vatan savunması ile karşılaşmışlar ve bu yüzden de başarılı olamamışlardır. Çarlık sonrasındaki dağınıklık iç savaşa giden yolu açarken, çarpışan etnik ve dini grupların çeteleşmesiyle karşılaşılmış ama Rusya devletinin ülkesinin çok geniş olması yüzünden, tek bir devlet yerine yerel bölgelerdeki küçük devletlerin Sovyetler adıyla bir araya geldiği bir konfederasyon devleti kurulabilmiştir. İç savaşın bitirilebilmesi için büyük ve güçlü bir ordunun kurulması gerekmiştir. New York borsasının vermiş olduğu dolarlar ile komünist devrim yapılmış ve silah satın alınarak Kızıl Ordu gibi dünyanın ikinci büyük ordusu kurulmuştur. İç savaş çıkartabilmenin ya da önleyebilmenin ikinci yolu olarak silahlanma olgusu esastır. Nitekim Troçki Amerikan borsasından aldığı paraları silaha yatırınca, Kızıl ordunun kurulması gerçekleşmiş ve bunun üzerine gene eski topraklar üzerinde Moskova merkezli yeni bir devlet silahlanarak ordu kurma yolu ile örgütlenmiştir. Rus iç savaşının önlenmesi ancak böylesine büyük bir silahlı gücün ortaya çıkarılması ile sağlanabilmiştir. Rusya’da iç savaş sırasında kendi devletini kurmak isteyen etnik grupların silahlanarak çeteleşmesi gerçekleşince , Kızıl ordu ile daha büyük bir silahlı güç ortaya çıkarılarak iç savaş önlenmiş ve merkezi siyasal oluşum ile de bir ideolojik devlet, yerel örgütlenmeler olan Sovyetler üzerinden kurulmuştur . Moskova merkezli kurulan Kızıl ordu ortaya çıkınca eyalet devleti olmaya çalışan çetelerin önü kesilmiştir.

                İç savaşın ilk şartı devletin çöküşü ise ikinci şartı da silahlanmadır. Kim ülkedeki silahları eline geçirirse ya da savaş sırasında hangi taraf ülkedeki silahları toplayarak kontrol altına aldıysa, iç savaşı o kesim kazanacaktır, çünkü devlet silah ile kurulur ve silahları toplayarak güçlenen   taraf da devletin kurucusu olmaktadır. İç savaşın üçüncü şartı ise ülke içindeki bütün örgütlerin içine silahlı savaş aracılığı ile kendi devletini kurmak isteyen etnik, kültürel ya da dinsel grubun temsilcilerinin yerleştirilmesidir. Bu gibi işbirlikçi ya da öncü kadrolar zaman içerisinde karşı karşıya gelerek ya da içine girdikleri örgütlerin yönetimlerinde yer alarak, birbirleriyle çekişme ve çatışmalara kalkışabilirler Ülkeyi içeriden ele geçirme ve toplumda üstünlük kurmak için örgütlere sızma hareketleri, iç savaş senaryolarının içinde birbirini takiben uygulanan hegemonya kurma planlarının bir parçasıdır. Örgütleri içeriden kuşatma girişimlerinde belirli yerlere yerleştirilen kadroların iç işgalcilik yaparak devlet ve toplum üzerinde hegemonya girişimlerine kalkışmaları gibi durumlarda, taraflar arasında gerginlik en üst noktaya kadar tırmandığı için gelinen yeni aşamada, iç savaş gene ters koşullar üzerinden gündeme gelebilmektedir. Milli devletlerin birliği ve bütünlüğü ile ulusal toplum yapılarının örgütlü birlikteliği, iç savaş girişimleri ve çığırtkanlıkları sırasında bozulabilmekte ve bu doğrultuda başlamış olan iç savaş kıvılcımları da genişleyerek ülke sınırlarını zorlayabilmektedir. İç savaşlar sınırları aşarak sınır ötesi noktalara geldiği aşamada artık iç savaştan değil, bölgesel ya da küresel genişlikteki büyük savaşlardan söz edilmesi gerekmektedir. Bir ülkedeki iç savaş komşu ülkelere sıçrarsa, aynı anda birkaç ülkede bu doğrultuda karışıklık çıkacağı için, artık iç savaş geride kalmakta ve normal bir savaş oluşumundan söz edebilmek gerekmektedir. Dünyanın bütün ülkelerinde ortaya çıkan iç savaş senaryolarının bu açıdan paralel yanları bulunmaktadır.

                Yer kürenin merkezi denizi olan Akdeniz’de kıyısı olan bütün ülkelerde tarihin belirli zamanlarında iç savaşlar çıkmıştır. Öncelikle imparatorlukların dağılması aşamasında yeni kurulan ulus devletlerin ülke sınırları belirlenirken ya merkezi ulus devletin ya da eski imparatorluk alanında yeni ortaya çıkmak isteyen alt kimlikli küçük ulus devletlerin ülke arayışları sırasında, birbirleriyle karşı karşıya gelerek sıcak çatışma noktasına gelindiği sırada iç savaşlar patlak vermektedir. Eski imparatorluklar çağında belirli bölgelerde oluşan alt kimlikler ya da bunların kültürel yapılanmalarını yansıtan farklı diller, getirmiş oldukları farklılıkları nedeniyle toplumdaki birlik ve bütünlük ortamını ortadan kaldırmaya yönelik zorlamaları toplumsal taban üzerinden kamuoyuna taşımaya başladıkları aşamada her ülkede iç savaş çıkartma potansiyeli birden kinetik enerjiye dönüşerek eylemsellik kazanmaktadır. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve de Yunanistan gibi Akdeniz bölgesi devletlerinin ulus devletler olarak sınırları belirlenirken, iç savaşlar aşamasından geçtikleri görülmektedir. Avrupa ülkeleri dünya çapında emperyalizm ve sömürgecilik yaparken, kolonileri üzerinden imparatorluk düzenlerini kurmaya çalışmışlar ama iki büyük dünya savaşı sonrasında yeni ulus devletler olarak Avrupa kıtasındaki yerlerini alırlarken, kültürel alandaki çok yönlülük yüzünden iç çekişmeleri tam olarak ayarlayamamışlar ve büyük ulus devletlerden, küçük ulus devletler ortaya çıkarma sürecinde bu süreci tam olarak tamamlayamamışlardır. Bugün Avrupa Birliği yüzyılın başlarında çizilmiş olan sınırlar üzerinden otuz devletli bir kıtasal federasyona dönüşmeye çalışırken zorlanmakta ve Büyük ulus devletler olan Almanya’da Bavyera, Fransa’da Korsika, İngiltere ‘de İskoçya, İtalya’da Padanya ve İspanya’da Katalanya gibi kendi içinden bir küçük ulus devlet doğurma gibi yeni bir aşamayla karşı karşıya gelmektedirler. ABD’de Alaska, Teksas ve Kaliforniya gibi büyük eyaletlerin de merkezi federasyondan ayrılarak bağımsızlık devlet olmaya çalışmaları da böylesine bir dönüşümü destekleyerek, Avrupa tipi ulus devletlerin geleceğini karartarak hepsini bir iç savaş sürecine mahkûm etmektedir. Bütün dünyaya hem emperyalist imparatorluklar hem de ulus devletler çağında örnek olarak öncülük etmiş olan, beş büyük ulus devletin kendi içinden küçük ulus devletler çıkartma operasyonuna karşı izleyecekleri hukuk ve siyaset yolu, dünyanın geleceği için yön gösterici olacak ve küresel çıkmazın iç savaşlara dönüşümünü önleyecektir. Unutulmamalıdır ki, diğer kıtaların üzerinde yer alan bütün büyük ulus devletlerde birer küçük ulus devlet doğurma problemi vardır.

                Kendiliğinden çöken ya da çökertilen ulus devletlerde otorite boşluğu alanlarında, belirli bölgelerde oluşan alt kimlik ve dini inanç farklılıkları hemen yeni bir ulus devlet oluşumunu ortaya çıkarabilmekte ve yer yüzü hegemonyası peşinde koşan büyük devletleri harekete geçirerek, birbirleriyle sahip oldukları rekabet düzeni çerçevesinde bunların birbirlerinin içini karıştırarak emperyal oyunlar oynamalarına neden olmaktadır. Dünyanın büyük devletleri hem kendi güvenliklerini ve birliklerini güçlendirmeye çalışarak yollarına devam etmeye çalışırlarken, diğer yandan da geride kalan büyük ulus devletlerin sınırları içinde zamanla oluşan küçük ulus devlet oluşumları ile de yakından ilgilenerek, bunları üst düzey yöneticileri aracılığı birbirlerine karşı kışkırtabilmektedirler. Sınır dışı müdahaleler aracılığı ile alt kimlikli küçük ulus devletlerin bağımsızlık arayışı içine girmeleri, içinde bulundukları büyük ulus devletlerin kamu düzenlerini bozacağı için, var olan bütün büyük ulus devletleri parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya getirmektedir. Bu çerçevede her coğrafyadaki benzeri durumlar, büyük ulus devletlerin geleceği açısından iç savaş tehditlerini gündeme getirmekte ve bunları zaman içerisinde yaygınlık kazanarak, tüm devletler açısından bölücü ve yıkıcı yansımaları olabilecek siyasal tehditler olarak öne çıkarmaktadır. Küresel şirketler büyürken, ulus devletlerin küçülmesi istendiği için, küçük ulus oluşumlarının hızla devletleşerek içinde bulundukları büyük ulus devletleri, tıpkı Sevr haritasında olduğu gibi küçük ulus devletlere doğru dönüştürmeye yönlenmesi için kapitalist merkezlerde önemli çalışmalar yapılmaktadır. Böylece büyük devletler arasında dünya ve bölge hegemonyası kavgaları ürerken, büyük ulus devletler ile küçük devletler arasındaki çekişmelerin sıcak çatışmalara dönüşmesi üzerinden iç savaş senaryoları ayrılıkçı ve bölücü hedefler doğrultusunda yeryüzü kıtaları arasında görülmektedir. Avrupa ‘da başlamış olan bu sürecin, Balkanlar üzerinden atlayarak Orta Doğu, Avrasya bölgesi, Asya ve Afrika kıtaları ile birlikte iki büyük dış kıta olan Avustralya ve Amerika toprakları üzerinde de bölgelerin özel koşulları dikkate alındığında, birbirinden farklı senaryolar olarak dünya gündeminde öne çıkmaktadırlar.

                Uluslararası konjonktür bugün gelinen aşamada her ülkede iç savaş çıkartabilmek açısından son derece elverişli bir duruma gelmiştir. Devletler arası rekabet ortamı devam ederken, uluslararası kapitalizmin küresel bir emperyalizme yönelerek ulus devletleri hedef aldığı bir noktada, ulus devletlerin parçalanması kaçınılmaz olarak öne çıkmakta ve küresel şirketler ile ulus devletler birbirleriyle çekişmeye başlamaktadır. Bu aşamada bölücü ve ayrılıkçı siyasal oluşumlar küresel patronlar tarafından izlenerek desteklenmekte ve bunlara küçük ulus devlet olarak yola devam edebilmeleri açısından gerekli olan bütün yardımlar yapılırken, dış güçler silah ve savaş araçlarını isyan ve ayaklanma girişimleri için küçük devlet olma yolundaki bölücü ve ayrılıkçı oluşumlara dışarıdan müdahaleler ile karışmaktadırlar. Böylesine çelişkili durumlar ortaya çıkarken, yeni dünya düzenine giden yollar küresel şirketler ile yeni oluşan küçük ulus devletçikler ortaklığına dayanmaktadır. Dünya haritası üzerinde bulunan iki yüz ulus devleti, büyümek isteyen küresel şirketler yeterli görmemekte ve devlet olma statüsünü bu rakamın on misli daha fazla bir siyasal oluşum sağlayarak, büyük ulus devletlerin kontrolünden kurtulma yolunda küçük ulus devletlerin önünü açmaktadırlar. Devletler küçüldükçe şirketlerin önü açılacak, küçük ulus devletler büyük ulus devletlerin denetiminden kurtularak, daha özgür bir biçimde dünya nimetlerini paylaşabileceklerdir. Bu amaçla büyük ulus devletlerin içeriden çökertilmesi gerektiği için küçük ulus alt kimliğinden gelen kişiler bir iç savaş senaryosu doğrultusunda büyük devletlere karşı görevli kılınabileceklerdir. Büyük devletlere saldırı, kamu kurumlarına yönelik yıkıcı girişimler, toplumsal yapıları parçalayıcı her türlü senaryo ve planlar birbiri ardı sıra gündeme getirilerek, ülkenin toptan bir iç savaşa sürüklenebilmesi için gereken her yardım yapılabilmektedir. Toplumsal fay hatlarında gerginlikler yaratarak büyük ulus devletlerin çöküşe ve parçalanmaya yönlendirilmesi, bugünün koşullarında ortaya çıkan iç savaşların ana nedenidir. Birinci Dünya savaşı sonrasında ortaya çıkarılan bölücülük anlamında bir Balkanizasyon, iç savaşlar yolu ile dünya haritasında yaygınlaştırılmak istenmektedir.

                Küresel emperyalistlerin kullandığı en büyük silahlardan birisi olan ekonomik iflas senaryoları bütün büyük ulus devletlerin karşısına çıkarılan en büyük tehditlerden birisidir. Küreselleşme sürecinde ekonomiyi devletlerin elinden alarak şirketlerin eline teslim eden emperyalizm, bugün gelinen noktada merkezi devletlerin gücünü kırarak ve ekonomik açıdan sömürge konumuna düşürerek dünya halklarını işsizlik ve açlık krizlerine doğru iteklerken, iç savaşa doğru ülkelerin sürüklenmesini gerçekleştirmektedir. Ekonomik çöküntü iç savaş çıkartmanın en önemli koşullarından birisidir. İşsiz bırakılan ve açlığa mahkûm edilen halk kitlelerinin midesine her gün yeterli gıda girmeyince, nur topu gibi darbelerin boş midelerden doğması gibi durum değerlendirmeleri kamuoyu önünde eskisinden daha fazla yapılmaktadır. Devletlerin çöküşü, silahlanma yarışı, emperyalist oyunlar, hegemonya girişimleri, alt kimlikçi etnik ve dinsel yapılanmalar, küçük ulusların bağımsızlaşma girişimleri ile birlikte, ekonomik çöküntüler de iç savaşların gündeme gelmesine yol açan en önemli nedenler arasında yer almaktadır. Merkezi devletlerin büyük emperyal girişimlere karşı kendisini korumaya çalışması ya da bölünmeyi önlemek için ülkeyi bütünleştirici ulusalcı girişimlere büyük ulus devletin ağırlığı doğrultusunda hareket etmesiyle birlikte, ülke içinde ulusçuluğun yükselerek gelişmesini sağlamaktadır. Ne var ki, küresel şirketler ve onların yerli işbirlikçilerinin ortaklığında doğa olayları zorlanarak yapılan depremler, seller, yangınlar ya da toplumsal olayları ve gelişmeleri etkileyecek derecede, halk kitlelerine dönük saldırı senaryoları ile halk kitleleri hem korkutularak hem de kaotik kargaşa olayları ile rahatsız edilerek karamsarlığa düşürülmektedir. Olumsuz kitle psikolojileri yaratılarak halk kitlelerinin gelecekten beklentileri ve umutlarının önüne çıkılmasıyla istenen pasiflik ve teslimiyetin sağlanması da gene iç savaş senaryoları sırasında gündeme getirilebilecek olumsuzluklardır.

                Türkiye dünyanın merkezinde yer alan bir büyük ulus devlet olarak, Avrupa Birliğinin büyük ulus devletleri ile rekabet içindedir. Bu doğrultuda yirminci yüzyılın haritası iki büyük dünya savaşı sonrasında çizilirken, İngiltere’nin öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti’nin küçük ulus devletlere bölünmesi, Sevr planı olarak uygulama alanına getirilmek istenmiş ama Lozan Antlaşması ile, bu doğrultuda Anadolu’da başlatılmış olan isyanlar ve ayaklanmalar aracılığı ile iç savaş senaryolarına karşı çıkılmıştır. Osmanlı devleti İstanbul’da bitirilirken, Anadolu halkı ayağa kalkarak kendi geleceği ve güvenliği amacıyla Ankara’da yeniden bir büyük ulus devlet kurmayı başarmıştır. İngiliz devletinin  Osmanlı sonrası merkezi bölge planında Balkanizasyon  oluşumunu Orta Doğu’ya taşımak gibi bir hedef olduğu için, Misakı Milli sınırları içinde kurulmuş olan  büyük ulus devlet olarak, Türkiye Cumhuriyeti kendi içindeki coğrafi bölgelere ayrılarak yedi küçük ulus devlete bölünmeye çalışılmış ama, Misakı Milli programından geri adım atmayan Türk ulusu, kurucu önderin ortaya koyduğu ulusal kurtuluş  amaçlı mücadeleyi sürdürerek ve büyük ulus devletine sahip çıkarak , coğrafi bölgelerde küçük ulus devletler yaratma planlarını  ulusal güç birliği temelinde  önlemiştir. Ne var ki, aradan bir yüzyıl geçtikten sonra emperyalizm yeni bir dünya düzeni kurarken, büyük ulus devletler ile birlikte Türkiye’yi de coğrafi bölgeler sınırı içinde, küçük devletçikler federasyonuna dönüştürmeye çalışmakta ve bu amaçla da büyük destekler sağlayarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok oluşa kadar sürükleyecek büyük bir iç savaşa doğru sürüklemektedirler. Gelinen yeni aşamada, Batı blokunun büyük ülkeleri, Türkiye’nin küçültülmesi doğrultusunda ülkeyi küçük ulus devletlere bölecek bir iç savaşın gerçekleşmesini hedeflemektedirler. Bu aşamada soğuk savaş döneminin güvenlik örgütlerinin artık eskisi gibi Türkiye ya da benzeri büyük ulus devletleri koruyamadığı görülmektedir. Son dönemde Türk toplumu batıdan yana olanlar ve Türkiye’den yana olanlar biçiminde bir kamplaşmaya doğru yönlendirilmekte ve batı hegemonyasının Türkiye’yi batının çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmesi için, batının büyük devletleri ve onların yerli işbirlikçileri Türkiye’yi bir iç savaşa doğru yönlendirebilmenin çabası içine girmiş görünmektedirler. Bugün gelinen noktada, Türk ulusuna yeniden Kuvayı Milliye mücadelesine kalkışmak gibi bir ulusal direnç  mücadelesi gerekmektedir. Atatürk Cumhuriyetinin sonsuzluğu için “Hodri Meydan “ denilmelidir.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder