İÇ SAVAŞ TÜRKİYE’Yİ YIKAR
Son
günlerde toplumun çeşitli kesimlerinden yükselen sesler arasında var olanlara
eklenmiş bir çizgide bir de “İÇ SAVAŞ “ sözleri
duyulmaya başlandı . Ülkenin geçirmekte olduğu zor bir dönemin tam ortalarında toplumun harareti yükselirken, her kafadan
bir ses çıkmakta ve giderek artan olumsuz gelişmeler karşısında toplumun
çeşitli merkezlerinden yükselen seslerin yoğunluğu zamanla artmaktadır. Küresel
emperyalizmin eski dünya düzenini yıkarak, değişen koşulları dikkate alan yeni
bir kaos ortamı yaratabilme doğrultusunda siyasal gelişmeler birbiri ardı sıra
gündeme gelirken, kaos üzerinden yeni bir dünya düzeni oluşturma planları hız
kazanarak öne çıkmaktadır. İşte böylesine bir aşamaya gelindiği anda birden iç
savaş sözlerinin kamuoyunda öne çıkarak gündeme gelmesi ve her şeyden umudunu
kesmekte olan halk yığınlarının kaos senaryoları üzerinden iç savaş planlarına
dönük olarak yönlendirilmeye çalışılması, Türkiye’nin yakın geleceği ile ilgili
iyimser beklentilerin ortadan kalkmasına ve zamanla daha karamsar bakış
açılarıyla olumsuz çizgide yaklaşımların daha da öne çıkmalarına yol açmıştır.
Ülke uzun süredir tersine bir gidiş çizgisinde yuvarlanıp giderken, şimdi de
kaos gelişmeleriyle birlikte iç savaş tehditleri gündeme getirilmeye
çalışılmakta ve Türkiye’ye yapılan zorlamalara iç savaş baskıları da
eklenmektedir.
Türkiye’nin
tam ortasında yer aldığı merkezi coğrafya ile ilgili olarak emperyalist plan ve
projeleri olan büyük devletler ve güç merkezlerinin her geçen gün kendi
çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ve bu çizgide emperyal projelerini
siyasal alana aktarmaları, bu bölgenin önde gelen devletlerinin düzenlerini
bozmakta ve bu yüzden de bölge halkları, ciddi bir tehdit altına düşerek yakın
gelecekten korkmak gibi yeni bir pasif durum ile karşılaşmaktadırlar. Soğuk
savaş dönemi sonrasında ciddi bir otorite boşluğuna düşen orta dünyada batı
merkezli bölgeselleşme planları olduğu kadar, dünyanın ortasında yer alan bölge
devletlerinin de kendi merkezli yeni güvenlik politikaları daha güvenli bir Orta
Doğu bölgesi yaratabilmek amaçlı açılımlar olarak birbirlerini izleyen
girişimler görünümünde devreye girmektedirler. Bu bölgedeki iki bin yıllık Türk
hegemonyasının yeniden tartışılmaya başlandığı gibi durumlar çeşitli vesileler
ile kamuoyu önünde görülebilmektedir. Dünya tarihi açısından konu ele
alındığında, küresel güvenliğin en zor sağlandığı alan olarak Türkiye’nin tam merkezinde
yer aldığı orta dünya görülmektedir. O nedenle bu bölgede çok yönlülüğün ortaya
çıkardığı karışıklığın ya önceden belirli planlar ile önlenmesi gerekmekte ya
da ortaya çıkabilecek emniyetsizliğin önü kesilerek, alınacak önlemler
sayesinde merkezi alan bölgesinde, istikrarlı bir düzene geçilmesi önem
kazanmaktadır. İnsanlığın bugüne kadar belirli çizgilerde gelişen bir yaşam
süreci çerçevesinde çeşitli olayları ve dönemleri yaşayarak gelmesi, her dönemin
koşullarında düzen ve güvenlik arayışını desteklemiştir. Geçmişten bugüne kadar
birbirinden farklı değişik alanlarda çok ayrı durumlar ile karşılaşan insanoğlu,
günümüz koşullarında bir kaos beklentisi doğrultusunda düzensizlik ortamına
doğru çekilmek istenmektedir. Düzensizlik var olan düzenin kurallarının ihlal
edilmesini ve bu doğrultuda ortalığı karıştırıcı girişimlerde bulunarak ülkede
anarşi ve terör ortamları yaratılmasını sağladığı için, doğrudan doğruya kaosa
giden yolun açılması anlamına gelmektedir. Kuralların çiğnendiği ve bunlara
aykırı durumların yaratıldığı her ortamda kaos hali kendiliğinden ortaya çıkan
bir olumsuz eğilim olarak görülmektedir. Genel anlamda kaos için toplumsal
yaşamın belirli dönemeçlerde ortaya çıkardığı doğal karışıklık durumları olarak
bir tanım geliştirilmekte ama aynı değerlendirmeler iç savaş ortamları için
yapılamamaktadır, çünkü iç savaş senaryoları önceden belirlenmiş ve iç savaş
ortamı yaratabilecek aktif ve pasif çatışma ve gerginliklerin nerelerde, ne
zaman ve nasıl gelişeceğinin belirlenmiş olduğu planlı oluşumları
yansıtmaktadır. Bu yönü ile iç savaşlar her zaman dış savaşların ilk ortaya
çıkan başlangıç aşamalarıdır.
İç
savaşın siyasal bilim açısından bir tanımı yapılmaya çalışıldığı zaman, bir
ülkenin resmi sınırları içinde gerçekleşen ve hiçbir biçimde sınır ötesi
gelişmeler göstermeyerek, tamamen bir devletin kendi içinde gerçekleştirilen
çekişme, çatışma ve sıcak gerginliklerin bir bütün olarak ele alınması biçiminde
bir tanımlama çabası gündeme getirilmektedir. Bir ülkede iç savaş koşullarının
ortaya çıkabilmesi için öncelikle görülmesi gereken durum, bir devletin çökmesi
ve devlet merkezli bir kamu düzeninin yıkılmasıdır. Halk kitlelerinin günlük
yaşamını güvenlikli bir biçimde sürdürdüğü kamu düzeninin var olup olmaması ülkedeki
içi savaşın ortaya çıkması açısından belirleyici olmaktadır. Dünyanın neresinde
olursa olsun, bir devletin ulusunu ya da halkını meydana getiren insanların
toplu halde bir düzene sahip çıkarak saygılı olması ve o düzen içindeki yaşam
yollarının her açıdan belirli bir düzen içinde devamlılık sağlaması, ülke
içinde kamu düzeninin varlığı ya da devamlılığı açılarından önemli bir
göstergedir. Kamusal yaşamın her yönü ile devam edebilmesi ve devletin millet
unsuru içinde yaşamakta olan her bir ferdin ülkedeki hukuk devleti ile kamu
düzeni içinde sahip oldukları tüm hak ve özgürlüklerini kullanabilmeleri, ülke
içi düzenliliğin sürdürülebilmesi açısından etkili olmak zorundadır. Aksi
takdirde en küçük bir düzensizlik ya da hukuk dışı bir durumun ortaya
çıkması ile birlikte düzen olgusunun ihlal edilmesi,
çökertilen bir ortam açısından karışıklığın başlaması ve
kısa sürede bu durumu önleyici ya da
durdurucu bir önlem alınmazsa, o
zaman gelecekte iç savaş ya da kaos ortamı yaratabilecek hukuk dışılığın ortaya çıkması ya da bu doğrultuda ülke içi düzeni ortadan
kaldırabilecek geri gidiş ya da daha alt
düzeyde bir yaşam biçimine sürüklenmek söz konusu olabilecektir. Düzensizliğin
düzenliliğin yerini aldığı çok yönlü olumsuz ortam ortaya çıkabilecek kaos
üzerinden iç savaşa giden yolun başlangıcı olabilecektir. Dünya tarihinde bazen
en küçük olayların çok büyük sarsıntılar yaratarak yerleşik düzenleri yıktığı görülürken,
toplumsal ya da siyasal devrimlerin de iç savaş benzeri karışık olaylar aracılığı
ile gerçekleşme yoluna gittikleri görülmektedir.
İç
savaşlar devrimlere giden olaylar dizisini başlatırken aynı zamanda belirli
süre içinde genişleyerek devlet yapılarını ve kamu düzenlerini çökerttiği gibi,
olumsuz durumların da önünü açtıkları tarih kitapları incelendiğinde ortaya
çıkmaktadır. Ülkelerin siyasal yapılarının böylesine durumlardan fazlasıyla
etkilenmeleri dikkate alınırsa, o zaman siyasal alanda önemli ölçülerde iniş ve
çıkışlı durumlar öne çıkabilmekte ve bu yoldan devletler çok ciddi siyasal
bunalım dönemlerine sürüklenerek, çöküş dönemleri yaşamakta ya da bu gibi
olumsuz durumların arkadan geldiği bir iç savaş dönemleri öne çıkmaktadır. Ülke
içindeki siyasal gruplar arasında bazen ülke işlerinin yürütülmesi ya da sorunların
çözümlere bağlanması anında birbirinden çok farklı yaklaşımlar ortaya
çıkabilmekte ve bu durumdan ülke içindeki kamu düzeninin geleceğini tehdit
edebilecek derecede rahatsızlıklar çıkabilmektedir. Siyasal merkezler ile
grupların birbiriyle çatıştığı ya da giderek iç savaş benzeri olaylara doğru
yeni girişimleri gündeme getirmeleriyle, farklı görüşlerin rahatlıkla
savunulduğu demokratik rejimlerin ise çıkmaza girdikleri anlaşılmaktadır.
Demokrasi sayesinde birlikte aynı ülke ya da devletin çatısı altında bir araya
gelebilen siyasal odak noktalarının zamanla kendi görüşleri doğrultusunda
yıpranarak katılaştığı dönemler gündeme gelebilmekte ve bu gibi durumlarda da
demokratik hoşgörü ortamları ortadan kalkabilmektedir. Birbirine tahammül etme ya da katlanma gibi
demokratik özveriye dayanan birlikte yaşam ve ortak hareket etme gibi tutum ve
davranışlar gözlerden uzaklaşmaya başlayınca, bu aşamadan sonra tutumlar
sertleşebilmekte ya da katılaşarak uzlaşma zeminini ortadan kaldırabilmektedir.
Herkesin anayasal devlet çatısı altında bütün temel hak ve özgürlüklerini
güvenceli bir biçimde kullanabilmesi anlayışına dayanan çağdaş demokratik
rejimlerde, hoşgörünün yitirilmesi ile birlikte demokrasileri ortadan
kaldırabilecek derecede ters ve zıt gelişmeler ortaya çıkabilir. Bu çizgideki
olaylar birbirini izleyerek ve farklılıkları körükleyerek anlaşmazlıkların
çatışmalara dönüşümünü etkileyebilir. Asgari düzeyde uzlaşma ya da birbirine
karşı anlayış gösterme eğilimlerine dayanan demokrasilerin ortadan kalktığı bir
aşamada tek bir görüşün kendi çizgisinde zorlayıcılık yapması ile ülkeler iç
savaşın eşiğine gelebilirler.
Dünya
siyasetinin önde gelen ülkelerinden birisi olan Türk devleti de son zamanlarda
ortaya çıkan beklenmeyen olaylar ya da oluşumlar ile karşı karşıya kalmakta ve
bu nedenle de normal koşullarda geleceğe dönük bir demokratik gelişim çizgisini
yaşayamamaktadır. Öylesine bir durumun ortaya çıkmasının ana nedeni olarak da okumuş
ve aydın kesimlerin politika alanlarından uzaklaştırılmaları olmuştur.
Özellikle son yıllarda birbiri ardı sıra ortaya çıkan olumlu gelişmeler, geçmişte
kalan eski soğuk savaş dönemindeki kutuplar ya da bloklar arası gerginliklerin geride
kalmasına yol açmış ve bunun yerine dinler, mezhepler ve etnik topluluklar
arasındaki yeni tür ihtilafları öne çıkarmıştır. Batı blokunun emperyalizm
uygulayarak bütün dünya ülkelerini birer sömürgeye dönüştürmesi üzerine, dünyadaki
gerginlikler din ve mezhepler arasındaki çatışmalara yönelik bir yön alırken, diğer
yandan da tekelci şirketlerin giderek küresel şirketlere dönüştüğünü ve bu
doğrultuda da ulus devletler ile karşı karşıya geldikleri görülmektedir.
Ekonomik alandaki sermaye birikiminin büyük çoğunluğunu ele geçiren küresel
şirketler, ulus devletlerin denetim ve kontrolünden kurtulabilmek amacıyla, ulus
devletleri çökertecek ya da parçalayacak saldırıları planlı bir biçimde
örgütleyerek, dünya arenasında çatışmaları körüklemektedirler. Bu gibi uzun
süreli çekişme ve çatışmaların ya en başlarında ya da en sonunda bir iç savaş
oluşumu yaşanmaktadır. Ülkelerin birbirlerinden farklı olan jeopolitik
konumları ile devletlerin birbirlerinden ayrılan yanları, ya da farklı devlet
modelleri arasındaki çekişmeler de doğal olarak ülkelerin sınırları içinde bir
iç savaş ortamının doğmasını körükleyebilmektedir. Türkiye gibi çoklu
özelliklere sahip olan devlet yapıları içinde kolaylıkla çoklu özelliklerin
bazıları, toplum içindeki grupların çatışmalarda taraf olması gibi iç savaş
oluşumlarını besleyecek düzeyde destek ortamları yaratılmasında etkili
olabilmektedir.
Konuya
Türkiye açısından bakıldığı zaman ülke özelliklerinin fazlasıyla belirleyici
olduğu ortaya çıkmakta ve böyle birçok yönlü ülkenin konumu ile birlikte sahip olduğu durum ve
izlediği tutum, her zaman için toplumun değişik kesimleri içinde tartışma
konusu olmuştur. Son yıllarda sürekli olarak yapılan seçimleri hep aynı
partinin kazanması ve bu amaçla çeşitli merkezlerden çok yönlü siyasal manipülasyonlar
yapılması yüzünden, Türkiye’de normal demokratik rejim işlemez bir hale
gelmiştir. Çeyrek yüzyıla yakın düşen bir zaman dilimi içinde iktidar
partisinin sürekli seçim kazanması, bir süre sonra tek adam rejimine giden yolu
açarak demokratik rejimin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bir anayasa
değişikliği ile ülkede hükümeti ortadan kaldıran, devlet bürokrasisini köklü
bir biçimde değiştiren ve de kuvvetler ayrılığı sistemini tasfiye ederek yürütme
ile beraber yasama ve yargı güçlerini de başkan konumundaki kişinin tekeline
bırakan yeni yasal düzenleme, geçmiş
dönemlerdeki diktatörlüklere benzeyen bir tek adam rejimini gündeme getirmiştir.
Siyaset giderek tek adam insiyatifine doğru odaklandığı aşamada, devletin sahip
olduğu bütün güçler tek adamın elinde toplanarak sınırsız bir yetki donanımı
ile başkanı yücelten yeni bir siyasal düzen kurulmuştur. Üç büyük güç kuvvetler
ayrılığı kaldırılarak tek adama teslim edildiği için ülkede fiili bir kişisel
hegemonya düzenine giden bir yol yapılanması gündeme getirilmiştir. Böyle bir
baskı düzenine geçiş ile birlikte ülkede tek merkezci bir hegemonya düzeni
çerçevesinde, vatandaşlar konuşamaz bir duruma gelmiştir. Böylesine olumsuz bir
gidiş ülkede baskıları artırdığı için insanlara korku psikolojisi aşılanmaya
başlanmıştır. Toplumun büyük çoğunluğunun ülkede yayılan korkuların etkisi
altında geri çekilerek suskunluğu tercih etmeleri üzerine, ülkede bürokrasi, bilim,
güvenlik gibi toplum kesimleri konuşamayınca, karşıt kesimler muhalefet yapamaz
hale gelmiştir. Bu durumda ülkede kurulan baskı düzeni ile demokrasi ortadan
kaldırılınca, ülke suskunlar cenneti gibi bir duruma dönüşmüştür. İşte bu
noktada her şeyin bittiği bir aşamaya gelinince, yer altı dünyasının önde gelen
yöneticilerinden birisi ortaya çıkarak, yaptığı videolar aracılığı ile basın ve
medya düzenindeki sınırları aşarak hem doğruları söylemeye başlamış hem de halktan
gizlenen yolsuzlukları da açıklayarak halk kitlelerini sürüklendikleri
karamsarlık çizgisinden çıkarmaya çalışmıştır. Birbiri ardı sıra gelen on
videonun ortaya koydukları ile ülkenin olumsuz fotoğrafı açıklıkla gözler önüne
serildiği için, Türkiye’deki güçlü mafyanın iç savaşa doğru bir körüklenme
içinde olduğu anlaşılmıştır.
Bütün
dünya ülkelerindeki mafya örgütleri içinde bulundukları ülkenin siyasetini ele
geçirerek devlete zarar verdikleri bir dönemde, Türkiye’de bir yeraltı dünyası
önderinin bunun tam aksi yönde ortaya çıkarak gerçekleri dile getirmesi tam da
devletin bittiği noktada gerçekleşmiştir. Devlet çatısı altında resmen görev
yapan bürokrat ve uzmanlar gibi yer üstü otoritelerinin sustuğu bir yerde
yeraltı dünyasının bir temsilcisinin
çıkarak her şeyi açıkça dile getirmesi , ülkenin bir iç savaş
tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu, yolsuzluklar ile bitirilen devletin hızla çökme noktasına getirildiğini ve
böylesine bir durumda devletin ve milletin paralarının yolsuzluklar üzerinden
yurt dışı bankalara kaçırıldığını, parasız kalan devletin bu süreç içerisinde
çalışan halk kitlelerinin maaş ve ücretlerini ödeyemez durumlara sürüklenerek çökeceğini dile getirmiştir. Çökertilen devlet düzeninin gözler önüne
çıkartılmasıyla birlikte devletsizlik çukurunda boğulmamak üzere harekete
geçebilecek bazı toplum kesimlerinin devlet sonrası aşamada ülkenin başına
geçerek, siyasal boşluk alanında yeni bir örgütlenme türü olarak kendi
devletlerini kurmak üzere yola çıkabildiklerinin çeşitli örnekleri dünya
siyasal tarihi içinde görülebilen gelişmeler olarak bugünün Türkiye’sinde önem
kazanmıştır. Yer altında cirit atan derin devlet yapılanmalarının mafya
örgütleriyle birlikte çalışmaları bazen iç savaşların çıkartılmasına kadar
gidebilmekte, bazen da bunun tamamen tersi bir çizgide iş savaşa giden
süreçlerin önlenmesinde etkili
olabilmektedir. Devletlerin görünmeyen yüzlerini temsil eden yer altı örgütleri
ya da mafya yapılanmaları, ülkeleri mafya egemenliğinde mafyokrasi adı verilen
karanlık çete yönetimlerine devlet gücünü teslim edebilmektedirler. Devlet
güçleri ile yer altı dünyasında çekişen mafya güçlerinin zamanla kendi
devletlerini kurmak istemeleri, dünyanın her bölgesindeki devletlerin çatısı
altında iç savaşa giden yolları açıklığa kavuşturmuştur. Silahlı kadroları
profesyonel bir biçimde kullanabilen ve ülkenin her yerinde silah zoru ile her
istediğini yapabilen çeteler, devletsizlik ortamında devletlerin yerini almaya
çalışmaktadırlar.
İç
savaşların birinci koşulu devlet düzenlerinin çökmesidir. Çökertilen devlet
düzenlerinin yarattığı boşluk alanda her kes kendi devletini kurma noktasına
geldiğinde, Sovyet devrimi öncesi Rusya’da bu yüzden siyasal çekişmeler çok
büyümüş ve toplumsal patlamalara yol açınca, çeteleşen gruplar kendi
devletlerini kurabilmenin arayışı içine girerek ve diğer çetelerle karşı
karşıya gelerek iç savaşın öncüsü olmuşlardır. Rusya tarihi bu durumu ortaya
koyarken Japonya yenilgisiyle Rus Çarlığının çökertilmesi üzerine bütün
Rusya’da bir devletsizlik dönemi yaşanmış ve daha sonraki aşamada da New York
borsasının Troçki gibi bir komünist önder aracılığı ile gönderdiği yüklü
miktardaki para ile de Kızıl ordu kurularak, Sovyetler Birliği devletinin Rus
Çarlığı yerine kurulması gerçekleştirilmiştir. Rusya devletinin çatısı altında yaşayan, Tatarlar,
Başkırtlar ve Kazaklar ile diğer Türk ve Müslüman topluluklar kendi devletlerini kurmak için yola
çıktıkları zaman, Rus devletinin silahlı vatan savunması ile karşılaşmışlar ve
bu yüzden de başarılı olamamışlardır. Çarlık sonrasındaki dağınıklık iç savaşa
giden yolu açarken, çarpışan etnik ve dini grupların çeteleşmesiyle
karşılaşılmış ama Rusya devletinin ülkesinin çok geniş olması yüzünden, tek bir
devlet yerine yerel bölgelerdeki küçük devletlerin Sovyetler adıyla bir araya
geldiği bir konfederasyon devleti kurulabilmiştir. İç savaşın bitirilebilmesi
için büyük ve güçlü bir ordunun kurulması gerekmiştir. New York borsasının
vermiş olduğu dolarlar ile komünist devrim yapılmış ve silah satın alınarak Kızıl
Ordu gibi dünyanın ikinci büyük ordusu kurulmuştur. İç savaş çıkartabilmenin ya
da önleyebilmenin ikinci yolu olarak silahlanma olgusu esastır. Nitekim Troçki Amerikan
borsasından aldığı paraları silaha yatırınca, Kızıl ordunun kurulması
gerçekleşmiş ve bunun üzerine gene eski topraklar üzerinde Moskova merkezli
yeni bir devlet silahlanarak ordu kurma yolu ile örgütlenmiştir. Rus iç
savaşının önlenmesi ancak böylesine büyük bir silahlı gücün ortaya çıkarılması
ile sağlanabilmiştir. Rusya’da iç savaş sırasında kendi devletini kurmak
isteyen etnik grupların silahlanarak çeteleşmesi gerçekleşince , Kızıl ordu ile
daha büyük bir silahlı güç ortaya çıkarılarak iç savaş önlenmiş ve merkezi
siyasal oluşum ile de bir ideolojik devlet, yerel örgütlenmeler olan Sovyetler
üzerinden kurulmuştur . Moskova merkezli kurulan Kızıl ordu ortaya çıkınca
eyalet devleti olmaya çalışan çetelerin önü kesilmiştir.
İç
savaşın ilk şartı devletin çöküşü ise ikinci şartı da silahlanmadır. Kim
ülkedeki silahları eline geçirirse ya da savaş sırasında hangi taraf ülkedeki
silahları toplayarak kontrol altına aldıysa, iç savaşı o kesim kazanacaktır, çünkü
devlet silah ile kurulur ve silahları toplayarak güçlenen taraf da devletin kurucusu olmaktadır. İç
savaşın üçüncü şartı ise ülke içindeki bütün örgütlerin içine silahlı savaş aracılığı
ile kendi devletini kurmak isteyen etnik, kültürel ya da dinsel grubun
temsilcilerinin yerleştirilmesidir. Bu gibi işbirlikçi ya da öncü kadrolar
zaman içerisinde karşı karşıya gelerek ya da içine girdikleri örgütlerin
yönetimlerinde yer alarak, birbirleriyle çekişme ve çatışmalara kalkışabilirler
Ülkeyi içeriden ele geçirme ve toplumda üstünlük kurmak için örgütlere sızma
hareketleri, iç savaş senaryolarının içinde birbirini takiben uygulanan
hegemonya kurma planlarının bir parçasıdır. Örgütleri içeriden kuşatma
girişimlerinde belirli yerlere yerleştirilen kadroların iç işgalcilik yaparak
devlet ve toplum üzerinde hegemonya girişimlerine kalkışmaları gibi durumlarda,
taraflar arasında gerginlik en üst noktaya kadar tırmandığı için gelinen yeni aşamada,
iç savaş gene ters koşullar üzerinden gündeme gelebilmektedir. Milli
devletlerin birliği ve bütünlüğü ile ulusal toplum yapılarının örgütlü
birlikteliği, iç savaş girişimleri ve çığırtkanlıkları sırasında bozulabilmekte
ve bu doğrultuda başlamış olan iç savaş kıvılcımları da genişleyerek ülke
sınırlarını zorlayabilmektedir. İç savaşlar sınırları aşarak sınır ötesi
noktalara geldiği aşamada artık iç savaştan değil, bölgesel ya da küresel
genişlikteki büyük savaşlardan söz edilmesi gerekmektedir. Bir ülkedeki iç
savaş komşu ülkelere sıçrarsa, aynı anda birkaç ülkede bu doğrultuda karışıklık
çıkacağı için, artık iç savaş geride kalmakta ve normal bir savaş oluşumundan
söz edebilmek gerekmektedir. Dünyanın bütün ülkelerinde ortaya çıkan iç savaş
senaryolarının bu açıdan paralel yanları bulunmaktadır.
Yer
kürenin merkezi denizi olan Akdeniz’de kıyısı olan bütün ülkelerde tarihin
belirli zamanlarında iç savaşlar çıkmıştır. Öncelikle imparatorlukların
dağılması aşamasında yeni kurulan ulus devletlerin ülke sınırları belirlenirken
ya merkezi ulus devletin ya da eski imparatorluk alanında yeni ortaya çıkmak
isteyen alt kimlikli küçük ulus devletlerin ülke arayışları sırasında, birbirleriyle
karşı karşıya gelerek sıcak çatışma noktasına gelindiği sırada iç savaşlar
patlak vermektedir. Eski imparatorluklar çağında belirli bölgelerde oluşan alt
kimlikler ya da bunların kültürel yapılanmalarını yansıtan farklı diller, getirmiş
oldukları farklılıkları nedeniyle toplumdaki birlik ve bütünlük ortamını
ortadan kaldırmaya yönelik zorlamaları toplumsal taban üzerinden kamuoyuna
taşımaya başladıkları aşamada her ülkede iç savaş çıkartma potansiyeli birden
kinetik enerjiye dönüşerek eylemsellik kazanmaktadır. İngiltere, Fransa,
Almanya, İtalya ve de Yunanistan gibi Akdeniz bölgesi devletlerinin ulus
devletler olarak sınırları belirlenirken, iç savaşlar aşamasından geçtikleri
görülmektedir. Avrupa ülkeleri dünya çapında emperyalizm ve sömürgecilik
yaparken, kolonileri üzerinden imparatorluk düzenlerini kurmaya çalışmışlar ama
iki büyük dünya savaşı sonrasında yeni ulus devletler olarak Avrupa kıtasındaki
yerlerini alırlarken, kültürel alandaki çok yönlülük yüzünden iç çekişmeleri
tam olarak ayarlayamamışlar ve büyük ulus devletlerden, küçük ulus devletler
ortaya çıkarma sürecinde bu süreci tam olarak tamamlayamamışlardır. Bugün
Avrupa Birliği yüzyılın başlarında çizilmiş olan sınırlar üzerinden otuz
devletli bir kıtasal federasyona dönüşmeye çalışırken zorlanmakta ve Büyük ulus
devletler olan Almanya’da Bavyera, Fransa’da Korsika, İngiltere ‘de İskoçya, İtalya’da
Padanya ve İspanya’da Katalanya gibi kendi içinden bir küçük ulus devlet
doğurma gibi yeni bir aşamayla karşı karşıya gelmektedirler. ABD’de Alaska, Teksas
ve Kaliforniya gibi büyük eyaletlerin de merkezi federasyondan ayrılarak
bağımsızlık devlet olmaya çalışmaları da böylesine bir dönüşümü destekleyerek,
Avrupa tipi ulus devletlerin geleceğini karartarak hepsini bir iç savaş
sürecine mahkûm etmektedir. Bütün dünyaya hem emperyalist imparatorluklar hem
de ulus devletler çağında örnek olarak öncülük etmiş olan, beş büyük ulus
devletin kendi içinden küçük ulus devletler çıkartma operasyonuna karşı izleyecekleri
hukuk ve siyaset yolu, dünyanın geleceği için yön gösterici olacak ve küresel
çıkmazın iç savaşlara dönüşümünü önleyecektir. Unutulmamalıdır ki, diğer
kıtaların üzerinde yer alan bütün büyük ulus devletlerde birer küçük ulus
devlet doğurma problemi vardır.
Kendiliğinden
çöken ya da çökertilen ulus devletlerde otorite boşluğu alanlarında, belirli
bölgelerde oluşan alt kimlik ve dini inanç farklılıkları hemen yeni bir ulus
devlet oluşumunu ortaya çıkarabilmekte ve yer yüzü hegemonyası peşinde koşan
büyük devletleri harekete geçirerek, birbirleriyle sahip oldukları rekabet
düzeni çerçevesinde bunların birbirlerinin içini karıştırarak emperyal oyunlar oynamalarına
neden olmaktadır. Dünyanın büyük devletleri hem kendi güvenliklerini ve
birliklerini güçlendirmeye çalışarak yollarına devam etmeye çalışırlarken, diğer
yandan da geride kalan büyük ulus devletlerin sınırları içinde zamanla oluşan
küçük ulus devlet oluşumları ile de yakından ilgilenerek, bunları üst düzey
yöneticileri aracılığı birbirlerine karşı kışkırtabilmektedirler. Sınır dışı
müdahaleler aracılığı ile alt kimlikli küçük ulus devletlerin bağımsızlık
arayışı içine girmeleri, içinde bulundukları büyük ulus devletlerin kamu
düzenlerini bozacağı için, var olan bütün büyük ulus devletleri parçalanma
tehlikesi ile karşı karşıya getirmektedir. Bu çerçevede her coğrafyadaki
benzeri durumlar, büyük ulus devletlerin geleceği açısından iç savaş
tehditlerini gündeme getirmekte ve bunları zaman içerisinde yaygınlık kazanarak,
tüm devletler açısından bölücü ve yıkıcı yansımaları olabilecek siyasal
tehditler olarak öne çıkarmaktadır. Küresel şirketler büyürken, ulus
devletlerin küçülmesi istendiği için, küçük ulus oluşumlarının hızla
devletleşerek içinde bulundukları büyük ulus devletleri, tıpkı Sevr haritasında
olduğu gibi küçük ulus devletlere doğru dönüştürmeye yönlenmesi için kapitalist
merkezlerde önemli çalışmalar yapılmaktadır. Böylece büyük devletler arasında
dünya ve bölge hegemonyası kavgaları ürerken, büyük ulus devletler ile küçük
devletler arasındaki çekişmelerin sıcak çatışmalara dönüşmesi üzerinden iç
savaş senaryoları ayrılıkçı ve bölücü hedefler doğrultusunda yeryüzü kıtaları
arasında görülmektedir. Avrupa ‘da başlamış olan bu sürecin, Balkanlar
üzerinden atlayarak Orta Doğu, Avrasya bölgesi, Asya ve Afrika kıtaları ile
birlikte iki büyük dış kıta olan Avustralya ve Amerika toprakları üzerinde de
bölgelerin özel koşulları dikkate alındığında, birbirinden farklı senaryolar
olarak dünya gündeminde öne çıkmaktadırlar.
Uluslararası
konjonktür bugün gelinen aşamada her ülkede iç savaş çıkartabilmek açısından
son derece elverişli bir duruma gelmiştir. Devletler arası rekabet ortamı devam
ederken, uluslararası kapitalizmin küresel bir emperyalizme yönelerek ulus
devletleri hedef aldığı bir noktada, ulus devletlerin parçalanması kaçınılmaz
olarak öne çıkmakta ve küresel şirketler ile ulus devletler birbirleriyle
çekişmeye başlamaktadır. Bu aşamada bölücü ve ayrılıkçı siyasal oluşumlar
küresel patronlar tarafından izlenerek desteklenmekte ve bunlara küçük ulus
devlet olarak yola devam edebilmeleri açısından gerekli olan bütün yardımlar
yapılırken, dış güçler silah ve savaş araçlarını isyan ve ayaklanma girişimleri
için küçük devlet olma yolundaki bölücü ve ayrılıkçı oluşumlara dışarıdan
müdahaleler ile karışmaktadırlar. Böylesine çelişkili durumlar ortaya çıkarken,
yeni dünya düzenine giden yollar küresel şirketler ile yeni oluşan küçük ulus
devletçikler ortaklığına dayanmaktadır. Dünya haritası üzerinde bulunan iki yüz
ulus devleti, büyümek isteyen küresel şirketler yeterli görmemekte ve devlet
olma statüsünü bu rakamın on misli daha fazla bir siyasal oluşum sağlayarak, büyük
ulus devletlerin kontrolünden kurtulma yolunda küçük ulus devletlerin önünü
açmaktadırlar. Devletler küçüldükçe şirketlerin önü açılacak, küçük ulus
devletler büyük ulus devletlerin denetiminden kurtularak, daha özgür bir
biçimde dünya nimetlerini paylaşabileceklerdir. Bu amaçla büyük ulus
devletlerin içeriden çökertilmesi gerektiği için küçük ulus alt kimliğinden
gelen kişiler bir iç savaş senaryosu doğrultusunda büyük devletlere karşı görevli
kılınabileceklerdir. Büyük devletlere saldırı, kamu kurumlarına yönelik yıkıcı
girişimler, toplumsal yapıları parçalayıcı her türlü senaryo ve planlar birbiri
ardı sıra gündeme getirilerek, ülkenin toptan bir iç savaşa sürüklenebilmesi
için gereken her yardım yapılabilmektedir. Toplumsal fay hatlarında
gerginlikler yaratarak büyük ulus devletlerin çöküşe ve parçalanmaya yönlendirilmesi,
bugünün koşullarında ortaya çıkan iç savaşların ana nedenidir. Birinci Dünya
savaşı sonrasında ortaya çıkarılan bölücülük anlamında bir Balkanizasyon, iç savaşlar
yolu ile dünya haritasında yaygınlaştırılmak istenmektedir.
Küresel
emperyalistlerin kullandığı en büyük silahlardan birisi olan ekonomik iflas
senaryoları bütün büyük ulus devletlerin karşısına çıkarılan en büyük
tehditlerden birisidir. Küreselleşme sürecinde ekonomiyi devletlerin elinden
alarak şirketlerin eline teslim eden emperyalizm, bugün gelinen noktada merkezi
devletlerin gücünü kırarak ve ekonomik açıdan sömürge konumuna düşürerek dünya
halklarını işsizlik ve açlık krizlerine doğru iteklerken, iç savaşa doğru
ülkelerin sürüklenmesini gerçekleştirmektedir. Ekonomik çöküntü iç savaş
çıkartmanın en önemli koşullarından birisidir. İşsiz bırakılan ve açlığa mahkûm
edilen halk kitlelerinin midesine her gün yeterli gıda girmeyince, nur topu
gibi darbelerin boş midelerden doğması gibi durum değerlendirmeleri kamuoyu
önünde eskisinden daha fazla yapılmaktadır. Devletlerin çöküşü, silahlanma
yarışı, emperyalist oyunlar, hegemonya girişimleri, alt kimlikçi etnik ve
dinsel yapılanmalar, küçük ulusların bağımsızlaşma girişimleri ile birlikte,
ekonomik çöküntüler de iç savaşların gündeme gelmesine yol açan en önemli
nedenler arasında yer almaktadır. Merkezi devletlerin büyük emperyal
girişimlere karşı kendisini korumaya çalışması ya da bölünmeyi önlemek için
ülkeyi bütünleştirici ulusalcı girişimlere büyük ulus devletin ağırlığı
doğrultusunda hareket etmesiyle birlikte, ülke içinde ulusçuluğun yükselerek
gelişmesini sağlamaktadır. Ne var ki, küresel şirketler ve onların yerli
işbirlikçilerinin ortaklığında doğa olayları zorlanarak yapılan depremler,
seller, yangınlar ya da toplumsal olayları ve gelişmeleri etkileyecek derecede,
halk kitlelerine dönük saldırı senaryoları ile halk kitleleri hem korkutularak
hem de kaotik kargaşa olayları ile rahatsız edilerek karamsarlığa düşürülmektedir.
Olumsuz kitle psikolojileri yaratılarak halk kitlelerinin gelecekten
beklentileri ve umutlarının önüne çıkılmasıyla istenen pasiflik ve teslimiyetin
sağlanması da gene iç savaş senaryoları sırasında gündeme getirilebilecek
olumsuzluklardır.
Türkiye
dünyanın merkezinde yer alan bir büyük ulus devlet olarak, Avrupa Birliğinin
büyük ulus devletleri ile rekabet içindedir. Bu doğrultuda yirminci yüzyılın
haritası iki büyük dünya savaşı sonrasında çizilirken, İngiltere’nin
öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti’nin küçük ulus devletlere bölünmesi, Sevr planı
olarak uygulama alanına getirilmek istenmiş ama Lozan Antlaşması ile, bu
doğrultuda Anadolu’da başlatılmış olan isyanlar ve ayaklanmalar aracılığı ile
iç savaş senaryolarına karşı çıkılmıştır. Osmanlı devleti İstanbul’da
bitirilirken, Anadolu halkı ayağa kalkarak kendi geleceği ve güvenliği amacıyla
Ankara’da yeniden bir büyük ulus devlet kurmayı başarmıştır. İngiliz devletinin
Osmanlı sonrası merkezi bölge planında Balkanizasyon oluşumunu Orta Doğu’ya taşımak gibi bir hedef
olduğu için, Misakı Milli sınırları içinde kurulmuş olan büyük ulus devlet olarak, Türkiye Cumhuriyeti
kendi içindeki coğrafi bölgelere ayrılarak yedi küçük ulus devlete bölünmeye
çalışılmış ama, Misakı Milli programından geri adım atmayan Türk ulusu, kurucu
önderin ortaya koyduğu ulusal kurtuluş amaçlı mücadeleyi sürdürerek ve büyük ulus
devletine sahip çıkarak , coğrafi bölgelerde küçük ulus devletler yaratma
planlarını ulusal güç birliği
temelinde önlemiştir. Ne var ki, aradan
bir yüzyıl geçtikten sonra emperyalizm yeni bir dünya düzeni kurarken, büyük
ulus devletler ile birlikte Türkiye’yi de coğrafi bölgeler sınırı içinde, küçük
devletçikler federasyonuna dönüştürmeye çalışmakta ve bu amaçla da büyük
destekler sağlayarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok oluşa kadar sürükleyecek büyük
bir iç savaşa doğru sürüklemektedirler. Gelinen yeni aşamada, Batı blokunun
büyük ülkeleri, Türkiye’nin küçültülmesi doğrultusunda ülkeyi küçük ulus devletlere
bölecek bir iç savaşın gerçekleşmesini hedeflemektedirler. Bu aşamada soğuk
savaş döneminin güvenlik örgütlerinin artık eskisi gibi Türkiye ya da benzeri
büyük ulus devletleri koruyamadığı görülmektedir. Son dönemde Türk toplumu
batıdan yana olanlar ve Türkiye’den yana olanlar biçiminde bir kamplaşmaya
doğru yönlendirilmekte ve batı hegemonyasının Türkiye’yi batının çıkarları
doğrultusunda yönlendirebilmesi için, batının büyük devletleri ve onların yerli
işbirlikçileri Türkiye’yi bir iç savaşa doğru yönlendirebilmenin çabası içine
girmiş görünmektedirler. Bugün gelinen noktada, Türk ulusuna yeniden Kuvayı
Milliye mücadelesine kalkışmak gibi bir ulusal direnç mücadelesi gerekmektedir. Atatürk
Cumhuriyetinin sonsuzluğu için “Hodri Meydan “ denilmelidir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder