19 Nisan 2025 Cumartesi

KAMUSAL CUMHURİYET Mİ? YOKSA KARŞI DEVRİM Mİ? - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ANKARA KALESİ

KAMUSAL CUMHURİYET Mİ? YOKSA KARŞI DEVRİM Mİ?

     Son zamanlarda Türk kamuoyunda yeni bir tartışma ortamı yaratılarak yüzüncü yılını başarıyla kutlamış olan Türkiye Cumhuriyeti, bu aşamada yeniden ele alınarak değerlendirilmekte ve bu doğrultuda düşünce platformunda en sağcı çizgiden en solcusuna kadar Türkiye kamuoyunu etkileyen bilim adamı ve yazarlar, kendi çizgi ve görüşlerini her fırsatta dile getirerek, yüz yıllık cumhuriyet devletini bir yerlere taşımaya çalışmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni otorite ve baskıcı rejimden yana olan faşistler komünist bir devlet olarak göstermeye çalışırlarken, aynı ülke ve devletin içinde var olan sosyalistler de Atatürk’ün kurucu önder olarak kurduğu Türkiye devletinin aslında faşist bir siyasal rejime dayandığını her fırsatta dile getirerek sağ kanat cumhuriyetçilere karşı kendi çıkışlarını öne sürmektedirler. Dünya karalarının tam ortalarında kurulmuş olan Atatürk Cumhuriyeti merkezi alanda çok geniş bir coğrafyaya yayıldığı için, yeryüzü haritasının farklı noktalarından hareket edildiği zaman, başka türlü tasniflere konu olarak siyasetin uç noktalarında hareket eden uçtaki ideolojilerin kendi çizgilerine göre değişken bir çizgide sınıflandırılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin üç kıta arasında uzanıp giden jeopolitik yapılanması, bu devletin zamanla değişen siyasal coğrafyalarda yer almasının da önünü açmaktadır. Türkiye var olan jeopolitik konumunu bu açıdan öne çıkararak bölgesel bir değerlendirme yaptığı zaman, kurucu önder Atatürk’ün ortaya koymuş olduğu devlet modeli ile karşı karşıya gelmektedir. Bu devlet modeli, ülkenin diğer devletlerden ayrılan farklı konumunu öne çıkarırken, öbür yandan da genel kamu hukuku açısından nasıl bir cumhuriyetçi devletin ortaya çıkarıldığını da gözler önüne sermektedir.

            Türk devleti diğer örneklerden bağımsız bir biçimde ele alındığı zaman, tam anlamıyla kamusal bir cumhuriyet devleti modeli ile karşı karşıya kalınmaktadır. Dünya haritasına bakıldığı zaman çeşit çeşit cumhuriyet modelleri ile karşı karşıya kalınmakta ve bu yüzden de her cumhuriyet devleti kendi jeopolitik konumu ile birlikte ülke ve devlet koşullarına dayanan farklı bir siyasal rejim gündeme gelmektedir. Genel kamu hukuku açısından Türk devleti ele alındığında, ülke ve devlet bütünleşmesi doğrultusunda ortada bir ülkesel sentez yapılanması öne çıkmaktadır. Dünya haritasını oluşturmakta olan iki yüzün üzerinde ayrı bir devlet oluşumları dikkate alındığında, birbirinden çok farklı devletlerin var olduğu ve de bunların her zaman için kendi özel koşulları yüzünden karşı karşıya gelerek çekişme, sürtüşme ve de çatışma ortamlarına doğru sürüklenmek zorunda kaldıkları görülmektedir. Farklı siyasal yapıların ya da jeopolitik konumların öne çıkardığı gibi devletlerin birbirlerinden ayrılan yanları her zaman için çatışma ve gerginlik sorunlarının ortaya çıkmasına ya da bölge haritaları düzeltilirken gündeme gelen savaşlar ya da sıcak olaylar birbirlerini izleyerek, siyasal gündemin üzerinde baskı ve antidemokratik rejimlere doğru kaymalar gösterebilmekte ve bu çerçevede kamusal alanda ortaya çıkan siyasal yapılanma oluşumları, yeni cumhuriyet modellerini öne çıkararak her ülkenin kendi özelliklerine dayanan kamusal cumhuriyet yapılanmasına giden yolları belirlemektedir. Genel kamu hukukunun içinden gelen ilkeler, modeller ve benzeri yapılanmalar, bu hukuk dalının içeriğinde yer alarak yönlendirici olmaktadır.

            Dünya kıtaları üzerinde cumhuriyet devleti oluşumları ile öne çıkmakta olan devlet biçimleri ve de modellerinin ayrı ayrı ele alınarak incelenmesi sayesinde, günümüz dünyasının genel anlamda bir değerlendirilmesi yapılabilmektedir. Bağımsız, laik, halkçı, ulusalcı ve de kamucu bir cumhuriyet örnekleri ele alınarak incelendiği zaman, bu tür tasnifler içinde yer alan devlet yapılanmalarının, pek de birbirlerine benzemedikleri görülmektedir. Bu aşamada ifade edilen beş tür cumhuriyet modeli ülkelerin özelliklerine uygun düşecek biçimde devletleşme süreçlerinin de içeriklerinin belirlenmesinde kesin olarak belirleyici ve yönlendirici bir konumda devreye girmektedirler. Farklı özelliklere sahip olan cumhuriyet devletleri halkçı, ulusalcı, laik, bağımsızlıkçı ve de kamucu yapılarıyla hem birbirlerinden ayrılırlar hem de bu sıfatlar doğrultusunda ayrı gruplar halinde ele alınarak değerlendirilirler. Genel kamu hukukunun bir bölümü olan kamusal alanda ortaya çıkan cumhuriyet devletleri hem ortak özellikleriyle kamu hukukunun bir parçasıdır, hem de farklı özellikleriyle de burada belirtilen beş ana grup içinde ele alınarak farklı özellikleri olan gruplar içinde incelenmektedir. Devletlerin tasnifi içinde yer almakta olan cumhuriyet düzenleri devletin temelinde var olan ana ilkeler çerçevesinde, birbirlerinden farklı çizgilerde ele alınabilmektedirler. Halkçı, ulusçu, bağımsızlıkçı gibi ana özelliklerden yapılandıran cumhuriyet devletlerinin hepsi devlet ya da cumhuriyet yönetimleri ya da kamu düzenleri açılarından birer kamu hukuku süjesi olmak durumundadırlar. Ulusal ya da uluslararası örgütler gibi devletler de birer tüzel kişilik olarak anayasalarda dile getirilen bir hukuksal düzenlemenin ana inceleme konuları olarak, dünya çapında her türlü sosyal ya da siyasal araştırma ve değerlendirmelere konu olmaktadırlar.

            Her türlü bilimsel çalışma ya da araştırmalara konu olarak seçilen devletler ya da benzeri büyük tüzel kişilik yapılanmaları, uygarlık tarihi alanında ilk çağlardan son çağlara kadar uzanan çalışmalarda ana başlıklar halinde yer alarak, bugünün kamu hukuku alanında var olan temel bilgilerin elde edilmesinde ve yararlı kaynaklar olarak bilimsel tasniflerin öne sürülmesinde, etkin rollerin belirleyici olmalarına yardımcı olmuştur. Bugünün dünyasında devletler ve diğer siyasal kurum ve kuruluşların dışa dönük girişimleri, topluma açık olmak biçiminde kişilik kazandığı için, genel kamu hukuku dalı da bu tür oluşumları da yakından izleyerek önce durum tespitleri ve daha sonraları da genel kural halinde dile getirilecek kuralları bir bütünsellik içinde ele alarak, insanlık için genel değişim ve dönüşümler genel kamu hukuku alanında belirli bir disiplin içinde öncelikle temel bilgiler olarak yaratılmaya çalışılmıştır. Daha sonraki aşamada da yakından bağlantılı bilimsel bilgilerin sağladığı ortam da topluca bir düşünsel oluşum olarak bilimsellik temelinde olması gereken altyapı olarak, kamusal alanın bilimsel bir disiplin içine alınmasında yararlanılmaya çalışılmıştır. Genel olarak tüm araştırmaların taşıması gereken bilimsellik kadar, her türlü dış müdahaleye karşı çıkış anlamında mutlak anlamda bağımsızlık da genel kamu hukukunun kuracağı ya da hazırlayacağı disiplinler ya da kamu düzenleri çerçevesinde bilimselleşme girişimleri, olumlu anlamda uygulanabilir sonuçlara dönüşerek, geleceğin dünyasında bir kaos ya da  başka türlü kargaşa ortamı yaratılmasına karşı çıkışı gerçekleştirerek, araştırmacılara  bu doğrultuda yeni bilimsel bakış açıları kazandırmıştır. Kamusallık her türlü kamuya dönük çalışmaların hem öncüsü hem de temelini oluşturarak, genel kamu hukuku alanında bu alanı bilimleştirme gibi bir misyonu öne çıkarmak durumunda olmuştur.

            Bağımsızlık bütün bilim dallarının izlemek zorunda kaldığı bir ana ilke olarak ve aynı zamanda bütün devletler için de bir özgürlük alanı yaratabilmenin sonucu olarak da ortaya çıkmış bir kuraldır. Bir devlet bilimi olarak ve hukukun kamusal alanda geçerlilik kazanan dalı olan kamu hukukunun kamusal alanı bütünüyle düzene koymak ya da bu alanda diğer bilim dallarının yarattığı gelişmelerin var olan kamusal alana aktarılarak, var olan kamusal alanın düzenini geçmişten gelen birikim ile tamamlayarak, cumhuriyet devletlerinin daha güçlü bir tamamlanmaya yönelmesinde destek sağlamaya çalışmışlardır. Bağımlılık anlayışı bilimsel alandan dışlandığı gibi cumhuriyetçi devletlerinde de diğer büyük ve emperyal devletlerin baskıları sonucunda bağımlılık çıkmazına sürüklenen devlet yapıları, zamanla yıpranarak çökmektedir. Var olmak isteyen ve bu doğrultuda mücadele eden devletler ve diğer siyasal kuruluşların sadece bağımsızlık sorununa değil ama aynı zamanda bu sorunun diğer yarısını oluşturan bağımlılık çıkmazlarına karşı da mücadeleler verilmesi gerekmektedir. Zengin ve refah içindeki toplumlar kendi çıkarları doğrultusunda bağımsızlığa fazlasıyla önem vererek, bağımlılık çukurundan kurtulabilmenin yollarını aramaktadırlar. Çağdaş dünyada siyaset ve ekonomi birlikte ele alındıkları için, ekonominin ve siyaset biliminin kuralları birbirleri için geçerlilik kazanarak, bu iki bilim dalı ve çalışma alanının zaman içinde birbirlerine yaklaşarak ekonomi destekli siyasal bilim ile siyasal alan destekli bir ekonomi bilimi alanları birbirlerine arka çıkma çizgisinde geçerlilik kazanabilmektedir. Ekonomi ve siyaset bilim dallarının bağımsızlıkçı bir çizgide ele alınarak örgütlenmeleri otarşi adı verilen, bağımsızlık içinde kendi sınırları içinde bağımsızlıkçı bir çalışma düzeni kurulmasını hedefleyen, birbirinden kopuk biçimde var olan ulus altı topluluklar gündeme gelebilmektedir.

            Devletler ve örgütler arasında karşılıklı ilişkiler düzenleri bağımsızlık çizgisinde kurulduğu gibi bağımlılık çıkmazına sürüklenenlerin bu işlere alet oldukları gibi bağımlılık çıkmazına saplanan ve böylesine bir kuyuya düştükten sonra bu durumdan bir türlü çıkamayan insanlar ya da örgütler ve iktidarlar da görülebilmektedir. Siyasal alanda hem bağımsızlık hem de bağımlılık ilişkileri karşılıklı olarak var olabilmektedir. Ayrıca karşılıklı etkileşim politikaları da zaman içinde devreye girdiği aşamalarda bağımsızlık ilişkilerinin tam anlamıyla devreye girebildiği görülebilmektedir. Siyasal alan bağımlılık ve bağımsızlık ilişkilerinin birlikte meydana geldiği ortak alan olarak toplumların ve toplulukların zaman içinde yükselmesine ya da tamamen tersi bir çizgide çökertilmesine yol açabilen hızlı değişimlerin oluştuğu bir alan olarak dünyadaki gelişmelere zemin hazırlamıştır. Dışa kapalı bir biçimde kendi başına hareketlilik içindeki otarşik yönetimler bağımlılık ve bağımsızlık ilişkilerinin kargaşa içinde gelişmesine, dolaylı yollardan etki yarattığı için bağımlılık ve bağımsızlık dengelerinde dolaylı yönlendirme toplumsal yaşam içinde fazlasıyla meydana gelebilmektedir. Ekonomik alandaki bağımlılık-bağımsızlık ilişkileri aynı düzeyde siyasal alana da yansıyabilmekte ve toplumların ya da devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda geleceklerini kurtarmalarına izin vermemektedir. Ülkelerde var olan sosyal ilişkiler düzeninin her türlü çöküş ya da çökertiliş senaryolarına dönüşmesi, kamu düzenlerinin iyi örgütlenerek aktif savunma programları ile mücadele etmelerine bağlıdır. Her devletin istediği kalkınma ya da ekonomik gelişmişlik düzeyi, gene kamu düzenlerinin üzerine düşen bir misyondur. Tam bağımsızlık özlemi her devlet ve toplum için geçerlidir.

            Ulusal bağımsızlık statüsünün tam olarak gerçekleşebilmesi için öncelikle her ulusun uluslaşma sürecini tamamlaması ve bu doğrultuda birleşen ulus iradesinin tam anlamıyla ulusal sınırlar içerisinde tam anlamıyla hegemonya düzenini kurabilmeleri gerekmektedir. Dünya haritasında yer alan her devlet sahip olduğu toplumların yapısına ve özelliklerine göre siyasal bir yapılanma içerisine girmektedirler. Küresel çapta bir sömürgecilik ulusal ya da halkçı idare sistemlerinin kurulması üzerine geçerlilik kazanmaktadır. Batı emperyalizminin egemen olduğu dünya hakimiyeti arayışında, var olan toplumsal yapının devlet düzeninin sosyolojik yapılanmasını yönlendirmesine göre siyasal düzenler kurulabilmektedir. Ulusların egemen olduğu ulus devletlerde gene ulusal egemenlik düzeni öne geçebilmektedir. Halk kitlelerinin yaşadıkları ülkelerde halkçı cumhuriyetçilik ya da halk devletleri modelleri öne geçmektedir. Toplumların içinde ulusal ya da halkçı yapılanmaların egemen konuma gelmesiyle birlikte, halk ya da ülke devletlerinin kurulabilmesi mümkün olabilmektedir. Ulusal bağımsızlık ya da halk egemenliğine dayanan halkçı cumhuriyetler, kapitalist sistem içinde kaldıkları süre içinde ekonomik gelişme ile bağımlılık arasında ters anlamda bir orantılılık vardır. Tam bağımsızlık düzenlerinde ise bağımsızlık düz orantılıdır. Çağdaş cumhuriyet rejimlerinde ve devletlerinde ise her durumda asıl olan özgürlük ve bağımsızlıktır. Ülkelerdeki kamu düzenleri bu doğrultuda kamusal alanın örgütlenmesi olarak öne çıkmaktadır. Kamu düzenleri gibi kamu hukukları da bu doğrultuda ele alınarak yapılandırılmaktadır.

            Türkiye gibi cumhuriyeti ve demokrasisi yarım kalmış ya da bıraktırılmış statüye zorlanan ülkelerde, kamu yararı dikkate alınmadığı gibi aynı zamanda kaotik gelişmeler de gündeme gelebilmektedir. Bir ülkenin, devletin ya da ulusun gereksinmeleri doğrultusunda siyasal düzenlerin öncelikle kurulması gerekirken, emperyalist dış güçlerin öne geçerek kendi çıkarları doğrultusunda ülkelerin ya da devletlerin iç işlerine karışmaları her şeyi alt üst edebilmekte ve bu nedenle siyasal bağımsızlık düzenleri yıkılırken yerine bağımlılık düzenleri oluşturulmaktadır. Dışarıdan müdahaleler aracılığı ile küçük ve azgelişmiş ülkeler egemenliklerini ellerinden kaçırma çıkmazına gelmeleri ile, yeni sömürgeciliğin temelleri atılarak dünya halkları gerginlik ve çatışma ortamlarına doğru sürüklenebilmektedirler. Böylesine çıkmazlara sürüklenerek ulusal egemenliklerini yitiren devletlerin bu tür olumsuz noktalara geldikleri aşamalarda yeni bir cumhuriyet yapılanmasına gitmek istemektedirler. Türkiye’de böylesine bir sürüklenmeye geçen yüzyıl içinde getirilmek istenmiş ama ikinci cumhuriyetçilik adı altında emperyalizmin örgütlediği karşı devrimci girişim, her şeyi eline ve yüzüne bulaştırarak ikinci bir cumhuriyet düzeni kuramadığı gibi, aynı zamanda var olan cumhuriyeti de bozarak ve yıkarak çağdaş cumhuriyet ile yönetilen ülkenin siyasal belirsizlik ortamına zorlanması gündeme getirilmiştir. Geri bıraktırılmış ve her türlü emperyal saldırıya hedef olarak seçilmiş olan orta ve küçük boy devletlerin yeni dönemlerde, böylesine emperyalist saldırılardan uzaklaşabilmesi için devrimci atılımlara gereksinme duyulurken böylesine bir doğal gelişmenin önünü kesebilmek üzere, bazı tarikatların öncülüğü ya da yönetimi altında karşı devrimci atılımlar öne çıkabilmektedir. Geri kalmışlık çıkmazından kurtulabilmek için yeni devrimci atılımlara gereksinme duyulurken, bu kez böylesine bir gelişmenin önünün kesilebilmesi için orta çağ zihniyetine dayanan gerici kamu düzeni kurabilecek çizgide yeni orta çağ arayışları, karşı devrim arayışları ile örgütlenmeye çalışılmaktadır. Büyük emperyalist devletler çağdaşlığın tepesine çıkarken, orta boy ve küçük devletler yeniden orta çağ düzenine mahkûm edilmeye çalışılmaktadır.

            İnsanlık tarihi incelendiğinde tarihin dönüşüm aşamalarında devrimci atılımlar ile karşı devrimci tepkisel oluşumlar birbirleri ardı sıra tarih sahnesine çıkarak önemli gelişmelerin hazırlayıcısı olmuşlardır. Toplumsal dengelerin değişmesi ya da yeni güç merkezlerinin ortaya çıkması nedeniyle, bazen devrimlere giden yollar açılmıştır, bazen da yapılmış olan bir ilerici ve de cumhuriyetçi devrimlerin önünü kesmek üzere de ülkeyi geriye doğru bir orta çağ düzenine götürebilecek gerici adımların, birbiri ardı sıra atılmasıyla birlikte, bazı devletlerde ya da ülkelerde geçmişe dönük senaryolar devreye sokulurken, devrimci atılımların devletleştiği ya da devlet düzeni kurduğu ülkelerde hiç çekinmeden karşı devrimler geriye doğru dönük bir yönde yeni orta çağ senaryolarını tıpkı Fransa’da olduğu gibi öne çıkararak, derebeylik düzeninden çağdaş düzene geçişin açıklamasının yapılması gerekirken, devrimlerle yaratılmış olan çağdaş devlet ve demokrasi düzenlerini dışlayacak bir çizgide karşı devrimlerin demokratik düzenleri dışlayacak bir biçimde ele alınması, bugünün koşullarında küreselci emperyalizm ve Siyonizm çizgisinde eski uygarlıkların beşiği olan orta dünyada yeniden gündeme getirilmesi, üzerinde durulması gereken son derece ürkütücü bir gelişmenin öncü adımları olarak öne çıkmaktadır. Tarihsel süreç içinde devrimlere karşı yapılan devrimler dikkate alınmazken, yeni gelinen aşamada bir de Ortaçağ karşı devrimciliği insanlığın bugünkü medeniyet birikimini dışlayan ya da yeni uygarlık arayışlarını karşı devrimci ataklarla önlemeye çaba gösteren emperyalizm, işbirlikçileri ile geriye dönük gericilik yaparak yeni dünya düzenini karşı devrimci bir yapıda geçerli kılmaya çaba göstermektedirler.

            Çağdaş cumhuriyetler devrimci bir cumhuriyet anlayışı ile harekete geçerken ve emperyalist ile Siyonist akımlar devrimlere karşı örgütlenirken, devrimlere devrim ile yanıt vermek doğrultusunda, karşı devrimlere de devrimcilik ilkesi doğrultusunda yanıtlar aramak ya da yeni yorumlar ile insanlığın yeniden geriye yönlendirilmesine karşı çıkışlar yapmak gerekmektedir. Prof. Dr. Çetin Yetkin yayınlamış olduğu “Karşı Devrim “ isimli kitabı ile emperyalizmin Türkiye’deki Atatürk devrimini devre dışı bırakmaya çalıştığını anlatarak, Türk kamuoyunu bilimsel kaynaklara dayanarak uyarmayı bir görev bilmiştir. Türkiye’deki Cumhuriyetçi akımlar ise çıkardıkları YÖN dergisi ile Türk toplumunu “Karşı devrime karşı devrim” başlığı altında gene Türkiye Cumhuriyeti’ni uyararak orta çağ senaryolarına karşı hem insanlığı hem de Türkleri uyarmışlardır. Türkiye’de yapılmış olan Atatürk Devrimine sahip çıkacak ilerici aydın potansiyelinin ikinci cumhuriyetçilik sapmalarına kaymamaları için, daha bilinçli devrimcilik yapmak gerekmektedir. Türk Anayasa’sında cumhuriyetin altı ilkesi olarak sayılan kurallardan bir tanesinin devrimcilik ilkesi olduğunu bütün Türk vatandaşlarının her aşamada hatırlaması ve bu anayasal düzenlemeye uygun bir biçimde hareket etmelidirler. Küreselleşmenin getirdiği neoliberal teslimiyetçilikle Türkler uzak davranmalı ve bu doğrultuda Atatürk devrimciliğine de sahip çıkmalıdır. Cumhuriyet rejimi kurulurken karşı devrimden devrime yönelen Türkiye Cumhuriyeti’nin, şimdi de yarım kalan cumhuriyet devrimini tamamlamak üzere yeni bir ulusal, halkçı ve devletçi bir devrim programını Türk ulusunun siyasal gündemine taşıması gerekmektedir. Merkezi coğrafyada devrimci girişimler her zaman karşı devrimci girişimlerin önünü kesmiştir. Kamusal Cumhuriyetçilik her zaman için karşı devrimciliğe yer vermemiştir.

 Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

3 Nisan 2025 Perşembe

ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI (ATÜT) - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI (ATÜT)

         27 Mayıs dönemi sonrasında Türkiye soğuk savaş döneminin baskıları altında yoğun bir tartışmalar sürecine doğru sürüklenirken, Sovyetler Birliği sonrasında batı dünyasının önde gelen teorik siyaset konuları ile aynı zamanda tanışmak durumunda kalmıştır. Avrupa Birliğinin içine almadığı Türkiye kendi geleceğini araştırmak zorunda kalmıştır. Üç büyük kıta arasında yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa ve Asya kıtaları arasında gidip gelirken, iyice Avrupa’dan uzaklaşmış ve yeni bir aşamaya geldiği noktada ise, günümüzde giderek Afrika kıtası ile ulaşım yolları aracılığı ile geleceğe dönük bir bütünleşme içine girmiştir. Gelinen bugünkü noktada 55 Afrika ülkesinin başkentlerinden her sabah kalkan uçaklar, üç saatlik bir uçuştan sonra İstanbul ya da Ankara hava alanlarına inebilmekte, Türkiye bu durumda Afrika’nın uçuş köprüsü olmaktadır. Türk hava limanlarına öncelikle inen Afrika uçakları İstanbul ya da Ankara hava alanlarına indikten sonra, Avrupa, Asya, Amerika ve Avustralya kıtalarındaki bütün hava alanlarına gitmektedirler. Böylesine bir yeniden yapılanma içerisine giren Türk hava alanları, yeni dönemde küresel dünya düzeni içinde sadece batı ülkelerine dönük bir yapılanmadan çıkıp, dünyanın önde gelen bütün hava alanlarına dönük yepyeni bir küresel düzene doğru yönlendirilmektedir. Önceleri Afrika ülkelerine sadece sömürgeci ülkelerin uçakları inerken, bugün eski bir imparatorluğun merkez ülkesi olan Türkiye öncelikli yeni bir hava ulaşım rotasına yönelmeleri, soğuk savaş sonrasında bütüncül anlamda getirilmiş olan yeni dünya düzeninin yeni bir parçası olarak dünya halklarına sunulmaktadır. Daha önceki zamanlarda kıtalar ve karalar üzerinden çizilen hava yollarının yerine farklı bir stratejik yaklaşım çizgisinde dünyanın merkez ülkesi olarak kabul edilen, Türkiye merkezli Afrika ülkelerinin hepsine, yeni hava yolu ulaşımları örgütlenerek ülkeler arasındaki ulaşım yolları hem artırılmış hem de hızlandırılmış rotalara doğru yönlendirilmiştir. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti sahip olduğu jeopolitik yapının getirdiği bir jeopolitik üstünlüğü son zamanlarda kazanmıştır.

Daha önceki yıllarda Kıbrıs adasında yayınlanan Avrupa isimli Türk gazetesi Avrupa ve Amerika arasında önce bir tartışma sonra da bir çatışma sorununa dönüşürken, bu gazete kapatılarak Avrupa yerine Afrika adı ile yeni bir gazetenin gündeme getirilmesi, uluslararası alanda büyük bir dönüşümün öne çıktığını açıkça ortaya koymaktadır. Kıbrıs adasının güneyi Avrupa Birliği üzerinden Avrupa kıtası ile bütünleşmeyi tercih ederken, adanın Türk bölümü olan kuzey kısmında ise yayınlanan en büyük gazete olan Avrupa gazetesi kapatılırken yerine çıkan yeni gazetenin adının Afrika gazetesi olarak belirlenmesi, dünya kıtaları arasındaki jeopolitik dengelerin hızla değiştiğini açıkça göstermektedir. Güney Kıbrıs ABD, Rusya ve Fransa gibi Kıbrıs sorununda taraf olmayan büyük ülkelerin askeri üslerine  güvenlik görünümünde açılırken, İsrail üzerinden adanın kuzeyindeki Türk bölgesi olarak KKTC’nin de giderek artan bir biçimde, lüks oteller üzerinden Türkiye’nin zenginlerine kumarhane turizmi ile ve de otuz tane özel yüksek öğretim üniversitesi kurularak da devlet üniversitelerine  giremeyen öğrencilerin eğitim ticaretine doğru yönlendirilmesiyle, para karşılığında Türk yönetimi altında varlığını sürdüren kuzey Kıbrıs da diploma ticaretinin başlatılmasına açıkça dolaylı yollardan destekler sağlanmıştır. Daha da ileri gidilerek hastalık gerekçesi ile yaratılan elektronik eğitim ve üniversite oluşturulmasının da önü açılmıştır. Türkiye’de üniversite kazanamayanlar hiç Kıbrıs’a gitmeden elektronik başvuru sistemi ile başlayıp gene elektronik eğitim düzenini uzaktan kumandalı takip ederek dört yıllık bir yüksek öğretim programını, hiç üniversiteye gitmeden ya da fakültelerin eğitim programlarına katılmadan, Türkiye’de işe girişin ana ilkesi olan dört yıllık eğitim programlarını tamamladıkları görülmektedir. Siyaset ya da bürokrasi de dört yıllık eğitim koşulu ve dört yıllık diploma koşulları bugünün Türkiye’sinde Kıbrıs üzerinden sağlanmakta ve de batı kapitalizmi tarafından yönlendirilmektedir.

Güney Kıbrıs Hristiyan kimliği ile Avrupa Birliği’ne girerken, Kuzey Kıbrıs Türk ve Müslüman kimliği ile Birleşik Kıbrıs’a girememiştir. Avrupa Hıristiyan bütünleşmesi ile bir araya gelirken, Asya’da böylesine bir kıtasal birlik öne çıkamamış ve adanın Türk tarafı batı emperyalizminin merkezleri tarafından yönlendirilmiştir. Şimdiye kadar Avrupa ve Asya arasında çekişme yaşanılırken, tüm dünya ülkeleri gibi Türkiye ile birlikte Kıbrıs da Asya kıtasına doğru bir dönüşüm ile karşı karşıya kalmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliğinin dışında bırakılması aşamasında şimdiye kadar cumhuriyet rejiminin bilim ve kültürü üzerinden çağdaşlaşma mücadeleleri yaparak bugünlere kadar gelen Atatürk cumhuriyeti, Türkiye’nin Avrupa dışı kaldığı aşamada yeniden Asya olgusu ve birikimleri ile bir araya gelerek, Türk toplumunu ve devletini etkileyerek yönlendirmek için çalışmıştır. Türkiye küreselleşme aşamasında bilim ve kültürün merkezi olan Avrupa’dan koparken, giderek bu kıtanın karşısında yer alan dünyanın en büyük kıtası ve ana karası olarak haritalar üzerinde yer alan Asya kıtasına doğru dönerken, dünya tarihi ve coğrafyasında yer alan Asya kıtasına doğru yeniden yöneltilmektedir. Ama bu aşamada yeniden Asya sloganları giderek yükselirken, bilim, kültür ve sanat alanlarında en ileri düzeylere kadar yükselmiş Avrupa kıtasının teorik, bilimsel ve kültürel zenginlik ve birikimlerinden de uzaklaşarak, Asya kıtasının çok yönlü ve ezoterik kaynaklarının etkileri arasında kalmıştır. Türkiye böylesine bir dönemeç aşamasında Avrupa değerleri ile kopmamaya çabalarken, aynı zamanda içinden çıktığı ve köken olarak da Asyalı değerlere ve bilimsel kaynaklara doğru yeni gelişmeler ile karşı karşıya kalmıştır. İşte tam aşamada Türklerin tüm Asyalı değerler gibi tüm bilimlerin inceleme alanlarına girerek ve bu alanlardaki son gelişmelere ve bunların geçmişteki Asya değerlerinin bugünkü gelişmeleri ile birikimlerinin hangi aşamalarda olduklarını inceleme aşamasındadır.

Asya ve Avrupa kıtaları arasındaki mücadele geçmişte yaşanan tarihsel olayların ve de bunların cereyan ettiği coğrafyaların bir arada incelenmesiyle, insanlık tarihindeki kıtasal dönemler ve de dönüşümler bugünlere doğru bir hareketlenme yaratmaktadır. Bu aşamada Avrupa’dan Asya kıtasına doğru bir geçiş yapılırken batı uygarlığının egemen düzeni ön planda olduğu için, Avrupa bilimi ve kültürü tekrar yeniden ele alınarak, Asya kıtası ve ülkelerinin gelmiş oldukları aşamalar açısından incelenmektedir. Yüzyıllarca Avrupa merkezli bir batı uygarlığı ile uğraşan insanlık, yeniden Asya kıtasına doğru bir dönüşüm gerçekleştirilirken hem Avrupa hem Amerika hem de Asya uygarlıklarını eşit ölçülerde ele alarak incelemelerini tamamlamak zorundadır. Böylesine bir dönüşüm aşamasında ise bilimin her dalında Avrupa öncesi Asya dönemleri ele alınırken, her iki kıtasal alanın bilgi birikimlerinin birlikte incelenmeleri gerekmektedir. Bugün toplumsal düzen, devlet modeli ve siyasal rejimler açısından bütün Asya devletlerinin karşı karşıya geldiği aşamalarda, ülkesel üretimin biçimi ve farklı yapılar ile modellerin birlikte ele alınarak incelenmesi önem kazanmaktadır. Ülkelerin özel yapıları ile, bölgelerin kendine has yapılanmaları kıtasal alanlarda kıtaların adı ile anılan sistemler ve yaşam biçimlerinin ait oldukları bölgeler üzerinden isimlendirilmeleri Amerikan modeli, Avrupa sistemi ya da Asya tipi gibi adlandırmalar aracılığı ile bilimsel tasniflerde yer aldıkları ya da küresel değerlendirmelerde inceleme konuları olarak yapılan çalışmalarda yer verildikleri görülmektedir. Bu makalenin başlığında yer alan (ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI -ATÜT) kısaltmasıyla dünya çapındaki tasnifler ve sıralama cetvellerinde bu gibi konular genel anlamda değerlendirmelere girmektedir.

AVRUPA orta çağlarda belirli bir yapılanmaya doğru dönüşürken, Avrupa tipi üretim esas alınmıştır. Bu çizgiye doğru eğilimlerin sonraki aşamalarda ele alınarak tasniflere devam edilmesi ATÜT adı verilen Asya tipi bir üretim biçimini de gündeme getirmiştir. Avrupa ülkelerinde Hristiyanlık dininin yayılması sonucunda bütün yerleşim birimlerine papazlar ve diğer halk kitleleri yerleşerek, Orta çağın devlet modeli olarak din esaslı şehir devletini gündeme getirmişlerdir. Orta çağ şehir devletleri şehrin en zengin kişisinin prens ya da derebeyi olduğu ve kentin papazının karar ve değerlerine bağlı tutulan derebeylik düzeni ortamında toplum ve devlet işlerinin yürütülüyordu. Papazın onayına dayanan derebeylik düzeni Orta çağ Avrupa’sında dönemin devlet modeli yapılanmasını ortaya çıkarıyor ve Avrupa nehirlerinin başını tutan zengin asilzadenin koruyuculuğunda ya da para vererek küçük bir orduyu kent polisi olarak kurduğunda derebeylik düzeni kendiliğinden oluşuyordu. Bu yüzden Avrupa tipi üretim tarzı olarak derebeylik düzeni kabul ediliyordu. Orta çağdan modern çağlara geçerken yeni ve modern üretim biçimleri ve metotları bulunuyordu. Modernleşme ile birlikte dereboyu üretim de gelişerek modernleşiyor ve böylece belirli toprak parçalarına yerleşen derebeyi devletleşmesi süreci, zamanla daha da güçlenerek Orta çağ şehir devletine giden yolun önü açılıyordu. Derebeylerinin yönetiminde şehir devletleri zamanla modernleşerek, sonraki dönemin şehir devletlerinin temelleri atılıyordu. Halk kitleleri artan nüfuslar ile köy topluluklarına dönüşüyordu. Tarımsal üretim ile birlikte, suya dayanan ve su sistemini geliştiren yapılanmalar birbirini izleyerek şehir devletlerinin halklarını oluşturuyorlardı. Avrupa tipi devletleşme ya da tarımsal alanda Avrupa tipi üretim tarzı derebeylerinin elinde gelişerek, Avrupa modelinin öne çıkması sağlanıyordu. Avrupa tipi derebeylik üretim tarzı, Asya kıtasından uzak kaldığı için Asya kıtasına giren endüstri ile motorlaşma eğilimi doğrultusunda Asya ülkelerindeki halk kitlelerini büyük şehirlerin çevrelerinde topluyordu. Ne var ki, çok dağınık olan köylüler ve tarım üretimi yapan kırsal insan toplulukları, gene dere ya da nehirlerin başını tutan derebeylerinin zamanla kendi krallıklarını ilan etmesine giden bir gelişim sürecini, su başlarını tutan zenginlerin ya da kendi askeri birliğini kurmuş olan güçlü şehir krallarının yönetimlerine, doğru bir oluşum süreci daha sonraki aşamada gündeme geliyordu. Sulama derelerde yapılınca tarımsal üretim başlatılıyor ve suyun geniş alanlara yayılmasıyla da tarımsal üretim derebeyliğinin yönetiminde ülkeler ve devletler boyunca kıtasal alanlara yayılıyordu. Avrupa derebeyleri Avrupa tipi üretimi dere boylarında örgütleyerek getiriyordu. Avrupa tipi üretim kıtanın sömürgeleriyle dünyaya yayılıyordu. Avrupa tipi üretim derebeyleri aracılığı ile dünyaya yayılırken, Asya kıtasında da ATÜT denilen üretime geçiliyordu.

ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI Avrupa’daki gelişmelerden sonra Asya kıtasında gündeme gelirken, Avrupa tipi derebeylik sistemi Asya kıtasında görülmüyordu. Bir kırsal alanda dere ya da ırmak varsa burada derebeyi ortaya çıkabiliyordu. Avrupa küçük bir kıta olduğu için hemen hemen her bölgede dere, nehir ya da ırmak gibi akarsuların çıkış noktaları vardı. İki bin yıllık Avrupa medeniyetini başlatan güç bu akarsuların çıkış noktalarını ele geçirerek, var olan suyu kontrol altına almak ile yeni bir toplumsal düzene geçilebiliyordu. Avrupalılar derebeylik düzeni ile modern çağa doğru yönelirken, Asya gibi büyük bir kıtanın çok geniş alanlara yayılmış olan kırsal kesim ya da köylü toplumları, yeni toparlamaya çalıştıkları kırsal alan toplulukları ile birlikte geleceğin halk ya da ulus devletleri arayışlarına başlıyorlardı. KARL MARKS’ın öncülüğündeki sol ve sosyalist kadrolar Avrupa tipi devletlerin derebeylikten ulus devletlere doğru dönüşümlerini incelemeye çalışmışlar ve konu Asya devletlerine geldiğinde ise yeni bir karşılaştırmaya yönelerek tasnifler yaparlarken, Asya devletleri olarak değil ama Asya Tipi Üretim Tarzı olarak isimlendirme yapmışlardır. MARKS Kapitalizm öncesi konuları incelerken, Avrupa feodalitesini de ele almış ve daha sonra da kapitalist sisteme geçilirken, ASYA devletleri ve ekonomik ya da sosyal düzenleri ile ilgili karşılaştırmalar yaparak bilimsel tasnifler üzerinden sonuca varmaya çaba göstermiştir. Asya tipi üretim tarzı Siyasal toplum ve ekonomi üzerinde dururken, ATÜT ile Avrupa modelini uzun uzun araştıran Karl Marks yapmış olduğu karşılaştırmalarda Avrupa tipi bir devletin Asya kıtasında olamayacağını, ATÜT sayesinde bu günkü devlet modellerinin Asya kıtasında zaman içerisinde geliştiğini anlatmaya çalışmıştır. Marks eserlerinde doğu bölgesinin despotizmi yüzünden toprak alanında özel mülkiyetin bulunmadığını, bu durumda devletin dışında ekonomik ya da siyasal örgütlenmelerin zayıf kaldığını Karl Marks öne sürmüştür. Özel mülkiyetin olmadığı Asya ülkelerinde özel üretimin olmadığını, Asya halklarının her zaman devletçi üretimler aracılığı ile karşılanabildiğini gündeme getirdiler. Asya toplumlarındaki ekonomik durgunluğun sebebini devlet sektörünün hatası olarak açıklamışlardır. Halk kitlelerinin devlet kurumları aracılığı ile üretime gitmesinde devletin baskıcı bir biçimde yöneltilmesi ilk çağlardan gelen ilkel-köleci topluma yönelmek olduğunu öne süren Marksizm, Sovyet İhtilalini yarı Asya tipi üretim tarzı olarak ilan etmiştir. Sovyet Rusya’da devrimin başarılı olmasından sonra Çin’de öne çıkan sosyalist ihtilal başarısız kalmış ve böylece geleneksel Asya ülkelerinden sonra, Sovyet Rusya ve Komünist Çin gibi büyük nüfuslu sosyalist ülkeler ya da devletler geniş halk kitlelerini gereksinmelerini karşılayacak kitlesel üretime geçiş aşamasını gündeme getirememektedirler. Orta çağ döneminin feodal derebeylik düzenlerini yenileyemeyen Asya devletleri, bir anlamda feodal üretimin uzantısı olarak geri kalmış derebeylik rejimlerinin azgelişmiş devlet modelleri çatıları altında yeniden yeşermelerine yol açmıştır. Asya tipi üretim tarzı Orta çağ döneminden gelen ilkel-köleci insan modelini yeniden gündeme getirmiştir. Üretimde  bulunamayan ve para kazanmayan ilkel-köleci toplumlar daha sonraki dönemlerde sosyalist rejimlerin toplumsal tabanını oluşturdular. 1917 yılında gerçekleşen Rusya’daki Sovyet İhtilali Asya ülkelerinde büyük yankılar yaratarak dünyanın en büyük kıtasını Avrupa tipi bir üretim düzeni ile karşı karşıya getirmiştir. Avrupa’nın uluslaşma sürecini tamamlamış olan modern ulus devletleri Avrupa tipi bir sermaye ve üretim düzenini Asya kıtasına doğru öne geçirerek, dünya dengelerinin yeniden kurulabilmesi için yirminci yüzyılda insanlık adına Sovyet ihtilali ile yön göstermek ve gelecekte emsal oluşturarak boşlukların düzeltilmesi gerekiyordu.

ATÜT- Asya tipi üretim düzeninin Sovyetler Birliğinin kuruluşu ile ortaya çıkan sosyalist ekonomi ve sermaye düzeni çerçevesinde gerçekleştirilmesiyle, Asya kıtası ilkel-komünal toplum yapısından, çağdaş bir sosyal ve eşitlikçi yaşam düzeni arayışı hedef alınmıştır. Avrupa ve Amerika işbirliği ile uygulama alanına getirilen profesyonel kapitalist düzen batı dünyası dışında geçerlilik kazanamadığı için, yirminci yüzyılın başlarında Sovyet devrimi gerçekleştirilmiştir. Avrupa Tipi sermaye ve üretim düzeni çağdaş zenginliği yaratırken, dünyanın geri kalan doğu bölgesinde ATÜT-Asya tipi bir üretim düzeni ile bozulan dünya dengeleri yeniden kurularak, dünyanın doğu kısmında geri kalmışlıktan hızla uzaklaşarak, dünya çapında yeni bir sosyalist sistem kurularak sonuç alınmak istenmiştir. Bu aşamada bütün dünya kapitalist düzeni geliştirilerek daha güçlü bir ekonomi ve sermaye düzeni üzerinden çağdaşlaşmanın bütün dünya ülkelerinde gerçekleştirilebilmesi istendiği için, Karl Marks ve onun izinden giden sosyalistler batı tipi bir üretim modeline öncelik vererek, geleceğin dünyasında kalıcı bir ekonomik sistem için önemli adımlar atılmış ama büyük ve zengin ülkelerin harekete geçmesi ve sahip oldukları zenginlikleri paylaşmamaları üzerine, böylesine bir adil ve dengeleyici hedef kısa sürmüştür. Orta çağ sonrasında devreye girmiş olan ekonomik sömürgecilik bütün dünyaya yayıldıkça, ekonomik alandaki sömürgecilik ve faşizm sosyalist sistemi tasfiye ederken, dünya halkları kendilerini kurtaracak bir antiemperyalist direniş ve karşı koyuş yöntemlerine dayanan güçlü bir direniş cephesi yaratılamamıştır.

              ATÜT- Asya tipi bir üretim düzeni yirmi birinci yüzyıla doğru arayışlarına devam ederken, gene eskisi gibi sol ve sosyalist arayışların içinde yer alan anti-emperyalist arayışların içinde Asya tipi üretim konularına önem veren ekonomik ve siyasal tutum ve davranışların, yeniden öne çıkabildikleri görülmektedir. Avrupa kıtası içinde gelişen modern kapitalizme paralel anlamda dünya sosyalizmi de geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkarak yön gösterici olmuştur. Geçen yüzyılda tartışmalar üretim tarzı, ekonomik ve sosyal düzenler üzerinden tartışılırken, aradan geçen yüz yıllık bir zaman dilimi içinde insan toplumlarını sınıflar üzerinden yeniden ele alarak buna uygun düşecek bir yeni tasnife gereksinme olduğu, görülmek istenmeyen gerçekler tek tek ortaya çıktıkça o zamana kadar öne alınmayan siyasal faktörler daha da öne geçerek adalet-barış ve eşitlik esaslarına dayanacak yeni bir dünya düzeni arayışları, insanlık idealleri doğrultusunda tartışılmaya başlanmıştır. Sadece üretim sistemleri ile sistem reformlarının yapılamayacağı görüldükçe, toplum içindeki sınıfların ve sınıfsal tepki ile geliştirilecek karşı duruş hareketlerinin yeni sistemsel arayışlar için önemli olduğu tartışmalar ve araştırmalar sırasında anlaşılmaya başlanmıştır. Dünya devletini kuran Birleşik Krallık, dünyanın halen en büyük devleti olan Birleşik Devletler Federasyonu ile geleceğin dünya imparatorluğunu kurmaya çalışan Siyonist Birleşik Devletini birlikte ele aldığınız zaman, yeryüzünde var olan iki yüz den fazla ulus devletin hiçbir anlamı kalmadığı ve bu nedenle yeryüzünde var olan bütün yapıların ve toplumların acilen yeniden daha adil, barışçı ve eşitlikçi yapılanmalara doğru düzenlenmeleri gerekmektedir. ATÜT tartışmaları zamanımızda, artık var olan gerçeklikleri dikkate alacak yeni bir yaklaşımın simgesi olarak Birleşmiş Milletlerin çatısı altında yeniden örgütlenmelidir. Ayrıca bu konuları uluslararası alanda dile getirecek küresel yeni politikaların ATÜT ve diğer üretim yolları aracılığı ile devreye sokularak her açıdan geçerli ve etkin politikaların uygulama alanına getirilmeleri zorunlu bulunmaktadır.  

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN