ANKARA KALESİ
KAMUSAL CUMHURİYET Mİ? YOKSA KARŞI DEVRİM Mİ?
Son zamanlarda Türk kamuoyunda yeni bir tartışma ortamı yaratılarak yüzüncü yılını başarıyla kutlamış olan Türkiye Cumhuriyeti, bu aşamada yeniden ele alınarak değerlendirilmekte ve bu doğrultuda düşünce platformunda en sağcı çizgiden en solcusuna kadar Türkiye kamuoyunu etkileyen bilim adamı ve yazarlar, kendi çizgi ve görüşlerini her fırsatta dile getirerek, yüz yıllık cumhuriyet devletini bir yerlere taşımaya çalışmaktadırlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni otorite ve baskıcı rejimden yana olan faşistler komünist bir devlet olarak göstermeye çalışırlarken, aynı ülke ve devletin içinde var olan sosyalistler de Atatürk’ün kurucu önder olarak kurduğu Türkiye devletinin aslında faşist bir siyasal rejime dayandığını her fırsatta dile getirerek sağ kanat cumhuriyetçilere karşı kendi çıkışlarını öne sürmektedirler. Dünya karalarının tam ortalarında kurulmuş olan Atatürk Cumhuriyeti merkezi alanda çok geniş bir coğrafyaya yayıldığı için, yeryüzü haritasının farklı noktalarından hareket edildiği zaman, başka türlü tasniflere konu olarak siyasetin uç noktalarında hareket eden uçtaki ideolojilerin kendi çizgilerine göre değişken bir çizgide sınıflandırılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin üç kıta arasında uzanıp giden jeopolitik yapılanması, bu devletin zamanla değişen siyasal coğrafyalarda yer almasının da önünü açmaktadır. Türkiye var olan jeopolitik konumunu bu açıdan öne çıkararak bölgesel bir değerlendirme yaptığı zaman, kurucu önder Atatürk’ün ortaya koymuş olduğu devlet modeli ile karşı karşıya gelmektedir. Bu devlet modeli, ülkenin diğer devletlerden ayrılan farklı konumunu öne çıkarırken, öbür yandan da genel kamu hukuku açısından nasıl bir cumhuriyetçi devletin ortaya çıkarıldığını da gözler önüne sermektedir.
Türk
devleti diğer örneklerden bağımsız bir biçimde ele alındığı zaman, tam
anlamıyla kamusal bir cumhuriyet devleti modeli ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Dünya haritasına bakıldığı zaman çeşit çeşit cumhuriyet modelleri ile karşı
karşıya kalınmakta ve bu yüzden de her cumhuriyet devleti kendi jeopolitik
konumu ile birlikte ülke ve devlet koşullarına dayanan farklı bir siyasal rejim
gündeme gelmektedir. Genel kamu hukuku açısından Türk devleti ele alındığında, ülke
ve devlet bütünleşmesi doğrultusunda ortada bir ülkesel sentez yapılanması öne
çıkmaktadır. Dünya haritasını oluşturmakta olan iki yüzün üzerinde ayrı bir
devlet oluşumları dikkate alındığında, birbirinden çok farklı devletlerin var
olduğu ve de bunların her zaman için kendi özel koşulları yüzünden karşı
karşıya gelerek çekişme, sürtüşme ve de çatışma ortamlarına doğru sürüklenmek
zorunda kaldıkları görülmektedir. Farklı siyasal yapıların ya da jeopolitik
konumların öne çıkardığı gibi devletlerin birbirlerinden ayrılan yanları her
zaman için çatışma ve gerginlik sorunlarının ortaya çıkmasına ya da bölge
haritaları düzeltilirken gündeme gelen savaşlar ya da sıcak olaylar
birbirlerini izleyerek, siyasal gündemin üzerinde baskı ve antidemokratik
rejimlere doğru kaymalar gösterebilmekte ve bu çerçevede kamusal alanda ortaya
çıkan siyasal yapılanma oluşumları, yeni cumhuriyet modellerini öne çıkararak
her ülkenin kendi özelliklerine dayanan kamusal cumhuriyet yapılanmasına giden
yolları belirlemektedir. Genel kamu hukukunun içinden gelen ilkeler, modeller
ve benzeri yapılanmalar, bu hukuk dalının içeriğinde yer alarak yönlendirici
olmaktadır.
Dünya
kıtaları üzerinde cumhuriyet devleti oluşumları ile öne çıkmakta olan devlet
biçimleri ve de modellerinin ayrı ayrı ele alınarak incelenmesi sayesinde,
günümüz dünyasının genel anlamda bir değerlendirilmesi yapılabilmektedir.
Bağımsız, laik, halkçı, ulusalcı ve de kamucu bir cumhuriyet örnekleri ele
alınarak incelendiği zaman, bu tür tasnifler içinde yer alan devlet
yapılanmalarının, pek de birbirlerine benzemedikleri görülmektedir. Bu aşamada
ifade edilen beş tür cumhuriyet modeli ülkelerin özelliklerine uygun düşecek
biçimde devletleşme süreçlerinin de içeriklerinin belirlenmesinde kesin olarak
belirleyici ve yönlendirici bir konumda devreye girmektedirler. Farklı
özelliklere sahip olan cumhuriyet devletleri halkçı, ulusalcı, laik,
bağımsızlıkçı ve de kamucu yapılarıyla hem birbirlerinden ayrılırlar hem de bu
sıfatlar doğrultusunda ayrı gruplar halinde ele alınarak değerlendirilirler. Genel
kamu hukukunun bir bölümü olan kamusal alanda ortaya çıkan cumhuriyet
devletleri hem ortak özellikleriyle kamu hukukunun bir parçasıdır, hem de
farklı özellikleriyle de burada belirtilen beş ana grup içinde ele alınarak
farklı özellikleri olan gruplar içinde incelenmektedir. Devletlerin tasnifi
içinde yer almakta olan cumhuriyet düzenleri devletin temelinde var olan ana
ilkeler çerçevesinde, birbirlerinden farklı çizgilerde ele alınabilmektedirler.
Halkçı, ulusçu, bağımsızlıkçı gibi ana özelliklerden yapılandıran cumhuriyet
devletlerinin hepsi devlet ya da cumhuriyet yönetimleri ya da kamu düzenleri
açılarından birer kamu hukuku süjesi olmak durumundadırlar. Ulusal ya da
uluslararası örgütler gibi devletler de birer tüzel kişilik olarak anayasalarda
dile getirilen bir hukuksal düzenlemenin ana inceleme konuları olarak, dünya
çapında her türlü sosyal ya da siyasal araştırma ve değerlendirmelere konu
olmaktadırlar.
Her
türlü bilimsel çalışma ya da araştırmalara konu olarak seçilen devletler ya da
benzeri büyük tüzel kişilik yapılanmaları, uygarlık tarihi alanında ilk
çağlardan son çağlara kadar uzanan çalışmalarda ana başlıklar halinde yer
alarak, bugünün kamu hukuku alanında var olan temel bilgilerin elde edilmesinde
ve yararlı kaynaklar olarak bilimsel tasniflerin öne sürülmesinde, etkin
rollerin belirleyici olmalarına yardımcı olmuştur. Bugünün dünyasında devletler
ve diğer siyasal kurum ve kuruluşların dışa dönük girişimleri, topluma açık
olmak biçiminde kişilik kazandığı için, genel kamu hukuku dalı da bu tür
oluşumları da yakından izleyerek önce durum tespitleri ve daha sonraları da genel
kural halinde dile getirilecek kuralları bir bütünsellik içinde ele alarak,
insanlık için genel değişim ve dönüşümler genel kamu hukuku alanında belirli
bir disiplin içinde öncelikle temel bilgiler olarak yaratılmaya çalışılmıştır.
Daha sonraki aşamada da yakından bağlantılı bilimsel bilgilerin sağladığı ortam
da topluca bir düşünsel oluşum olarak bilimsellik temelinde olması gereken
altyapı olarak, kamusal alanın bilimsel bir disiplin içine alınmasında
yararlanılmaya çalışılmıştır. Genel olarak tüm araştırmaların taşıması gereken
bilimsellik kadar, her türlü dış müdahaleye karşı çıkış anlamında mutlak anlamda bağımsızlık da genel kamu
hukukunun kuracağı ya da hazırlayacağı disiplinler ya da kamu düzenleri
çerçevesinde bilimselleşme girişimleri, olumlu anlamda uygulanabilir sonuçlara
dönüşerek, geleceğin dünyasında bir kaos ya da
başka türlü kargaşa ortamı yaratılmasına karşı çıkışı gerçekleştirerek, araştırmacılara bu doğrultuda yeni bilimsel bakış açıları
kazandırmıştır. Kamusallık her türlü kamuya dönük çalışmaların hem öncüsü hem
de temelini oluşturarak, genel kamu hukuku alanında bu alanı bilimleştirme gibi
bir misyonu öne çıkarmak durumunda olmuştur.
Bağımsızlık
bütün bilim dallarının izlemek zorunda kaldığı bir ana ilke olarak ve aynı
zamanda bütün devletler için de bir özgürlük alanı yaratabilmenin sonucu olarak
da ortaya çıkmış bir kuraldır. Bir devlet bilimi olarak ve hukukun kamusal
alanda geçerlilik kazanan dalı olan kamu hukukunun kamusal alanı bütünüyle
düzene koymak ya da bu alanda diğer bilim dallarının yarattığı gelişmelerin var
olan kamusal alana aktarılarak, var olan kamusal alanın düzenini geçmişten
gelen birikim ile tamamlayarak, cumhuriyet devletlerinin daha güçlü bir
tamamlanmaya yönelmesinde destek sağlamaya çalışmışlardır. Bağımlılık anlayışı
bilimsel alandan dışlandığı gibi cumhuriyetçi devletlerinde de diğer büyük ve
emperyal devletlerin baskıları sonucunda bağımlılık çıkmazına sürüklenen devlet
yapıları, zamanla yıpranarak çökmektedir. Var olmak isteyen ve bu doğrultuda
mücadele eden devletler ve diğer siyasal kuruluşların sadece bağımsızlık
sorununa değil ama aynı zamanda bu sorunun diğer yarısını oluşturan bağımlılık
çıkmazlarına karşı da mücadeleler verilmesi gerekmektedir. Zengin ve refah
içindeki toplumlar kendi çıkarları doğrultusunda bağımsızlığa fazlasıyla önem
vererek, bağımlılık çukurundan kurtulabilmenin yollarını aramaktadırlar. Çağdaş
dünyada siyaset ve ekonomi birlikte ele alındıkları için, ekonominin ve siyaset
biliminin kuralları birbirleri için geçerlilik kazanarak, bu iki bilim dalı ve
çalışma alanının zaman içinde birbirlerine yaklaşarak ekonomi destekli siyasal
bilim ile siyasal alan destekli bir ekonomi bilimi alanları birbirlerine arka
çıkma çizgisinde geçerlilik kazanabilmektedir. Ekonomi ve siyaset bilim
dallarının bağımsızlıkçı bir çizgide ele alınarak örgütlenmeleri otarşi adı
verilen, bağımsızlık içinde kendi sınırları içinde bağımsızlıkçı bir çalışma
düzeni kurulmasını hedefleyen, birbirinden kopuk biçimde var olan ulus altı
topluluklar gündeme gelebilmektedir.
Devletler
ve örgütler arasında karşılıklı ilişkiler düzenleri bağımsızlık çizgisinde
kurulduğu gibi bağımlılık çıkmazına sürüklenenlerin bu işlere alet oldukları
gibi bağımlılık çıkmazına saplanan ve böylesine bir kuyuya düştükten sonra bu
durumdan bir türlü çıkamayan insanlar ya da örgütler ve iktidarlar da
görülebilmektedir. Siyasal alanda hem bağımsızlık hem de bağımlılık ilişkileri
karşılıklı olarak var olabilmektedir. Ayrıca karşılıklı etkileşim politikaları
da zaman içinde devreye girdiği aşamalarda bağımsızlık ilişkilerinin tam
anlamıyla devreye girebildiği görülebilmektedir. Siyasal alan bağımlılık ve
bağımsızlık ilişkilerinin birlikte meydana geldiği ortak alan olarak
toplumların ve toplulukların zaman içinde yükselmesine ya da tamamen tersi bir
çizgide çökertilmesine yol açabilen hızlı değişimlerin oluştuğu bir alan olarak
dünyadaki gelişmelere zemin hazırlamıştır. Dışa kapalı bir biçimde kendi başına
hareketlilik içindeki otarşik yönetimler bağımlılık ve bağımsızlık
ilişkilerinin kargaşa içinde gelişmesine, dolaylı yollardan etki yarattığı için
bağımlılık ve bağımsızlık dengelerinde dolaylı yönlendirme toplumsal yaşam
içinde fazlasıyla meydana gelebilmektedir. Ekonomik alandaki
bağımlılık-bağımsızlık ilişkileri aynı düzeyde siyasal alana da yansıyabilmekte
ve toplumların ya da devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda geleceklerini
kurtarmalarına izin vermemektedir. Ülkelerde var olan sosyal ilişkiler
düzeninin her türlü çöküş ya da çökertiliş senaryolarına dönüşmesi, kamu
düzenlerinin iyi örgütlenerek aktif savunma programları ile mücadele etmelerine
bağlıdır. Her devletin istediği kalkınma ya da ekonomik gelişmişlik düzeyi, gene
kamu düzenlerinin üzerine düşen bir misyondur. Tam bağımsızlık özlemi her
devlet ve toplum için geçerlidir.
Ulusal
bağımsızlık statüsünün tam olarak gerçekleşebilmesi için öncelikle her ulusun
uluslaşma sürecini tamamlaması ve bu doğrultuda birleşen ulus iradesinin tam
anlamıyla ulusal sınırlar içerisinde tam anlamıyla hegemonya düzenini
kurabilmeleri gerekmektedir. Dünya haritasında yer alan her devlet sahip olduğu
toplumların yapısına ve özelliklerine göre siyasal bir yapılanma içerisine
girmektedirler. Küresel çapta bir sömürgecilik ulusal ya da halkçı idare
sistemlerinin kurulması üzerine geçerlilik kazanmaktadır. Batı emperyalizminin
egemen olduğu dünya hakimiyeti arayışında, var olan toplumsal yapının devlet
düzeninin sosyolojik yapılanmasını yönlendirmesine göre siyasal düzenler
kurulabilmektedir. Ulusların egemen olduğu ulus devletlerde gene ulusal
egemenlik düzeni öne geçebilmektedir. Halk kitlelerinin yaşadıkları ülkelerde
halkçı cumhuriyetçilik ya da halk devletleri modelleri öne geçmektedir.
Toplumların içinde ulusal ya da halkçı yapılanmaların egemen konuma gelmesiyle
birlikte, halk ya da ülke devletlerinin kurulabilmesi mümkün olabilmektedir.
Ulusal bağımsızlık ya da halk egemenliğine dayanan halkçı cumhuriyetler,
kapitalist sistem içinde kaldıkları süre içinde ekonomik gelişme ile bağımlılık
arasında ters anlamda bir orantılılık vardır. Tam bağımsızlık düzenlerinde ise
bağımsızlık düz orantılıdır. Çağdaş cumhuriyet rejimlerinde ve devletlerinde
ise her durumda asıl olan özgürlük ve bağımsızlıktır. Ülkelerdeki kamu
düzenleri bu doğrultuda kamusal alanın örgütlenmesi olarak öne çıkmaktadır. Kamu
düzenleri gibi kamu hukukları da bu doğrultuda ele alınarak
yapılandırılmaktadır.
Türkiye
gibi cumhuriyeti ve demokrasisi yarım kalmış ya da bıraktırılmış statüye
zorlanan ülkelerde, kamu yararı dikkate alınmadığı gibi aynı zamanda kaotik
gelişmeler de gündeme gelebilmektedir. Bir ülkenin, devletin ya da ulusun
gereksinmeleri doğrultusunda siyasal düzenlerin öncelikle kurulması gerekirken,
emperyalist dış güçlerin öne geçerek kendi çıkarları doğrultusunda ülkelerin ya
da devletlerin iç işlerine karışmaları her şeyi alt üst edebilmekte ve bu
nedenle siyasal bağımsızlık düzenleri yıkılırken yerine bağımlılık düzenleri
oluşturulmaktadır. Dışarıdan müdahaleler aracılığı ile küçük ve azgelişmiş
ülkeler egemenliklerini ellerinden kaçırma çıkmazına gelmeleri ile, yeni
sömürgeciliğin temelleri atılarak dünya halkları gerginlik ve çatışma
ortamlarına doğru sürüklenebilmektedirler. Böylesine çıkmazlara sürüklenerek
ulusal egemenliklerini yitiren devletlerin bu tür olumsuz noktalara geldikleri
aşamalarda yeni bir cumhuriyet yapılanmasına gitmek istemektedirler. Türkiye’de
böylesine bir sürüklenmeye geçen yüzyıl içinde getirilmek istenmiş ama ikinci
cumhuriyetçilik adı altında emperyalizmin örgütlediği karşı devrimci girişim, her
şeyi eline ve yüzüne bulaştırarak ikinci bir cumhuriyet düzeni kuramadığı gibi,
aynı zamanda var olan cumhuriyeti de bozarak ve yıkarak çağdaş cumhuriyet ile
yönetilen ülkenin siyasal belirsizlik ortamına zorlanması gündeme getirilmiştir.
Geri bıraktırılmış ve her türlü emperyal saldırıya hedef olarak seçilmiş olan
orta ve küçük boy devletlerin yeni dönemlerde, böylesine emperyalist
saldırılardan uzaklaşabilmesi için devrimci atılımlara gereksinme duyulurken
böylesine bir doğal gelişmenin önünü kesebilmek üzere, bazı tarikatların
öncülüğü ya da yönetimi altında karşı devrimci atılımlar öne çıkabilmektedir. Geri
kalmışlık çıkmazından kurtulabilmek için yeni devrimci atılımlara gereksinme
duyulurken, bu kez böylesine bir gelişmenin önünün kesilebilmesi için orta çağ
zihniyetine dayanan gerici kamu düzeni kurabilecek çizgide yeni orta çağ
arayışları, karşı devrim arayışları ile örgütlenmeye çalışılmaktadır. Büyük
emperyalist devletler çağdaşlığın tepesine çıkarken, orta boy ve küçük
devletler yeniden orta çağ düzenine mahkûm edilmeye çalışılmaktadır.
İnsanlık
tarihi incelendiğinde tarihin dönüşüm aşamalarında devrimci atılımlar ile karşı
devrimci tepkisel oluşumlar birbirleri ardı sıra tarih sahnesine çıkarak önemli
gelişmelerin hazırlayıcısı olmuşlardır. Toplumsal dengelerin değişmesi ya da
yeni güç merkezlerinin ortaya çıkması nedeniyle, bazen devrimlere giden yollar
açılmıştır, bazen da yapılmış olan bir ilerici ve de cumhuriyetçi devrimlerin
önünü kesmek üzere de ülkeyi geriye doğru bir orta çağ düzenine götürebilecek
gerici adımların, birbiri ardı sıra atılmasıyla birlikte, bazı devletlerde ya
da ülkelerde geçmişe dönük senaryolar devreye sokulurken, devrimci atılımların
devletleştiği ya da devlet düzeni kurduğu ülkelerde hiç çekinmeden karşı
devrimler geriye doğru dönük bir yönde yeni orta çağ senaryolarını tıpkı
Fransa’da olduğu gibi öne çıkararak, derebeylik düzeninden çağdaş düzene
geçişin açıklamasının yapılması gerekirken, devrimlerle yaratılmış olan çağdaş
devlet ve demokrasi düzenlerini dışlayacak bir çizgide karşı devrimlerin
demokratik düzenleri dışlayacak bir biçimde ele alınması, bugünün
koşullarında küreselci emperyalizm ve Siyonizm
çizgisinde eski uygarlıkların beşiği olan orta dünyada yeniden gündeme
getirilmesi, üzerinde durulması gereken son derece ürkütücü bir gelişmenin öncü
adımları olarak öne çıkmaktadır. Tarihsel süreç içinde devrimlere karşı yapılan
devrimler dikkate alınmazken, yeni gelinen aşamada bir de Ortaçağ karşı
devrimciliği insanlığın bugünkü medeniyet birikimini dışlayan ya da yeni
uygarlık arayışlarını karşı devrimci ataklarla önlemeye çaba gösteren
emperyalizm, işbirlikçileri ile geriye dönük gericilik yaparak yeni dünya
düzenini karşı devrimci bir yapıda geçerli kılmaya çaba göstermektedirler.
Çağdaş
cumhuriyetler devrimci bir cumhuriyet anlayışı ile harekete geçerken ve
emperyalist ile Siyonist akımlar devrimlere karşı örgütlenirken, devrimlere
devrim ile yanıt vermek doğrultusunda, karşı devrimlere de devrimcilik ilkesi
doğrultusunda yanıtlar aramak ya da yeni yorumlar ile insanlığın yeniden geriye
yönlendirilmesine karşı çıkışlar yapmak gerekmektedir. Prof. Dr. Çetin Yetkin yayınlamış
olduğu “Karşı Devrim “ isimli kitabı ile emperyalizmin Türkiye’deki Atatürk
devrimini devre dışı bırakmaya çalıştığını anlatarak, Türk kamuoyunu bilimsel
kaynaklara dayanarak uyarmayı bir görev bilmiştir. Türkiye’deki Cumhuriyetçi
akımlar ise çıkardıkları YÖN dergisi ile Türk toplumunu “Karşı devrime karşı
devrim” başlığı altında gene Türkiye Cumhuriyeti’ni uyararak orta çağ
senaryolarına karşı hem insanlığı hem de Türkleri uyarmışlardır. Türkiye’de
yapılmış olan Atatürk Devrimine sahip çıkacak ilerici aydın potansiyelinin
ikinci cumhuriyetçilik sapmalarına kaymamaları için, daha bilinçli devrimcilik
yapmak gerekmektedir. Türk Anayasa’sında cumhuriyetin altı ilkesi olarak
sayılan kurallardan bir tanesinin devrimcilik ilkesi olduğunu bütün Türk
vatandaşlarının her aşamada hatırlaması ve bu anayasal düzenlemeye uygun bir
biçimde hareket etmelidirler. Küreselleşmenin getirdiği neoliberal
teslimiyetçilikle Türkler uzak davranmalı ve bu doğrultuda Atatürk
devrimciliğine de sahip çıkmalıdır. Cumhuriyet rejimi kurulurken karşı
devrimden devrime yönelen Türkiye Cumhuriyeti’nin, şimdi de yarım kalan
cumhuriyet devrimini tamamlamak üzere yeni bir ulusal, halkçı ve devletçi bir
devrim programını Türk ulusunun siyasal gündemine taşıması gerekmektedir.
Merkezi coğrafyada devrimci girişimler her zaman karşı devrimci girişimlerin
önünü kesmiştir. Kamusal Cumhuriyetçilik her zaman için karşı devrimciliğe yer
vermemiştir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN