ANKARA KALESİ
ALMANYA‘NIN HATASINI TÜRKİYE TEKRARLAMAMALI
Rusya
devlet başkanı Putin’in Rus ordularını Ukrayna sınırlarına doğru sürmesi ile
birlikte, üçüncü dünya savaşı resmen başlama noktasına gelmiştir. Sovyetler
Birliği’nin dağılması sonrasında içine girilen küreselleşme döneminde, çeyrek
yüzyıllık bir küresel emperyalizm dönemi başlatılmış ama artan dünya nüfusunun
ortaya çıkardığı dev ülkeler ve devletlerin her açıdan uluslararası alanda
devreye girmeleriyle birlikte, küresel bir emperyalist düzenin ortaya çıkması
önlenmiştir. Global bir hegemonya ile tek bir dünya devleti ortaya çıkarmaya
çaba gösteren batı emperyalizminin, bu girişimleri sonuçsuz kalmıştır.
Böylesine bir siyasal gelişmeyi beklenmedik biçimde gündeme getiren büyük dünya
devletleri küresel saldırganlıkları önlediği aşamada da yeni dünya düzeni çok
kutuplu bir yapılanma içinde öne çıkmıştır. Bir tarafta batı dünyasının
emperyalist büyük devletleri dururken diğer yandan da doğu dünyasının önde
gelen büyük devletleri küresel hegemonya yarışına kalkışarak, dünyanın
patronluğunu ele geçirmek üzere öne çıkmışlardır. ABD’nin içinde sürekli devam
eden Siyonistler ile Anglo-Saksonların kavgaları tek bir dünya devleti
oluşumunu önlerken, Almanya, Rusya, Çin, İran Hindistan, Avustralya, Brezilya, Arjantin,
Nijerya ve Güney Afrika gibi alanı geniş ve nüfusu fazla olan ondan fazla ülke,
çok kutuplu dünya yarışında ortaya çıkarak, ABD, Büyük Britanya ile Büyük
İsrail arasında sürüp giden dünya egemenliği kavgasında yeni kutup merkezleri
ya da hegemonya adayları olarak öne çıkmaktadırlar. Sosyalist blokun dağılması
sonrasında yaşanan çekişmeler yüzünden tek bir dünya devleti kurulamazken, yeni
dönemde yukarıda isimleri sayılan ülkeler ve devletler arasında sert bir
çekişme dönemine girilecek gibi bir kaotik durum, yavaş yavaş gözler önüne
çıkmaktadır. Dünyanın hazırlıksız yakalandığı böylesine bunalımlı bir durum, içinde
yeryüzünde geçmişten gelen bütün düzenlerin ağır ağır çözülme aşamasına
geleceğini de açıkça göstermektedir. Uluslararası ilişkiler ve devletler arası
yoğun temasları, böylesine bir yeni dönemin göstergesi olarak emperyal
merkezler savaşa doğru yönlendirilmektedir.
Rusya’nın
harekete geçmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni durumda, Avrupa ve Asya
kıtalarının kuzey bölgesinde yeni bir dönemin önü açılmış ve bu doğrultuda Rus
uçakları ile ordusu uzun yıllar birlikte yaşadığı Ukrayna sınırlarını geçerek,
dünyanın en geniş topraklarına sahip olan ülkelerin başında gelen bir ülkeyi
işgal ederek kuşatmışlardır. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının yürütüldüğü
Kuzey ve Doğu Avrupa toprakları üzerindeki Rus ordusu, tıpkı cihan savaşları
sırasındaki gibi saldırı ve işgal hareketlerini birbiri ardı sıra gündeme
getirerek tırmandırdıkça, Üçüncü dünya savaşı yorumları ve tartışmaları uluslararası
kamuoyunu işgal etmeye başlamıştır. Orta ve Doğu Avrupa bölgelerinin önde gelen
büyük ülkesi olarak Almanya dünya savaşları sırasında hedef ülke haline gelerek
geleceğe dönük olarak kullanılmaya başlandığı bu sırada, bölgelerdeki sıcak
çekişme ve çatışmalar açıktan bir savaş sürecine dönüşmüşlerdir Batı emperyalizminin dünyanın merkezi alanına
yönelik askeri girişimleri orta ve doğu Avrupa ülkelerini savaş alanına
dönüştürmüş ve Atlantik güçleri olan Birleşik Amerika ile Birleşik Krallık
yönetimlerinin geçmişten gelen siyasal birikimlerinin yeni deney sahası olarak Avrupa kıtasının kuzey ve doğu bölgelerinin
kullanıldığı ve çeşitli senaryoların uygulanma alanına aktarılması gibi, yeni
bir durumun gündeme gelmesine elverişli ortamlar yaratılmıştır. Tam bu aşamada
geçmişten gelen iki dünya savaşında yaşanan olaylar ve siyasal gelişmeler
incelendiği zaman, bugün de her iki cihan savaşına benzer oluşumlar
çerçevesinde, çeşitli savaş oyunlarının ya da siyasal senaryoların gene eskisi
gibi batı dünyasından doğu bölgesine dönük biçimde öne çıkarılmaya çalışıldığı
görülmektedir. Orta ve doğu Avrupa’da dağınık bir biçimde yaşayan ve üç yüzden
fazla yerleşim bölgesinde, parçalı bir biçimde yaşamakta olan Alman
toplulukları önce bir siyasi rüzgar daha sonra da savaş fırtınaları ile büyük
bir cihan savaşına yönlendirilirken, politikanın ve savaş oyunlarının her türlü
hile, komplo ve askeri manevraların
uygulama alanına getirildiği görülmüştür.
Yüz
yıllar öncesinden başlayarak bugünlere kadar gelen siyasal dünya konjonktürü, Atlantik güçlerinin
Avrupa ve Asya toprakları gibi dünyanın merkezi alanını ele geçirme
aşamasına gelmesiyle birlikte, önce Avrupa ve daha sonra da Asya
toprakları üzerinde Atlantik emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin çekişmelere
sürüklenmesiyle birlikte, Avrupa’nın ortalarında yer alan Almanya iki kez dünya
savaşına sürüklenerek önce yıkılmış ve
daha sonrada yok edilerek dünya haritası üzerinden silinmek istenmiştir.
Okyanusları ele geçiren İngiliz emperyalizmi önce orta ve doğu Avrupa
bölgelerinde hegemonya kurmaya çalışırken, Akdeniz ve Baltık denizi gibi su
yollarından merkezi alanlara girmiş ama birinci cihan savaşı yeni bir düzen
kurmak için yetersiz kalınca, bu kez savaş Avrupa kıtasını geride bırakarak
Asya topraklarına sıçramıştır. Tam bu aşamada Sovyet devriminin
gerçekleştirilmesi ile Alman emperyalizminin önü kesilmiş ve sosyalist sistemin
kurulmasıyla birlikte bütün Rusya ve Osmanlı toprakları savaş alanına
dönüşmüştür. Osmanlı devletinin parçalanması ve Rusya’da rejim değişikliği
dünya dengelerini köklü bir biçimde sarsmıştır. Dünyayı beş yüz yıl yöneten
Avrupa emperyalizmi zamanla dünya yönetiminde etkinliğini kaybederken, orta
Avrupa’nın büyük devleti olarak Almanya hiçbir biçimde emperyalizme kayamamış
ve Atlantik güçleri merkezi alana girdikçe, Avrupa kıtasının dışında hegemonya
alanları yaratarak Kuzey Afrika bölgesinde, Etiyopya gibi kendisine bağımlı
yeni sömürge ülkeleri kurmağa çalışmıştır. İki Avrupalı güç olarak İngiltere ve
Fransa Afrika kıtasının kuzey bölgesini işgal ederken, 1826 yılında Osmanlı
topraklarına gelerek, Amerikan emperyalizminin uzantısı olarak bölgenin özel
yerlerine yerleşen ABD okulları ve askeri tesisleri gizli bir düzen içerisinde,
merkezi coğrafyanın her bölgesine yayılarak, Birinci ve İkinci dünya
savaşlarının cephelerini oluşturmuşlardır. Okyanuslardaki hegemonya savaşları,
merkezi dünya toprakları ortaya çıktıkça yeryüzü kıtaları üzerinde yayılmaya
başlamıştır.
Bütün
dünyayı işgal eden İngiliz ve Fransız emperyalizmleri Atlantik bölgesi
ortakları olarak hem orta hem de doğu Avrupa bölgelerine dayanışma içinde
girerlerken, orta Avrupa ülkesi olarak Almanya savaşı kaybederek, ciddi bir
çöküş süreci içine giriyordu. Almanya tarımın ötesine giderek dünyanın önde
gelen sanayi ülkesi konumuna gelirken, Avrupa’nın ortalarına sıkışıp kalmak
istemiyor aksine diğer emperyalist Atlantik ülkeleri gibi dünya denizlerine
açılarak, en üst düzeyde sömürgecilik uygulamalarını İngiltere ve Fransa gibi
ülkelere karşı ilerletmek istiyordu. Osmanlı yönetimi zamanla Doğu Avrupa
topraklarını batılı ülkelerinin provakasyonları ile terk etmek zorunda kalınca,
Almanya bir doğu Avrupa ülkesi olarak İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerine
karşı, Balkan savaşları ile birlikte Çanakkale savaşında da Alman generaller ve
subaylar, Osmanlı ordusunun yönetimini üstlenerek merkezi alanda ki dünya
devletinin çöküşünü erteliyorlardı. Osmanlı devleti savaşta yenilince, İngiliz Fransız
ve İtalyan orduları Osmanlı topraklarını paylaşmak üzere, ülkenin her tarafına
girerek Türk yönetimi açısından geçerli olan hegemonya düzenine son
veriyorlardı. Almanya birinci savaş sonrasında çökertildiği için bir an önce
toparlanarak, dünyanın önde gelen sanayi gücü olarak öne çıkmak ve savaş
alanında kaybettiği güç potansiyeline, ekonomik gelişme projeleriyle
ulaşabilmek için yeni stratejiler geliştiriyordu. Avrupa tarihinde iki bin
yıllık bir süre içinde Hristiyanlık, bir tek tanrılı din olarak Vatikan
yapılanması üzerinden tüm Avrupa ülkelerini ele geçirirken, dünya ekonomisinin
çatısı konumundaki bu kıtada bir Yahudi devleti kurulmasına izin verilmiyordu.
Birinci dünya savaşını kazanan İngiliz başbakanı Churchil Edirne’li bir Yahudi
aileden gelmesine rağmen, Avrupa toprakları üzerinde bir Yahudi devletinin
kurulmasına karşı çıkıyor ve bu nedenle de İngiltere’de etkili olan Yahudi
lobisinin baskılarıyla savaş sonrası genel seçimleri kaybederek geri çekilmek
zorunda kalıyordu. Birinci dünya savaşı ile birlikte imparatorluklar
parçalanarak ulus devletlere giden yol açılırken, bir imparatorluk kadar geniş
topraklarda yaygın olan Alman topluluklarının
geleceği tartışma konusu oluyor ve bu aşamada büyük sanayisi ile Almanya
bir durgunluğa sürüklenirken, Avusturya gibi çok uluslu bir ülkedeki Yahudi
sermayesinin İngiltere, Fransa ve ABD tarafından desteklenerek, kısa zaman
içinde dünyanın en zengin ülkesi ve bu konumu ile de patronu haline
getirilmesine karşı, bütün Almanya ülkesi ve milletiyle birlikte, Alman
toplumunun ulusal refleksleri tepki gösteriyordu.
İkinci
dünya savaşının uyduruk kahramanı Adolf Hitler Siyonistler tarafından Nazizm
görevine hazırlanırken, bütün dünya ülkeleri yarım kalan savaşın bitmemesini hayretle
izliyordu. Bu aşamada Atlantik ülkelerinin Siyonistler tarafından yönetilmesi
yüzünden Almanya, Rusya ve Osmanlı gibi merkezi alan devletlerinin çökertilerek
Atlantikçi emperyalistlerin ve Siyonistlerin desteklediği batı Avrupa
ülkelerinin öne çıkarılması, merkezi alanda yeni bir dönemin önünü açıyordu. Bu
aşamada iki bin yıldır Avrupa kıtası
üzerinde kurulamayan Yahudi devletinin, Kutsal topraklar adı verilen orta dünya bölgesinde kurulması gündeme gelirken, bir büyük dünya savaşının
hemen sonrasında böylesine büyük bir yeni yapılanmanın, bölge ülkeleri açısından
katlanılamayacak ağır bir yük olarak görülebileceği ve bu yüzden ciddi
tepkilerle karşı karşıya gelineceği görülünce, bu tepkilerin bir araya
getirilmesiyle oluşabilecek yeni toplumsal ortam da Nazizm adı verilen yeni bir
ideolojinin Siyonizm adı verilen eski bir ideolojinin birikimleri üzerinden
geliştirilebileceği ve bu doğrultuda Alman toplumu ile devletinin birlikte
kullanılarak, ikinci dünya savaşı senaryolarıyla İsrail’e giden yolun
açılabileceğini düşünmeye başlayan bazı Siyonist merkezler, fazla zaman
yitirmeden sonunda İsrail’in kurulabileceği bir ortama kavuşturulacak olan orta
dünya bölgesindeki gelişmeleri, birbiri ardı sıra dünya gündeminin önüne getiriyorlardı.
Bu doğrultuda atılan adımlar Birinci dünya savaşı sürecini ikinci bir dünya
savaşına taşıyarak imparatorlukların egemen olduğu orta alanda, önce Türkiye
daha sonra da İsrail devletleri yeni ulus devletler olarak Avrupa dışı bir
bölge olan Orta Doğu’da dünya sahnesine çıkıyorlardı. Avrupa kıtasında başlayan
dünya savaşları sürecinin, birinci savaştan ikinci savaşa götürülmesi için yeni
bir senaryoya ihtiyaç duyuluyordu. Normal koşullarda olağan bir senaryo ile
karşılanamayacak bu gereksinmenin, akıl ve gerçek dışı unsurların da içinde
bulunacağı ve siyasal alandaki zorunlulukları bugünlere taşıyarak bir komplo yapısında
çözümler getirmesi gerekiyordu.
Ulus
devletler çağında Siyonistlerin ayakta kalabilmesi ancak bir Yahudi devletinin
Avrupa dışı topraklarda kurulabilmesi ile mümkün olabiliyordu. Tarihin ilk
dönemlerinden bu yana yaşanan dönemler birbiri ardı sıra izlendiğinde
Siyonistlerin her dönemde ön planda oldukları ve kendi çıkarları ya da planları
doğrultusunda hareket ederek, perde arkasından dünyadaki siyasal gelişmeleri
yönlendirdikleri görülüyordu. Ekonomi üzerinden dünyayı yöneten ticaret
burjuvazisi her dönemde olayları izleyerek, bunları kendi çıkarları çizgisinde
yönlendirmeye kalkıyorlardı .Böylesine bir genel tutumu izleyen ticaret
burjuvazisi, kapitalist sistem içindeki sermayeyi yönlendirme amacıyla birinci savaş sonrası aşamada, bu paylaşım
savaşının sonuca bağlanması ve ulus devletlerin kuruluşu sonrasında, İsrail’in
bir Yahudi devleti olarak kutsal topraklarda ortaya çıkması üzerine, İlluminati
isimli gizli örgütün üçüncü dünya savaşı
senaryosunun devreye girmesi bekleniyordu. Ne var ki, orta dünyada böylesine
bir Yahudi devletinin küçük bir devlet olarak kurulması sorunu çözemiyor ve bu
nedenle de buralarda bulunan küçük devletlerin teröre yönlendirilmesiyle,
sonunda İslam dünyasının tam ortasında bir Musevi devletinden dünyayı
kurtaracak bir üçüncü dünya savaşına gereksinme duyuluyordu. İşte bu hedef
çizgisinde önce ikinci ve daha sonra da üçüncü dünya savaşları çıkartılarak
merkezi alandaki dünya barışı bozulacaktı. Aslında Birinci dünya savaşı
sonrasında Almanya’nın yaşadığı ekonomik çöküntü yirminci yüzyılın ortalarında
ikinci dünya savaşı için elverişli bir ortam yaratmıştı. Bu konuda Hitler’in
“Kavgam“ isimli kitabı incelendiğinde Yahudi iş adamlarının üstün bir sınıf
oluşturduğu ve bu durum üzerinden batı
sömürgeciliğini doğu Avrupa ile Asya bölgelerine getirerek eşitsizlik koşulları
altında sermayenin patronluk düzeni kuruluyordu. Siyonistler dünya sermayesinin
sahibi olarak kendi kontrolleri altında bir yeni düzene yönelirken, ikinci
dünya savaşını yaratabilecek düzeyde komploları, kışkırtıcı bir üslup içinde
dünya basınına ve medyasına taşıyorlardı. İşte böyle bir ortamda, Adolf Hitler
gibi görevlendirilmiş bir deli Avusturya’dan getirtilerek Almanya için
devşiriliyordu. Almanya’da Hitler gibi bir Siyonist senaryoya uygun akılsız
birisi bulunamadığı için Viyana meyhanelerinde her gece kafa çeken bir üçüncü
sınıf ressam, geleceğin “Führeri” ya da önderi olarak bir eğitim döneminden
geçiriliyordu. Sahne sanatları konusunda yetiştirilen yeni önder bozuntusu, savaşın
hem öncüsü hem de yöneticisi oluyordu.
Dünya
tarihi incelendiği zaman bugünkü İsrail devletinin gerçek kurucusunun Thedor
Hertz, Golda Mayer, ya da Menahem Begin gibi siyaset adamları değil, ama Adolf
Hitler gibi sonradan olma bir sahte komutan ve Siyonistler tarafından gerçek
amaç olan İsrail’in kuruluşunun önderliği için özel olarak yetiştirilen
maceracı bir sokak serserisi olduğu görülmektedir. Hiçbir biçimde akıl sahibi
siyaset adamlarının ya da askeri komutanların veremeyeceği saçma sapan
kararları alarak, durduk yerde dünya savaşı çıkarma potansiyeline sahip olan bu
Avusturyalı göçmen kimliğindeki bir
serserinin maceraları yüzünden, dünyanın en kanlı savaşı çıkartılmış ve savaşın
sonuçları kullanılarak Siyonizmin ana hedefi olan İsrail devleti kurulmuş ve Yahudi
devletinin kurulması için iki büyük dünya savaşı komplolar aracılığı çıkartılmıştır
.Böylece iki cihan savaşı sonrasında Siyonizm kendi devletini kurma şansını
elde etmiştir. Ne var ki, devletin kurulması ile mesele bitmemiş asıl sorun
kuruluş sonrası dönemde kendini göstermiştir. Yeni devletin iki dünya savaşı
sonrasında kuruluşundan sonra, devletin yoluna devam etmesi yani devamlılığının
sağlanması gerekmektedir. Bunun için de üçüncü bir dünya savaşı çıkartılarak, küçük
devlete komşu olan bütün büyük devletlerin parçalanması isteniyordu. Bir
anlamda İngilizlerin Yirminci yüzyılın başlarında öne sürdüğü Sevr haritası ve
projesinin devamı olacak ve bu çizgide merkezi coğrafyayı parçalanmış bir çöküş
ortamına doğru sürükleyerek, merkezi alanda İsrail’den daha büyük bir devlet
bırakmayarak Sevr planı doğrultusunda İsrail’in güvenliği sağlanacaktır. Ayrıca
Kudüs kenti kutsal bir yerleşim merkezi olarak Büyük İsrail’in merkezi olarak
benimsenirken, İsrail devleti üzerinden Kudüs önce İsrail’in sonra Orta
Doğu’nun daha sonra da Büyük İsrail Federasyonu kurulduğu zaman da dünyanın
başkenti olacaktır. Siyonist planlar Museviler için bir hegemonya düzeni
öngörürlerken, geleceğin dünyası için hayal olan bir düzeni dile getirerek
olmayacak işleri öne çıkarmaktadırlar. İkinci dünya savaşına giden yolda
Siyonistler in yetiştirdiği bir kukla olan Hitler figürünü iyi anlamak ve
incelemek gerekmektedir. Kendisine verilen dersler ile aldığı eğitimin gereği
olan her türlü rolü iyi başaran Hitler, geleceğin dünyası için Siyonistlerin
bütün isteklerini yerine getirerek, Siyonist İsrail devletinin kurulmasını sağlamıştır.
Nazizmin
Siyonizm tarafından yaratıldığı yönündeki iddialar tarihsel konjonktür içinde
ele alındığı zaman, olayların birbirini doğrulamasıyla durum daha doğru bir
çizgide anlaşılabilmektedir. Alman milleti tarihin bir aşamasında çok dağınık
bir biçimde yaşayan Alman asıllı toplulukları daha sonraki aşamada bir Alman
ulus devleti kurulması olgusu öne çıkınca, bu gereksinme doğrultusunda Prusya
devletinden uzaklaşarak Almanya devletini Deutschland adı altında yeniden kurabilmiştir.
Yirminci yüzyılın başlarında iki dünya savaşı peş peşe gündeme gelirken, orta
Avrupa’da yaşayan Alman toplulukları Alman ordusunun büyük gücü altında
toplanarak, Rus tehlikesinden kurtulabilmek çizgisinde direnç hareketleri
geliştirmişlerdir. Alman devleti Alman topluluklarını toparlayabilmek
çizgisinde hareket ederken, Avrupa’nın orta ve doğu bölgelerinde büyük bir
devlet arayışlarının gündeme geldiği görülmektedir. Dünya savaşları sırasında
Hitler ve ailesine karşı olumsuz tutumlarını sürdüren Alman asıllı bazı kişiler,
son dönemlerde dünyayı yıllarca uğraştıran bu adamın hem anne hem de baba
tarafından Yahudi asıllı olduğunu ortaya koyan bazı belgeleri gündeme getirmişlerdir.
Gerçek kimliğini devletinden ve milletinden saklayan bu savaş oyuncusu, güç merkezlerinin
özellikle de Siyonistlerin etkisi altında hareket edebilmiş ve böylece içine
girdiği bütün oyun sahnelerinde kendisine düşen rollerini aksatmadan yerine
getirmiştir. Dünyayı yöneten imparatorlukların içinde her zaman var olarak
yaşamlarını ekonomik sektör içinde geliştirmeye çalışan Yahudiler, geleceğin
dünyası için yeni senaryo ve planları gündeme getirirlerken İngiltere ile
İsrail arasında kalmaktadırlar. İngiltere dünya devletinin kurucusu olarak
İsrail devletinin kurulmasına karşı çıkarken, bugün gelinen aşamada İsrail de
kendisinin merkezinde yer alacağı bir büyük İsrail devletinin kurulmasına çaba
gösterirken, İngiltere ile olan ilişkilerin yeniden düzenlendiğini ileri
sürmektedir. Avrupa Birliği çatısı altında yapılan her referandum oylamasından
İskoçlar için gündeme getirilen özerklik konusu yavaş yavaş Avrupa ülkelerinde
yaygınlık kazanırken var olan Avrupa ulus devletlerinin çok zor durumda
oldukları göze çarpmaktadır. Önümüzdeki aylarda İskoçya ile birlikte hareket
edecek bir İsrail desteği, İskoçya’yı bağımsızlaştırarak Britanya
imparatorluğunun yıkılmasına neden olabilir.
Geçen
yüzyılın başlarında ortaya çıkan milliyetçilik cereyanları idealist topluluklar
tarafından taklit edilerek bugüne doğru getirilirken, üçüncü dünya savaşı senaryolarının
yeniden öne çıkarılarak savunulmaya çalışıldığı bugünkü dünya konjonktüründe, savaş
tehditleri yeniden hızla yükselmeye başlamıştır. Siyonizm kutsal topraklarda
kendi devletini kurarken, Alman milliyetçiliğinin zaaflarından yararlanmasını
bilmiştir. İkinci dünya savaşına giden yolda, Alman milliyetçiliğinin konumunu
Rusya karşıtı bir çizgiye çekerek savaş çıkarmayı iyi bilen Siyonizm, bugün de
son yüz yıllık zaman dilimi içinde Türk milliyetçiliğinin zaaflarını benzer
biçimde Türk Birliğini oluşturma gibi bir ulusal misyona terk etmeden, kendi Siyonist
politikaları doğrultusunda bunlarla oyun oynamayı bir marifetmiş gibi
göstererek, olayları yeni bir savaş sürecine doğru sürüklemektedirler. Almanların zor durumuyla oynamasını bilen
Siyonizm, geçen yüzyılda Almanlar ile Rusları karşı karşıya getirirken, Almanya
ve Almanları zor bir dönemeçten geçmeye alet etmiştir. Bugün de aynı oyun bu
kez gene Armageddon savaşı senaryoları aracılığı ile, gene Rusya ve Türkiye
arasında cereyan edebilecek savaş senaryoları aracılığı ile gündeme
getirilmektedir. Geçen yüzyıldan kalma bir sorun olarak Türk dünyasının
bölünmüşlüğü ve dağınıklığı, bu yıl içinde alınan bir uluslararası toplantı
kararı aracılığı ile Türk Devletleri Teşkilatı kurularak, Çin, Rusya ve
Hindistan gibi Türklerin de büyük devlet yapılanmasına doğru yönlendirildiği bir
aşamada bir Rusya-İran ve Türkiye savaşı çıkarılmamalıdır. Geçen dönemde Siyonizmin oyunu Rusya ile
Almanya’yı savaştırarak ikinci dünya savaşına doğru dünyayı sürüklerken, aynı
Siyonizmin benzeri bir savaş senaryosunu gerçekleştirme çizgisinde, Türkiye’nin
Almanya’nın geçen yüzyılda yaptığı yanlışı yapmayarak, Alman devletini ve
toplumunu çökertecek bir güce sahip olan Rus ordusu ile Türkiye devleti ya da
ordusu yanlış bir hesaplaşma girişimine kalkışmamalı ve bu doğrultuda yeni bir
kanlı senaryo ile hesaplaşma içine girmemelidirler. Başta Atatürk olmak üzere filler
ile yatağa girilmeyeceğini iyi bilen Türk devletinin kurucuları, Türkiye’nin
yoluna devam edebilmesi için Rusya ve İran gibi büyük devletlerle savaşmayı düşünmemelidirler.
İkinci
dünya savaşı öncesinde “Kavgam” isimli kitabın yazarı olarak Adolf Hitler’in
Avusturya yaşamı, işsizlik ve açlık dönemi ile dolu geçen sefalet yılları
Hitler’in sosyalizme yönelmesinin temelini oluşturmuştur. Avusturya yıllarında
bir Yahudi ve zenginlik düşmanı olarak yetişen Hitler’in daha sonraki aşamada
Almanya’ya gelerek Nasyonel Sosyalist partinin başına geçirilmesi ve yeni
ülkesinde geleceğin önderi sıfatını
kazanması, belirli bir program içinde hazırlanarak Siyonist merkezler
tarafından yoğun eğitim programları ile Hitler’e aktarılıyordu. Sosyalist
Hitler Alman milliyetçiliğinin başına geçince, Yahudi düşmanlığı gündeme
getirilerek Nasyonel bir sosyalizm projesi öne çıkarılıyordu Hitler’in
Avusturya yıllarında biçimlenen milliyetçi ve Faşist karakteri daha sonraki
aşamada Avusturya Yahudilerine düşmanlık çizgisinde belirginlik kazanmıştır.
Hitler’de Avusturya deneylerinin sonucu olan olarak gelişen saldırgan bir
kişiliğin belirginlik kazanması, Nazi ordularının Avusturya üzerinden bütün doğu
Avrupa ülkelerine saldırarak, Siyonizmin istediği merkezi coğrafya savaşı
çizgisinde bir ikinci cihan savaşının
dünyanın ortasında meydana çıkmasına giden yolu açmıştır Siyonizm Hitler’in önderliğinde bir Nazizim
hareketini Alman orduları üzerinden dünya
kamuoyunun önüne çıkarırken, önce Atlantik ülkelerine karşı bir savaş senaryosu
pompalanmıştır. Tarih boyunca birbirlerine karşı hiç düşman olmayan Almanlar
ile Rusların son aşamada karşı karşıya gelmesi, Nazi ordularının Yahudi olmakla
suçladığı bütün Doğu Avrupa ülkelerinin, tarihin tozlu sayfaları arasında
kaybolmuş “12 Kabile “ suçlaması ile birlikte, topluca Yahudilik suçlamalarını
ve bu doğrultuda Siyonizmin tırmandırılmasını hızlandırmıştır. Hitler’in
Avusturya incelemeleri Siyonizm olgularını ve suçlamalarını son derece
hızlandırırken, bu yönden çıkartılan karışıklık ortamının sağladığı çamur atma
senaryolarının günümüzde Rus düşmanlığını körükleyerek savaş ortamını gündeme
getirildiğini göstermektedir. Hazar imparatorluğu uzantısı olan çeşitli göç
dalgalarının Asya topraklarından Avrupa topraklarına doğru yönelişi gündeme
getirilirken, her doğu Avrupalı insanın geçmişi açısından hesap vermesini ve
kişilik sorgulamasını Siyonizmin iktidarı açısından zorunluluk kazanıyordu. Her
Doğu Avrupalının Siyonistlikle suçlanması aslında Siyonizmin İsrail idealine
hizmet ediyordu.
Hitler
Viyana merkezli bir Siyonizmi Avusturya yıllarında yaşadıktan sonra tüm Doğu
Avrupalı topluluklara düşman olunca, Nazi orduları önce Polonya ve daha sonra
da diğer doğu Avrupa topraklarına girerek batı bölgesinin içinden çıkan bir
hegemon güç olarak tüm doğu bölgesini işgale kalkışıyordu. Bu yüzden Napolyon
gibi bir Moskova senaryosunu sonu hüsranla biten bir macerayı yaşamamak üzere, eski
Hazar imparatorluğunun merkezi olan Hazar bölgesini hedef olarak seçerek, Kırım
üzerinden Hazar’a ulaşacak bir köprü kurmanın arayışı içine giriyordu. Bu
nedenle doğu Avrupa ülkelerini çiğneyerek doğuya açılıyordu. Ne var ki, aynı
Hitler “doğuya doğru” savaş senaryosu içinde Balkan ülkelerini ele geçirerek
daha sonraki aşamada da Hazar bölgesine sıçrama yapmayı denemek istiyordu. Ne
var ki, o aşamada Hitler’in Hazar yolu üzerinde bir köprü olarak duran
Türkiye’yi pas geçtiği ve Türk ülkesine dokunmayarak, savaşın Türkiye üzerinden
Orta Doğu bölgesine sıçramasının önlenemeyeceğini de Hitler iyi biliyordu. İki
bin yıllık süre içinde Avrupa topraklarında kurulamayan İsrail’in Orta Doğu
bölgesinde kurulabilmesi için, Avrupa kıtasındaki savaşın Orta Doğu bölgesine
gelmemesi gerekiyordu. Hitler bunu iyi bildiği için Yunanistan işgali
sonrasında Türkiye’ye girmeyerek savaşı Avrupa kıtasından Hazar bölgesine
taşımış ve böylece Orta Doğu bölgesinde İsrail’in devlet olarak örgütlenebilmesi
için elverişli bir barış ortamını, Orta Doğu bölgesine yönelik olarak korumaya
çaba gösterdiği o dönemin koşullarındaki Nazi politikaları içinde açıkça belli
oluyordu. Bu durumda yeni İsrail’in üçüncü kez eski İsrail toprakları üzerinde
kuruluşu yolunda, Siyonistlerle Naziler arasında bir iş birliği, dayanışma ve
ortaklık aşamasına gidildiği söylenebilmektedir.
Dünya tarihinin gözler önüne serdiği gibi iki bin yıl önce Orta Doğu topraklarında kurulmuş olan İsrail devletinin üçüncü kez kutsal topraklarda kurulabilmesi için geliştirilen Siyonizm akımının temsilcileri, Nazilerle iş birliğine giderek ve karşılıklı ilişkiler geliştirerek anti ulus devlet politikalarını nasyonalizm görünümünde uygulayarak, gerçek amaçlarına ulaşabilmişlerdir. Hitler gibi nasyonalist bir önderin yetiştirilmesi Siyonizmi başarılı kılarken, daha sonraki aşamalarda dünyayı sürekli savaş, terör ve kargaşa gibi olumsuzluklarla karşı karşıya getirmiştir. Bugün gelinen son aşamada var olan sorunlar çerçevesinde, ikinci dünya savaşı öncesindeki Almanya’daki milliyetçilik olarak, Nasyonel Sosyalizm akımının iyi incelenmesi gerekmektedir. Halk kitlelerinin gereksinmeleri için geliştirilen bu siyasal hareketin nasıl bir anda Faşizme dönüştüğünün iyi incelenmesi ve bu çizgide provakasyonların önlenmesi, dünya barışı için bugün bilinmesi gereken önemli konular olarak ele alınmasında yarar vardır. Yüz yıl önceki koşullarda Almanya’nın milliyetçiliğe gibi yönelmesi bir durum, bugünün koşullarında Türkiye açısından önem kazanmaktadır. Alman devleti orta ve doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan tüm Alman asıllı toplulukları bir büyük Alman devleti kurarak, tıpkı Rusya ve Çin’de olduğu gibi büyük bir şemsiye ya da çatı altında toplamayı hedeflerken, aşırı milliyetçilik nedeniyle Avrupa kıtasında ikinci cihan savaşının yolunu açmışlardır. Yüz yıl sonra ise bugün dün Sovyetler Birliği çatısı altında yaşayan bütün Türk ülkeleri ve topluluklarının bir araya gelerek, Çin ve Hindistan’da olduğu gibi bir büyük Türk devleti arayışı, günümüzde hedefe doğru tırmandırılmaktadır. Almanlar aşırı milliyetçilikle savaşa ve bölünmeye doğru sürüklenirken, yüz yıl sonra benzeri bir olumsuz siyasal süreçte, Türkiye’yi giderek içine alacak üçüncü dünya savaşı benzeri bir kıyamet senaryosu yaratılarak, tıpkı Almanya gibi savaş koşullarında Türk devleti dağılma tehlikesi ile karşı karşıya getirilebilir. Türk Devletleri Teşkilatının kurulması ile birlikte, Türk milliyetçiliği bütün Türk dünyasını Rusya ve Çin gibi büyük bir bölgesel Türk devletinin çatısı altında toplanması için harekete geçilmesiyle, Türklerin yeniden birleşmeleri sağlanarak ve diğer ülkelerdeki Türk topluluklarının Türk devletlerinin birliği içinde bir araya gelmeleri, yeni dünya düzeni içinde bütünleşmiş bir Türk dünyası ile yer alınması, dünya dengelerinin yeniden tesisi için zorunlu görünmektedir. Dün Hitler yüzünden Almanya’nın yaptığı hatayı bugün Türkiye tekrarlayamaz. Türkçülük ve milliyetçilik çizgisinde yapılacak çalışmaların tamamen tersi bir çizgide, Rusya ve İran ile Türkiye’nin savaşması artık düşünülemez. Bugün Irak ve Suriye üzerinden geliştirilen savaş stratejilerinin bundan sonra İran ve Rusya’ya karşı dayatılmasına, Türkiye hiçbir biçimde aracı ya da alet olamaz.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder