3 Nisan 2025 Perşembe

ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI (ATÜT) - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI (ATÜT)

         27 Mayıs dönemi sonrasında Türkiye soğuk savaş döneminin baskıları altında yoğun bir tartışmalar sürecine doğru sürüklenirken, Sovyetler Birliği sonrasında batı dünyasının önde gelen teorik siyaset konuları ile aynı zamanda tanışmak durumunda kalmıştır. Avrupa Birliğinin içine almadığı Türkiye kendi geleceğini araştırmak zorunda kalmıştır. Üç büyük kıta arasında yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa ve Asya kıtaları arasında gidip gelirken, iyice Avrupa’dan uzaklaşmış ve yeni bir aşamaya geldiği noktada ise, günümüzde giderek Afrika kıtası ile ulaşım yolları aracılığı ile geleceğe dönük bir bütünleşme içine girmiştir. Gelinen bugünkü noktada 55 Afrika ülkesinin başkentlerinden her sabah kalkan uçaklar, üç saatlik bir uçuştan sonra İstanbul ya da Ankara hava alanlarına inebilmekte, Türkiye bu durumda Afrika’nın uçuş köprüsü olmaktadır. Türk hava limanlarına öncelikle inen Afrika uçakları İstanbul ya da Ankara hava alanlarına indikten sonra, Avrupa, Asya, Amerika ve Avustralya kıtalarındaki bütün hava alanlarına gitmektedirler. Böylesine bir yeniden yapılanma içerisine giren Türk hava alanları, yeni dönemde küresel dünya düzeni içinde sadece batı ülkelerine dönük bir yapılanmadan çıkıp, dünyanın önde gelen bütün hava alanlarına dönük yepyeni bir küresel düzene doğru yönlendirilmektedir. Önceleri Afrika ülkelerine sadece sömürgeci ülkelerin uçakları inerken, bugün eski bir imparatorluğun merkez ülkesi olan Türkiye öncelikli yeni bir hava ulaşım rotasına yönelmeleri, soğuk savaş sonrasında bütüncül anlamda getirilmiş olan yeni dünya düzeninin yeni bir parçası olarak dünya halklarına sunulmaktadır. Daha önceki zamanlarda kıtalar ve karalar üzerinden çizilen hava yollarının yerine farklı bir stratejik yaklaşım çizgisinde dünyanın merkez ülkesi olarak kabul edilen, Türkiye merkezli Afrika ülkelerinin hepsine, yeni hava yolu ulaşımları örgütlenerek ülkeler arasındaki ulaşım yolları hem artırılmış hem de hızlandırılmış rotalara doğru yönlendirilmiştir. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti sahip olduğu jeopolitik yapının getirdiği bir jeopolitik üstünlüğü son zamanlarda kazanmıştır.

Daha önceki yıllarda Kıbrıs adasında yayınlanan Avrupa isimli Türk gazetesi Avrupa ve Amerika arasında önce bir tartışma sonra da bir çatışma sorununa dönüşürken, bu gazete kapatılarak Avrupa yerine Afrika adı ile yeni bir gazetenin gündeme getirilmesi, uluslararası alanda büyük bir dönüşümün öne çıktığını açıkça ortaya koymaktadır. Kıbrıs adasının güneyi Avrupa Birliği üzerinden Avrupa kıtası ile bütünleşmeyi tercih ederken, adanın Türk bölümü olan kuzey kısmında ise yayınlanan en büyük gazete olan Avrupa gazetesi kapatılırken yerine çıkan yeni gazetenin adının Afrika gazetesi olarak belirlenmesi, dünya kıtaları arasındaki jeopolitik dengelerin hızla değiştiğini açıkça göstermektedir. Güney Kıbrıs ABD, Rusya ve Fransa gibi Kıbrıs sorununda taraf olmayan büyük ülkelerin askeri üslerine  güvenlik görünümünde açılırken, İsrail üzerinden adanın kuzeyindeki Türk bölgesi olarak KKTC’nin de giderek artan bir biçimde, lüks oteller üzerinden Türkiye’nin zenginlerine kumarhane turizmi ile ve de otuz tane özel yüksek öğretim üniversitesi kurularak da devlet üniversitelerine  giremeyen öğrencilerin eğitim ticaretine doğru yönlendirilmesiyle, para karşılığında Türk yönetimi altında varlığını sürdüren kuzey Kıbrıs da diploma ticaretinin başlatılmasına açıkça dolaylı yollardan destekler sağlanmıştır. Daha da ileri gidilerek hastalık gerekçesi ile yaratılan elektronik eğitim ve üniversite oluşturulmasının da önü açılmıştır. Türkiye’de üniversite kazanamayanlar hiç Kıbrıs’a gitmeden elektronik başvuru sistemi ile başlayıp gene elektronik eğitim düzenini uzaktan kumandalı takip ederek dört yıllık bir yüksek öğretim programını, hiç üniversiteye gitmeden ya da fakültelerin eğitim programlarına katılmadan, Türkiye’de işe girişin ana ilkesi olan dört yıllık eğitim programlarını tamamladıkları görülmektedir. Siyaset ya da bürokrasi de dört yıllık eğitim koşulu ve dört yıllık diploma koşulları bugünün Türkiye’sinde Kıbrıs üzerinden sağlanmakta ve de batı kapitalizmi tarafından yönlendirilmektedir.

Güney Kıbrıs Hristiyan kimliği ile Avrupa Birliği’ne girerken, Kuzey Kıbrıs Türk ve Müslüman kimliği ile Birleşik Kıbrıs’a girememiştir. Avrupa Hıristiyan bütünleşmesi ile bir araya gelirken, Asya’da böylesine bir kıtasal birlik öne çıkamamış ve adanın Türk tarafı batı emperyalizminin merkezleri tarafından yönlendirilmiştir. Şimdiye kadar Avrupa ve Asya arasında çekişme yaşanılırken, tüm dünya ülkeleri gibi Türkiye ile birlikte Kıbrıs da Asya kıtasına doğru bir dönüşüm ile karşı karşıya kalmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliğinin dışında bırakılması aşamasında şimdiye kadar cumhuriyet rejiminin bilim ve kültürü üzerinden çağdaşlaşma mücadeleleri yaparak bugünlere kadar gelen Atatürk cumhuriyeti, Türkiye’nin Avrupa dışı kaldığı aşamada yeniden Asya olgusu ve birikimleri ile bir araya gelerek, Türk toplumunu ve devletini etkileyerek yönlendirmek için çalışmıştır. Türkiye küreselleşme aşamasında bilim ve kültürün merkezi olan Avrupa’dan koparken, giderek bu kıtanın karşısında yer alan dünyanın en büyük kıtası ve ana karası olarak haritalar üzerinde yer alan Asya kıtasına doğru dönerken, dünya tarihi ve coğrafyasında yer alan Asya kıtasına doğru yeniden yöneltilmektedir. Ama bu aşamada yeniden Asya sloganları giderek yükselirken, bilim, kültür ve sanat alanlarında en ileri düzeylere kadar yükselmiş Avrupa kıtasının teorik, bilimsel ve kültürel zenginlik ve birikimlerinden de uzaklaşarak, Asya kıtasının çok yönlü ve ezoterik kaynaklarının etkileri arasında kalmıştır. Türkiye böylesine bir dönemeç aşamasında Avrupa değerleri ile kopmamaya çabalarken, aynı zamanda içinden çıktığı ve köken olarak da Asyalı değerlere ve bilimsel kaynaklara doğru yeni gelişmeler ile karşı karşıya kalmıştır. İşte tam aşamada Türklerin tüm Asyalı değerler gibi tüm bilimlerin inceleme alanlarına girerek ve bu alanlardaki son gelişmelere ve bunların geçmişteki Asya değerlerinin bugünkü gelişmeleri ile birikimlerinin hangi aşamalarda olduklarını inceleme aşamasındadır.

Asya ve Avrupa kıtaları arasındaki mücadele geçmişte yaşanan tarihsel olayların ve de bunların cereyan ettiği coğrafyaların bir arada incelenmesiyle, insanlık tarihindeki kıtasal dönemler ve de dönüşümler bugünlere doğru bir hareketlenme yaratmaktadır. Bu aşamada Avrupa’dan Asya kıtasına doğru bir geçiş yapılırken batı uygarlığının egemen düzeni ön planda olduğu için, Avrupa bilimi ve kültürü tekrar yeniden ele alınarak, Asya kıtası ve ülkelerinin gelmiş oldukları aşamalar açısından incelenmektedir. Yüzyıllarca Avrupa merkezli bir batı uygarlığı ile uğraşan insanlık, yeniden Asya kıtasına doğru bir dönüşüm gerçekleştirilirken hem Avrupa hem Amerika hem de Asya uygarlıklarını eşit ölçülerde ele alarak incelemelerini tamamlamak zorundadır. Böylesine bir dönüşüm aşamasında ise bilimin her dalında Avrupa öncesi Asya dönemleri ele alınırken, her iki kıtasal alanın bilgi birikimlerinin birlikte incelenmeleri gerekmektedir. Bugün toplumsal düzen, devlet modeli ve siyasal rejimler açısından bütün Asya devletlerinin karşı karşıya geldiği aşamalarda, ülkesel üretimin biçimi ve farklı yapılar ile modellerin birlikte ele alınarak incelenmesi önem kazanmaktadır. Ülkelerin özel yapıları ile, bölgelerin kendine has yapılanmaları kıtasal alanlarda kıtaların adı ile anılan sistemler ve yaşam biçimlerinin ait oldukları bölgeler üzerinden isimlendirilmeleri Amerikan modeli, Avrupa sistemi ya da Asya tipi gibi adlandırmalar aracılığı ile bilimsel tasniflerde yer aldıkları ya da küresel değerlendirmelerde inceleme konuları olarak yapılan çalışmalarda yer verildikleri görülmektedir. Bu makalenin başlığında yer alan (ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI -ATÜT) kısaltmasıyla dünya çapındaki tasnifler ve sıralama cetvellerinde bu gibi konular genel anlamda değerlendirmelere girmektedir.

AVRUPA orta çağlarda belirli bir yapılanmaya doğru dönüşürken, Avrupa tipi üretim esas alınmıştır. Bu çizgiye doğru eğilimlerin sonraki aşamalarda ele alınarak tasniflere devam edilmesi ATÜT adı verilen Asya tipi bir üretim biçimini de gündeme getirmiştir. Avrupa ülkelerinde Hristiyanlık dininin yayılması sonucunda bütün yerleşim birimlerine papazlar ve diğer halk kitleleri yerleşerek, Orta çağın devlet modeli olarak din esaslı şehir devletini gündeme getirmişlerdir. Orta çağ şehir devletleri şehrin en zengin kişisinin prens ya da derebeyi olduğu ve kentin papazının karar ve değerlerine bağlı tutulan derebeylik düzeni ortamında toplum ve devlet işlerinin yürütülüyordu. Papazın onayına dayanan derebeylik düzeni Orta çağ Avrupa’sında dönemin devlet modeli yapılanmasını ortaya çıkarıyor ve Avrupa nehirlerinin başını tutan zengin asilzadenin koruyuculuğunda ya da para vererek küçük bir orduyu kent polisi olarak kurduğunda derebeylik düzeni kendiliğinden oluşuyordu. Bu yüzden Avrupa tipi üretim tarzı olarak derebeylik düzeni kabul ediliyordu. Orta çağdan modern çağlara geçerken yeni ve modern üretim biçimleri ve metotları bulunuyordu. Modernleşme ile birlikte dereboyu üretim de gelişerek modernleşiyor ve böylece belirli toprak parçalarına yerleşen derebeyi devletleşmesi süreci, zamanla daha da güçlenerek Orta çağ şehir devletine giden yolun önü açılıyordu. Derebeylerinin yönetiminde şehir devletleri zamanla modernleşerek, sonraki dönemin şehir devletlerinin temelleri atılıyordu. Halk kitleleri artan nüfuslar ile köy topluluklarına dönüşüyordu. Tarımsal üretim ile birlikte, suya dayanan ve su sistemini geliştiren yapılanmalar birbirini izleyerek şehir devletlerinin halklarını oluşturuyorlardı. Avrupa tipi devletleşme ya da tarımsal alanda Avrupa tipi üretim tarzı derebeylerinin elinde gelişerek, Avrupa modelinin öne çıkması sağlanıyordu. Avrupa tipi derebeylik üretim tarzı, Asya kıtasından uzak kaldığı için Asya kıtasına giren endüstri ile motorlaşma eğilimi doğrultusunda Asya ülkelerindeki halk kitlelerini büyük şehirlerin çevrelerinde topluyordu. Ne var ki, çok dağınık olan köylüler ve tarım üretimi yapan kırsal insan toplulukları, gene dere ya da nehirlerin başını tutan derebeylerinin zamanla kendi krallıklarını ilan etmesine giden bir gelişim sürecini, su başlarını tutan zenginlerin ya da kendi askeri birliğini kurmuş olan güçlü şehir krallarının yönetimlerine, doğru bir oluşum süreci daha sonraki aşamada gündeme geliyordu. Sulama derelerde yapılınca tarımsal üretim başlatılıyor ve suyun geniş alanlara yayılmasıyla da tarımsal üretim derebeyliğinin yönetiminde ülkeler ve devletler boyunca kıtasal alanlara yayılıyordu. Avrupa derebeyleri Avrupa tipi üretimi dere boylarında örgütleyerek getiriyordu. Avrupa tipi üretim kıtanın sömürgeleriyle dünyaya yayılıyordu. Avrupa tipi üretim derebeyleri aracılığı ile dünyaya yayılırken, Asya kıtasında da ATÜT denilen üretime geçiliyordu.

ASYA TİPİ ÜRETİM TARZI Avrupa’daki gelişmelerden sonra Asya kıtasında gündeme gelirken, Avrupa tipi derebeylik sistemi Asya kıtasında görülmüyordu. Bir kırsal alanda dere ya da ırmak varsa burada derebeyi ortaya çıkabiliyordu. Avrupa küçük bir kıta olduğu için hemen hemen her bölgede dere, nehir ya da ırmak gibi akarsuların çıkış noktaları vardı. İki bin yıllık Avrupa medeniyetini başlatan güç bu akarsuların çıkış noktalarını ele geçirerek, var olan suyu kontrol altına almak ile yeni bir toplumsal düzene geçilebiliyordu. Avrupalılar derebeylik düzeni ile modern çağa doğru yönelirken, Asya gibi büyük bir kıtanın çok geniş alanlara yayılmış olan kırsal kesim ya da köylü toplumları, yeni toparlamaya çalıştıkları kırsal alan toplulukları ile birlikte geleceğin halk ya da ulus devletleri arayışlarına başlıyorlardı. KARL MARKS’ın öncülüğündeki sol ve sosyalist kadrolar Avrupa tipi devletlerin derebeylikten ulus devletlere doğru dönüşümlerini incelemeye çalışmışlar ve konu Asya devletlerine geldiğinde ise yeni bir karşılaştırmaya yönelerek tasnifler yaparlarken, Asya devletleri olarak değil ama Asya Tipi Üretim Tarzı olarak isimlendirme yapmışlardır. MARKS Kapitalizm öncesi konuları incelerken, Avrupa feodalitesini de ele almış ve daha sonra da kapitalist sisteme geçilirken, ASYA devletleri ve ekonomik ya da sosyal düzenleri ile ilgili karşılaştırmalar yaparak bilimsel tasnifler üzerinden sonuca varmaya çaba göstermiştir. Asya tipi üretim tarzı Siyasal toplum ve ekonomi üzerinde dururken, ATÜT ile Avrupa modelini uzun uzun araştıran Karl Marks yapmış olduğu karşılaştırmalarda Avrupa tipi bir devletin Asya kıtasında olamayacağını, ATÜT sayesinde bu günkü devlet modellerinin Asya kıtasında zaman içerisinde geliştiğini anlatmaya çalışmıştır. Marks eserlerinde doğu bölgesinin despotizmi yüzünden toprak alanında özel mülkiyetin bulunmadığını, bu durumda devletin dışında ekonomik ya da siyasal örgütlenmelerin zayıf kaldığını Karl Marks öne sürmüştür. Özel mülkiyetin olmadığı Asya ülkelerinde özel üretimin olmadığını, Asya halklarının her zaman devletçi üretimler aracılığı ile karşılanabildiğini gündeme getirdiler. Asya toplumlarındaki ekonomik durgunluğun sebebini devlet sektörünün hatası olarak açıklamışlardır. Halk kitlelerinin devlet kurumları aracılığı ile üretime gitmesinde devletin baskıcı bir biçimde yöneltilmesi ilk çağlardan gelen ilkel-köleci topluma yönelmek olduğunu öne süren Marksizm, Sovyet İhtilalini yarı Asya tipi üretim tarzı olarak ilan etmiştir. Sovyet Rusya’da devrimin başarılı olmasından sonra Çin’de öne çıkan sosyalist ihtilal başarısız kalmış ve böylece geleneksel Asya ülkelerinden sonra, Sovyet Rusya ve Komünist Çin gibi büyük nüfuslu sosyalist ülkeler ya da devletler geniş halk kitlelerini gereksinmelerini karşılayacak kitlesel üretime geçiş aşamasını gündeme getirememektedirler. Orta çağ döneminin feodal derebeylik düzenlerini yenileyemeyen Asya devletleri, bir anlamda feodal üretimin uzantısı olarak geri kalmış derebeylik rejimlerinin azgelişmiş devlet modelleri çatıları altında yeniden yeşermelerine yol açmıştır. Asya tipi üretim tarzı Orta çağ döneminden gelen ilkel-köleci insan modelini yeniden gündeme getirmiştir. Üretimde  bulunamayan ve para kazanmayan ilkel-köleci toplumlar daha sonraki dönemlerde sosyalist rejimlerin toplumsal tabanını oluşturdular. 1917 yılında gerçekleşen Rusya’daki Sovyet İhtilali Asya ülkelerinde büyük yankılar yaratarak dünyanın en büyük kıtasını Avrupa tipi bir üretim düzeni ile karşı karşıya getirmiştir. Avrupa’nın uluslaşma sürecini tamamlamış olan modern ulus devletleri Avrupa tipi bir sermaye ve üretim düzenini Asya kıtasına doğru öne geçirerek, dünya dengelerinin yeniden kurulabilmesi için yirminci yüzyılda insanlık adına Sovyet ihtilali ile yön göstermek ve gelecekte emsal oluşturarak boşlukların düzeltilmesi gerekiyordu.

ATÜT- Asya tipi üretim düzeninin Sovyetler Birliğinin kuruluşu ile ortaya çıkan sosyalist ekonomi ve sermaye düzeni çerçevesinde gerçekleştirilmesiyle, Asya kıtası ilkel-komünal toplum yapısından, çağdaş bir sosyal ve eşitlikçi yaşam düzeni arayışı hedef alınmıştır. Avrupa ve Amerika işbirliği ile uygulama alanına getirilen profesyonel kapitalist düzen batı dünyası dışında geçerlilik kazanamadığı için, yirminci yüzyılın başlarında Sovyet devrimi gerçekleştirilmiştir. Avrupa Tipi sermaye ve üretim düzeni çağdaş zenginliği yaratırken, dünyanın geri kalan doğu bölgesinde ATÜT-Asya tipi bir üretim düzeni ile bozulan dünya dengeleri yeniden kurularak, dünyanın doğu kısmında geri kalmışlıktan hızla uzaklaşarak, dünya çapında yeni bir sosyalist sistem kurularak sonuç alınmak istenmiştir. Bu aşamada bütün dünya kapitalist düzeni geliştirilerek daha güçlü bir ekonomi ve sermaye düzeni üzerinden çağdaşlaşmanın bütün dünya ülkelerinde gerçekleştirilebilmesi istendiği için, Karl Marks ve onun izinden giden sosyalistler batı tipi bir üretim modeline öncelik vererek, geleceğin dünyasında kalıcı bir ekonomik sistem için önemli adımlar atılmış ama büyük ve zengin ülkelerin harekete geçmesi ve sahip oldukları zenginlikleri paylaşmamaları üzerine, böylesine bir adil ve dengeleyici hedef kısa sürmüştür. Orta çağ sonrasında devreye girmiş olan ekonomik sömürgecilik bütün dünyaya yayıldıkça, ekonomik alandaki sömürgecilik ve faşizm sosyalist sistemi tasfiye ederken, dünya halkları kendilerini kurtaracak bir antiemperyalist direniş ve karşı koyuş yöntemlerine dayanan güçlü bir direniş cephesi yaratılamamıştır.

              ATÜT- Asya tipi bir üretim düzeni yirmi birinci yüzyıla doğru arayışlarına devam ederken, gene eskisi gibi sol ve sosyalist arayışların içinde yer alan anti-emperyalist arayışların içinde Asya tipi üretim konularına önem veren ekonomik ve siyasal tutum ve davranışların, yeniden öne çıkabildikleri görülmektedir. Avrupa kıtası içinde gelişen modern kapitalizme paralel anlamda dünya sosyalizmi de geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkarak yön gösterici olmuştur. Geçen yüzyılda tartışmalar üretim tarzı, ekonomik ve sosyal düzenler üzerinden tartışılırken, aradan geçen yüz yıllık bir zaman dilimi içinde insan toplumlarını sınıflar üzerinden yeniden ele alarak buna uygun düşecek bir yeni tasnife gereksinme olduğu, görülmek istenmeyen gerçekler tek tek ortaya çıktıkça o zamana kadar öne alınmayan siyasal faktörler daha da öne geçerek adalet-barış ve eşitlik esaslarına dayanacak yeni bir dünya düzeni arayışları, insanlık idealleri doğrultusunda tartışılmaya başlanmıştır. Sadece üretim sistemleri ile sistem reformlarının yapılamayacağı görüldükçe, toplum içindeki sınıfların ve sınıfsal tepki ile geliştirilecek karşı duruş hareketlerinin yeni sistemsel arayışlar için önemli olduğu tartışmalar ve araştırmalar sırasında anlaşılmaya başlanmıştır. Dünya devletini kuran Birleşik Krallık, dünyanın halen en büyük devleti olan Birleşik Devletler Federasyonu ile geleceğin dünya imparatorluğunu kurmaya çalışan Siyonist Birleşik Devletini birlikte ele aldığınız zaman, yeryüzünde var olan iki yüz den fazla ulus devletin hiçbir anlamı kalmadığı ve bu nedenle yeryüzünde var olan bütün yapıların ve toplumların acilen yeniden daha adil, barışçı ve eşitlikçi yapılanmalara doğru düzenlenmeleri gerekmektedir. ATÜT tartışmaları zamanımızda, artık var olan gerçeklikleri dikkate alacak yeni bir yaklaşımın simgesi olarak Birleşmiş Milletlerin çatısı altında yeniden örgütlenmelidir. Ayrıca bu konuları uluslararası alanda dile getirecek küresel yeni politikaların ATÜT ve diğer üretim yolları aracılığı ile devreye sokularak her açıdan geçerli ve etkin politikaların uygulama alanına getirilmeleri zorunlu bulunmaktadır.  

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

24 Mart 2025 Pazartesi

ÇANAKKALE ZAFERİ’NİN BUGÜNKÜ ÖNEMİ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

ÇANAKKALE ZAFERİ’NİN BUGÜNKÜ

 ÖNEMİ

       Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önde gelen tarihsel olaylarından birisi de Çanakkale Savaşı’dır.1915 ve 1916 yılları arasında yaşanmış olan bu savaş yeni bir dünya düzeni kurulurken, Birinci dünya savaşı sonrasında devletlerin sınırları çizilirken ve yeni bir dünya düzeni oluşturulurken konjonktürel bir olgu biçiminde gündeme gelerek, Avrupa ve Asya kıtaları arasında kıtasal sınırların belirlenmesinde en önde gelen etkenlerden birisi olmuştur. Asıl olarak ele alındığında Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya savaşının sonrasında bugünkü yeni devletler düzeninin belirlenmesinde etkili bir role sahip olmuştur. Savaşın adı Çanakkale kentinin adı ile belirlenmesine rağmen, savaş içinde gelişmiş olan cepheler daha çok Gelibolu yarımadası üzerinde açılmış ve savaşın en önde gelen gelişmeleri Gelibolu ilçesinin sınırları içerisinde cereyan etmiştir. Bu savaşı ele alan bir sinema filminin adı da Çanakkale olarak değil ama Gallipoli biçiminde tespit edilerek, bazı kitaplarda öne sürülen Çanakkale isminin aksine Gelibolu olarak dünya kamuoyuna yansıtılmıştır. Bir ilçenin sınırları içinde cereyan eden Çanakkale savaşının aradan yüz yıla yakın bir süre geçmesine rağmen günümüzde önemini korumasının  görünen nedeni olarak da savaşın galibi olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin her sene Mart ayının ortalarında savaşın yıldönümünü Türk kamuoyuna hatırlatarak, geleceğe dönük bir çizgide, nasıl kurulduğunu ve bu devlet modeli olarak  Türk ulus devletinin dünyanın merkezi coğrafyasının tam ortalarında ne gibi gelişmeler ile karşı karşıya geldiğini her yıl yeniden gündeme taşıyarak, Çanakkale savaşından gelen Türk ulusunun siyasal bilincinin daha etkili bir biçimde cumhuriyetin genç nesillerine nasıl aşılanmaya çalışıldığını göstermektedir.

            Çanakkale savaşının galibi olarak tarih sahnesine çıkmış olan Türk devleti, bu savaşın saldırgan tarafı değil ama bunun tam aksi bir çizgide dünyanın en büyük emperyalist devletlerinin merkezi coğrafyayı ele geçirmek üzere yapmış olduğu bir saldırının, Gelibolu yarımadası üzerine yansıtılmasıyla Türk ordusu da bu savaşın karşı tarafı olarak savunma savaşına kalkışmıştır. Osmanlı devletinin merkezi konumundaki İstanbul kenti üzerine hedeflenen Çanakkale savaşı, Avrupa kıtası ile İstanbul şehri arasındaki merkezi bölge üzerindeki gelişmeler doğrultusunda cereyan etmiştir. Alman ve Rus ordularının da batı emperyalizmine karşı Osmanlı devletine yakın durduğu bu savaş sırasında, başta ABD olmak üzere diğer bütün Avrupa devletleri batı bloku dayanışması için İngiltere ve Almanya ordularını desteklemişlerdir. Dünyayı ele geçiren batı emperyalizminin merkezinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin yer aldığı orta dünyadaki topraklarını da ele geçirerek bir Avrupa ve Avrasya kısaca bir Avrasya blokunu kendi yönetimleri altında öne çıkarmayı hedeflerken, orta çağ yıllarından bu yana orta dünya topraklarının Osmanlı devletinin hükümranlığı altında bulunması, o döneminin  İngiliz-Fransız ortaklığının önünü kesmiştir. İngiltere ve Fransa Avrasya topraklarını ele geçirmek üzere doğu dünyasına yönelirken, Avrupa’nın doğusunda yer alan Almanya ve Rusya’nın orta dünyanın tam ortalarında yer alan Osmanlı devletini iki blokun tam orta alanlarında ciddi bir sıkışlığa sürüklemiştir. Bu durum böylesine bir aşamada Osmanlı devletinin elinde olan Boğazlara batı emperyalizminin girmesine yol açmıştır.

            Yirminci yüzyılın başlarında emperyalist ülkeler arasında Birinci Dünya Savaşı ortaya çıkarken, gelecekte savaşın ön cephesinde yer alan Balkan toprakları ile Marmara denizi, zaman içinde savaş alanındaki yerlerini almıştır. İmparatorluk merkezi İstanbul’u işgale giderken önce, Çanakkale Boğazını geçmek için bu boğazın tam ortalarında Osmanlı ordusunun savunma savaşı ile karşı karşıya kalmışlardır. İlk saldırı ile Boğaz sularının üzerinde karşı karşıya kalan Avrupa emparyalizminin orduları, beklenmedik bir savunma stratejisi kullanarak, karşısına çıkan Türk ordusuna yenilmemek üzere çevre alanlara doğru yayılmıştır. Osmanlı devleti ise kendi geleceği açısından silahlı bir tarafsızlık politikası ilan ederek, Avrupa ülkelerinin kendisine karşı bir araya gelmelerini önlemeye çalışmıştır. İngiltere ve Rusya gibi iki büyük emperyalist devletin arasında kalan Osmanlı devleti ise bu tam bu aşamada Almanların desteği ile silahlı tarafsızlık politikasını oluşturarak bölgenin savaş alanı haline getirilmesini önlemeye çaba gösteriyordu. Bu arada, Göben ve Breslau gibi Alman isimlerini taşıyan gemilerin bir gece yarısında oldu bitti yaratarak, Karadeniz’e açılmalarıyla birlikte birinci dünya savaşının koşulları yaratılmış oluyordu. Almanya savaş istekleri doğrultusunda Akdeniz’den Karadeniz’e geçerken, hem İngiltere ve Fransız donanmalarının önlerini açıyordu hem de aynı Almanya Karadeniz bölgesinde Rus limanlarına saldırarak ve aynı zamanda bu bölgedeki Türk varlığının merkezi olan Sivastopal şehrinin sürekli olarak silahlı saldırıları öne çıkarmasıyla da batı dünyasının istediği savaş ortamını hızlı bir biçimde ortaya çıkarmaya çalışıyordu.

            27 Ekim 1914 tarihinde Alman orduları ile Fransız-İngiliz askerleri karşı karşıya kalıyorlardı. Boğazlar bölgesine izinsiz bir biçimde giren bu iki Avrupa devletinin donanmaları durduk yerde çatışma ortamı yarattıkları için Birinci dünya savaşına giden yolun başlangıç kısmını tamamlayarak, Avrupa kıtasındaki cihan savaşı oluşumunu gerçekleştirmiş oluyordu. Almanya ile yakınlaşan Osmanlı devleti savaşı önleyebilmek üzere birçok girişimde bulunurken, arkasına ABD’yi alan İngiltere, Rusya ve Almanya gibi emperyalist ülkelere meydan okuyarak, bütün dünyayı göz göre göre resmen savaşa sürüklüyordu. Osmanlı karasularına kaçan Alman gemileri Yavuz ve Midilli adlarını alarak Rus limanlarını bombalamaya başladıkları aşamada, dünyanın önde gelen büyük devletleri birbirlerine karşı savaş ilan ederek bütün dünyayı Birinci Dünya savaşına sürüklüyorlardı. Savaş sırasında geliştirilen Alman planına göre, önce Fransız ve İngiliz ordularının gücü kesilecekti. İkinci aşamada ise Rus imparatorluğunu hedef alacak olan Almanya kendisine yayılma alanı olarak gördüğü Avrasya kıtasının her bölgesinde sıcak çatışma ortamları yaratarak, Avrupa ile Asya kıtasını Avrasya başlığı altında birleştirmek ve daha sonra da bu geniş alanı bütünüyle bir Alman devletinin topraklarına dönüştürmek, Almanya’nın bütün dünyaya egemen olabilmesinin yolu olarak görünüyordu. Fransa ve İngiltere karşı karşıya getirilerek savaşın batı cephesi öncelikle çökertilirken, daha sonraki ana hedef olarak da Rus imparatorluğunun yıkılması planlanıyordu. Bu amaçla savaş süreci içinde birçok Alman vatandaşı da Balkanlar, Kafkaslar, Kırım, Hazar bölgesi, Kazakistan, Kırgızıstan ve Özbekistan gibi Avrasya sınırları içinde yer alan Avrasya bölgelerini ve ülkelerini yavaş yavaş Almanlaştırıyorlardı. Sonraki dönemde Sovyetler Birliği çatısı altında beş milyon Alman burada toparlanarak Rusya’ya karşı savaş ilan ediyorlardı. Hazar denizi kıyılarında bir Volga Cumhuriyeti kurmak Almanların en büyük Utopyalarından birisi idi.

Avrupa’nın ortalarından geçen Avrupa karayolu Almanya tarafından denetlenirken deniz yolları ise Rusya ile birlikte Osmanlı devletinin kontrolü altında idi. İstanbul ve Çanakkale boğazları Avrupa deniz yollarının kontrolunu Osmanlı devletine getirirken ana ulaşım yollarındaki rekabet giderek tırmanırken, Balkanlar ve Gelibolu üzerinden başlayan Birinci dünya savaşı Avrupa ve Asya toprakları üzerinde  geniş alanlara doğru yaygınlık kazanıyordu. Kuzey denizi sürekli olarak donduğu için Avrupa ve Asya kıtaları arasındaki deniz yolları, Osmanlı hinterlandına doğru kıtalar arasındaki ulaşım sorununu. Savaşın üçüncü aşamasında Osmanlı devleti yeni bir ordu kurarak Kafkasya’ya doğru yönelirken, general kış adı verilen buz ve çamur deryasının altında kalarak ezilmek ya da yok olmak istemiyordu. Önceden Hasta Adam olarak ilan edilen Osmanlı devletinin Boğazlara yönelik bir Avrupa saldırısına karı çıkamayacağı hesap edilirken, Osmanlı yönetimi bu aşamada yeni bir ordu düzenleyerek, Kafkas İslam ordusu adıyla Doğu Anadolu üzerinden Hazar bölgesine doğru yeni bir hegemonya alanı ortaya çıkarabilmenin denemelerini devreye sokuyordu. Kafkasya ve Balkanlar hattı arasındaki merkezi bölge olan Anadolu yarımadasını Çanakkale savaşına rağmen elinde tutmak isteyen Osmanlı devleti bir Müslüman orduyu toparlayarak, Avrupa ülkelerinin gönderdiği bir Hristiyan orduya karşı yeni aşamada bir Müslüman ordu biçiminde Müslüman askerler, Doğu Avrupa üzerinden Kafkaslara ve Kırım bölgesine yöneliyorlardı. Dünyanın hegemonyası için Avrupa Balkanlara doğru saldırıya geçerken, iki kıta arasında var olma mücadelesi veren bir imparatorluk olarak Osmanlı devleti, Balkan saldırısına karşı yeni bir Kafkas İslam ordusunu devreye sokarak, bozulan dengeleri yeniden kendisinin merkezinde bulunduğu Anadolu bölgesi üzerinden kurmaya çalışıyordu. Çanakkale savaşı da böylesine bir süreç içinde başlayarak dünya savaşının cepheleri arasındaki gelişmelere doğru biçimleniyordu.

Osmanlı devletinin Avrupa kökenli saldırı ve işgale karşı, Boğazların kontrolunu sağlamak hedefiyle Rusya’ya karşı yakınlaşması Avrupa devletlerini zor durumda bırakmıştır. Böylesine yeni bir durum karşısında Batılı emperyalistler İstanbul’un işgali için planlar yapmaya başlamışlar ve bu doğrultuda gene deniz ve kara savaşlarını öne çıkarmaya yönelmişlerdir. Batı devletleri ile uzak doğu ülkeleri arasındaki ticaret düzeninin yeni aşamada bozulmaya doğru kötü bir duruma düşmesi de boğazlar ve diğer ticaret yollarının önünü kesmesi de savaş ortamının tırmandırılması açısından daha kötü ve gergin durumlar yaratmıştır. Rusya ile sorunların çözüme doğru gelişmesi Boğazların yeniden Osmanlı devletinin denetimi altına alınması sayesinde elde edilmiştir. İstanbul ve Marmara bölgesinin İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine Osmanlı devletinin merkezi olarak İstanbul’un işgali ile Osmanlı devleti fiilen bir sömürge konumuna düşürülmüştür. İngilizler İstanbul boğazı üzerinden uzak doğu ile ticaretini sürdürmeye çalışırken, Almanya ve Fransa ‘da Avrupa kıtasının diğer büyük devletleri olarak benzeri bir çizgide hem sömürge ilişkilerini sürdürmek istemişler hem de geçmişten gelen ticaret ilişkilerini güvence altına almaya çaba göstermişlerdir. Eski Osmanlı devletinin bir parçası olan bölgedeki diğer Türk ve Müslüman kökenli halklar ve ülkeler, Osmanlı sonrası yeni dönem için hazırlanırlarken ikinci dünya savaşına giden gelişmeler, gene Birinci dünya savaşı hinterlandını bu kez ikinci dünya savaşına doğru yönlendirilmiştir. Bu aşamada Osmanlı devleti çökerken, bunun yerine Anadolu merkezli bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve yeni ilişkiler buna göre yeniden düzenlenirken çağdaş bir cumhuriyet devleti olarak Türk devleti kurulmuştur.

Dünyanın tam ortalarında Osmanlı toprakları üzerinden kışkırtılan cihan savaşı sonunda, uluslararası hukuka dayanan sözleşmeler ve antlaşmalar imzalanarak siyasal çözüme bağlanmıştır. Çanakkale savaşı muhabereleri hem kara hem de deniz savaşları çizgisinde birbiri ardı sıra gelişmeler halinde cereyan etmiş ve Avrupa’da yeni devreye giren uçak filolarının katılmasıyla da deniz ve kara savaşları sonrasında da hava savaşları da devreye girmiştir. Yüzyılların birikimi olan savaş sanatının gündeme getirmiş olduğu yenilikler ile hava savaşları sırasında ortaya çıkan teknolojik gelişmelerin devreye girdiği yeni dönemde bütün büyük ülkeler, hava savaşlarının yanı sıra elektronik alanlardaki gelişmeleri de yirminci yüzyılın başlarından itibaren saldırı ya da savunma alanlarındaki tüm yeniliklerin savaş alanına aktarıldığı görülmüştür. Çağdaş devletlerin ya da modern orduların bu doğrultuda yenilenmesi Birinci dünya savaşı aşamasında öne çıkmıştır. Batı emperyalizminin yirminci yüzyıla kadar bütün kıtaları ele geçirmeye yönelen çalışmaları, yirminci yüzyılın başlarında teknolojik, atılımlar ile birlikte savunma ve saldırı siyasetlerine de yansımıştır. Birinci Cihan Harbinde uçaklar üzerinden yeni teknolojiler devreye girmiştir. Çanakkale savaşları sırasında o dönem var olan silah endüstrisi ile birlikte yirminci yüzyılın ileri teknolojisi silah ve savunma endüstrileri aracılığı ile Çanakkale savaşları ile birlikte kullanılmıştır. Çanakkale savaşları sırasında kullanılan ileri teknoloji gelişmeleri bugünün koşullarında yirmi birinci yüzyılın savaş ve sanayi alanlarında eskisine oranla daha da gelişmiş aşamalarda kullanılmaktadır.

Denizlere egemen olarak dünyayı ele geçiren İngilizler, deniz teknolojilerinde sahip oldukları üstünlüklerini aynı biçimde kara ve hava askeri alanlarında da en üst düzeyde kullanılmaktadır. Beş büyük kıtada elli den fazla sömürge ve dominyona sahip olan İngiltere’nin küresel hegemonyaya sahip olması nedeniyle her alanda öne çıkan yeniliklere sahip olduğu genel anlamda görülmüştür. İngiltere boğazlara donanmasıyla beraber gelmiş ve boğazlar üzerindeki savaşlarda, İngiltere deniz askerlerini de kullanmasına rağmen bir deniz ve kara kuvvetleri harekatını örgütleyerek savaşı kazanmaya çalıştı ve bu doğrultuda en büyük gemilerini İstanbul ve Çanakkale boğazlarına göndermesine rağmen, İngiltere savaş alanlarından  istediği ve beklediği  başarılı sonuçları alamamıştır. Anglo-sakson hegemonyasının kraliçesi olan Queen Elizabeth isimli gemi de İngiltere’nin zaferini kutlamak üzere Boğazlara gelmişti ama bir türlü beklenen sonuçlar ele alınamadığı için geldikleri gibi geri gitmek gibi bir manevra daha yapmak zorunda kalmışlardır. Fransa ve Rusya’nın savaş içinde ağırlıklarını kaybetmeleri üzerine, Çanakkale Savaşını bir İngiltere ve Osmanlı devleti arasındaki ikili bir savaşa dönüşmesi gibi bir durum daha sonraki aşamalarda gündeme gelmiştir. İngilizler gönderdikleri savaş gemileri aracılığı ile kara kuvvetlerinin zayıf kaldığı yer ve bölgelerde arkadan gemilerin ateşlediği füzelerle kara ordusunun savaşı kaybetmelerini önlemeye çalışıyordu. Deniz ve kara ordularının iş birliği yapmaları sayesinde savaşı kazanmaya çalışan İngiltere ve müttefikleri ordusu, savaşın başladığı andan itibaren ellerinden gelen çabalar ve uğraşılara rağmen zafer sonucu alamayınca, saldırılarını daha da artırarak baskı kurmaya çalışmışlar ama böylesine bir farklı yaklaşıma rağmen savaşın kaybedilmesini önleyememişlerdir. Dünya hegemonyasını elinde tutan bir büyük dev ülkenin sahip olduğu bütün silahlar ve teknolojik aletlerini savaş alanına getirerek, savaşı her yönden kazanmaya çalışmalarına karşılık istenen sonucu alamamışlardır.

Kara savaşlarının en önemli bölgesi Seddülbahir cephesi olmuştur. Çanakkale savaşlarının Harp tarihine dayanan kara savaşlarının gene aynı biçimde cereyan etmesiyle İngiltere geçmişten gelen askeri gücünü öne çıkarmaya çalışmıştır. İngiliz ve Fransız ordularını ortak saldırısı ile başlayan bu cephedeki savaşlar devam ettikçe asker sayısında fazlasıyla kayıplar ortaya çıkmaya başlamıştır. İngiltere cephesinde Türkler son derece başarılı direnme cepheleri oluşturmuştur. Fransız askerleri arkadan saldırılarını yürütürken Türk askeri her iki cephe de savaşmak zorunda kalmışlardır. 6 mayıs1915 günü ortak savunmaya yönelen Türk ordusu ikinci Kirte muharebesini bu cephede kazanmıştır. Bu cephe de Türklerin kaybı 2000’lerde kalırken, müttefik ordularının kaybı 7000 in üzerine çıkmıştır. Daha önceleri iki muharebe kazanılan Kirte cephesinde, daha sonra Fransız askerleri Türk cephelerine girerek vatan savunması yapan Türk askerlerini arkadan vurmaya başlamışlardır. Fransız ordusunun cepheden savaşlara girişmesi ile Türk askerleri fazlasıyla şehit vermiştir. Aynı yerde yapılan üç muhabere eyleminin başarısız kalması üzerine Seddülbahir bölgesi savaşlarında, her iki tarafın fazlasıyla insan kaybına sürüklendiği görülmüştür. Her üç saldırının başarısız kalması üzerine cephe komutanları piyade ve topçu birliklerini yeniden düzene koymak zorunda kalmışlardır. İki ayrı kanat üzerinden yapılan yenileme hareketi ile Kerevizdere savaşını Türk askerleri kazanmışlardır. Müttefik orduların birlikte saldırısını düzenleyen Avustralya ve Yeni Zellanda komutanları böylece Türk cephesine yönelik biçimde Avusturya-Yeni Zellanda ortak ordusu olarak ANZAK askeri birliğinin oluşumuna zemin hazırlamışlardır.

Savaşın ikinci büyük cephesi olan Arıburun cephesinde ANZAK ordusu üç ayrı cepheye birden ortak saldırarak, işin başında bölgesel zafer elde etmeye çalışmıştır. Dağ sırtlarında işgalcilerin tırmanmalarına karşı direniş gösteren Türk askerleri Arıburun cephesinde düşmanın ilerlemesini önleyerek dağlık bölgelerin sırtlarında ateş açmışlar ve böylece Britanya imparatorluğunun askeri ordusu olan ANZAK birliklerine geçit vermemişlerdir. Türklerin Conkbayırı zaferi bu bölgede elde edilmiştir. Conkbayırı savaşı sonrasında Kilit bayırı savaşı da bu bölgede cereyan etmiş ve Türk askerlerinin vatan savunmaları bu bölge üzerinden tarihe mal olmuştur. Bu bölgeye kalabalık bir askeri çıkarma yapan ANZAK ordusu, getirdiği 15 bin askere karşılık bu miktarın üçte biri oranında sonraki aşamada ciddi bir asker kaybına teslim olmuştur. Buradaki çıkartma sonrasında Türk askerlerinin yoğun saldırıları gündeme gelmiştir. Tek cephe ile yetinmeyen ANZAK askerleri üçüncü kara cephesini de Anafartalar bölgesinde açarak, savaşı yaygınlaştırarak kazanabilmenin yollarını aramıştır. Gelibolu cephesinde sonuç alamayan İngiliz ve Fransız kuvvetleri, bizzat Atatürk’ün yönettiği Anafartalar cephesine saldırarak savaşı kazanabilmenin denemelerine girişmişlerdir. Suvla ovası üzerinde işgalci düşman ordusunu durdurmayı başaran Atatürk, Gelibolu cephesinden sonra 1915 Ağustos ayının ikinci yarısını Türk tarafı açısından bir Büyük Taarruz alanı olarak belirleyerek, son bir saldırı hareketi ile Çanakkale savaşını kesin olarak bitirmek istiyordu. Türk ordusu bu aşamada Bombatepe üzerinde düşman askerlerini sıkıştırarak Büyük Taarruz üzerinden gündeme getirilen Büyük Zafer saldırısı için elverişli bir askeri ortam yaratılıyordu. Çanakkale Savaşı sırasında, Osmanlı ordusu yeni üretilen uçakları kullanmaya başladığında, bunlar aracılığı ile geniş bir alana yayılmış olan savaşı kontrol altına alarak, kesin zaferini dünya kamuoyuna ilan etmiştir.

Bir tarafta İngiltere ve Fransa, diğer tarafta ise Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen Çanakkale Savaşı, aslında cereyan ettiği bölge ile taraf olan devletler açısından değerlendirildiğinde, bir anlamda dünya savaşına giriş oluşumu ya da yarım bir dünya savaşı hazırlığı olarak da açıklanabilir. Savaş alanının genişliği ve merkezi konumu açılarından değerlendirildiğinde, dünyanın en büyük devletleri ve onların orduları arasında geçen bir askeri hareket olarak, bu savaş yeni dünya düzeninin ilk adımlarının atıldığı bloklaşmanın önde gelen göstergesi olmuştur. Savaşta karşı karşıya gelen iki taraf ordularının beş yüz binden fazla sayıda bir asker grubunu kaybetmesine yol açmış olan Çanakkale Savaşı, yirminci yüzyıldan daha ileriye doğru bakabilmenin ana göstergesi olarak görülebilmektedir. Savaş büyük devletleri çatıştırarak var olan eski düzenleri bozduğu gibi, ya da aynı zamanda paralel çizgide eskisinden farklı çizgiler de devletlerarası yeni tür ilişkiler ortaya koyarak sürekli değişen bir yapılanma ile bütün dünya devletlerine dönük bir biçimde eskinin ve geleneksel yapılanmaların tasviyesini gündeme getirmektedir. Balkan savaşı sonrasında gündeme gelen Çanakkale Savaşı bu savaşın fazlasıyla etkisi altında kalmıştır. Bu açıdan Çanakkale Savaşı bir anlamda Balkan Savaşı’nın siyasal alandaki uzantısı olarak da açıklanabilir, ya da Balkan Savaşı Balkan ülkelerinde Çanakkale Savaşı öncesinde bir kıtasal çekişme olarak siyasal çekişmelerin merkezi alana yansımasıdır. Çanakkale’nin bir Balkan şehri olduğunu ve Gelibolu yarımadasının ise, Balkanların Ege ya da Akdeniz’e doğru çıkış yapan, bir coğrafi çıkıntı olarak haritada yerini aldığını ifade etmek mümkündür.

Asya ve Avrupa ile doğu ve batı arasında yer alan Balkanlar-Anadolu –Kafkas’lar üçgeni dünyanın tam ortasında alan merkezi coğrafyanın biçimlenmesidir. Büyük Kafkasya savaşına kalkışan batı emperyalizmi, işe önce Balkanlar’dan başlamış ve daha sonra haritayı izleyerek ve Çanakkale ile İstanbul boğazlarından geçerek,1915 tarihi itibarıyla Doğu Anadolu’da batının gizli servislerinin örgütleyerek kışkırttığı Ermeni isyanına köprü kurarak, Balkanlar’dan Kafkaslara doğru batının kontrolunda yeni bir merkezi alan yaratabilmenin çabaları içinde, Balkan savaşı ile başlatılan yeni yapılanma zaman diliminde Balkan savaşı bir ön hazırlık olarak tarihteki sırasını almıştır. Boğazlar ele geçirilseydi İstanbul üzerinden Anadolu yarımadasına el konacak ve doğu Anadolu bölgesinde böylesine bir savaş sürecinin ön hazırlık adımları olarak Balkanlar-Çanakkale- ve Kafkaslar’daki isyan hareketleri Osmanlı sonrası haritayı değiştirecekti Doğu Anadolu da tam bu aşamada Pontus-Ermenistan-Gürcistan-Arabistan ve Kürdistan ayaklanma hareketleri, aslında Kafkasya üzerinden Kırım ve Orta Asya’yı ele geçirmeyi hedefleyen emperyalist amaçlı kışkırtmalar olarak bölgedeki eski  haritanın değişimini gündeme getiriyordu. Osmanlı imparatorluğu Balkan savaşından Kafkas savaşlarına doğru yönelirken, Çanakkale’de emperyalist devlet ordularına karşı çok ciddi bir direniş gösteren Türk milleti ve askeri Balkanlardan Kafkaslara doğru yönelerek Ermenistan, Gürcistan, Kürdistan ve Pontus devletlerini hedeflemiştir .Orta dünya olarak anılan Gelibolu ve Çanakkale hattı, İngiliz emperyalizminin Yunanistan’ı yarattıktan sonra, ANZAK askerlerini Çanakkale Savaşı alanında ve Gelibolu yarımadası üzerinde kurulması düşünülen ANZAK devleti oluşumunun dünya haritalarına çizilmesi gündemini bölgedeki ülkeler ve halklar üzerine getirerek dayattığı görülmektedir. Çanakkale Savaşı aslında Balkanlar ve Kafkaslar üzerinde bir orta dünyada köprüsü arayışının hayalidir Bugün bu bölgelerdeki sıcak çatışmalar ise iflas etmiş ütopyanın kalıntılarıdır.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

13 Mart 2025 Perşembe

İSVEÇ - NORVEÇ - DANİMARKA - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

İSVEÇ - NORVEÇ - DANİMARKA

            Bu makalenin başlığında yer alan üç isim, birer kuzey kutbu komşusu olarak ortaya çıkan başlıca kuzey devletlerinin adıdır. Bunların bir arada söylenmesi tempolu bir söyleyişi öne çıkarırken, normal koşullarda dünya trafiğinin dışında kalan, ancak dünya haritası üzerinde bir araya gelerek yapılmakta olan uluslararası görüşmelerin temel dayanak noktası olarak da Kuzey Kutbu haritalarını öne çıkarmaktadır. Bir futbol topu gibi küresel bir yapılanmaya alet olan dünya gezegeni, üzerinde yaşadığımız gezegenin var olan durumunu ortaya serdiği için, genel anlamda dünya işleri küresel haritalar üzerinden ele alınarak incelenmekte ve insanlığın anayurdu olan dünya gezegeninde yapılması düşünülen değişim ve dönüşümlerin ana düzenleme alanı olarak öne çıkmaktadır. Dünya bir gezegendir ama aynı zamanda insanlığın ortaya çıktığı ve de yaşadığı ana merkezdir. İnsanlığın geçmişten bugüne gelen yaşam süreci ile geleceğe uzanan yazgılarının belirlenmesi sırasında, gene yer küre platformu üzerinde bazı değişiklikler gündeme getirilmekte ve her ülke ile her toplum ya da devlet, dünya haritasındaki yerine göre kendi jeopolitik konumunu belirlerken, dünyanın doğusu-batısı ile birlikte kuzey ve güneyini de ele alarak değerlendirmeler yapabilmektedirler. Dört yön de hedef belirleyen harita ve bilimsel belgeler, değişen dünya yapısında gündeme gelen dönüşümlerin ele alınmasında insanlık için bir çıkış noktası ya da bir dayanak köşesi haline gelmektedir. Yeryüzü haritası tüm genişliği ile ele alındığı zaman, merkezi bölgeler dışında kalan köşeler ya da kutup başları dikkate alınmakta ve bu doğrultuda yapılan değerlendirmeler çizgisinde harita üzerinden yenilik önerileri geliştirilmektedir. Normal koşullarda dikkate alınmayan kıyı ve köşe bölgeleri yerküre düzenlemelerinde ikinci planda kalırken, önemli dönemsel dönüşümler sırasında buraların daha farklı boyutlarda ele alınarak, yeni proje ve planlar çizgisinde farklı yapılanmalar buralara doğru da yansıtılmaktadır.

            Makalenin başlığında yer alan üç büyük Kuzey devleti olarak İsveç-Norveç-Danimarka günlük yaşamda normal olarak diğer devletler gibi harita ve dünya atmosferinde yerlerini alırken, günlük yaşamda çocukların ve gençlerin oyun oynarken birbirlerini saymak ya da sırayı yanındakine devretmek gibi adım atmak ya da sıra devretmek aşamasında birbirine uygun söylem türünde ifade edilirken, önce “İsveç-,Norveç-Danimarka gibi devlet isimleri birbiri ardına dile getirilmekte ve daha sonra sıra devredilirken ikinci satır içinde birinci cümlenin devamı olarak “Belçika-Felemenk-Hollanda devletlerinin isimleri dile getirilmektedir. Çocuk oyununun ilk satırında üç kuzey devletinin isimleri zikredilirken İsveç, Norveç, Danimarka adları yan yana söylenirken, ikinci satırda Belçika –Felemenk-Hollanda isimleri gene kuzey devletleri tasnifinde belirtirken bugünkü Hollanda devletinin ismi eskisi de birlikte dile getirilerek kullanılır. Bugünün genç nesilleri dünya haritası üzerinde kuzey denizlerine kıyısı olan Hollanda ismini görürlerken, bu ülke ya da bölgenin eski adı olan Felemenk adını görememektedirler. Bir çocuk oyunu esprisi içinde aynı ülkeyi temsil eden eski ve yeni devlet isimleri birbiriyle aynı çizgide kullanılırken, Hollanda devletinin geçmişten gelen kraliyet modeli dikkate alınırken, bazen Hollanda adı yerine Felemenk isminin de kullanıldığı görülebilmektedir. Şimdiye kadar kuzey ülkelerinin isimleri önemli olaylar ya da dönüşümler gündeme gelmedikçe, daha çok çocuk oyunları çerçevesinde kuzey ülkelerinin adları, basın ve medya organlarının günlük trafiğinin kullandığı dilin içinde geçer ya da çocuk oyunları sırasında kullanılırdı. Günlük yaşamın dışında kalan kuzey ülkelerinin son zamanlarda fazlasıyla, dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan insan toplulukları tarafından kullanılmaya başlandığı göze çarpmaktadır. Özellikle küreselleşme dönemi sonrasında Kuzey ülkeleri artık günlük yaşam diyaloglarında    öne çıkmaktadırlar.

            Biz de dünyanın merkezinde yer alan ve orta dünyanın tam ortasında önemli bir konuma sahip olan Türkiye’den dünya haritasına baktığımızda, Türkiye batıya doğru açılırken dünyanın bölgeleri olan doğu, kuzey ve güneydeki alanlara karşı uzak ve mesafeli bir bakış içine girdiğini ve bu nedenle de dünyanın tam ortasına çakılıp kalırken, diğer bölge ve kıtalarda yer alan büyük devletlerin giderek güçlenerek emperyalist vizyon kazanan merkezi  ülkelerin cirit attığı yeni yapılanmaların hedefi haline gelmişler ve bu yüzden de geleceğe dönük yeni emperyalist plan ve projelerin ana hedefleri konumuna sürüklenmişlerdir. İnsanlığın ilk devrelerinde Asya ve Afrika kıtalarının orta bölgelerinde canlanan insanlık, üzerinde yaşamakta olduğu yer kürenin diğer bölge ve kıtalarını da yürüyerek dolaşmaya başladıkları aşamada, ilk insanları dünyayı tanımak ve görebilmek üzere harekete geçmişlerdir. Böylesine yeni bir döneme geçilen aşamada büyük okyanus ve doğu Asya bölgelerinde ortaya çıkan canlı insan uygarlıkları zaman içerisinde büyük okyanustan orta Asya’ya, orta Asya’dan kuzey Asya ve Afrika kıtasına doğru göçler başlamıştır. Sonraki aşamada uygarlık girişimleri Avrupa merkezli bir yapılanmaya yöneldiğinde köle ve esir ticareti başlamış, böylece gündeme gelen göçler aracılığı ile insanoğlu yer değiştirmeye başlayarak, zamanla dünyanın her yerinde belirli alanları ele geçirerek bugünkü dünya yapılanmasına giden yolları açmışlardır. Eski uygarlıklardan bugünün dünyasına doğru geçiş yapan insan toplulukları, keşifler ve icatlar ile birbiri ardı sıra hızla ortaya çıkan dönüşümleri yaşayarak en alt çizgide başlattıkları uygarlık arayışı çizgisini dikkatli ve istikrarlı bir süreç içinde geleceğe doğru yeniden yapılandırma arayışlarının da yansımaları dünyanın her bölgesinde ortaya çıkmıştır. Bugünkü dünya düzeni açısından geçmişe doğru bir genel bakış başlatınca, orta bölgelerde yerleşerek devlet düzeni kuranların sosyal ve siyasal düzenler kurabildikleri daha aktif bir biçimde görülmektedir. Orta dünya ve bunun değişik bölgeleri ele geçirildikçe yeni ve büyük devletler kurulması aşamasına gelince merkezi bölgeleri ele geçiren emperyalist devletlerin dünya kıtaları ve adalarını ele geçirerek daha büyük siyasal yapılanmalar doğrultusunda geleceğe yöneldikleri anlaşılmıştır. Bu aşamadan sonra dünyanın her bölgesinde yeni kurulan devletler kendileri ile birlikte yeni uygarlıkları da getirerek, üzerinde yaşanılan gezegenin eşit biçimlerde paylaşılan uygarlık alanı olmasına giden yol açılmıştır.

            Emperyalizm doğu bölgelerinde oluştuktan sonra dünya kıtalarını fethetmeye yönelmiştir. Asya kıtasının ortalarında ve çevresinde yüzyıllar boyunca kurulmuş olan Türk devletlerinin, yörük topluluklar oluşturarak ve daha sonra da at sırtında büyük toplulukları çevre ülkelerinin keşfedilmesi amacıyla büyük seferlere kalkışarak dünyaya yerleşirken, on bin yıllık bir zaman dilimi içinde artan nüfus ve büyüyen endüstri ya da ticaret yatırımları üzerinden gelecek arayışı, insanlığın yeni bir uygarlık arayışına yönelmesine yol açmıştır. Merkez de yer alan orta dünya ve çevresindeki bölgelerde birbirini izleyen yeni büyük devletler kuruldukça emperyalizm ve sömürgecilik daha da gelişmiştir. Nüfusun artması doğrultusunda şehirler ve ülkeler kalabalıklaştıkça yeni iş alanları açılmış ve bu doğrultuda ekonomik yatırımlar artarak dünyanın her bölgesinde iş ve çalışma düzenlerinin kurulmasına giden adımlar atılmıştır. Orta çağ sonrasında emperyalizm bütün kıtaları ve adaları işgal ederek kendi merkezli dünyasına bütün devletleri bağımlı kılmaya doğru çalışırken, önce denizleri ve çevre ülkeleri ele geçiren batı emperyalizminin, yirmi asır sonrasında yirmi birinci yüzyılın başlarında merkezi alan ve çevreleri tümüyle ele geçirerek, bir büyük merkezi devlet yapılanmasına yönelerek, artık dünyanın çevre ülkelerinde birbirinden farklı küçük uygarlıkları bir araya getirerek uygarlığın gelişim aşamasında yeni bir politika ile var olan yapıların bir arada olmasıyla, daha güçlü bir merkezi uygarlık üzerinden bütün dünyanın yerleşim bölgelerine doğrudan el atılmaya başlanmıştır. İşte bu nedenle batı emperyalizmi bugün hem kuzey kutbunun hem de güney kutbunun alanlarında yer alan çok değerli nadir maden ve enerji kaynaklarını tümüyle ele geçirmek istemektedir.

            İsveç-Norveç ve Danimarka’dan oluşan Kuzey buz denizi çizgisi, bugün Atlantik ittifakının ve sömürgeciliğinin ana hedefi haline gelmektedir. Atlantik emperyalizminin yeni patronu seçimi kazanır kazanmaz ilan ettiği yeni politikasında, Kanada, Grönland ve bazı  geçiş hatlarını peşin peşin kontrolü altına almaya yönelirken yüz yıl önce çok ucuz fiyata kapattığı Alaska bölgesini satın alırken yaptığı gibi bu gün de Kuzey buz denizinin en geniş yeri olan Grönland adasını acilen ucuza kapatarak yeniden kazançlı çıkabilmenin hesaplarını yaparken, kuzey buz denizi üzerinde yer alan haklardan en üst düzeyde yararlanabilmenin arayışı içine girmiştir. Alaska fiyatı gibi bir ucuz alışveriş ikinci kez Grönland adası üzerinden tamamlanmak istenirken ABD’nin kuzey komşusu olan Kanada’nın da 51. eyalet olarak tescil edilmesi için ABD emperyalizminin yeni başkanı her aşamada ABD’nin yeni bir dünya hegemonyası için Kanada, Grönland gibi büyük deniz ülkelerini tıpkı Alaska örneğinde olduğu gibi, ucuz fiyata dünyanın en büyük adasının sömürgeleştirildiği öne çıkmaktadır. Ayrıca, dünyanın en büyük buz ülkesi olan Kuzey Kutbu ABD hegemonyası altına alınırken dünyanın en zengin yer altı zenginlikleri, enerji kaynakları ve nadir görülen çok değerli madenlerin de işletilerek ABD ekonomisi için yeni ve ucuz kaynaklar temin edilmeye çalışıldığı anlaşılmıştır. Böylece Kuzey kutbu emperyalist genişleme planları içine alınarak yeni sömürge alanı olarak ilan edilirken, ABD başkanı küresel emperyalizmin doğrultusunda, İngiltere, Danimarka ve Kanada gibi bölge devletlerine karşı çıkış yaparak, Kanada ve Grönland adasının topraklarına el koymaya çaba göstermiştir. İki milyon kilometre karelik Grönland adası zamanında Hitler’in Tule askeri üssü olarak kullanılmış ama daha ikinci dünya savaşı sonrasında savaşın galip tarafı olarak İngiltere’nin destekleriyle Danimarka devletine bağlanmıştır. Danimarka bugün bir NATO devleti olarak bölgenin güvenliği üzerinde çabalarken, İngiltere’nin yardımlarıyla kuzey bölgesinin hamisi konumuna getirilmiştir. Birleşmiş Milletler düzeni içinde var olan himaye sistemleri doğrultusunda güvenceli bir siyasal ve hukuksal düzene bağlanmış bir hukuk düzeninin ortadan kaldırılarak, ABD’nin sömürgeciliğine bütün kuzey kutbu alanına Grönland adasının da bağlı kılınması, gelinmiş olan yeni aşamada küresel emperyalizmin her alanı ya da yeri kontrol altına almasının en açık örneklerinden birisi olarak dünya siyasal tarihine girmiştir.

            Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuzey kutbu ile ilgili sömürgeci tutumu daha önceden de siyasal alana yansıtılmıştır. SSCB’nin dağılması sonrasında kuzey buz denizindeki ABD-RUSYA dengeleri  bozulunca kuzey kutbundaki ABD yönetimi ,yeni dönemdeki ortaya çıkan güvenlik eksiğinin batı bloku açısından yeniden ek askeri güvenlik sağlamak üzere harekete geçmiş ve resmen Norveç hükümetinden Rusya’ya karşı  askeri üs ve tesisler kurmak istemiştir. Ne var ki NATO üyesi olan Norveç ABD’nin isteklerini kabul etmeyince, iki ülke arasındaki gerginlik siyasal krize dönüşmüş ve tam bu sıralarda Norveç kıyısında bulunan bir ada üzerinde beklenmedik büyük bir terör atağı gündeme gelmiştir. SSCB çöküşü sonrasında  dünya daha yumuşak ve barışçı bir çerçevede daha sakin bir barış ortamına geçiş için hazırlanırken, Norveç’in başkenti olan Oslo kentinin tam karşısındaki ada üzerinde gündüz saatlerinde meydana gelen patlamanın yüze yakın çocukları hedef alması, bütün dünyada çok büyük bir siyasal kaos ortamının doğmasına neden olmuştur. Dünyanın en huzurlu ve sakin bir devletinin merkezinde bu kadar büyük bir patlamanın önceden hazırlıklı bir biçimde yapılabilmesi siyasal konjoktürdeki yeni gerginliklerin tırmanma aşamasına geldiğini açıkça göstermiştir. Oslo’daki bakanlık binalarının önünde bomba patlatarak yüz civarında bir çocuk katliamı yapanların, dünyaya egemen olabilmek için her türlü yolu deneyeceklerini göstermesi kolay kolay kabul edilemeyecek bir yeni durumu meydana getirmiştir. Batı bloku içindeki ülkeler karşı karşıya gelince, hemen rakip devlet bloklarını öne çıkararak sorumluluğu üzerlerinden atmaya çalışarak bazı Müslüman ülkeleri suçlayarak kamuoyunu yanıltmaya çalışmışlar ama başaramamışlardır. Kuzey kutbuna egemen olmak başlıca sorun olarak varken, işi din kavgasına dönüştürmek büyük tepki görmüştür.

            Soğuk savaş dengelerinde böylesine bir saldırı gündeme gelmezken, Atlantik ve Avrupa güçleri birbirleriyle güvenlik yarışına girmişlerdir. Rusya-Ukrayna savaşına doğru olaylar gelişirken, Avrupa Ukrayna’ya sahip çıkmaya çabalamış ama daha sonra da ABD devreye girerek Avrupa’nın müdahalesini önlemeye çalışmıştır. Ukrayna meselesi giderek tırmanırken Rusya ile karşı karşıya gelinmiştir. Soğuk savaş sonrasında SSCB yerine Rusya devreye girerken, İpek yolundan dışlanan Çin’in dünya ticaretindeki yerini koruyabilmek amacıyla kuzey kutbundan geçirmeye başlamıştır. Zaman içinde Çin ve Rusya’nın kuzey kutbu geçişlerinden yararlanması ve benzeri etkinliklerin önünü kesebileceği için kuzey Amerika sahillerindeki ticaret ve benzeri etkinliklerin önünü kesmek üzere, ABD Grönland’ı da tıpkı Alaska gibi bir eyalet statüsüne doğru çekmek istediği için ve Kanada’yı da bu çizgiye çekerek Amerikan toprakları üzerinden bir başka eyalet oluşturmak fikrini öne çıkarmaktadır. Dünya çapında atmosferin ısınması ve buzların erimesi gibi yeni doğal gelişmeler yeni dünya dengelerini gündeme getirdiği için ABD’nin yeni dönemde her açıdan bir kutuplar hegemonyasına yöneldiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca Kuzey kutbundaki buz ülkeleri eridikçe yer altındaki nadir ve değerli taşların da Avrupa ülkeleri ile Rusya gibi bir emperyalist ülkelerin eline geçecek olması da önce kuzey daha sonra da güney kutbu hegemonyası doğrultusunda ABD’yi Amerikan hegemonyası açısından son derece zor bir konuma doğru sürüklemektedir. Dünyada yeni bir küresel düzen kurulurken, nüfus artarken ve de insanlık giderek büyük bir su sıkıntısı ile karşı karşıya kalırken, kuzey kutbu meselesi hiçbir biçimde ABD’nin sorunu olarak görünmemektedir. Sorun bir insanlık sorunu olarak önce Birleşmiş Milletlerin daha sonra da dünya halklarının katıldığı uluslararası su kaynakları ile ilgili uluslararası örgütlerin olması gerekmektedir.

         Norveç’teki Breivik saldırısı bütün emperyalist devletler açısından üzerinde durulması ve tartışılması gereken bir güvenlik sorunudur. Atlantik ve de Avrupa uyuşmazlığı Hristiyanlık ve İslamiyet çekişmesine döndürülerek sorun çözümlenemez. Bir araç dolusu bomba ile yüz civarında ilk ve orta okul öğrencisinin terörist bir eyleme kurban edilmeleri insanlık açısından çok büyük bir utançtır. Norveç’in başkenti OSLO’daki ada saldırısı sadece emperyalizm açısından değil ama aynı zamanda hukuk açısından da çok önemli bir yansıması olmuştur. Oslo saldırısını yapan militanın aynı zamanda bir Avrupa bağımsızlık deklarasyonu yayınlaması, ABD-AB kavgasının tam ortasında Avrupalı bir organizasyonun bir Avrupa bağımsızlık deklarasyonunu terörist üzerinden yayınlaması da bütünüyle bir kafa karışıklığını öne çıkarmıştır. 1500 sayfalık bir miliyetçilik manifestosu yayınlayan Norveç’li terörist, ABD-AB kavgasını bir din savaşı gibi göstermesi tam anlamıyla ortalığı karıştırma senaryosunun bir parçası haline gelmiştir. Hristiyanların din açısından haksızlığa uğradığını belirten bildiri sahibi aynı zamanda Türk ve Müslümanların Avrupa kıtasına alınmamaları gerektiğini Türklerin ve Müslümanların tarih boyunca Hıristiyanlara yardımcı olmadıklarını ve bu doğrultuda her zaman için karşı karşıya geldiklerini ileri sürerek, milliyetçi olmanın ötesinde açıktan ırkçı bir yöntem kullanarak ve Avrupa kamuoyunda karışıklık çıkartarak uluslararası alanda gerginlik yaratabilmenin çabası içinde olmuştur. Müslüman göçmenlerden çok rahatsız olan bu duruma karşı sert bir söylem ile karşı çıkan Norveç’li terörist bildirisinde Osmanlı devletini küçümseyerek gayrimüslim azınlıklara baskı uygulandığını da dile getirmiştir. Avrupa’da Müslümanların giremeyeceği bir yasak bölge kurulmasını isteyen terörist din birliğini savunurken, dinler arası çatışmaların tırmandığını söylemiştir.

            Siyasal amaçlı terör girişimlerini dinler arası çekişme ve kavgalarla değerlendiren Norveç’li eylemci, El-Kaide isimli terör örgütünü de gündeme getirerek Türkiye ve İslam ülkelerine saldırısını ana akım çizgisinde öne çıkarmıştır. Breivik Türk ve Müslümanlara saldırırken, aynı zamanda Hitler çizgisinde bir Neo-Nazi kimliğini kamuoyuna yansıtmaya başladığı görülmüştür. İkinci dünya savaşı sırasında Yahudi düşmanlığı çizgisinde bir Nazi hatta daha da ileri giderek, Neo-Nazi yaklaşımını öne çıkarmaya çaba sarf eden eylemci İsrail’i ortak düşman göstererek, Türkler ile birlikte savaşa girilmesi gerektiğini açıkça dile getirmiştir. Hitler ile birlikte geride kaldığı var sayılan Nazilik kavramı yenilenerek ve Neo-Nazi kavramı ile değiştirilerek Ukrayna savaşına doğru gidişi bu bölgeler üzerinden gündeme getirmeye çalışmıştır. Avrupa ülkelerine saldırı ile ortaya çıkan bu terör olayının daha sonraki aşamada gene Avrupa hukuku içinde kalınarak yargılaması tamamlanmıştır. Yargılamalar sonucunda terörist eylemci yirmi yıl hapse mahkeme kararı ile mahkûm edilince dünya kamuoyu bu cezayı çok az bularak, bir çocuk bahçesinde oynayan yüz civarındaki çocuğun yok edilmesine karşı daha sert kararlar beklenmiştir. Eylemcinin terör aşamasında medya üzerinden ilan ettiği Neo-Nazi bildirisinin son zamanlarda Avrupa seçimlerinde gündeme gelen yeni Nazilik akımlarının önünü açtığı açıkça göze çarpmaktadır. Nazi grupları tarafından eylemciyi yalnız adam ya da kutsal nefer gibi kahramanlık sıfatları ile basın organlarında değerlendirmelere kalkışanlar, aynı zamanda El-Kaide gibi terör örgütlerini muhatap almaya çalışmışlardır. Mahkemeye verilen belgeler ile birlikte Neo Nazi manifestosu da bir hukuk devleti olan ve anayasal çizgide bir çağdaş cumhuriyet ve demokrasi olan Türk devleti açısından kabul edilemeyecek düzeyde saldırganlık girişimlerini Türkiye’ye sıçratmaya çaba göstermiştir ama Türk kamuoyu bu oyuna gelmemiştir.

            Katliamın Norveç gibi sessiz, sakin ve güvenli bir kuzey ülkesinde gündeme getirilmesi birçok açıdan hem çelişkili durumlar yaratmış hem de birçok ülkede şaşkınlıkla karşılanmıştır. Bütün dünya savaş içindeyken ve birçok ülkede terörist çarpışmaların gündeme getirilmesine karşı bir alışkanlık olduğu söylenirken, hiç ilgisi olmayan bir kuzey ülkesinin sessiz ve sakin yaşama düzenini bozan ve de yüz çocuğun ortadan kaldırılması olayı bundan tam on yıl önce büyük bir organizasyon olarak Norveç devletinin başkenti OSLO’da yapılarak, ülkeler arasındaki çekişme ve çatışmaların sürekli savaş tarihine önemli katkılar getirmiştir. Norveç’in dünya konjonktüründeki yeri açısından önem taşıyan bu olay, aynı zamanda Avrupa Birliği süreci içinde de dikkate alınması gereken önemli gelişmelere yol açmıştır. Her zaman için İskandinav ülkeleri dünyanın tepesinde gelişmiş ve güvenli bir alt yapısı sahip görünümlü devletlere sahipken, yoksulluğun her yerde kol gezdiği geri kalmış ülkelerdeki terör olaylarını zengin ve refah içindeki ülkeleri de savaş ve yoksulluk çıkmazının içine doğru çekmiştir. Kapitalist dünya düzeni içinde devletler, siyasal ve ekonomik çıkmazlara doğru sürüklenirken artık devletlerin zenginleri ve yoksulları değil ama aynı zamanda siyasal koşullar açısından ortalama halk kitlelerinin de içinde bulundukları çıkmazlar ve konumlar dile getirilmektedir.

            Norveç bir Avrupa ülkesi olmasına rağmen Avrupa Birliği içinde yer almamış ama bir NATO üyesi olarak, her zaman için siyasetin her alanında ABD’nin yanında bulunmuştur. Bir Atlantik ülkesi olarak Norveç karşı kıyıdaki İngiltere ve ABD gibi Atlantik ülkeleri ile birlikte yer alırken, yanı başındaki kıta olan Avrupa kıtasının bir parçası olmaktan vazgeçmiştir. Avrupa Birliğine katılmayan Norveç karşı kıyıda yer alan ABD ve İngiltere izinde gitmiştir ama gene de Brevik olayından kurtulamamıştır. Bütün dünya bölgelerinde devletler içine girdikleri uluslararası ve bölgesel tehditlere karşı yakın komşular ve müttefik devletler ile karşı çıkılırken, her devlet kendi gerçek güvenliği için uygun gördüğü devletlerarası birliklere girebilmişlerdir. Ne var ki, bu gibi durumlar her zaman istenen sonuçları vermemekte ve bir NATO üyesi ülkede gündeme hiç beklenmedik bir biçimde bu gibi olaylar girebilmektedir. Norveç üzerindeki çekişme ve çatışma süreçleri her zaman inişli ve çıkışlı yönelmelerde, sürüncemede kaldığı için ortaya beklenmedik gelişmeler ya da ters bazı durumlar öne çıkabilmektedir. Türkiye ile Norveç arasındaki gelişmeler ve yenilenen ilişkilerin destekleriyle batı dünyasına doğru açılımlarda uluslararası dengeler yeniden ele alınarak ve karşılıklı ilişkilerde devletlerarası görüşme ittifaklarının da daha öne çıkarılarak beklenmedik olaylar ve gelişmelerde, dünya barışının esas alınarak hareket edilmesi gerekmektedir. Türkiye gibi Avrupa’nın dışında tutulmuş olan ülkeler, yukarılara doğru Avrupa içi dengelerde etkili rol alamadıkları için Norveç gibi haksızlığa düşürülmüş devletlerin yanında durarak haksızlıklara ve yanlışlara karşı çıkamamaktadırlar. On yıl önce Norveç’te patlak veren terör olayının on yıl sonra Norveç’in tam ortasında yer aldığı kuzey kutbu kavgasından dolayı gündeme geldiği o zaman anlaşılamamıştı. On yıl sonra gündeme gelen kuzey kutbunun yeniden paylaşımı sürecinde ABD’nin büyük bir hegemonya arayışı içinde olduğu artık iyice öne çıkmıştır. Sessizliğin ortasında yaşayan sakin Norveçlileri ayağa kaldıracak bir terör darbesi sonrasında yaşanan gelişmeler, bu bölgede enerji, maden ve su öncelikli yeni bir yapılanmayı giderek öne çıkarmaktadır. İsveç-Norveç -Danimarka üçgeninde yeni bir yapılanma süreci giderek dünya kamuoyunda tırmanmaktadır. 

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN         

25 Şubat 2025 Salı

ATATÜRK VE TÜRK BİRLİĞİ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

ATATÜRK VE TÜRK BİRLİĞİ

            ATATÜRK ve TÜRK BİRLİĞİ kavramları hem tarihsel süreç içinde hem de ilgili alanlarda bir arada olmuş birbirine yakın anlamlar taşıyan kelimelerdir. Atatürk denilince akla hem Türk coğrafyası hem Türk tarihi hem de Türk devletlerinin içinde bulunduğu jeopolitik çevre gelmektedir. Kıtalar üzerinden gelen Türk dünyası genel olarak ele alındığı zaman uluslararası alanlarda çok büyük alanlar öne çıkmakta ve her türlü bilimsel çalışmanın ele alındığı mekanlar inceleme konusu haline gelmektedir. İlk olarak Türk devletlerinin üzerinde yer aldığı kıtaların görünen yüzünde bir hegemonya oluşumu öne çıkarak belirleyici olmaktadır. Yer altında kalan görünmeyen yüzünde ise her türlü maden yatakları, enerji depoları ve yer üstünü var eden kıymetli toprak ve taşlardan oluşarak yeryüzünü meydana getiren kara parçaları öne çıkmaktadır. Türk dünyasını izleyen ikinci kavram da Türk Birliği olmakta ve Türkoloji çalışmalarına açıkça yön göstermektedir. Bu gibi geçmişten gelen kavramların birbirini izleyen gündeme gelişleri, her açıdan tamamlayıcı ve bütünleştirici güncel oluşumları öne çıkararak geleceğin dünyasında çağdaş bir Türk potansiyelini öne çıkarmaktadır. Tarihin her döneminde var olan ve varlığı ile genel anlamda yönlendirici olan Türklük olgusu ve oluşumları sayesinde, bugünün dünya uygarlığı içinde Türkolojiyi bir bilim haline getirerek günümüzün bilim dünyasında son derece etkili olmaktadır. Bugünün küresel dünya haritasının tam ortasında bulunan Türkiye Cumhuriyeti önemli bir çıkış noktası olarak, insanlık tarihinin ve dünya coğrafyasının her türlü oluşumları açısından önemli bir dayanak noktası olarak, geleceğe doğru yön göstermekte ve belirleyici olmaktadır.

            Zengin bir tarihe ve de önemli bir coğrafya alanına sahip olan Türk ulusunun geçmişten gelen birikimi fazlasıyla etkili olduğu için, Türklük kavramı içinde merkezi coğrafyanın belirleyici unsurlarının gelişmeleri fazlasıyla yönlendirdikleri, açıkça göze çarpmaktadır. Bilimsel devrimler sonrasında dünya bilim ve teknolojideki en son gelişmelerine sahip olurken, Türk dünyası da geride kalmamış ve Türkiye Cumhuriyetinin öncülük etmesi sayesinde, bir çok alanda çağdaş gelişmeler izlenerek geleceğin dünyasının biçimlenmesinde, Türk varlığını yeni bir bilim dalı olarak Türkoloji adıyla isimlendirilen bilimsel bilgi birikimi öne çıkarılmıştır. Ne var ki, küresel hegemonya yarışlarında hızla öne geçmek isteyen büyük devletler ve uygarlık merkezleri, kendi aralarında bir medeniyet yarışına girdikleri aşamalarda, dışarıdan müdahaleler öne çıktıkça var olan düzenler sarsılarak bozulabilmektedir. Böylesine karışık durumlarda çeşitli sorunlar gündeme gelmekte ve bu tür kaotik durumlarda geçmişten gelen düzenler ve ortak çalışmalar bozularak bilimsel ve teknolojik çalışmalarda durgunluk yaratılmaktadır. Yer yüzünde birçok oluşum aynı anda harekete geçtiği için, kaos ve karışıklık kavramları her zaman için ortaya çıkabilmekte ve bu nedenle de aynı zaman dilimi içinde benzer jeopolitik oluşumlar birbirlerini tetikleyerek bu yarışta öne çıkabilmektedirler. Türk soyundan gelen topluluklar ya da uluslar birbirlerini etkileyerek harekete geçtikleri zaman, var olan oluşumların her yönden amacı ya da hedefi haline gelebilmektedir. Türkler; Azeri, Tatar, Özbek, Kırgız, Kazak, Uygur, Yakut ya da Türkmen isimlerini kullanarak bulundukları coğrafya da var olabilmişlerdir.

Tarihin ilk dönemlerinde Asya kıtasının doğu-batı, kuzey-güney eksenlerinde birçok eski devletler kurmuş olan Türkler; Kuzey Asya’da ileri bir uygarlık örneği yaratarak Hun, Avar, Hazar, Harzem, Yakut ve Altınordu adıyla büyük imparatorlukları kurarak, çağlar arasında tarihin köprüsü görevini gündeme getirmişlerdir. Selçuklu imparatorluğu sırasında kuzeyden güneye doğru inerek, merkezi alanda Oğuzlar kimliği ile Orta Doğu bölgesi üzerinden güneye ve batıya doğru açılımlar yaparak dağılmışlardır. Gittikleri her bölgede devletler kuran Türkler, tarihin değişik dönemlerinde içinde bulundukları coğrafyayı esas alarak, çeşitli devletler ve de imparatorluklar kurarak yollarına devam ederek dünya tarihinin tamamlanmasında kilit roller oynamışlardır. Üç büyük kıtaya dünyanın merkezi jeopolitik alanından gelen güçle açılımlar yapan Türk toplulukları, zaman değiştikçe ortaya çıkan yeni siyasal gelişmelere göre devlet modellerini değişik yapılanmalara doğru yönlendirmişlerdir. En büyük Türk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti, Oğuz boylarının merkezi devlet topraklarını oluşturan Anadolu yarım adasını kontrol altında tutarak, diğer Türk boylarının ya da devletlerinin  daha düzgün bir biçimde varlıklarını korumaları güvence altına alınmaya çalışılmıştır. Misakı Milli sınırları içinde yaşayan Türkler İç Türkler olarak, Anadolu ve Trakya’ya gelerek ulus devlet vatandaşlığı statüsünü elde etmeyen ya da edemeyen Türk toplulukları ise, Dış Türkler olarak adlandırılmış ve cihan savaşları sonrasında yeniden çizilen dünya ülkeleri haritalarında, Türk gücünün varlığı ve gelişimleriyle geleceğe dönük bir yeniden başlangıç dönemi sonradan devreye girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin önderliğinde yepyeni bir başlangıç süreci, bütün Türk devletleri ve toplulukları için gündeme getirilmiştir.

Atatürk, son derece gerçekçi ve nesnel bir bakış açısına sahip olan Türkiye’nin kurucu önderi olarak, her zaman bilimsel esaslara bağlı kalarak hareket etmiş ve bu tutumuyla da sadece Türk devleti için değil, ama bütün Türk dünyası için çözüm üreten ve yön gösteren liderliğini sonuna kadar sürdürerek, örnek bir siyasal önder olarak dünya tarihi içindeki yerini almıştır. Türk asıllı boylar ve devletlerin üç büyük kıtanın çeşitli yerlerine dağılması gerçeği içinde, Atatürk durum tespiti ve izlenecek yol belirlenmesi gibi misyon ve vizyonlara sahip çıkarak bu doğrultudaki yapılması gereken girişimleri tamamlamıştır. Atılan adımları atılacak adımların başlangıcı olarak gören Atatürk, ileri doğru attığı adımların nereye gideceğini ve sonraki adımlarda boşluklara düşülmemesi için ne gibi farklı hareket tarzlarına doğru yönelinmesi gerektiğini hesap etmiştir. Kurucu önder Atatürk, bu çizgilerde yapılan atılımları yeni devletler düzeninin Türk ulusu ve boylarının hak ve doğrultusu içinde kazanılmış hak ve özgürlükleri koruyacak bir biçimde, güvence altına almaya çalışmıştır. Merkezi Türk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin çatısı altında alınacak önlemler çizgisinde, uygulama alanına geçirilmesi gibi ulusal misyonların yerine getirilmesinde, yeni cumhuriyet kuşaklarının üzerlerine düşen koruyucu ve güvenlikçi açılımlara her dönemde dikkate alınması gerektiği açık bir ulusal ve siyasal bir görev olarak gündeme getirilmiştir. Bu yönde yapılacak plan ve projelerin gerçeklik koşullarına uygun bir doğrultu izlemesi, Türkiye’nin önderliğinde atılacak adımların hesaplanarak atılmasını gerekmektedir. Türk devleti kurulduktan sonra evrensel düzeylerde gündeme getirilecek siyasal girişimlerin her zaman için alternatif çıkış yolları araştırılırken, öncelikle düşünülmesi gerektiği ve diğer Türk devletlerinin de devreye girmeleri sağlanarak, bütün Türk dünyasının geleceği ve güvenliğini desteklemek, Türk devletlerinin ortak güvencesi olmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk dünyası dile getirilince akla gelen ilk konu kardeş Azerbaycan devleti olmaktadır. Harita üzerinde Türkiye ile yan yana olan ve birlikte sınırları belirlenen Azerbaycan devleti araya sokulan bir Ermeni bıçağı uygulaması ile son anda kardeş bir Türk devleti olan Azerbaycan’ın Türkiye ile sınır komşusu olması engellenmiştir. Bir millet ve iki devlet olarak cihan savaşları sonrasında hukuksal yapılanmaları birbirine paralel oluşturulan Türkiye ve Azerbaycan devletleri arasındaki sınır komşuluğuna Atlantik Emperyalizmi ile İsrail Siyonizmi birlikte karşı çıkarak, bölge ülkeleri arasındaki sıcak çatışma ve gerginliklere dışarıdan yönlendirme yapmaya kalkışmışlardır. Birinci dünya savaşı sonrasında Türkiye ve Azerbaycan’ın tek devlet olmasını gerçekleştiremeyen Türk dünyası, soğuk savaş sonrası yıllarda Rusya izin verdikçe, sürdürülen karşılıklı ilişkilere dayanan sınırlı ve Sovyetler Birliği aracılığı ile dıştan yönlendirilen uzak komşuluğa razı edilmek istenmiştir. Türkiye Türklüğü ile Azerbaycan Türklüğünün birlikteliğini Türk dünyası desteklerken, merkezi coğrafya da emperyalist hegemonya gerçekleştirmek isteyen büyük devletler, Rusya’nın sırtından geçinerek sömürgecilik yapmak istemiştir. Ne var ki soğuk savaş döneminin sert koşulları böyle bir girişime izin vermeyince, soğuk savaş yıllarında daha soğuk ve çekişmeli diplomasi her zaman için bir üçüncü dünya savaşının gene aynı coğrafyada çıkartılması için elverişli siyasal koşullar yaratmıştır. Cihan savaşı öncesinde İngiltere’nin kışkırtmalarıyla karşı karşıya gelen Rusya ve Türkiye orduları İngiliz provakasyonları ile üç yıl boyunca sürekli savaş ortamına mahkûm edilince, Türkler ve Ruslar kesintisiz savaşlardan kurtulamamıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak da hem Rusya hem de Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olarak girememişlerdir.

Atatürk Balkanlardaki Türklerin içinden çıkarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bir ulusal kurtuluş savaşçısı olarak tarih sahnesine çıkmış ve daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti gibi merkezi ve büyük bir ulus devleti kurarak dünya haritasının merkezinin değiştirilmesine giden yolu açmıştır. Batı emperyalizminin Osmanlı sonrası dönem için hazırlamış olduğu yeni harita ve projelere karşı çıkan ve düşmanı ülkeden kovarak Türk varlığının gücünü bütün dünyaya gösteren büyük Atatürk, daha sonra da siyasal ve ulusal bir devrim yaparak orta çağ kalıntısı bir sultanlık rejimini ortadan kaldırmıştır. Daha sonraki yeni aşamada ikinci aşamaya doğru kurtuluştan kuruluşa geçilerek yepyeni bir çağdaş cumhuriyet dünyanın merkezinde emperyalist saldırı ve işgallere karşı kurulmuştur. Orta çağ kalıntısı bir eski devlet ortadan kaldırılırken, yerine çağdaş bir cumhuriyet devleti kurulması, Türk dünyası için büyük bir kazanç olmuştur. Atatürk devleti kurarken en başta Azerbaycan ile kardeşlik ilişkileri doğrultusunda birleşik bir devlet oluşturmaya çalışmış ama bu konuda Rusya, Amerika, İngiltere ve müstakbel İsrail devleti karşıtlığı ile karşılaşmıştır. İslam dünyasını ve Hıristiyan batıyı dengelemek üzere de Sovyetler Birliği  yeni  bir süper güç olarak kurulmuştur. Dünya dengelerinde doğu bölgesi sosyalizme doğru kaydırılırken, Asya’nın kuzeyi, ortası ve doğusundaki Türk devletleri birer birer komünist emperyalizmin kontrolu altına girmiştir. Atlantik emperyalizmi de eski Osmanlı hinterlandını ele geçirerek yeni bir hegemonya düzeni kurmuştur. Doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde dağılmış olan Türk devletleri Türkiye’den ayrı düşmüş ve İslam dünyasına karşı oluşturulan büyük ideolojik yapılanmanın eyaletleri konumunda, ondan fazla Türk devleti Türkiye Cumhuriyetinden uzaklaştırılmışlardır. Eski Balkan coğrafyasında yetişen Atatürk yeni dönemde  Anadolu merkezli bir ulus devlet kurarak bütün dünyaya ve Türk devletlerine örnek olmuştur.

Atatürk bu doğrultuda kurmuş olduğu ulus devlet ile emperyalizme karşı çıkarken, bağımsız ulus devlet öncülüğü, ile de geleceğin Türk devletlerine örnek olmuştur. Büyük çoğunluğu ile Müslüman devletler sosyalist sistemin içine alınırken, bir yüz yıla yakın bir zaman dilimi içinde geçmişten gelen Türk devletlerinin uzantısı olarak bugüne kadar gelen Türk toplulukları ile devletlerinin Türk asıllı olan halkları yeni dönemde birbirlerinden ayrı tutulmuştur. Çin, Rusya ve Hindistan’da olduğu gibi aynı ırktan gelen toplam nüfusun içindeki herkesin, tek bir süper ortak devletin çatısı altında bir araya gelmek, ya da bütünleşerek Çin, Rusya ve Hindistan büyüklüğünde olduğu gibi   bir ulus devlet imparatorluğunun içinde  yer almak gibi bir büyük hakka, Türkiye öncülüğünde Türkiye’nin dışında yer alacak bütün Türk asıllı vatandaşlar ile iç ve dış Türk gruplarının mensubu olan, insanların da yer alacağı büyük bir Türk Birliğinin kurulması, bugünkü yeni dünya dengeleri yüzünden gerekmektedir. Yeni dönemde büyük devletlerin kendileri için gerekli gördükleri ulus devlet imparatorluğunu her nedense savaş sonrası haritaların çizimi sırasında, Türklere tanımadıkları ulus devlet imparatorluğunu fazla görerek engellemişlerdir. ABD ve Avrupa Birliği gibi ulus devlet üstü büyük siyasal süper modeller, kendi kimlikleri doğrultusunda yeni bir ulus devlet imparatorluğu peşinde koşarlarken, bu aşamada yedi bağımsız Türk devleti ile, Rusya ve Çin gibi büyük yapıların içinde bulunan ondan fazla Türk topluluklarının ve de eyaletlerinin devletler üstü yeni dünya düzeni içinde bağımsız siyasal devletler olarak yer almaları, uluslararası alandaki çarpık ve karışık durumların düzeltilmesi açısından zorunludur. Yeni dönemde Türk dünyası, Türkler içinde bir ulus devlet imparatorluğunu Türk Devletleri Teşkilatını esas alarak gündeme getirilmelidir. Çinliler, Ruslar ve Hintlilere tanınmış olan ulus devlet imparatorluğu kurma hakkının, bu açıdan her türlü olanağa sahip olan Türklere ve Türk devletlerine tanınması bu aşamada hızlı bir biçimde tamamlanmalıdır. Çinliler, Ruslar ve Hintliler nasıl birer ulus devlet imparatorluğunun vatandaşları olabiliyorlarsa, yirmi civarında ulus devletin ve topluluğun Türk asıllı vatandaşları da aynı haklara sahip kişiler olarak uluslararası alanda Birleşik Türk devletleri birliğinin eşit haklara sahip vatandaşları olabileceklerdir.

Çinliler, Ruslar ve Hintlilere zamanında tanınmış olan ulus devlet imparatorluğunun eşit koşullarda var olmalarını sağlayacak yeni birlikteliklere dünya siyasetindeki sorunlar açısından gereksinme vardır. Önümüzdeki dönemde bağımsız Türk devletleri ile Rusya’dan ayrılacak eski eyalet devletlerinin bir araya gelecekleri bir büyük Birleşik Türk Devletlerinin oluşturulması, Çin, Rusya ve Hint devletlerine benzer biçimde ve de Amerika Birleşik Devletleri’nin sahip olduğu büyüklük ölçüsünde, Birleşik Türk Devletleri oluşumuna giderek artan ölçülerde gereksinmeler artmaktadır. Bu aşamada Avrupa Birliği ve ABD’nin de üç doğu ülkesinin sahip olduğu genişlikte birer ulus devlet imparatorluğuna sahip olmaları yeniden gündeme gelmiştir. ABD’nin Kanada’yı 51 eyalet yapmaya çalışması, Çin’in Uygur bölgesini tam olarak içine alması ya da Rusya’nın Ukrayna bölgesini geçmişte olduğu gibi kendine bağlı bir eyalet düzeyine getirmesi de bölgesel imparatorlukların yeniden ulusal çizgide sınır ötesi maceralara kalkışmaya başladıklarını göstermektedir. Avrupa ve Amerika’nın doğulu ulus devlet imparatorlukları gibi bir modele yönelirken, dünyanın ortasında yer alan Türklerin bu haklardan uzak kalması, küresel sistemin adalet arayışı doğrultusunda yeniden yapılandırılmasını gerekli kılmaktadır. İnsan hakları, devlet ve toplum hakları açılarından Asya’nın ulus devlet imparatorluklarının incelenmesi gerekmektedir.

            Atatürk’ün devlet modeli ile kurularak yüz yıllık bir dönemi geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti, Misakı milli sınırları içindeki vatan topraklarında yaşayan herkesi ortak bir vatandaşlık anlayışı ve statüsünde bir araya getiren bir yaklaşım temelinde, ulus devleti çağdaş dünya uygulamalarına paralel bir çizgide geliştirmeye çalışmış ama hiçbir zaman ülkeler ve devletler üstü bir imparatorluk uygulamasına yönelmemiştir. Birinci dünya savaşı sonrasında Türkiye yeniden kurulurken, emperyalist ülkelerin saldırı ve işgal girişimlerine karşı çok etkili bir savunma düzeni kurulmuştur. İşgale karşı kurulan Türk devleti antiemperyalist çizgide örgütlenerek bir ulusal kurtuluş savaşını Kuvayı Milliye oluşumu sayesinde başarılı bir biçimde zafere götürürken, Misakı Milli sözleşmesi doğrultusunda Osmanlı devletinden geride kalan bölgelerdeki Türk ve Müslüman nüfus fazlasını dikkate alarak, yeni bir sistem uygulamaya getirilmiştir. Bu doğrultuda bir ulus devlet ile birlikte bütün Türk boylarının bir arada olmasını hedefleyen birleşik bir Türk devletinin kurulması ana hedef olarak seçilmiştir. Osmanlı devletinin çöküşünü Türk topluluklarının dağılışı olarak kabul eden emperyalizm, ulus devletler çağına girerken yeryüzünde yirmiden fazla ülkede yaşamakta olan Türk topluluklarının geleceği açısından Çin, Rusya ve Hindistan devletlerine tanındığı gibi hem ulus devlet hem de imparatorluk oluşumunun birlikte yapılanmasının tanınması, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda engellenmiştir. Çinliler, Ruslar ve Hintliler bütün nüfusları ile birlikte, tek bir süper devletin çatısı altında yaşamlarını sürdürmelerine hoşgörü gösterilmiş ama büyük Türk dünyasının bu üç büyük ülkedeki üç yüz milyona yakın nüfusunun, doğunun önde gelen büyük devletlerine tanınan ulus devlet imparatorluğuna doğru yönelen yapılanmasına izin verilmemiştir.

            Yirminci yüzyılın başlarında belirlenen yeni dünya haritasında Türkler; Kuzey Asya, Orta Asya, Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya bölgelerinde yirmiden fazla devletlere bölünerek, bugünlere doğru yönlendirilmiştir. İmparatorluklardan ulus devletlere doğru yeniden yapılandırmalar yapılırken Ruslar, Çinliler ve Hintlilere tanınan ulus devlet imparatorluklarına sahip olma haklarının üç kıtaya yayılmış bir büyüklüğe sahip olan Türk dünyasından esirgenmesi, uluslararası hukuka açıktan bir karşı çıkışı gündeme getirmiştir. Tarih boyunca her aşamada büyük imparatorluklar kuran Türklere böylesine bir hakka sahip kılınmasının önlenmesi, çok eşitsiz bir yeni durum yaratmıştır. Paramparça edilen Türk dünyasının her bölgesinde sıcak çatışma ve savaş başlangıçları, geleceğin dünya haritasında şimdiden başlamıştır. Hindistan, Çin ve  Rusya karışık bir ortamda yapılanmalarına rağmen sahip oldukları büyük topraklar ve kalabalık nüfusların getirdiği güçlü ortamlar ile uluslararası alanlarda ve çok büyük yeni dengeler meydana getirerek, dünyadaki yeni gelişmelerin ortaya çıkması sırasında ya da geleceğe dönük plan, program ve de yeni stratejik kararların alınması ya da bu yönlerde yeni adımların atılması aşamalarında, küresel yönlendirmelerde etkili olmak şansını ulus devlet imparatorluklarının elde etmesi konusunu ,diğer büyük devletler ve geniş topluluklar ile ya da uluslararası kuruluşların bugünkü yeni yönetimleri ile ele alarak görüşmeler yapılabilir, ya da bunlar ile yapılacak yeni işbirlikleri ile daha adil bir uluslararası düzen oluşturulması zaman içerisinde yapılandırılabilir. Böylece yüz yıl önce yaratılmış olan uluslararası harita, sınırların yeniden çizilmesiyle alt üst edilerek geçmişten gelen haksızlıklara son verilebilecektir. Büyük Türk dünyasının birlikteliğini sağlayacak Birleşik Türk Devletleri, Rusya, Çin ve Hindistan’da olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne de tanınmalı ve Türklerin tek çatı altında toplanmaları sağlanmalıdır.

Balkanlarda yetişmiş olan Atatürk, bu özelliğini koruyarak Türkiye’yi çeviren toplulukların sorunları ile çok uğraşmıştır. Ayrıca Yusuf Akçura’nın katkıları ile de Asya, Rusya ve Kafkasya gibi önemli bölgelerdeki siyasal gelişmelerin de incelemelerini sahip olduğu büyük kütüphanesinden yararlanarak elde etmesini başarmıştır. Avrupa ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerde yetişen ve oralarda araştırmalar yürüten genç ve orta yaşlı kişilerle de sürekli görüşmeler yaparak dünya ülkelerinde neler olup bittiğini öğrenmeye çalışmıştır. Atatürk kurtuluş savaşı ve devletin kuruluşu aşamalarında Türkiye’nin bağımsızlığı ile çok yakından ilgilenmiştir. Ona göre gerçek anlamda tam bağımsız bir Türk Birliği ancak antiemperyalist tutum ile gerçekleştirilebilirdi. Bu tür bir yeni yapılanma içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, Atatürk bütün Türk dünyası devletleri ile ve çeşitli Türk topluluklarıyla da yakından ilgilenmeye çalışmıştır. Türk ulusunun gücüne ve büyük kimliğine saygı duyan Türkiye’nin kurucu önderi, Anadolu ve Trakya’da yaşayan iç Türkler kadar ve hatta onlardan daha fazla da dış Türkler denen Misakı Milli sınırları dışında yaşayan Türk toplulukları ile de yakından ilgilenerek, üçüncü bir cihan savaşına doğru gelişen olumsuz siyasal gelişmelerin önünü kesmeye çalışmıştır. Atatürk Türk ulusu adına Türkiye’de bir ulus devlet kurarken, diğer bölge ve ülkelerde yaşamakta olan Türklerin durumlarını yakından inceleyerek, Ankara’da bir Türk dünyası merkezi oluşturmaya çalışmıştır. Asya ve Avrupa hattında yaşayan Türk, topluluklarının sahip olduğu sorunların çözüme kavuşturulmasında etkili bir dış politika izleyen Kemalist Türkiye, Atatürk’ün izinden giderek insanlık adına ortaya çıkan bütün sorunlarla ilgili çalışmalar yapmıştır.

Atatürk bütün çalışmalarında Türk dünyasıyla yakından ilgilenmiş ve Türk devletlerinin çatısı altında varlığını sürdüren Türk ulusunun, çeşitli sorunlarının o dönemin koşulları ve ortamından yararlanarak, Türkiye’nin ve Türk ulusunun diğer uluslar arasında önde gelen bir konumda sahip olabilmesi için de gerekli olan her türlü yardım ve çalışmaları, Türk devletinin sahip olduğu merkezi güçleri kullanmıştır. Anadolu Türklerinin emperyalizmin pençelerinden kurtulabilmesi için geliştirilen Kuvayı Milliye hareketi daha sonraki aşamalarda, Türk dünyasının çeşitli bölgelerinde de özel çalışmalar yapılmıştır. Türklüğün tarih sahnesine çıkış yeri olarak gösterilen orta Asya bölgesinde Türkistan Milli Birliği adı altında yeni bir büyük örgütlenmeyi, Türk devletleri ve boylarını ortak bir devlet çatısı altında toparlayabilecek siyasal girişimi Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülüğünde gündeme getiren Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün yönetimi altında Türk dünyasının merkezi olarak hareket etmiştir. Dış Türkler ile her zaman yakın bir ilişki ağında hareket eden Atatürk, kurtuluş savaşı ve yeni devletin kuruluşu ile çalışmaları yürütürken, hiçbir zaman Türk dünyasının bağımsızlığından vazgeçmedi.  Atatürk Rusya sınırları içinde yaşayan Türk toplulukları ile yakından ilgilenirken, hiçbir zaman geride durmamış ve her zaman Türklerin tarih sahnesine çıktığı bölge olarak Orta Asya’yı Türkiye Türklerinin ikinci vatanları olarak ilan etmiş ve bu bölgelerin Ankara ile yakından ilgilenmesine de müstakbel Türk Birliği oluşumu açısından yardımcı olunmuştur. Birinci dünya savaşı sonrasında kurulamayan ve de kurdurulmayan Türk Birliği üçüncü bir dünya savaşı sonrasına bırakılmadan bir an önce kurulmalıdır. Son yıllarda kurulan Türk Devletleri Teşkilatı bir an önce genişletilerek Türk Devletleri Birliği öncelikli bir biçimde dünya haritasındaki yerini almalıdır. Türkiye merkezli bir Türk Birliği, dünya barışı açısından uluslararası alanda yeni dengelerin kurulmasına yardımcı olunacaktır.         

                                             Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN