ANKARA KALESİ
YENİDEN ASYA VE ASYA MİNÖR
Türkiye
Cumhuriyeti hükümeti, geçen çalışma döneminin sonlarına doğru düzenlemiş olduğu
bir basın toplantısı sırasında, toplantının yapıldığı salonun sahnesinin
üzerine “yeniden Asya “ başlıklarını asarak, dünya ile birlikte Türkiye’nin de
yepyeni bir döneme girdiğini ve bu değişim süreci içerisinde, Türk devletinin
yeni dönemde eskisinden çok farklı koşullarda ortaya çıkan ve yeni koşulları
dikkate alan eskisinden çok farklı yeni bir yaklaşım doğrultusunda içine
girilen yeni dönemde, geçmişte ağırlıklı olarak batı yanlısı çizgide uygulanan
uluslararası politikadan vazgeçildiğini, artık içine girilmekte olan zaman
diliminin “Yeniden Asya“ dönemi olarak belirlendiğini, bu çerçevede dünya konjonktüründe
en büyük kıta olarak harita üzerinde yerini alan Asya kıtasının, eskisi gibi
sahip olduğu büyüklük nedeniyle “yeniden Asya “ adı ile adlandırılmaya
çalışıldığı, dünya kamuoyunun gözleri önünde herkese gösterilmeye
çalışılmıştır. İnsanlığın ilk dönemlerinden bu yana devam edip gelen yeryüzü
hayatının anlamı üzerinde düşünülürken, ilk çağlar, orta çağlar ve modern
çağlar olmak üzere başlıca üç aşamalı bir tasnif içinde insanlığın birikimi
bugünlere taşınılmaya çalışılmıştır. Bilim, sanat ve kültür alanlarındaki
gelişmeler böylesine ortaya konan tarihsel değerlendirmeleri dikkate alan
tasnifler ortaya çıkan yeni bilim dalları aracılığı ile değerlendirme
tablolarında öne çıkarılmaya çalışılmıştır. İnsanoğlunun geçirmiş olduğu
çeşitli aşamalarda ulaşılan yeni bilgi birikimlerinin ortaya çıkardığı
eskisinden farklı süreçlerde, insanların ilk kuşaklarının yaşam düzeni kurduğu
Asya ve Afrika kıtalarının birlikte oluşturduğu ilk çağların yüzyılları, insanlığın
kaderini belirleyen daha sonraki
gelişme dönemlerinde yaşamın başlangıç noktası biyolojik evrimin belirgin
olması ile birlikte, hayat düzeninde bugünlere kadar uzanan bir yaşam çizgisi
geçerlilik kazanmıştır.
Binlerce
yıllık geçmişe sahip olan insanlığın bilimsel yaşamın verileri çizgisinde yaşamaya başlaması üzerine modern çağlar
birbirini izleyerek büyük bir tarih yaratmaları sürecinde ilk yaşam belirtileri
Asya kıtasında gündeme gelmiş ve bu nedenle de ilk insanların yaşam gücü
kazanmalarıyla birlikte ilkel uygarlıklara giden yollar açılmış ve böylesine
bir dönem ilk olarak Asya kıtasının toprakları üzerinde yaşandığı için,
insanlığın ilk çağlarına Asya dönemi adı
verilmiş ve eski Çin bölgesinde başlayan ve daha sonra da Hint yarımadasında
devam eden yaşam sürecine, insanlığın ilk dönemi olarak Asya dönemi olarak isim
verilmiştir. İlk insanların kemikleri ve diğer kalıntılarının Asya ve Afrika
topraklarının üzerinde bulunması yeni bilimsel tasniflerin öne çıkmasına
yardımcı olmuştur. Tarihin ilk çağlarında Asya kıtasının üzerinde yaşayan
insanlar ve diğer canlılar birinci Asya dönemini yaşarlarken, orta çağlar ve
modern çağlar üzerinden bugünkü dünya düzenine ulaşılmış ve on bin yılı aşan
bir zaman diliminin getirdiği veriler ve
bilgilerin katkılarıyla geçmiş yüzyılların birikimi bugünün dünyasını yeniden
Asya merkezli bir yeni dünya arayışını öne çıkarmış ve tam bu noktaya
gelindiğinde, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti de ülke ve devlet için “yeniden Asya
“dönemini başlatmıştır. Tarihin her döneminde devletler kuran ve bu doğrultuda
yaşadıkları toprak parçalarını uygarlığın bir parçası haline getiren insanlık, sonraki
aşamalarda uygarlığın gelişmesi sonrasında Asya ve Afrika dönemlerini geride
bırakarak yer kürenin batısına doğru bir ivme kazanmıştır. İlk uygarlıkların
tarih sahnesine çıktığı Asya dönemi geride kalırken, At merkezli bir yeni yaşam
düzeni kurulmaya çalışılmış ve bundan sonra Türklerin atlı uygarlığının at
sırtında yönlendirilmesiyle Asya kıtasının kuzey bölgelerinden Avrupa kıtasına
doğru bir uygarlık yolu açılmıştır. Avrupa devletlerinin yaşadığı Rönesans
sonrasında bu devletler diğer kıtalar üzerinde denizler üzerinden bütün dünya
karalarına yönelen uygarlık rüzgârı yer küreyi çevreleyerek, Avrupa üzerinden
Amerika kıtasına doğru siyasal gelişmeler birbiri ardı sıra belirleyici
olmuştur.
Asya’dan
Avrupa’ya geçen uygarlık zaman içerisinde dünyanın diğer bölgelerine de
yayılarak tüm yer küreyle bir uygarlaşma sürecine doğru dönüştürürken, önce
Avrupa ve daha sonra da Amerika kıtaları öne geçerek, yeni uygarlık bölgeleri
çizgisinde merkezileşmeye başlayınca, bu iki kıta çağdaş uygarlığın yeni
merkezleri coğrafya alanında yeni yapılanmanın öncüsü konumuna gelmişlerdir. Orta
çağ sonrası ve de modern çağlarda da böylesine bir durum devam ederek
post-modern dönemin ilk belirtileri ortaya çıkana kadar süreç hareketini
tamamlamıştır. Bugün içine girilmiş olan elektronik devrim oluşumu içinde
uygarlığın artık dünya merkezli olmaktan çıkarak, küreselleşmenin uzaya doğru
uzanması üzerinden artık diğer gezegenler ile ortak bir yaşam düzeni uzay
çağının getirdiği bilgi ve veriler aracılığı ile yer küre yeni dünya düzeni görünümünde
gerçekleştirilirken, bu yeni sürecin adı, ortaya çıkışı ve zamanı gibi kronolojik bilgilerin yeniden tasnif
edilmesi gibi bir arayış ve çabaların
birbirini izleyerek gündeme geldikleri görülmüştür. Türklerin Asya toprakları üzerinde
başlamış olan tarihsel serüveni daha sonraki aşamalarda Avrupa, Afrika ve
Amerika gibi kıtalara yayılarak, küresel bir dünya uygarlığının oluşumunda
etkili olmuştur. Avustralya ile okyanus ve kutupların büyük adalarında en son
aşamada uygarlık zincirine katılırken, uygarlık çemberinin bütün dünyayı sarıp
sarmalaması işlemi tamamlanmıştır. Dünyanın çevresi uygarlığın kucaklaması
üzerine insan uygarlığı bütün kıtaları, son beş yüz yıllık zaman dilimi içinde
sentezci bir yaklaşımla bir büyük dünya uygarlığı hedefi aşılmaya
çalışılmıştır. Ne var ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam ortasında yer aldığı beş
büyük karasal kıtanın ulaşım ve iletişimin hızla yayılarak gelişmesi gibi
yenilikler aracılığı ile önce yakınlaşma daha sonra da sağlanan hareketlilik
içinde bütünleşmeye doğru yol alındığı
gözlemlenmiştir. Dünyanın etrafında bir küreselci entegrasyon giderek
tamamlanırken, uygarlığın çıkış noktası olan Asya kıtası yeniden önem kazanarak
böylesine bir sürecin ilk çıkış bölgesi olduğu gibi, yeni gelinen aşamada aynı
zamanda yer küre üzerindeki son hedef olan küreselleşme oluşumunun da aynı
zamanda son noktası haline gelmiştir.
Üç kıtanın
tam ortalarında yer alan Türkiye Cumhuriyeti önce Asya döneminin sonra Avrupa
ve Afrika kıtalarının öne geçmesiyle birlikte, bu kıtaların hem yanında hem de
içinde yer almıştır. Merkezi bir devletin kıtalar arasındaki köprülük görevini
tam olarak gündeme getirerek bütün dünya kıtalarının ve devletlerinin “Yeniden
Asya “döneminin içinde yer alarak tarihin tekrarlarından oluşan içeriğinin
tamamlanması doğrultusunda, Türkiye’de diğer devletler ve topluluklar gibi tarihin çıkış noktası olan
Asya kıtasını yeniden güncelleştiren
küresel daireleri kendi açısından tamamlayarak “yeniden Asya “siyasetinin
devreye girmesi hedefinde, gerekli olan misyonu tamamlamaya çalışmıştır. Bu
yüzden uzun yıllar yüzünü batıya dönerek batı hegemonya düzeni içinde kendisine
yer arayan Türk devleti, bugün eski yıllarında olduğu gibi bir körü körüne
batıcılık yapmamış ama bütün dünya konjonktürünün küreselleşme aşamasında öne
çıkarak, yeni bir Asya dönemini öne çıkarmasıyla birlikte, Türkiye’de böylesine
radikal bir değişimin ilk hedefi olan yeniden Asya dönemini, küresel sürecin
ana gündem maddesi haline getirmiştir. Ülkeler coğrafyası ya da atlasları gibi
rehber kitap ve kaynaklara bakıldığında, Anadolu yarımadasının Türk devletinin
üzerinde kurulu bulunduğu devletin ülkesi olarak bilim çevrelerince “Küçük
Asya” adı ile Türkiye’nin anıldığı gözlere çarpmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin
uluslararası yayınlarda, Küçük Asya adı ile anılan bir yarımada üzerinde yer alması ile şimdiye kadar izlenen
politikalarda, Avrupa ve Amerika merkezli bir çizgide belirlenen uluslararası
politikalarda, Türkiye kendi konumunun Asya kıtasının merkez ülkesi olduğunu
unutarak ve yıllarca yüzü batıya dönük bir tutum çizgisinde batı merkezli bir politik çizgi izleyerek,
kendi jeopolitik merkezi konumu ile tamamen çelişkili ve karşıt bir düzeyde
siyasal çizgiyi takip etmek zorunda kalmıştır. Kendi coğrafi konumuna ters
düşen böylesine çelişkili politikalara yıllarca uyum sağlamak zorunda kalan
Türkiye, soğuk savaşın bitmesinden sonraki, merkezi konumda eskisine oranla
daha serbest bir siyasal duruma gelebilmiştir. Bu aşamadan sonra yenilikçi
yaklaşımlar öne çıkartılmıştır.
Bugün gelinen yeni noktada güneşin doğal
olarak doğudan doğduğu hatırlanarak, Amerika ve Avrupa merkezli batı
politikaları geride bırakılırken, Asya merkezli doğu politikaları giderek en ön
plandaki yerlerini almaktadırlar. Avrupa ve Afrika kıtası ile Asya kıtasının
harita üzerindeki konumları merkezi bir noktada bir araya gelmek gibi yeni bir
jeopolitik kesişme bölgesi yaratması, yer küre üzerindeki dengeleri
değiştirdiği gibi aynı zamanda jeopolitik açıdan farklı oluşumların da önünü
açmıştır. İlk çağlarda herkes kendi doğduğu bölgede bir yaşam düzeni kurmaya
çalışırlarken, hareketsiz toplulukların yaşam düzenleri dikkate alınarak durum
tespitleri yapılıyordu. Hayvanlarla birlikte hareket eden diğer canlıların da
toplamacılık ve avcılık dönemlerinde kırsal alanlar üzerinden ormanlara ve
tarımsal üretim yapılan alanlarına doğru uzanmalarıyla, doğadan beslenen
canlıların yer değiştirmeye başladıkları ve üzerinde yaşamaya başladıkları, bir
süre sonra da yer yüzü karaları üzerinde hareket ederek, canlı organizmaların
insanlar için çok daha geniş yaşam alanları ortaya çıkardıklarının farkına
varmışlardır. İlk ve orta çağ dönemlerinde kendiliğinden içgüdüsel olarak
ortaya çıkan bu gerçekler daha sonraki aşamalarda insanoğlunu yaşadıkları
yeryüzü karaları üzerinden dünya ile doğal bir kaynaşmaya götürdüğü farkına
varıldığında, doğada var olan canlı hayvan ve de bitkilerin insanların gıda sorunlarının
çözümüne yaradığı anlaşılınca avcılık ve toplayıcılık devirleri biterek, insanların
kendilerinin içinde yer aldıkları tarım ve üretim çağlarına geçildiği
görülmüştür. Doğada kendi halinde var olan bitkilerin, meyve ve sebzelerin
taşıyıcılık aktiviteleri yolu ile doğal alanda uygun yerlere
yerleştirildikleri, bu gibi faaliyetlerin zaman içinde sürekli olması ve daha
düzenli bir ekme biçme düzenine kavuşturulmalarıyla da tarımsal çalışmalar
üzerinden eski insanların dile getirdiği gibi, her türlü ziraat
hareketlilikleri programlı ve planlı bir düzen içinde insanların biyolojik
varlıklarının ve yaşamlarının yeniden daha sağlıklı bir biçimde örgütlenmesiyle
de tarımsal etkinlikler aracılığı ile insanoğlunun çağdaş uygarlıklara dönüşen
yaşam biçiminin yaşamsal süreç içinde daha gelişmiş bir düzeye insanları
taşıdıkları ve de tarım ürünleri olarak ortaya çıkan gıdalar aracılığı ile
açlık sorununu çözmüşlerdir.
Türk tarihi
incelendiği zaman ilk Türk devletlerinin sürekli olarak Asya kıtası
topraklarında kurulduğu görülmüştür. Türklerin Asya kıtasında devletler
kurmadan önce Büyük Okyanusun tam ortasında var olan MU kıtasında yaşadıkları
,daha sonraları bu büyük kıtada devlet ve uygarlık kuran Türklerin tıpkı
Atlantis kıtasının okyanusun üzerine batması gibi, Mu kıtasının da geçmişteki
bir zaman diliminde bugünkü Büyük Okyanus sularına gömüldüğü ve bu yüzden de bu
kıtada yaşayan insan topluluklarının bugün Asya kıtasının doğu kıyılarında yer
alan Çin üzerinden, Uygur devletinin toprakları üzerinden yeni bir devlet ve
uygarlık düzenini kurdukları görülmüştür. Asya kıtasının zamanla nüfusunun
artması ve yeni oluşan insan topluluklarının da bu çok büyük kıtanın toprakları
üzerinde zaman içinde daha da kalabalıklaşarak yaşayan bölgesel yeni
toplulukların, giderek devletleşerek yeni devletlerin tarih sahnesine çıkışına
aracı oldukları anlaşılmaktadır. Böylesine bir tarihsel süreçte Mu kıtası
sonrasında Türk toplulukları devletleşerek tarih sahnesine çıkarken, Uygur
bölgesinden orta Asya’ya doğru bir çıkış yolu aramışlardır. Bu arayış döneminde
önlerine çıkan uçsuz bucaksız orta Asya topraklarında Mu kıtası ile Uygur
devletinin halkları birbirini izleyerek siyasal yapılanma içine girmişlerdir. Büyük
Okyanus kökenli MU kıtası çökerken, bu kıtanın nüfusu Asya kıtası üzerinden
Orta Asya derinliklerine doğru gelişmeler gösterirken, Asya üzerinden Avrupa ve
Afrika kıtalarına da dağılarak yayılan Türk toplulukları, önce Asya
topraklarında Büyük Hun İmparatorluğunu kurarak üç büyük kıtaya merkezi olarak
egemen olmuştur. Bundan sonraki aşamada ise Batı Hun ve Avrupa Hun
imparatorluklarından sonra Akhun imparatorluğu gene Asya kıtasının batı ve
güney bölgelerinde kurulmuştur. Hun devletlerinin bir süre sonra dağılması
üzerine bu devletlerin uzantısı olarak Avar İmparatorluğu kurulmuştur. Tarihsel
dönüşüm süreci sonucunda Avar imparatorluğu halkları kuzey Asya bölgesine
gelerek burada Göktürk imparatorluğunu kurmuşlardır. MU kökenli halkların bir
Türk devleti çatısı altında bir araya gelirken “GÖK” başlıklı bir devlet
vatandaşları olmaları MU kıtası halklarının uzaysal kökenini göstermektedir.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Türklerin kökenleri üzerine
araştırmalar yaparken ve tarih kitaplarını okuyarak incelerken, Uygur ve
Göktürk kökenli toplulukların tarihlerine ağırlıklı yer vermiş ve bazı bilim
adamlarıyla diplomatlara görevler vererek bilimsel raporlar getirtmiştir. Göktürk
devletinin gök kavramı ile adandırılmasının Türklerin gök kavramına ağırlık
veren uzaysal kökenlerini ortaya koyduğunu gören Türk devletinin kurucusu
Atatürk, bilimsel araştırmaları örgütleyen Tarih ve Dil kurumları aracılığı ile
toplanan bilgilerin tasnif edilerek Türkiye Cumhuriyeti kütüphanelerine ve devletin araştırma
merkezlerine gönderilmelerinin talimatlarını bizzat Atatürk vermiştir .Daha
sonraları Türkiye Cumhuriyeti başkanlık makamının simgesi olarak belirlenen 16
yıldız ,geçmişten gelen tarihsel süreçte 16
adet Türk imparatorluklarının egemenliğini tarih kitaplarına
konulmuştur. 16 büyük devletin imparatorluk olarak egemenlik sürecinde tarih
sahnesine çıkışı belgelenmiştir. Göktürk imparatorluğu sonrasında Avarlar, Hazarlar,
Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliller, Harzemşahlar ve daha sonra Altınordulular,
Timurlular, Babürlüler, Selçuklular ve Osmanlılar olarak haneden
imparatorluklarını devlet kuran hanedan beyinin sultanlığında büyük devletleri
temsil eden imparatorluklara dönüştürmüşlerdir. Türk boyları bölgesel halklar
olarak birbirlerinden ayırılmışlar ama üzerinde yaşadıkları ülkeler daha çok
Asya kıtasının önde gelen bölgeleri olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Türklerin
tarihleri kavimler ve boylar üzerinden incelendiği gibi aynı zamanda devletler,
imparatorluklar, beylikler, hanlıklar, atabeylikler ve cumhuriyetler olarak da
tasnif edilmektedirler. Balkanlar’da ve doğu Avrupa bölgeleri ile kuzey Afrika
Asya topraklarında yer alan bölgeler de kurulmuş olan Türk devletlerinin büyük
çoğunluğu Asya kıtasının farklı bölgeleri olarak tarih kitaplarında yer
almaktadır. Birbiri ardı sıra kurulan devletler ve imparatorluklar açısından
bakıldığı zaman Türkiye’nin kaynağının ve Türklerin tarih sahnesine çıktığı
sahnenin kara kıtası olarak, Asya kıtası öne çıkmaktadır.
Türkiye’nin
üzerinde devlet olarak yer aldığı Anadolu yarımadası, aslında Asya kıtasının
bir yarımada konumunda Avrupa kıtasına doğru bir giriş yapan doğal konumda
uzanarak coğrafya haritasında yer almaktadır. Anadolu yarımadasının çıkış yeri
Kafkasya bölgesidir. Orta Asya bölgesinin batı yönünde devamı olarak öne çıkan
Anadolu yarımadası, aslında Asya kıtasının Avrupa kıtasının doğru yer aldığı
bir yapılanmadır. Günümüzde yeniden ASYA dönemi olarak ilan edilen Türk
devletinin uluslararası siyasetinde, Türkiye’yi yönetenler ve diğer Türk
devletleri ya da örgütleri Türk tarihini iyi bilmek zorundadırlar. Ortaya çıkış
yeri ile birlikte Türk devletlerinin her birisinin dünya sahnesine çıktığı
alanlarda Türk devletlerinin hem toplumlarıyla hem de ülkeleriyle birlikte ele
alındığı bir toplu Türk varlığı incelemesi, bugünkü gelişmelerin uzantısı
olarak ele alınmalıdır. Türk tarihinin her aşaması iyice incelenirse, neden
Anadolu yarımadasına “ASYA MİNÖR “ adının verildiği daha iyi anlaşılacaktır.
Tarih boyu değişik dönemlerde kendi özel konumuna göre yeni yapılanmalar
kazanan Anadolu yarımadası Asya’dan çıkan bir burun olarak dünyanın merkezi
bölgesinde, Avrupa kıtasının içlerine doğru uzanmakta ve böylece Asya ve Avrupa
kökenli uygarlıkların zaman içinde birbirine yaklaşması sağlanmaktadır. Asya
kıtasında kurulmuş olan bir devlet kuruluşundan sonra, genişlerken Avrupa
kıtasına doğru genişlemekte, bu durumun tamamen tersi olarak da Avrupa
kıtasında kurulmuş olan bir imparatorluk Asya topraklarında
genişleyebilmektedir. Bu durumlardan birincisine örnek olarak Selçuklu ve
Osmanlı imparatorluğu ikincisine örnek olarak da Roma, Bizans ve İskender
imparatorlukları örnek olarak gösterilebilir. Üç kıtanın birleştiği kesişme
noktasında, bir araya gelirken bazen Avrupa ve Asya kıtalarının arasına Afrika
kıtası da eklenmektedir. Bugün gelinen yeni aşamada Asya ve Avrupa kıtalarının
birlikteliği AVRASYA olarak tanımlanmaktadır. Afrika ve Asya kıtalarının
birlikteliği ise, AFRASYA adları ile
bazı projelerin ve siyasal yönelimlerin adları olarak merkezi üç kıtanın
birlikteliğini, dünyanın merkezi birlikteliği olarak öne çıkarmaktadır. Avrasya ve Afrasya üç
kıtanın birliğinde ortaya çıkan merkezi birlikteliklerin ortak adı olarak
kullanılmaktadır.
Doğu ve batı gibi yön gösteren
kelimelerin bir araya gelmesi de Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birlikte
oluşturdukları merkezi alanın tanımlanmasında değişik konular ya da tasniflere
uygun bir biçimde ele alınmaktadır. Bu açıdan bakıldığı zaman Orta Doğu, Yakın
Doğu ve Uzak Doğu gibi kavramlar Asya, Avrupa, Afrika ekseninde üç kıta
arasında bir araya getirilirken, bazan iki kıta birliktelikler gündeme geldiği
zaman üçüncü kıtanın dışlandığı göze çarpmaktadır. Tarihin son dönemlerinde
ulusal devletler, uluslaşma, devletleşme, siyasallaşma gibi halkçı süreçleri
tırmandırırken, soğuk savaş dönemin koşullarında bunların üstüne çıkan yeni
görüşler olarak tekelci şirketler bölgeselleşme, küreselleşme, pazarlama
ve şirketleşme gibi diğer emperyalist
vizyonlar uygulayarak öne geçerken, dünya bölgeleri arasında yapılar, konjonktürler
ve jeopolitik dengeler değişmektedir .Böylesine bir aşamada Asya, Afrika ve
Avrupa üçgeninde doğu, batı, kuzey ve güney yönleri değişiklik arz etmekte ve
bu durum dünyanın jeopolitik merkezine yansıdığı zamanda bugüne kadar sömürge imparatorlukları olmuş
olan doğu devletleri dünyanın doğusunda yer alırken, Orta Doğu, Yakın Doğu ve
Uzak doğu kavramlarının yer ve yön değiştirerek dünyanın sahip olduğu
geleneksel dengelerin daha farklı çizgilere doğru değiştiğini göstermektedir.
Merkezi konum, yakınlık ve uzaklık kavramları böylesine bir aşamada yer ve
anlam değiştirerek ve küresel harita üzerindeki devletlerin yeni konumlarına
doğru hareket ederek, yeni dengelere göre oluşan, jeopolitik siyasetler yönünde
hareket ettikleri görülmektedir. İnsanların bir yönün adı olan doğu kavramından
hareket ederek yakınlık, uzaklık, ortalık ya da merkezlik gibi kavramların
içeriğini doldurmaya çalıştıkları gündeme gelmektedir. Dünyanın batısında yer
alan Avrupa kıtası, yön belirleme ya da jeopolitik koşulları öne çıkarmaları
gibi durumlarda, dünyanın merkezi alanı konumundaki Orta Doğu bölgesini
dünyanın doğusunda gösterebilmektedir. Benzeri bir biçimde Asya’da yaşayanlar
da Avrupa kıtasını dünyanın batı bölgelerinden birisi olarak
tanımlayabilmektedirler.
Top’un yuvarlak olması gibi
durumlar nasıl yönlerin durumunu kesin tespit edemiyorsa aynı biçimde yer küre
üzerindeki yerlerin yönlerini tespit edebilmek son derece zordur. Top’un
dönerek kaleye girişi gibi küresel dünyanın her dönüşünde de nasıl bir hava ya
da jeopolitik denge ile karşılaşılacağı önceden belli değildir. Dünyanın
yuvarlak bir top biçiminde olması yüzünden jeopolitik dengeleri oluşturan
koşullar her zaman değişmektedir. Yirminci yüzyılın en büyük ekonomik gücünün
Amerika Birleşik Devletleri olması yüzünden, dünyanın merkezi olarak Amerika
gösterilmiştir. Bugün ise ABD dünyayı yönetme gücünü kaybettiği için dünyayı
yönetme şansını yitirmiştir. ABD bu durumda merkez ülke konumunu yitirmekte ve
dünyanın yönetimi yeni güç merkezi sahibi olma konumundaki büyük devletin
üzerine geçmektedir. Batı merkezli bir dünya oluşturan batı ülkeleri bu yüzden
Avrupa’yı merkeze koymuşlardır. Bu durumda Avrupa’yı merkeze koyanlar
Avrupa’nın batısına batı, doğusuna da doğu adını vermişlerdir. Doğuyu yakın ya
da uzak olarak tasnif edenler, Balkanları yakın doğu olarak tanımlarken ve
Asya’nın batı kıyıları yakın doğu kavramı kapsamında yakınlıkla ölçülürken,
aynı Asya kıtasının doğu kıyıları da uzak doğu olarak tanımlanmıştır. Kıtaların
kesişme noktası orta dünya olarak kabul edilirken, Asya ya da Avrupa gibi
kıtasal merkezler kendilerini merkeze koymaktadırlar. Dünyanın merkezi gücü
olmak büyük devletler arasındaki siyaset yarışlarına bağlıdır. Bu tür yarışları
kazanan devletler harita üzerinde bulundukları kıtanın konumunu değiştirebilmektedirler.
ABD devleti güçlü iken Amerikan kıtası merkez olarak benimsenmekte, ama aynı
ABD zayıflayarak güç kaybettiği zaman, dünyanın merkezi ya yeni süper güç olan
devletin bulunduğu kıtaya ya da jeopolitik dengeler üzerinden süper güç
konumundaki devletin ülkesinin bulunduğu bölgeye kaymaktadır. Orta Doğu denilen
merkezi bölge süper güçler arasındaki rekabet ve yarışlar sonucunda belli olur.
Orta Doğuya merkez kaydığı zaman, diğer bölgeler merkez olma konumunu
yitirdiğinden Orta Doğu devletleri kendiliğinden merkezi devlet konumuna
gelmektedirler. Merkezi bölge ya da merkez ülkeler zamanla uluslararası
sorunların odak noktası haline gelerek belirleyici olmaktadırlar. Süper güç
konumuna sahip olan devletler dünyayı bu bölge üzerinden yönetirlerken, Orta
Doğunun merkezi durumunu güçlendirirler.
Dünyanın önde gelen en merkezi
ülkelerinden birisi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin böylesine bir konuma sahip
olması nedeniyle, gerginlik, çatışma ve savaşların çıkmaması için doğu ve batı
ülkeleriyle olan ilişkilerin iyi izlenmesi ve merkezdeki diğer devletlerin
dünyanın merkez dengelerine dikkat etmesi gerekmektedir. Türkiye’nin bu
konudaki önceliği sınır komşusu olan ülkeler ile sıcak çatışma ya da savaşlara
girmemek olmalıdır. Ne var ki, Prof. kimlikli bir öğretim üyesi dışişleri
bakanı olduğu aşamada, hemen Türkiye’yi komşularıyla savaşlara yönlendirerek ve
çok büyük çelişkiler yaratarak tehlikeli olmuştur. Uzun süre batılı ülkelerin
kontrolü altında tutulan Türk devleti, batılı ülkeler tarafından gönderilen
uzman görünümlü siyasal kadroların hegemonyası altında batı blokunun
çıkarlarına uygun düşen çizgilerde kontrol edilmiştir. Türkiye’nin komşuları
ile ilişkilerini bozan ve bu doğrultuda komşu ülkeleri Türkiye ile savaşa
sürüklemek gibi bölge barışını tehdit eden olumsuz ve kışkırtıcı girişimler
yüzünden, Türkiye Cumhuriyeti, kurucu önder Atatürk’ün bizlere emanet ettiği
cumhuriyet devletini korumak ve bu hedefte yurtta ve dünyada kalıcı bir barış
düzenini gerçek boyutlarda harekete geçirmekle görevli olan Türk devleti ve
Türk milleti, önümüzdeki yakın dönem içinde Orta Doğu merkezli bir barış
düzenini, merkezi orta dünyanın içinden acilen devreye sokarak doğusuyla
batısıyla birlikte kenetlenmiş bir yapıda, kalıcı ve kurumlaşmış bir uzlaşma
ortamı yaratacak bir doğrultuda dünya ve bölge barışı için sonsuza kadar
mücadele edilmesi gerekmektedir. Sonsuza kadar devam edecek bir çağdaş
cumhuriyet devletini emperyalizme karşı kurmuş olan Türk ulusu, önümüzdeki
kritik çatışma ve savaş ortamında gereken tavrı göstererek, çağdaş Türk
Cumhuriyetine karşı girişilen her türlü saldırı ve tehdidi önleyecek bir savaşı
göze alarak sonuna kadar direnmek ve bir büyük dünya barışını gerçekleştirmek
amacıyla, komşu devletler arasında bölge dışı devletlerin saldırılarının önünün
kesilmesi gerekmektedir.
Türkiye Birleşmiş Milletler üyesi
bir devlet olarak acilen hem doğu hem de batı ülkelerini harekete geçirerek
merkezi alanda dünya çapında bir barış düzeninin mimarı olmak zorundadır.
Dünyadaki batı emperyalizmi sona ererken Avrupa ve Amerika ikilisinin dünya
hegemonyası sona ermektedir. Yeni dönemin hegemonya düzeninin önce Asya kökenli
bir gücün ortaya çıkmasıyla merkezi dünyada egemen olacağı ve sonra da orta
dünya üzerinden küresel hegemonya düzeninin hem doğu bölgesinde Asya kıtasında
hem de batı dünyasında gene Avrupa ve Amerika gibi kıtaların önde gelen büyük
devletleri üzerinde eskisine benzer bir biçimde devreye gireceği bugünün
koşullarında söylenebilir. Coğrafya atlasları ve kitaplarında asıl adı Asya
Minör ya da küçük Asya ismi ile dile
getirilerek ifade edilen Anadolu yarımadası ile bu toprakların üzerinde devlet
kurarak hegemon güç haline gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin önümüzdeki yakın
tarihli zaman dilimi içinde, dünyanın en büyük kara kıtası olan Asya toprakları
üzerinde yüz yıllarca batı bölgesinden gelen emperyalist saldırıların
önlenmesi, bugünün koşullarında güncel
önem kazanarak, koruyucu savunma savaşlarının bu aşamada öne çıkarılmasıyla her
türlü emperyalist ve Siyonist hedefler yıkılarak ortadan kaldırılabilecektir .
Dünya son beş yüzyılda öne çıkan batı emperyalizmi ile bunun uzantısı olarak
merkeze gelen İsrail Siyonizmi ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Üçüncü bir dünya
savaşını ortaya çıkararak kutsal kitaplardaki Armegeddon senaryolarına inanan
toplum kesimleri, artık daha dikkatli ve sistemli savunma mekanizmalarıyla
harekete geçerek, bir an önce savaş alanı ilan edilen orta dünya toprakları
üzerinde, bölge devletlerinin dayanışmalarıyla kurulacak olan bir güvenlik ve
saldırı mekanizmasına olan gereksinme giderek hızla artmaktadır. Asya, Avrupa
ve Afrika ülkeleriyle sınır komşusu olan bir merkezi bölge devleti olan Türkiye
Cumhuriyeti’nin, önümüzdeki günlerde kaos ve savaş ortamları arasında sıkışıp
kalmamak için daha aktif bir savunma ve gerekli bir kamu düzeni gündeme
getirecek biçimde örgütlenmesi giderek zorunluluk kazanmaktadır. Türkiye gerçekçi
bir barış düzeni ortaya çıkarabilmek için sınır komşusu devletler ile Asya
kıtasının büyük devletlerinin katılacağı yeni bir güvenlik örgütünü oluşturmak
amacıyla “Yurtta ve dünyada barış hareketini” acilen örgütlemek zorundadır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN