ALTERNATİF MİLLİ PROGRAM
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN (*)
Türkiye Cumhuriyeti devletini, Türk ulusu adına kurmuş olan Atatürk’ün partisinde son aylarda bir genel başkan değişikliği yaşadıktan sonra, partinin geleneksel ekolünü temsil eden genel sekreter değişimini de, dışarıdan pompalanan ve belirli çevreler tarafından kışkırtılan olaylar dizisinin birbirini izlemesi sonucunda, geçen hafta içinde tamamlamıştır. Atatürk’ün partisinin geleneksel ekolünün önde gelen temsilcisi olan eski genel sekreter, elli yıllık bir parti geçmişinden sonra görevinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Partili olmayan ve televizyon ekranlarında boy göstererek ya da son aylara kadar başka bir partinin genel başkanının ardında koşarak, kendisine siyaset sahnesinde yer arayan siyasal çizgisi belirsiz bir kişi, Bizans‘ın sermaye çevrelerinin desteği ile kendisini Atatürk’ün partisinin genel sekreterlik koltuğunda bulmuştur. Partinin geçmişi ve siyasal birikiminden habersiz olan böylesine bir kişinin, Türkiye’nin en kritik siyasal dönemecini yaşadığı aşamada devlet kuran partinin en sorumlu makamında kendisinin otururken bulması son derece çelişkili bir durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aslında yaz ayları başlarında partinin başına bir çeşit komplolar sonucunda geçen kişinin de eski bir partili olmaması, siyasetin içinden gelmemesi, siyasetle ilgisi olmayan bürokrasi kontenjanından meclise gelmiş olması ve hiçbir eski parti birikiminin olmaması da, bu eski partinin geleceği açısından yeni bir engel oluşturmuştur.
Türk siyaset sahnesinin en eski partisi
Türk siyaset sahnesinin en eski partisinin, sahip olduğu büyük birikimin temsilcisi olan içinden yetiştirdiği kadroları normal koşullarda kendi başına getirememesi, dışarıdan yapılan müdahaleler sonucunda siyasete sonradan girmiş ve geleneksel parti çizgisinin temsilcisi olmayan iki kişiye kendi kaderini bağlamış olması, Türk siyaset tarihinin en büyük çıkmazının yaşandığı aşamada ciddi bir çelişki olarak gündeme gelmesi özellikle Atatürkçü tabanda ve kamuoyunda ciddi tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Demokrasiye geçildikten sonra ortanın solu siyasetini ikinci adamın öncülüğünde seçerek Türk siyaset sahnesinin sol kesiminin temsilcisi olmağa çalışan Atatürk’ün partisi, Bizans merkezli sermaye çevreleri ile Atlantik ötesi emperyal merkezlerin etkileri ile daha sağ çizgide bir yapılanmaya doğru sürüklenirken halk tabanından kopma aşamasına kadar gelebilmiştir. Devleti Türk ulusu adına kurmuş olan bu büyük siyasal örgütün halkın gerçek temsilcisi olarak siyaset sahnesinde yoluna devam etmesi gerekirken iç ve dış çıkar çevrelerinin etkisi altına girmesi ve bu merkezlerin iteklemesiyle halk kitlelerinden uzak bir çizide kalması, Türk demokrasisinin gelişim çizgisi açısından çok zararlı olmuş, böylesine tarihsel bir birikimi temsil eden Atatürk’ün partisi, Hollywood özentili Atlantikçi ellerin kontrolü altına girince, seçim barajı altında kalarak parlamento da temsil hakkını bile kaybetmek zorunda kalmıştır. Türkiye çağdaş demokrasi yolunda yürürken, cumhuriyet devletinin kurucusu olan bir büyük partinin meclis dışı kalması, ülkede halk kitlelerinin çıkarları aleyhine baskıcı ve emperyal müdahalelerin önünün açılmasına neden olmuştur.
Türk devletinin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk
Türk devletinin kurucusu büyük önder Atatürk’ün ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda gitmesi gereken bu partinin, ikinci adamın siyaset sahnesinden çekilmesi üzerine Atlantik kıyılarında yetişmiş bir gazetecinin eline geçmesi, Türk siyasetinde beklenmeyen gelişmelerin önünü açmış, bu partinin geleneksel çizgisinin ötesine sürüklenmesi yüzünden Türk siyaset sahnesinde halk kitlelerinin ulusal çıkarları doğrultusunda hareket eden ve emperyalizme karşı direnen bir çizgi boşlukta kalmıştır. Atatürk döneminin başbakanı, tarihsel süreç içerisinde parti başkanlığından çekilmek zorunda kalıp, yerine gelen üçüncü genel başkan partiyi daha popülist bir çizgiye çekerek iktidara gelebilmenin yollarını ararken, Okyanus ötesi rüzgarların etkisi altında kalmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa uygarlığı ile bütünleşmesinin önünü keserken, Atlantik emperyalizminin ve İsrail Siyonizm’inin Orta Doğu bölgesinde giderek denetim kuran emperyal girişimlerinin etkisi altında kalmıştır. Ortanın solundan sosyal demokrasiye, demokratik soldan Büyük Orta Doğu Projesine, bunların hepsinin ötesinde Büyük İsrail projesinin devreye girmesine kapı açan siyasal girişimlerin, gene Atatürk’ün partisi üzerinden Türk siyaset sahnesine taşınmağa çalışılması hem devlet kuran partiye hem de Türk halkının ulusal çıkarlarına çok büyük oranlarda zarar vermiştir. Böylesine olumsuz bir süreç içerisinde Türkiye beklenmedik gelişmelere sahne olurken, devleti kurmuş olan partinin Türkiye’yi Atatürk’ün göstermiş olduğu ulusal hedef doğrultusunda çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine taşıyamadığı görülmüştür. Özellikle Atlantikçi çizginin parti yönetiminde giderek etkili olması, Siyonizm’in merkezi coğrafyaya egemen olması aşamasında Türkiye’nin giderek Avrupa’dan uzaklaşma noktasına doğru kayma göstermesi üzerine, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleneksel çağdaş uygarlık rotasında ciddi boyutlarda kaymalar gündeme gelmiş ve Türk devleti yirmi birinci yüzyıl dönemecinde çok ciddi bir orta çağa doğru yönelme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Atatürk ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarlarken
Atatürk ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarlarken, Misakı Milli kararı doğrultusunda o dönemde çağdaş uygarlığın temsilcisi ve merkezi olan Avrupa tipi bir devlet modeli doğrultuda, bir milli (ulus) devlet kurmağa yönelmişlerdir. Samsun’a varılmasıyla başlayan yeni süreçte, Amasya genelgesi durumu bütün dünyaya açıklamış ve bu metinde belirtildiği üzere; millet karar ve azmi ile böylesine yok oluş dayatmasına karşı çıkarak kutsal isyana kalkışmıştır. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar doğrultusunda yeni merkezi başkent Ankara‘da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapıları açılırken bir milli devlet inşa projesi adım adım yaşma geçirilmiştir. Büyük Önder’in başkanlığında Türkiye Cumhuriyeti devleti projesi bu aşamada gerçekleştirilirken, böylesine bir ulusal oluşuma karşı çıkan engeller ile büyük bir mücadeleye kalkışılmış ve özellikle emperyal müdahale ve engellere karşı kararlı bir direniş, örgütlü bir doğrultuda gerçekleştirilmiştir. Çünkü ortada bir milli program bulunmaktadır. Atatürk ve arkadaşları daha Samsun’a ayak basmadan, bitmiş olan Osmanlı Devleti’nin son genelkurmayında geleceğe dönük olarak İttihat Terakki ve Teşkilatı Mahsusa örgütlerinin katkılarıyla, Türk devletinin bir ulus devlet olarak devam etmesini sağlayacak milli devlet projesi hazırlanarak, Samsun’dan başlanılarak yaşama geçirilmiştir. Kuva-yı Milliye mücadelesi böylesine bir ulusal planın gerçekleşme aşamasıdır. Samsun’da başlayan ve Ankara’da hedefine ulaşan bu devlet projesi bir milletin geleceğe dönük milli projesi olarak devreye girmiş ve katılımcıları tarafından başarıya ulaştırılarak, bugünün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ortaya çıkması sağlanabilmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında kalkışılan böylesine bir önemli projenin yirmi birinci yüzyılda her türlü engele ve müdahaleye rağmen yoluna devam etmesi, Türk ulusunun zaferi olarak görülmelidir.
Milli bir devlete sahip olabilme doğrultusunda var olma ve yok olma savaşı
Bir Ulusal Kurtuluş Savaşı için yollara dökülen ve milli bir devlete sahip olabilme doğrultusunda var olma ve yok olma savaşına girişen Türk ulusunun önderi Mustafa Kemal Atatürk, Misakı Milli kararı ile beraber Amasya genelgesi ve Sivas Kongresi kararlarının topluca uygulama alanına aktarıldığı bir milli planın öncüsü ve uygulayıcısı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş aşamasına geçmesinden sonra merkezi coğrafyada emperyal merkezlerin çeşitli devlet projeleri, dış destekli ve içeriden işbirlikçi gelişmeler ile devreye girerken, bunlara karşı direnen Türk halkının ulusal üstünlüğünün devreye girmiş ve böylesine bir milli planın geleceğe dönük olarak uygulama alanına aktarılmasına yardımcı olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması bütünüyle bir milli planın sonucudur. Türk ulusunun emperyalizmin her türlü saldırısına karşı kutsal bir var olma mücadelesine kalkışmasıyla devreye giren bu milli devlet projesi, her türlü engele rağmen diğer devlet projelerini devre dışı bırakarak öne çıkmış ve Türk halkının sonsuz özverileriyle mümkün olabilmiş, soğuk savaş dönemini aşarak küreselleşme sürecinde emperyalizmin karşısına dikilmiştir. Bugünkü aşamada Türk ulusunun bir Ulusal Kurtuluş Savaşı vererek başarmış olduğu bu ulus devlet projesinin süper emperyalizm konumundaki küresel saldırının karşısında yeni bir sınav vermek zorunda kaldığı görülmektedir. Atlantik Okyanusu’nun iki kıyısından merkezi coğrafyaya saldıran ve bu bölgedeki Siyonist devlet ile işbirliği yapan süper emperyalizmin karşısında gene Birinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi Türk Devleti durmakta ve Türk ulusunun siyasal örgütlenmesi olarak bu coğrafyaya her türlü dış müdahaleye ve bunun bütün yerli işbirlikçilerine karşı direnmektedir. Böylesine kritik bir aşamada devleti kurmuş olan Atatürk’ün partisinin tıpkı Ulusal Kurtuluş Savaşı günlerinde olduğu gibi Türk ulusunun antiemperyalist var olma mücadelesine öncülük yapması beklenirken, Okyanus ötesindeki emperyal güçler buna izin vermeyerek yeni manevralarla Türk siyasetini yönlendirmeğe çalışmaktadırlar.
Soğuk savaş yıllarında uzaklardan gelerek merkezi coğrafyaya yerleşen yeni Atlantik gücünün bir askeri birlik şemsiyesi oluşturduktan sonra, Siyonizm’in hedefi olan İsrail projesine angaje olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda eski Osmanlı coğrafyasındaki bütün ulus devletlere karşı bir harekete kalkışılmış, özellikle Mustafa Kemal’in ülkesindeki ulus devletin ortadan kaldırılabilmesi için çeşitli manevralar yirminci yüzyılın her dönemecinde gündeme getirilmiştir. Osmanlı sonrasında bu coğrafyada mandacılığa kalkışan bazı gayrimüslim toplum kesimlerinin işbirlikçiliği sayesinde öne çıkan anti-ulusalcı yaklaşımlar, ulus devlete zarar vererek zaman içerisinde yıpranmasına neden olurken, Atatürk’ün milli devlet projesi bütünüyle tehdit altına girmiş ve zaman içerisinde yeniden yok olma noktasına doğru sürüklenmiştir. Türk Devletinin kuruluş temelleri ve sonraki yıllarda tamamlanan yapılanması bütünüyle milli olmasına rağmen, demokrasiye geçildikten sonra Okyanusun iki kıyısından yönlendirilen merkez sağ iktidarlar aracılığı ile ve Atlantik emperyalizminin dünya hegemonyasına yönelen askeri yapılanması çerçevesinde dolaylı ve açık yollardan uygulanan gayri milli politikalar yüzünden Türkiye Cumhuriyeti devleti fazlasıyla zarar görmüştür. Ulusal kurtuluş savaşı sonrasında kurulmuş olan milli devlet, daha önce hazırlanmış olan milli proje doğrultusunda örgütlenirken, merkezi coğrafyada Osmanlı İmparatorluğu’nun yarattığı siyasal boşluk güçlü bir milli devlet ile doldurulmağa çalışılmıştır. Cumhuriyetin ilk yılları ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam eden tek parti yönetimi bu açıdan ciddi bir milli projenin yaşama geçirildiği dönem olarak siyasal tarihteki yerini almıştır. Demokrasi sonrasındaki iktidarların oluşumunda Orta Doğu’ya gelmiş olan Amerikan emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’inin etkili olmağa başlaması milli devlete zarar verirken, zaman zaman ara rejimler ve askeri yönetimler aracılığı ile demokrasiye ara verilmek zorunda kalınmıştır. Yıllar geçtikçe uluslararası alandaki devletler yarışı doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti’ni güçlendirecek bazı milli projeler devreye sokulmağa, yirminci yüzyılın ikinci yarısında gündem getirilen üç milli idari reform girişimi ile Türk devletinin yapısı yenilenmeğe ve gücü artırılmağa çalışılmıştır. Mehtap ve Kaya projeleriyle beraber onların arasında yer alan İdari Reform çalışmaları bu doğrultuda her on senede birbirini izleyerek, milli devlet projesinin daha sonraki dönemlerde güçlendirilmesini hedeflemiştir. Bu doğrultuda oluşturulan Devlet Planlama Teşkilatı, Milli Prodüktivite Merkezi gibi kamu kuruluşları ile beraber Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, milli devletin değişen koşullarda yenilenmesine ve ulusal çıkarlar doğrultusundaki bir merkezi planlama düzeninde yaşamını sürdürmesine katkıda bulunmağa çalışmışlardır. Devletin çatısı altında anayasal yapılanmaya uygun olarak oluşturulan bu gibi kamu kurumları, Atatürk’ün milli devletinin parçaları olarak bu milli projenin gelişmesine ve yenilenmesine katkıda bulunmağa çaba göstermişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, soğuk savaş döneminin son yıllarına kadar böylesine milli kamu kurumlarının ulusal çabalarına dayanarak gelmiştir. Ne var ki, küreselleşme dönemine gelindiği aşamada, milli devletin devamlılığını sağlayan ulusal girişimler ve politikalara son verildiği görülmüştür. Süper emperyalizm bu aşamadan sonra bütün milli devletlere yönelttiği dış müdahaleleri Türk devletine karşı da kullanmağa başlamıştır.
Küreselleşme aşamasına gelinmeden soğuk savaş döneminin son on yılında Türkiye Cumhuriyeti NATO ittifakı üzerinden bir askeri döneme mahkum edilirken, ülkedeki ulusal birikimi temsil eden bilim adamı ve aydınlar üniversitelerden ve kamu kurumlarından dışlanarak, devletin iç yapısı ele geçirilmeğe çalışılmıştır. Okyanus ötesinden yapılan listeler ile siyaset sahnesinin ve bürokrasi dünyasının sandalyelerine işbirlikçi ve mandacı kesimlerin temsilcileri oturtularak, merkezi coğrafyadaki Türkiye cumhuriyeti ulus devletinin tasfiyesine giden yol açılmıştır. Yeni dönemde eski politik kadrolar veto mekanizmalarıyla devre dışı bırakılırken, geleneksel partiler ile beraber devlet kuran Atatürk’ün partisi de kapatılarak siyasal yasaklı konumuna getirilmiştir. Eski partiler geride bırakılırken, yeni dönemin emperyalist politikalarını uygulayacak işbirlikçi ve siyaset açısından deneyimsiz kadrolar, bütün cahillikleriyle Türk devletinin ve toplumunun önde gelen kamu kurumlarının sorumlu makamlarına getirilmişlerdir. Dışarıda emperyalizmin işbirlikçisi eğitimi almış olan kafadan bağımlı kadrolar aracılığı ile Türk siyaseti tamamen dışa bağımlı bir yapılanmaya doğru iteklenirken, Türk ulus devleti de bu durumdan fazlasıyla zarar görür bir hale getirilmiştir. Bir taraftan ekonomi devletin elinden alınarak çok uluslu şirketlerin denetimindeki batı emperyalizminin kollarına teslim edilirken Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi hızlandırılmış, diğer yandan ulus devleti ortadan kaldıracak düzeyde ciddi bir ayrılıkçı bölücülük NATO ülkelerinin desteği ile Türkiye’ye karşı devreye sokulmuştur. Ayrıca, milleti aşacak derecede bir ümmetçi yapılanma, yeni kurdurulan dinci partiler üzerinden siyaset sahnesinde etkili kılınmağa başlanmıştır. Böylece her üç açıdan Atatürk’ün milli devlet projesi aşındırılmağa başlanarak, zaman içerisinde Türk ulus devletinin merkezi alandan kaldırılması planlanmıştır. Bölgesel bir hegemonya arayışı doğrultusunda antiemperyalist bir yapılanma içerisinde varlığını koruyan Türk ulus devleti engel olarak görüldüğü için, ekonomik emperyalizm, bölücülük ve ümmetçilik üzerinden Türk milleti ve onun milli devleti ortadan kaldırılmağa çalışılmıştır.
Küresel emperyalizmin devreye girmesiyle beraber, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya, Çekoslovakya Federasyonları dağılmış, bazı devletlerin parçalanması kışkırtılarak yeni küçük devletler ortaya çıkarılmağa çalışılmıştır. Böylesine bir emperyal baskı giderek artarken, terör gene emperyalizm organizasyonu çerçevesinde kullanılarak Türkiye’de Kuzey Irak ve Güneydoğu bölgesi üzerinden parçalanmağa ve ulus devlet niteliği bölgesel federasyon planları doğrultusunda ortadan kaldırılmağa çalışılmıştır. Çeyrek yüzyılı aşkın böylesine bir bölücü terör uygulaması sonrasında Türkiye otuz binden fazla vatandaşını yitirirken, Türk ulus devletinin de giderek emperyalizm ve Siyonizm’in hedefleri doğrultusunda zorlanmağa başladığı görülmüştür. Irak’a son derece haksız bir biçimde saldıran ve işgal eden Amerikan emperyalizmi,bu ülkenin kuzeyinde kukla bir işbirlikçi devlet yapılanması oluştururken, bu istikrarsızlık bölgesi üzerinden Türkiye Cumhuriyetinin ulusal birlik ve bütünlüğüne yönelik bölücü teröre de dolaylı yollardan destek verir bir konuma düşmüştür. Türkiye Cumhuriyeti ile müttefik olduğunu ilan eden bu emperyal gücün kendi müttefikinin bölünmesine çanak tutması ya da aracı olması çok ciddi bir çelişkiyi ortaya çıkarırken, Türk halkının da antiemperyal bir çizgide bilinçlenmesine ve böylesine bir haksız saldırganlığa karşı kenetlenmesine neden olmuştur. Soğuk savaş sonrasında giderek saldırganlaşan Amerikan emperyalizmine kızgın olan Türk halkının, ulusal birlik ve bütünlük doğrultusunda güneydoğulu vatandaşları da kucaklayarak tıpkı eski ulusal kurtuluş savaşı günlerinde olduğu gibi bir çelik duvar oluşturduğu görülmüştür. Giderek bastırmakta olan emperyalizmin bunun üzerine baskısını artırarak Türkiye’nin işini bir an önce bitirmeğe öncelik verdiği anlaşılmıştır.
Eski bir Dünya Bankası bürokratını Türkiye’ye siyasal lider olarak gönderen Atlantik emperyalizmi, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal yapısını zorlarken, Türk toplumunun önde gelen ulusalcı kesimleri bir araya gelerek hem ulusun varlığını geleceğe dönük olarak güvence altına almak hem de bu doğrultuda Türk ulus devletini her türlü tehdit ve tehlikeye karşı koruyabilmek üzere harekete geçmişlerdir. Türk milletinin ulusal refleksini temsil eden bu kesimlerin dış baskılara karşı direnen çıkışlarını saptırmak isteyen bazı emperyal güçler çeşitli ara rejim ve müdahale senaryolarını devreye sokarak, Türk halkının ulusal direnişini kırmak istemişler ve bu doğrultuda da çeşitli senaryolar aracılığı ile başarılı olabilmişlerdir. Dış baskı ve müdahaleler artarken, emperyalizme karşı tek vücut olarak direnmesi gereken Türk ulusunun çeşitli siyasal ve hukuksal senaryolar üzerinden bir iç çekişme ve çatışma ortamına sürüklenmesiyle gene emperyalistlerin ve Siyonistlerin işine yaramış, İsrail merkezli bir Büyük İsrail Projesi Büyük Orta Doğu projesi görünümüyle bölge ülkeleri üzerinden yaşama geçirmeğe çalışılırken, Türk ulusunun ve devletinin direnme gücü bölge devletlerine yapılan saldırılar doğrultusunda kırılmıştır. Milli gücün toparlanması gerekirken kırılmak istenmesi, artan dış baskılar doğrultusunda içerideki işbirlikçi çevrelerin siyaset ve medya sahnesinde daha fazla etkin bir konuma getirilmesiyle, Türk milli devleti kendini koruyamaz bir duruma düşürülmüştür. Atlantik kıyılarından destek alan dinci partilerin işbaşına gelmesi ve neoliberal çizgide küresel emperyalizmin programlarına angaje olarak bunları bütünüyle uygulamaya aktarmalarıyla, Atatürk’ün milli devlet projesi tam anlamıyla bir yok olma noktasına yeniden sürüklenmiştir. Özellikle ikibin yılı sonrasında işbaşına gelen yönetimler döneminde Türk milli devleti projesinin fazlasıyla yara aldığı ve planlı bir biçimde tasfiyeye mahkûm edildiği görülmüştür. Bu durumu gizlemek isteyen ve örtülü bir emperyalizm ile Türk halkını aldatma girişimleri, her türlü medya desteğine rağmen etkili olamamış Türk halkı emperyalizm işbirlikçilerine ve mandacılara karşı ciddi oranda tepki vermeğe devam etmiştir.
Yirmi yıllık küresel emperyalizm dönemi tamamlanırken artık nelerin olacağı ve nelerin olamayacağı kesin hatlarıyla belli olmuştur. Bu yüzden eskisi gibi yanlış yönlerde Türk halkının zorlanmasıyla bir yerlere gidilemeyeceği kesin olarak görülmektedir. Ne var ki, büyük çıkarlar doğrultusunda emperyalizm ve Siyonizm ya da Siyono-emperyalizm, Atatürk’ün milli devlet projesini devre dışı bırakabilmek üzere Türk ulusunun Kemalist birikimi ve çizgisiyle giderek artan bir doğrultuda mücadeleye devam etmektedir. Siyonizm ve Kemalizm çarpışırken, siyono-emperyalistler yeni bir yol denemeğe karar vererek, açıktan mücadele ile yıkamadıkları Kemalist rejimi rayından çıkarmak ve kendi planlarına alet etmek üzere bir Neo-Kemalizm uygulamasını gündeme getirmişlerdir. Atatürk’e saygı gösteriyormuş ve onun ilkelerine uyuyormuş gibi ortaya atılan Neo-Kemalizm girişimine bakıldığı zaman, son zamanlarda batı saldırganlığı karşısından batı bloğundan uzaklaşmağa başlayan Türkiye cumhuriyetini yeniden batı emperyalizminin kucağına oturtma girişiminden başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Ulus devletten federasyona geçişin ilk aşamalarından birisi olan başkanlık sistemini Atatürkçülük adına savunacak derecede bir büyük yanlışı savunma durumuna gelmiş olan Neo-Kemalizm girişimi bütünüyle Atatürk’ün Kemalist ulus devlet projesinin ve tam bağımsız çağdaş cumhuriyetinin tasfiyesine yönelik emperyal planların bir parçası olarak öne çıkarılmaktadır. Bu projenin yönlendirici si olarak bir İstanbul gazetesi misyon üstlenerek Neo-Kemalizm’in propagandasını yapmağa başlamıştır. Yeni Kemal ile Yeni Kemalizm arayışı içerisindeki bir yazar, Atatürk’ün partisinin yeni genel başkanı ile uzun süreli bir gizli görüşmeden sonra son zamanlarda yayınladığı yazılarıyla Neo-Kemalizm’in teorisyenliğine soyunmuştur. Atatürk’ü tanımadan ve Kemalizm’i bilmeden Neo-Kemalizm teorisyenliğine soyunan bu yazar, Atatürk’ün partisini okyanus ötesi plan ve projeler doğrultusunda yönlendirmeğe çalışarak, Türkiye’nin kurucu önderi Atatürk’ün ikinci dünya savaşında uyguladığı komşularıyla emperyalizme karşı bölgesel birlik projesini n devreye girmesinin önüne geçmeğe uğraşmaktadır. Atatürk karşıtlığı ile bir yerlere gidilemeyeceğini açıkça ifade eden bu yazar, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Atatürk’ü kullanarak, saptırarak ve emperyalizmin planları doğrultusunda yanlış bir Atatürkçülüğü devlet kuran partinin yeni yönetimine aşılayarak, okyanus ötesi inisiyatifin çıkarları doğrultusunda Türkiye’nin bir yerlere doğru sürüklenebileceğinin hesapları içerisinde görünmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, Ulusal Kurtuluş Savaşının öncü kadrosu ve önderi Atatürk’ün gerçekleştirdiği bir milli devlet projesidir. Her türlü engel ve dış müdahaleye rağmen Türk devleti, imparatorluk sonrasında doksanıncı yılını tamamlamıştır. Bir çok devlet küresel emperyalizmin saldırılarına dayanamayarak yıkılırken yada dağılırken, Türkiye Cumhuriyeti kararlı bir biçimde yoluna devam edebilmiştir. Bu gün Türkiye’nin en ciddi gereksinmesi ulusal çıkarlara uygun düşecek bir milli plandır. Yıllardır emperyalist baskı ve saldırılar ile yıkamadıkları Atatürk’ün milli devletini şimdi de uydurma ve saptırma bir Neo-Kemalizm yolu ile emperyalizmin çıkarlarına uygun bir duruma getirmek ve bu doğrultuda Atatürk’ün partisini kullanmak gibi bir oyuna Türk ulusu ve devleti gelmemelidir. Atatürk’ün partisinde söz sahibi olanların bu durumu iyi düşünmesi ve gerekeni yapması gerekmektedir. Bu doğrultuda Türkiye’nin ulusalcı ve Atatürkçü tabanı harekete geçerek, saptırma bir Atatürkçülüğe izin verilmemelidir. Emperyalizmin Siyonist dervişleri bu ülkeden daha önce defalarca kovulmuşlardır. Uluslararası kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda Türk ekonomisini bir sömürge çıkmazına kilitleyen emperyalizmin Siyonist dervişleriyle yapılan gizli görüşmeler Atatürk’ün partisini hiçbir yere götüremez ancak emperyalizmin Truva atı konumuna sokar. Gerçek Kemalistler bu durumu iyi bildikleri için, okyanus ötesi emperyalizmin Neo-Kemalizm senaryosuna açıkça karşı çıkmaktadırlar. Ağzına Atatürk’ü hiç almayan, laiklik çizgisinde en küçük bir hassasiyet göstermeyen, antiemperyalist çizgiden uzak duran,küresel sermaye ve onun yerli işbirlikçilerinin temsilcileri ile bir yönetim kadrosu oluşturan yeni önderlik ile Atatürk’ün partisi hiçbir yere gidemez.Atatürk düşmanlığına karşı çıkış görünümünde batı işbirlikçi bir Kemalizm saptırmasına anti -emperyalist çizgideki gerçek Atatürkçüler hiçbir zaman izin vermeyeceklerdir. Okyanus ötesi dış desteklere fazlasıyla güvenerek gerçek Atatürkçüleri marjinalleşme ile suçlamak da böylesine emperyalist bir oyunu gizleyemeyecektir. Türk ulusunun, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda kaydırılmış bir Neo-Kemalizm’e değil ama ulus devleti toparlayacak ve yeni çağın koşullarında Türkiye Cumhuriyeti’ni yenileyecek bir milli programa gereksinmesi vardır. Böylesine bir milli program doğrultusunda yapılacak bir idari reform ile Türk devletinin yeniden güçlenmesi ve milli güç unsurlarının bir araya getirilmesiyle, merkezi coğrafyanın en güçlü devleti olarak yoluna tam bağımsız bir doğrultuda devam edebilmesi sağlanabilecektir. Yıllardır dış destekle Türkiye’ye dayatılan emperyalist programlara karşı çıkışı temsil edecek ciddi anlamda yeni bir milli program ile Türk devletinin yoluna devam edebilmesi mümkün olabilecektir. Önümüzdeki dönemde hangi parti böylesine alternatif bir milli programı Türk ulusunun önüne koyarsa o partiyi Türk ulusu iktidara getirecektir. Atatürk’ün devlet kuran partisinin kadroları bu durumu iyi bilerek, ona göre hareket etmesi ve en kısa zamanda; Türkiye’nin bütün gereksinmelerini karşılayabilecek alternatif bir milli programı yeni bir seçenek olarak Türk halkının önüne koyması gerekmektedir. Türkiye’yi kurtaracak olan böylesine ciddi bir alternatif milli programdır. Neo-Kemalizm saptırmaları ya da kaydırmaları bu durumu hiçbir biçimde değiştiremeyecektir. Okyanus ötesindeki dost ve müttefiklerimize, selam ve saygı ile halen başkent olan Ankara’dan duyurulur. (*) (Ulus Gazetesi; 15 Kasım 2010)
ANKARA KALESİ: Kanunlar önünde eşitlik yoksa; "İnsan Hakları, Adalet ve Hukuk" yok demektir... Prof. Dr. Anıl Çeçen
11 Ağustos 2018 Cumartesi
ALTERNATİF MİLLİ PROGRAM (Önemli Bir Hatırlatma. Nisyan ile malûl olmamalı) "Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN" -kendisine siyaset sahnesinde yer arayan siyasal çizgisi belirsiz bir kişi, Bizans‘ın sermaye çevrelerinin desteği ile kendisini Atatürk’ün partisinin genel sekreterlik koltuğunda bulmuştur!.. (Ulus Gazetesi; 15 Kasım 2010)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder