ANKARA KALESİ
DÜNYA ORDUSU ACİLEN KURULMALIDIR
Soğuk savaş dönemi sonrasında gündeme gelen küreselleşme aşamasının da sona ermesiyle birlikte geleceğe dönük olarak hazırlanan ve zamanla bazı yönleriyle uygulama alanına getirilen yeni dünya düzeni her geçen gün daha fazla insanlığın önüne çıkarılmaktadır. Bu arada beklenmedik gelişmeler ortaya çıkmakta ve bütün devletler yeni girişimlerin etkisi altında kalırken, her devlet kendi ulusal çıkarlarını dikkate alarak işine gelen yeniliklere yakın durmakta ama var olan düzen ile ulusal çıkarlara ters düşen kazanılmış hakları ortadan kaldıran yeni girişimlere karşı çıkarak, hak ve özgürlükler savaşında her devlet birbirinden çok farklı bir yol izleyerek yoluna devam edebilmenin fırsatlarını yakalamaya ya da kullanmaya öncelik vermektedir. Bu doğrultuda var olan devletler düzeninin içinde yer alan devletler kendi konumlarını korumaya çaba gösterirken, kendi devletini kuramamış durumda bocalayan yeni alt kimliklerin eskisinden farklı bir dünya düzenine doğru örgütlenerek, dünya haritasının çeşitli bölgelerinde kendi devletlerini kurabilmenin arayışları içine girdikleri göze çarpmaktadır. İki dünya savaşı sonrasında yepyeni bir yüzyıla gelmiş olan dünya eskisinden çok farklı bir düzene doğru yönelirken harita üzerinde silinip giden eski devletler ile geleceğin dünyasında yeni roller oynayacak farklı devlet yapıları kendiliğinden gündeme gelmektedir. Uluslararası alanda ortaya çıkan her yeni değişiklik beraberinde devletlerin sınırlarını tartışma alanına getirerek, daha farklı yeni bir dünyaya doğru yönelişi öne çıkarmaktadır. Var olan devletler kendi güvenlikleri için her yola yönelirken, gerekli olan tüm önlemleri alarak ve rekabet düzeninde bir güvence ortamına sırtını dayayarak ayakta kalmaya çaba göstermektedir.
Uluslararası alandaki her yenilik beraberinde çeşitli
değişim ve dönüşümleri gündeme getirirken, her devlet ve insan toplumları
arasında sürtüşme ve çekişmelere neden olabilecek olayları da siyasal açıdan gündeme
getirmektedir. Savaşlar böylesine değişim süreçlerinin sonucunda ortaya çıkan
patlamalar olarak siyasal tarihteki yerlerini alırken, dünya güvenliğinin
korunabilmesi ve devletler arasında dayanışma aracılığı ile iyi ilişkileri
geliştirmek üzere ülkelere güvenlik sağlayıcı yönetim önlemlerine de gereksinme
duyulmaktadır. İnsanlık tarihi birbirini izleyen savaş senaryoları ile dolu olduğundan,
her dönem için güvenlik arayışları devam etmiş ve gelinen son noktada gene
eskisinden çok daha farklı biçimde güvenlik arayışları kendiliğinden dünya kamuoyu
önünde gündeme gelmiştir. Yeni ve yakın çağların birbirini izlediği son beş yüz
yıllık dönemde pozitif hukuk yapılanması ile bilimsel gelişmelerin getirdiği
veriler üzerine, bir uluslararası güvenlik ortamı oluşturulmaya çalışılmıştır. Güvenlik
arayışları beraberinde silahlanma yarışını da öne çıkarırken, insan toplumları
silahlanma tehlikesinin getirdiği tehdit ve tehlikelerin de karşısında kalmışlardır.
Silahlanmanın yetersiz kaldığı durumlarda, güvenlik için gündeme getirilen
girişimlerin sağladığı imkanlarla yetinilmek istenmiş ama sonraki yıllarda çok
hızlı biçimde yaşanan yenilikler zinciri, var olan güvenlik önlemlerini ve düzenlerin
eskimesine yol açmıştır. Bu yüzden zamanla eskiyen güvenlik ortamlarının devre
dışı kalmasına giden yol açılmıştır. Bu çerçevede dünya her zaman için güvenlik
tehditleri ile dönemler yaşayarak bu günlere gelmiştir. Güvenlik önlemlerinin
yeterli olduğu aşamalarda tehditlere karşı kamu düzenleri ile koruma sağlanmıştır.
Bu tür sonuçların alınabildiği durumlarda eski güvenlik düzenleri devam ederek
bugünlere gelebilmiştir. Bu durumun aksi süreçlerin yaşandığı aşamalarda ise
güvenlik sorunu öncelikli bir mesele olarak dünya gündeminin en önlerinde yer almıştır.
Devletler kendi iç düzenleri için koruyucu ve önleyici tedbirler alarak diğer
devlet yapılanmalarına karşı harekete geçerken, devletler düzeni içinde
birbirlerine karşı yeni tehditler yaratabilecek gelişmelere neden olmamaya çalışmaktadırlar.
Var olan tehditler devam ederse ya da daha büyüyerek eski geniş bölgeleri ve
halkları tehdit altına alırsa o zaman eskisinden daha güçlü bir güvenlik
örgütlenmesi en son bilimsel ve teknolojik verilerden yararlanılarak uygulama
alanına getirilmektedir.
Hızlanan teknoloji yarışında ve birbirini izleyen bilimsel
gelişmeler ve yenilikler aracılığı ile geçmişten gelen güvenlik
yapılanmalarının giderek yetersizlik çıkmazına doğru sürüklenmekte olduğu
kamuoyuna yansıyan bilgiler çerçevesinde giderek kesinlik kazandıkça, yeni
güvenlik düzeni arayışları birbirini izleyerek uluslararası alanda geçmişten
gelen tüm buluşları ve bunlara dayalı olan düzenleri devre dışı bırakmaktadır.
Bu nedenle kamusal alandaki yeni yapılanmalar kamu güvenliği açısından devreye
girerek yeni yapılanmalar doğrultusunda da farklı örgütlenmeleri gün ışığına çıkarmaktadır.
Savaşlar ya da benzeri sıcak çatışmalar dünya barışını ortadan kaldırdığı gibi
aynı zamanda insan toplumları ya da var olan devlet düzenlerini de değişime
doğru zorlamaktadırlar. Böylesine bir süreç içinde de geleceğe yönelik olarak
dünya barışını uzun süreli koruyabilmek mümkün olamamakta ve bu yüzden de
savaşlar dünya gündeminde her zaman için öncelikli olarak yer alabilmektedirler.
Bu durum insanlığın barış düzeninin geçici olarak kalmasına yol açarken, aynı zamanda
bütün güvenlik arayışlarını da geçersiz kılarak, barış ortamlarının savaş
platformlarına dönüşmesine giden süreci zorlamaktadır. Üzerinde yaşanılan
dünyanın insan toplumlarından oluşan yapılanması dikkate alındığında, insanlık
ile var olan dünya koşullarının karşı karşıya geldikleri bir ortam üzerinden bu
gezegende bir kamusal düzen kurulabildiği anlaşılmaktadır. Geçmişten gelen
düzen var olan yeni koşullara uygun bir ortamda devam edip geliyorsa, o zaman
eski kamu düzeni ile dünya güvenliği arasında uyum olduğu için geçmişten gelen
kamu düzenlerinin yeterliliği doğrultusunda güvenlik düzenleri yeterli
görüldüğü için yeni bir güvenlik düzeni arayışına gerek yoktur. Ne var ki, eğer
yeni koşullar eski güvenlik düzeni ile bağdaşmıyorsa ve yeni koşullar ile
güvenlik düzeni arasında bir uyum sorunu çıkıyorsa, o zaman böylesine bir
uyumsuzluğu ortadan kaldırmak için ya yeni koşullara göre yeni bir düzen
kurulacak ya da var olan güvenlik düzenini sarsan yeni koşulların ortadan
kaldırılması ya da önlenmesi gibi yeni bir tepkisel süreç gündeme gelerek , var
olan barış düzenini ortadan kaldırma
doğrultusunda yeni baskılar yaratarak, sıcak çatışmalar üzerinden savaşa giden
bir yolda barış ortamını yürürlükten kaldırabilecektir.
Barış ve savaş olguları zıt ve birbirini ortadan kaldıran
misyonlara sahip bulunan kavramlardır. Bir ortamda ya barış vardır ya da savaş
olabilir ama bu iki kavramın birbirinin yerine ya da bütünleyici olarak diğeri
ile birlikte var olması düşünülemez. Birbirinin zıttı ve karşıtı olarak günlük
dilde kullanılan bu iki kavramın aynı yerde yan yana olmaları düşünülemez.
Binlerce yıllık dünya tarihine bakıldığı zaman yeryüzünün çeşitli bölgelerine
yayılarak, beş ayrı kıta üzerinde yaşamını sürdürmekte olan insan
topluluklarının yer değiştirmeleri ya da aralarında çekişme veya çatışma gibi sonu
savaşla bitebilecek sürtüşmelerin gündeme gelmesiyle barış ortamından savaş
ortamına doğru bir geçiş söz konusu olabilmektedir. Güvenlik ortamı gerektiren
barış dönemleri savaş ya da sosyal patlamaların öne çıktığı olumsuz durumlarda
sona erebilir ya da ortadan kalkabilir. İşte böylesine bir gerçeklik
çerçevesinde savaş ve barış karşıtlığının ele alınması gerekmektedir. Eline
gücü geçiren ya da daha sonraki aşamalarda güç sahibi konumuna gelen devlet kurucuları
veya yöneticileri, kendi ülkelerinde tam anlamıyla güvenlik düzeni
oluşturabilmek için ülke sınırları içerisindeki savaş veya sıcak çatışma
yaratabilecek alanları kendi hegemonyaları altına alabilirler. Bir devletin
kendi ülkesini yönetebilmesi açısından, ulusal sınırlar içerisinde yer alan
bütün bölgelerin devlet yönetimi çatısı altında kontrol altına alınması ve bu
doğrultuda da kamu yönetiminin genişletilerek ve de merkezi çizgide güçlendirilerek
kamu güvenliği ile ilgili olarak oluşturulmuş düzenin yeni koşullara uyum
sağlayabilecek bir yeniden yapılanmaya gidilmesi ve barış düzeninin
korunabilmesi açısından öncelikli adımların atılması gerekmektedir. Savaş tehlikesi
yaratabilecek olumsuz olayların ya da gelişmelerin barış düzeninin
korunabilmesi açısından öncelikle önlenmeleri gerektiği gibi, çatışma sürecini
durduracak ve bu amaçla birçok önleyici tedbiri devreye sokabilen ve barış
düzenini de güvence altına alabilecek barışçı politikalara da dünya düzeninin
korunabilmesi için büyük gereksinmeler bulunmaktadır. Devlet yönetimleri savaş
ve barış dengelerini sürekli izleyerek, var olan barış düzenini oluşturan
koşulları öncelikle koruyarak barış ortamının kurumlaşmasını sağlamak durumundadırlar.
Yirmi birinci yüzyılın derinliklerine doğru zaman ilerlerken
ve dünya devletleri ile toplumları bu durumu dikkate alan bir yönde yeniden
yapılanmanın yollarını ararken, güvenlik alanındaki arayış ve çabalar yetersiz kalmaktadır.
Bu alanlardaki çalışmalar yeterli sonuçlar sağlayamazken, dünya haritası
üzerinde var olan devletler yeni bir yüzyılın başlarında ortaya çıkmış olan
dünya ortamında kendilerini eskisi gibi bir güvenlik ortamında hissedemedikleri
ve bu yüzden de yeni ortaya çıkan koşulları ve sorunları karşılayabilecek
derecede gereken donanıma sahip olamadıkları için her yönü ile bir güvenlik
ortamı arayışı yeniden gündeme gelmiştir. Geçen yüzyıldan kalan dünya
devletleri düzeninin yirmi birinci
yüzyılın başlarından itibaren küresel dünya güvenliği anlamında yeterli bir
koruma sağlamadığı görülerek ,eskisinden
çok farklı bir yeni dünya düzeni oluşturulması amacıyla başta büyük devletler
olmak üzere tüm dünya devletleri yeni bir yapılanma arayışı içinde hareket
etmektedirler. Ne var ki, her devlet kendisini yeni oluşturmak istediği güvenlik
örgütlenmesinin merkezine koyduğundan, her devletin kendi ulusal çıkarları
doğrultusunda yapılanmaya öncelik verdiği anlaşılmakta ve bu çerçevede her devletin oluşturmak istediği
yeni güvenlik şemsiyesi diğer devletlerin önerdiği güvenlik düzenine uyum
sağlayamadığı için, yeryüzü yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla geçerken
çok esaslı yepyeni bir durum ile karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır. Geçmişten
gelen uluslararası örgütler bu aşamada yetersiz kalırken, yeni yeni gündeme
getirilmeye çalışılan küresel örgütlenme modellerinin de yeterli bir destek ya
da katılım sağlayamadığı anlaşılmaktadır. Her devlet ya da toplum içinde
bulundukları bölge, yer ve ortamlardaki değişikler karşısında kendi merkezi
konumlarını koruyan yapılanmalara yöneldikleri için, yeni koşullar ya da
alternatif güvenlik planlamaları doğrultusundaki önerilere karşı çıkarak,
ayakta kalabilmenin çabasını göstermek zorunda kalmaktadırlar. Her devlet kendi
varlığının korunmasına öncelik verirken, çeşitli devletlerin çatısı altına
sığınmış olan insan toplumları da sahip oldukları kimlik ve yapılanmalar
doğrultusunda kendi gelecek düzenlerini oluşturabilmenin arayışı içine girmektedirler.
Geçen yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan iki büyük dünya
savaşının insanlığa öğrettiği biçimde yerleşik dünya haritası ve bunun üzerinde
yer alan devletlerin uluslararası konumları incelendiği zaman, her ülkenin
kendi konumuna göre bir jeopolitik yapılanmaya sahip olduğu ve bu yüzden de her
devletin geleceğin dünyası kurulurken var olan konumunun korunmasına öncelik
vereceği, açıkça ortaya çıkmıştır. Yeni ortaya çıkan gelişmeler ve durumlar
karşısında, bu gibi yenilikler üzerinden tehdit unsurlarının daha da güçlenmesini
önlemek için bazen eski yapılanmaların yenilenerek güçlenmesine, bazen da
eskisinden tamamen farklı bir biçimde yeni koşullara uygun olabilecek çok
farklı yeni düzenlemelere doğru yönlenen çalışmalar, büyük devletler ve güç
merkezleri üzerinden gündeme getirilerek var olan düzenlerin gereksinmeleri koruyabilecek
biçimde geliştirilmesine çalışılmaktadır. Geçmiş asırlardan gelen temel dünya yapılanması
egemen güçler tarafından korunmaya çalışılırken, eski büyük devletler ile
ortaya çıkan yeni büyük devletler kendilerinin merkezinde yer alacakları,
bölgesel ya da küresel dünya yapılanmalarını gündeme getirirken, eski dünya
düzeninin çoktan geride kaldığını açıkça kanıtlamaktadırlar. Bugünün dünyasında
geçmişten gelen batı merkezli hegemonya düzeninin korunmak istenmesi,
yerkürenin doğusunda, ortasında, kuzey ve güney bölgelerinde meydana gelmiş
olan yeni koşulları insanlığın önüne çıkarmaktadır. Beş büyük kıtadan oluşan
yeryüzü yerleşimi açısından dünya haritasına bakıldığı zaman nüfusun sekiz milyara,
devlet sayısının da ikiyüzlü rakamlara ulaştığı ve bu nedenle de eski dünya
düzeninin bugünün gereksinmelerini karşılayabilmekten çok uzakta kaldığı anlaşılmaktadır.
Kıtaların jeopolitik konumları ile devletlerin dünya haritası içindeki yerleri
karşılaştırıldığı bir aşamada, ortaya eski düzen ve yeni koşullar çatışmaları yüzünden,
çok ciddi bir çatışma ortamının çıkmış olduğu görülmüştür. İşte gelinen bu
noktada bütün dünya, jeopolitik biliminin verilerini dikkate alarak hareket
etmek durumunda kalmıştır. Şimdiye kadar dünya hegemonyası taşıyan
imparatorluklar ya da büyük devletler kendi ulusal ve ülkesel çizgideki
jeopolitik stratejilerini, merkeze koyarak ve kabul ettirerek uygulamışlardır. .
Merkezi coğrafya devletleri kara hakimiyeti teorisini
dikkate alırken, İngiltere gibi ada devletleri denizler hakimiyeti üzerinden
güneş batmayan küresel bir imparatorluk yaratmışlardır. Avrupa kıtasının batı
bölgesinde yer alan Atlantik okyanusuna kıyıda olan batı Avrupa devletleri, beş
yüzyıl denizler ve okyanuslar hegemonyasını kullanarak ve dünya hegemonyasında iş
birliği yaparak birlikte çalışmışlar ve batı hegemonyasını öne çıkarmışlardır.
İkinci dünya savaşı sırasında uçak filoları arasındaki savaşı ABD kazanarak
hava egemenliği teorisini geliştirerek öne çıkarmıştır. Bugün gelinen noktada
artık kara, deniz ve hava hegemonyası stratejilerinin devre dışı kaldığı aksine
çok hızlı gelişen teknoloji sayesinde insanlığın uzaya açılması gündeme gelmiştir.
Bu gerçeği dikkate alan büyük devletler başta Amerika Birleşik Devletleri ve
Avrupa Birliği olmak üzere uzay komutanlıklarını kurarak, insanlığın
geleceğinde yeni bir dönem olarak uzay jeopolitiğine öncelik verildiği
görülmüştür. Bilimsel alandaki devrimler, nanoteknoloji ve modern tıp
alanındaki gelişmeler insan toplumlarının yaşam biçimini değiştirdiği dikkate alınırsa
ve yeni bilimsel alan gelişmelerinin etkisiyle insanlık için yeni bir uzay
çağının gündemde olduğu ve insanlığın böylesine teknik bir yeni çağa
yönelmesiyle birlikte artık karalar, denizler ve havalar stratejisi değil ama
esas olarak uzaya açılım yapılarak insanlığın tümüyle uzay çağına yöneldiğini göstermektedir. Böylesine bir
adımın atılmasının arkasında var olan nedenlerin daha bütünüyle dünya kamuoyuna
açıklanmadığı bir aşamada, karalar, denizler ve hava sahaları üzerinden jeopolitik
üstünlük döneminin sona erdiği dikkate alınırsa, insanlığın geleceğinin yeni dönemde
uzay merkezli bir dönem olacağı ve dünyadaki hegemonya düzeninin artık uzay
koşulları ve de verileri dikkate alınarak, yepyeni bir düzenlemeye gidileceği
görülmektedir. Geçmişin jeopolitik kitapları günümüzde eskirken, uzay merkezli
yepyeni bir çağda hegemonya stratejileri ile merkezi yapılanma modellerinin de
yavaş yavaş devreye girdiği anlaşılmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ve
Avrupa Birliği gibi uluslarüstü yapılanmalar, artık her şeyi uzay merkezli bir
bakış açısıyla anlamaya ve değerlendirmeye çalışırken, artık dünya merkezli
bakış açılarının ve de jeopolitik yapılanmaların geride kaldığı iyice görülmektedir.
Eskiden dünya jeopolitiğine göre hareket eden güç merkezleri
yeni dönemde artık uzay merkezli hareket edecekleri için uzayın sırlarının ve
gökyüzünde saklı bulunan gerçeklerin dikkate alınarak hareket edilmesi gereken
bir aşamaya insanlık bugün gelmiştir. Üçüncü dünya savaşını dünya koşulları
içinde gerçekleştirmek için çabalayan Siyonizm ve emperyalizm, ikinci dünya
savaşı sonrasında yarım yüzyıllık bir mücadele yürütmelerine rağmen bir türlü
istedikleri gibi bir Armageddon senaryosu gerçekleştirememişlerdir. Devletler
arası provokasyonlarla imparatorluklar arasında birinci dünya savaşını çıkartan
güç merkezleri, iki bin yıllık batı tarihi boyunca başarısız kalan Siyonist
imparatorluk projesini gerçekleştirmek üzere, ikinci bir dünya savaşını da
Basel Kongresi kararları doğrultusunda gerçekleştirirken, merkezi coğrafyada
başta Türkiye’yi parçalayacak bir üçüncü dünya savaşı senaryosunu elli yıllık
zorlamalara rağmen gerçeklik alanına getirememişlerdir. Üçüncü dünya savaşını
devletler ve onların orduları üzerinden orta dünya bölgesinde çıkartmaya
çabalayan Siyonistler bu projede başarılı olamayınca, bu kez üçüncü dünya savaşı
yerine bir biyolojik savaş senaryosunu devreye sokarak çeşitli laboratuvarlarda
insan eli ile üretilmiş olan biyolojik savaş virüslerini uçakları kullanarak,
bütün dünya ülkelerine ve hava alanlarına yaygınlaştırarak sonuç elde etmeye çabalamışlardır.
Üçüncü dünya savaşı önlenince Siyonist merkezler biyolojik savaş üzerinden
sonuç almaya çalışmışlar ve bu çizgide de Dünya Sağlık Teşkilatı ile iş
birliğine giderek sonuç elde etmeye çalışmışlardır. Uzayın sırlarıyla
teknolojinin bilinmeyenleri dünya kamuoyunda tartışılmaya başlandığı bu aşamada,
artık bütün devletlerin jeopolitik konumları kara ve denizlerin ötesine geçmiş
ve hava unsurunun yerini alan uzay merkezli bakış açısı gündeme getirilince
geleceğin savaşlarının televizyon dizilerinde olduğu gibi yıldız savaşları
teknolojisine dönüştürülerek, insanlığın hedefleri doğrultusunda kullanılacağı
askeri ve bilimsel çevreler tarafından dile getirilmektedir. Dünya bu aşamadan
sonra artık uzayda var olan diğer yıldızlar ve gezegenler ile birlikte yer alacağı
uzay haritaları ile güvenlik açılarından değerlendirilecektir.
İnsanlık bugün gelinen aşamada uzayın sırlarını, gökyüzünün
yapısını ve özelliklerini tam olarak tanımadan uzaya açılmak zorunda kalmış görünmektedir.
Karalar, denizler ve hava bölgeleri dikkate alınarak yapılan jeopolitik
değerlendirmelerde eskiden daha fazla dayanak noktası olabilecek unsurlar bulunurken,
bugün gökyüzünün verileri ile uzayın sırlarının tam olarak bilinmediği bir yeni
dönemde dünya ve insanlık yeni bir uzay jeopolitiği ile karşı karşıya
kalmıştır. Eskiden ülkeler komşu devletler ya da harita üzerindeki yerleri
açısından ele alınarak jeopolitik değerlendirmelere tabi tutulurlardı. Bugün
gelinen noktada, ülkeler ve devletlerin devre dışı kaldığı bir ortamda dünyanın
topyekûn bir uzay gezegeni konumuyla ele alınarak jeopolitik açıdan değerlendirilebilmesi ancak mümkün olabilmektedir. İnsanlık önümüzdeki dönemde kendi ülkesinin ya
da devletinin konumu ile değil, uzayda kendi yörüngesi çerçevesinde hareket eden
bir gezegenin varlığı ile ele alınacaktır. Bu aşamadan sonra dünyanın
varlığının sonsuza kadar uzatılacağı yeni bir zaman dilimine girilmektedir. Artık
ülke ve toplum varlıklarının tehlikeye düşmesi değil ama topluca bütün dünyanın
insanlık ve elimizde bulunan her şeyin birlikte düşünüleceği bir gezegenin
geleceği ile uğraşmak, dünyayı şimdiye kadar yönetenlerin önümüzdeki dönemde
esas uğraş alanları olacaktır. Devlet, ülke ve insan merkezli jeopolitik
kuramların yeni koşullarda birlikte ele alınarak uzay üzerinden yeni bakış
açılarının geliştirilmesi ve teknoloji ile birlikte bilim ve bilgi dünyasındaki
yeni gelişmeler dikkate alınarak hareket edilecektir. Uzay istasyonları ile
başlayan ve bilimsel çalışmalar ile gelişmeler gösteren uzay çağı çalışmalarının,
öncelikle dünyanın içinde bulunduğu koşullar içindeki konum üzerinden hareket
edilerek, bu konu ile ilgili tüm koşulların ve bilgilerin tek merkezde
toplanabilmesiyle dünyanın uzay içindeki konumu ve hareket etme bilgilerinin en
önde gelen bir biçimde belirlenebilmesiyle, dünya ile uzay arasındaki
ilişkilerin sırları çözülebilecektir.
Uzayın ne olduğu içinde ne kadar gezegen bulunduğu, sonsuzluk
boşluğu içinde ne gibi başka oluşumların yer aldığı, bugünün koşullarında sahip
olunan bilgi birikimlerinin yeni değerlendirmeler yapmak açısından yeterli
olmadığı göz önünde tutulursa, insanlık daha uzunca bir süre uzay oluşumunu
somut koşullara dayanan araştırmalar ile kesin boyutlu bilimsel araştırmalarla
ortaya koyma şansını elde edemeyecektir. Konu sadece uzayın tanınması ya da
bilinmesi olmanın ötesinde uzayda canlı varlıkların olup olmaması, bunların
üzerinde yaşadıkları gezegenlerde ne gibi uygarlıklara sahip oldukları ve
bunların insanlığın dünya üzerinde oluşturduğu uygarlık açısından ne ifade
ettiği gibi sorunlar da dünyanın uzay açılımını ve yıldızlar dünyasındaki
konumunu belirleyecek ana konular olarak ortaya gelmektedir. Bu gibi konular ve
sorunlar açısından, insanlığın geleceği tümüyle uzayın getireceği bilgilere
dayanacağı için artık yeryüzü devletlerinin jeopolitik konumları belirlenirken
bunlar gündemde olmayacaktır. Öncelikle dünyanın uzayın içindeki konumunu her
yönden açıklığa kavuşturacak ve geleceğin getireceği yenilikler açısından elde edilecek
yeni bilgilerle dünyanın ne gibi değişik ortamlardan geçeceğini bilmeden, dünya
ile ilgili gelecek açıklamaları kehanet olmaktan ileriye gidemeyecektir. Yıldızlar
ya da gezegenler bilimi olarak tanımlanan astroloji bilimi sayesinde insanlık
uzaydaki genel durumu bilmekte ve yıldızların konumlarında meydana gelen
değişikliklerden haberdar olarak geleceğe dönük açıklamalar ya da yorumlar
yapabilmektedir. Bu gibi açıklamalar
hiçbir zaman bilimsel düzeyde kesinlik kazanamamış, gezegenler arasındaki gidiş
ve gelişlerin ne anlama geldiği ve bu doğrultuda ne gibi gelişmeler ile insanlığın
karşı karşıya geleceği belirli bir uzmanlık kazanımı çerçevesinde ele alınarak
genel değerlendirme metotlarıyla insanlığın bilgisine sunulmaktadır. Ne var ki,
özellikle son yüz yıldır insanlığın çeşitli uzay merkezleri aracılığıyla
yaptıkları çalışmalar çok büyük oranda insanlığı yeni bilgilere kavuştururken,
uzay gerçeği içinde yerini almaya çalışan dünya öncelikle kendisini güvence
altına alabilecek önlemleri alabilme doğrultusunda eline geçen uzay ille
bilgileri kullanmaya önem verecektir. İnsanlar üzerinde yaşadıkları dünya adlı
gezegene sağlam basarak daha güvenli bir yaşam düzeni ardında koşarlarken,
önümüzdeki dönemde dünyaya sağlam basmak yetmeyecek ve bu duruma ek olarak da
uzay koşullarının durumları ve uygunlukları önceden bilinerek hareket
edilecektir.
İnsanlık açısından her zaman için bir dünya devleti oluşumu
idealize edilerek hedeflenmiştir. Dünyanın belirli bölgelerini eline geçiren
siyasi güçler bulundukları ülke ya da bölgeyi kendileri için bir yeryüzü
merkezi olarak belirledikten sonra, o toprak parçasının etrafında yer alan
diğer ülkeleri de bir araya getirerek bu dünya üzerinde kurulmuş olan diğer
devletlerden çok daha geniş sınırlar içinde, mutlak egemen bir konumda bir
dünya devleti oluşturabilmenin arayışı peşinde koşmaya başlarlar. İnsanlık
tarihi incelendiği zaman her dönemde büyük devletler dünya haritasının çeşitli
bölgelerinde yer almışlar ve büyüklüğün doğal sınırlarına eriştikten sonra da
tek bir kıta üzerinde kalmadan diğer kıtalardaki bölgeleri de inşa ettikleri
dünya devletinin sınırları içine dahil etmeye çaba göstermişlerdir. Beş kıta
üzerinde herhangi bir bölgede ortaya çıkan büyük devlet önce en büyük devlet
olmaya çalışır ve daha sonra da bunu gerçekleştirdikten sonra da bütün dünyayı
kendi kontrolu altına almasını sağlayacak olan dünya devleti yapılanmasına yönelerek,
yeryüzünde var olan beş kıta ve tüm adaları da içine alacak bir yönde mutlak
anlamda bir küresel hegemonya düzenini yeryüzü üzerinde gerçekleştirebilmenin arayışı
içine girmektedirler. Büyük devletler bu doğrultuda ilk adımlarını kendi içinde
bulundukları kıtayı ele geçirmek olarak atarlar ve daha sonra da kendilerini
çevreleyen bütün kara parçalarını büyük devletin sınırları içine çekerek dünya
devleti görünümünü elde edebilirler. Büyük devletten dünya devletine doğru
giderken var olan devletler arasında aynı dönemde büyüklük kriterine gelmiş
olan birden fazla devlet olabilir ve bunların her biri geleceğin dünya devleti
olabilmek üzere karşısında rakip konumunda bulunan büyük devletleri savaşlara
sürüklemek üzere işgal, saldırı ve çeşitli komplolar gibi yollara giderek karşıt
büyük devletler arasında bir dünya savaşına yol açabilmenin çabası içinde olabilirler.
Dünya tarihi incelendiğinde tek bir büyük devletin olduğu dönemlerde devletler
arasında hegemonya üstünlüğü aracılığı ile barış düzenleri kurulabilmektedir. İki
büyük güç arasında dünya egemenliği kavgası başlayınca savaşlar kendiliğinden
gündeme gelir ve sonunda bir büyük devlet savaşı kazanarak küresel hegemonya
düzenini kendi istediği biçimde kurarak, bir güvenlik sistemi olarak dünya
devleti yapılanmasına gidebilir.
Dünya devleti oluşumu iki büyük süper gücün karşı karşıya
gelmesi ve birbirini boğazlaması sonrasında galip gelen devletin bütün dünya
karalarına ve denizlerine egemen olabildiği yeni yapılanmanın sonucunda
tamamlanan bir olgudur. Süper güçler arasındaki çekişmeyi kazanan büyük
devletin oluşturduğu dünya devleti, egemen büyük devletin adı altında
oluşturulan bir küresel inisiyatifin kullanılmasıyla kurulabilmektedir. Ne var ki,
böylesine dev bir yapılanmanın oluşumunda sadece kurucu inisiyatif yeterli olamaz,
bu gücün aynı zamanda koruyucu bir inisiyatif olarak da devreye girmesi
gerekmektedir. Bir büyük dünya devletinin tarih sahnesine çıkış sürecinde
kuruculuk kadar koruyuculuk da vazgeçilemez önemde ortaya çıkan hareketliliktir.
Bu nedenle ,dünya devleti kurmak üzere yola çıkan ve bu doğrultuda ortaya bir eser ya da bir sonuç olarak dünya
devleti yapılanması koyabilen büyük devletler, geçmişten gelen bir inisiyatifin
dönemlik ortaya çıkışlarını öne çıkarırlarken, insanlığın karşısına getirmiş oldukları
dünya devleti yapılanmasının kuruluşu sırasında sağlam temeller atmak ve bunlar
üzerine her türlü sarsıntıya karşı direnebilerek ayakta kalabilecek bir yapıda ve aynı zamanda her türlü tehdide karşı
çıkabilecek bir iç güvenlik oluşumunun da tamamlanması zorunlu görünmektedir.
Aksi takdirde yıllar geçtikçe ve devirler değiştikçe ortaya çıkan yeni
gelişmeler aynı zaman da var olan devlet yapıları açısından da yıpratıcı
olmakta ve bu nedenle de uzun mücadeleler sonucunda zorla gerçekleştirilmiş
olan dünya devleti yapılanmaları bir süre sonra ortaya çıkan yeniliklerin
estirdiği rüzgarlar karşısında direnemeyerek, belirli bir yıpranma süreci
sonucunda çökerek ya da dağılarak tarih sahnesinden çekilmek durumunda kalabilmektedirler.
Böylesine olumsuz bir sonucun önceden engellenebilmesi için devleti kuran
kurucu iradenin gereken tüm önlemleri alması kaçınılmaz anlamda gerekli bulunmaktadır.
Dünya devletleri kuran tüm kurucu kadroların yarattıkları süper yapılanmaların
uzun süre ayakta kalabilmesi için, dünya devletinin kontrolü altında çok güçlü
bir dünya ordusunun kurulması kaçınılmaz bir gerçekliktir.
Ordular askerlik bilimi çerçevesinde ele alınarak incelenen
toplumsal ve siyasal yapılanmalardır. Büyük devletler varlıklarını büyük ordulara borçludurlar. Büyük devlet
kurucuları aynı zamanda bu doğrultuda büyük orduların da kurucusu olmak
zorundadırlar. Dünya devletinin oluşturulması süreci içinde eğer bir dünya
ordusu girişimi tamamlanamaz ise, o zaman kurulmuş olan dünya ordusunun korunabilmesi
ya da yeni devlet oluşumlarının savaşarak büyümelerinin önü açık bırakılmış
olur ve buradan da yeni aday ülkeler büyüyerek yeni dünya devleti olmaya dönük
bir hedefi tekrar siyasal gündeme getirebilirler. Tarih boyunca kurulmuş olan
devletlerin tarihi incelendiği zaman her büyük devletin arkasında ya da önünde
aynı zamanda bir de büyük ordunun bulunduğu görülmektedir. Büyük devletlere
giden yolun büyük ordularla açıldığı tarih biliminin gözler önüne serdiği bir gerçekliktir.
Ne var ki, bugünün koşulları içinde konuya bakılırsa o zaman yeni yeni ortaya
çıkan aday devletlerin büyük devlet ya da dünya devleti oluşumuna özne olması noktasında
aday olarak öne çıkması yüzünden, her zaman için bir büyük dünya savaşı ile
bütün dünyayı karşı karşıya getirmektedir. Bu nedenle, savaş istemeyen ve de
barıştan yana olan dünya güçlerinin var olan büyük devleti destekleyerek onun
yanında yer almasını dünya barışı için isteyebilmektedirler. Tek büyük devlet
hegemonyası barışı ikinci bir aday devlette savaşı gündeme getirmektedirler. Dünya
devleti yapılanması tek bir büyük devletin çabaları ile gerçekleştirilemeyince,
o zaman da önde gelen büyük devletlerin bir araya gelerek devletler üstü bir
statüde dünya devleti oluşumun kurmaya çalıştıklarını tarih bilimi insanlığa
göstermektedir.
Günümüzün süper gücü olarak Amerika Birleşik Devletleri
bugün bir uzay kuvvetleri komutanlığı adı altında bir dünya ordusu kurmuştur.
Bu uzay ordusu aslında uzaydan gelebilecek her türlü tehdit ve tehlikeye karşı
dünyayı koruyacak bir dünya ordusu olarak anlaşılabilir. Şimdiye kadar kurulmuş
olan dünya orduları yeryüzü üzerinde sınırlı kaldığından aslında büyük ordu
olmaktan ileriye gidememişlerdir. Büyük ordu ile dünya ordusu arasındaki temel
fark, uzayda bir gezegen olarak varlığını sürdüren dünyanın uzaydan gelebilecek
her türlü tehdide karşı korunmasıdır. Daha önce uzay ordusu adı ile kurulmuş
ordular uzay yerine yeryüzü üzerinde savaşarak büyük
ordu olabilmenin ötesine gidemediklerinden gerçek anlamda uzay ordusu ya da
dünya ordusu olamamışlardır. Bugün gelinen noktada bir uzay ordusunun kurulması
dünya devletleri açısından uzaysal tehlikeleri dikkate alan örgütlenmelerdir. ABD’nin
bir uzay ordusu kurmasından sonra ilk kez bir dünya ordusunun uzay boşluğuna
karşı gündeme getirildiği görülmektedir. Bugün gelinen noktada insanlık için
uzay çağı başlarken, insanoğlu bu dünyaya hapsolmaktan kurtulacak ve uzay
savaşına yönelik olarak kurulan uzay ordusu da insanlığın ve dünya gezegeninin
güvenliği için gerekirse, uzaydan gelebilecek tüm saldırılara karşı çıkarak
dünya ve insanlık değerlerinin korunması için harekete geçecektir. Bugün
gelinen noktada artık uzay güvenliği söz konusu olacağı için, yeryüzü üzerinde
çıkabilecek savaşlar artık ikinci planda kalmaktadır. Artık devletlerin
birbirini tehdit etmesi değil ama uzaydan gelecek yansımaların dünya ve
insanlığı tehdit etmesi, öncelikli bir barış sorunu olarak gündeme girmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk” İstikbal göklerdedir “sloganını
kullanarak uzaya önem vermiş, Mu kıtası gerçekliği ile uğraşarak ve
bağlantılarını araştırarak eski uygarlıklar üzerindeki uzay etkilerini açıklığa
kavuşturmaya çaba göstermiştir. Günümüzde var olan dünya devleti olarak ABD’nin
kendisine bağlı askeri birlikleri yönlendirerek, artık dünya savaşlarını değil
ama yeni kurduğu uzay kuvvetleri aracılığı ile bir dünya ordusu olarak dünya
dışı ortamlara ve varlıklara karşı, dünyanın ve insanlığın korumasına yönelmesi
gerekmektedir. Uzay ordularının kurulmasıyla birlikte ilk kez bir gerçek dünya
ordusu dünya dışı varlıklar ve ortamların bulunduğu uzayın derinliklerinde
çalışmalar yapması gerekirken, hala bir büyük devlet ordusunun gene eskisi gibi
insanların üzerinde yaşadığı ülkelere saldırarak, masum halk kitlelerinin topluca
katledilmesine giden insanlık dışı üçüncü dünya savaşı senaryolarına, milyonlarca
insanın alet edilmesini gündeme getirilmesine, bütün insanlığın karşı çıkarak üçüncü
kez bir dünya savaşına izin verilmemesi gerekmektedir. ABD’nin uzay ordusu
bugün dünya ordusu olarak insanlığı korumalıdır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder