5 Ağustos 2022 Cuma

DEVLET ORDULARINDAN DÜNYA ORDUSUNA - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ANKARA   KALESİ

          DEVLET ORDULARINDAN DÜNYA ORDUSUNA

           Savaşlarla dolu olan insanlık tarihi iki büyük dünya savaşı ve arkadan yarım yüzyıllık bir soğuk savaş sonrasında, küresel sermayenin insanlığı tek bir dünya devletine doğru baskı uygulayarak gündeme getirdiği küreselleşme sonrasında da yeni bir soğuk savaşın gündeme gelmesiyle, insanlığın uzun yıllar peşinde koştuğu bir evrensel barış düzeni, ne yazıktır ki bugün bile gündeme gelememiştir. Uzun süren savaş dönemlerini arkadan barış dönemleri izlemiş, barış antlaşmalarının geçerliliğini yitirdiği aşamalarda ise yeniden savaş süreçleri tarih sahnesinde öne çıkarak, dünya gezegeni ve insanlık aleminin geleceğini belirlemeye yönelmiştir. Milyonlarca yıl geriden gelen dünya gezegeni bu çerçevede bir türlü istikrarlı ve düzenli bir yaşam ortamına sahip olamamıştır. Birbirinin kurdu olduğu ileri sürülen insanlar sürekli değişen koşullar içerisinde yaşamlarını sürdürebilmek üzere mücadele ederlerken, bazen mücadele koşullarının sertleşmesiyle birlikte savaş dönemlerine doğru sürüklenmişlerdir. Bu gibi durumların ötesinde yaşam koşullarının daha yumuşak bir ortama kavuştuğu süreçlerde ise barış dönemleri gündeme gelerek, insanlığı gelecekte yok olmaya götürebilecek savaşlara son verebilecek barış koşulları, büyük mücadelelerle yaratılmaya çalışılmıştır. Tarihin sürekliliği ilkesi açısından savaş ve barış oluşumlarına bakıldığı zaman her ikisinin birbirinin hem karşıtı hem de devamı olduğu görülmektedir. Uzayıp giden savaş süreçlerinin zamanla kesintilere uğraması barış ortamlarına geçişi hızlandırmış, devletler arası ilişkiler düzeyinde görüşmelerin ya da uluslararası ilişkiler ortamında sorunlar ya da çatışmaların gündeme gelmesiyle birlikte, barış süreçlerinin hızla bir savaş ortamına dönüşebildiği, tarihin birçok aşamasında görülebilmiştir. Savaşlarla barışların birbirinin tamamlayıcısı olduğu bütünsel bir geçmişe sahip olan insanoğlu, yeni bir yüzyılın başlarında gene benzeri bir durum ile karşı karşıya getirilmiştir.

          İnsanlığın dünyaya yayılmasıyla birlikte değişik ülkelerde yaşayan toplumlar bulundukları yere, jeopolitik konuma ve sahip oldukları koşullara uygun bir tarih yaşayarak bugünlere gelebilmişlerdir. Barış ortamı ile savaşlar arasındaki ilişkiler genel anlamda birbirinin tamamlayıcısı olan süreçler ile bütünleşmiştir. Savaşlarla birlikte barışlar da birbirini izlediği için, her iki kavramın tanımlanması sırasında bu birliktelik aradaki bağlantı üzerinden ortaya konulurken, savaşlar için silahlı diplomasi, barışlar için de silahsız savaşlar tanımı kullanılarak bu iki kavram arasındaki yakınlık açıklanmaya çalışılmıştır.  İki kavram arasındaki ilişkiler bütününe hangi açıdan bakılırsa bakılsın, savaş ve barış kavramları hem birbirinin karşıtı hem de tamamlayıcısı olarak süreklilik arz eden ortamların içinde bulunmaktadırlar. Bu nedenle barış isteyenler savaşları, savaş isteyenler ise barış ortamlarını ortadan kaldırmak zorundadırlar. Birbirleriyle mücadele etmek durumunda olan bu taraflar bir anlamda birbirlerini yok etmek, ya da devre dışı bırakmak zorunda kalmaktadırlar. Siyasi tarih incelendiğinde her dönemin kendine özgü koşullarında hem dünyanın yönetimi hem de var olan insan toplumlarının belirli bir düzen içinde yaşamaları, her zaman için sorun olmuştur. Çeşitli dönemler tek başına ele alınarak incelendiğinde barış ortamlarının çöküşü ile birlikte savaşlara, savaş koşullarının gevşemesi ya da yozlaşmaya başlamasıyla birlikte de barış ortamlarına doğru bir kayma oluşumu kendiliğinden devreye girebilmektedir. Bu nedenle, barış görüşmeleri devam ederken savaşlardan söz edilebilmekte, savaşların en şiddetli aşamalarında barış arayışları öne çıkarak tarafların önünü kesebilmektedir. Bu çerçevede savaş ve barış kavramlarını düşman kardeşler olarak görmek ve bu doğrultuda her zaman için her ikisini de dikkate alarak değerlendirmeler yapmak zorunluluğu vardır. Savaşlar insanlık tarihinin istenmeyen dönemleri olarak öne çıkarken, barış dönemleri de büyük istekler ve özverilerin sonucunda devreye girerek, insanların yaşam düzenlerini saldırgan savaşların güvencesi altına almaktadır.

           Savaşlar insanlık tarihinin istenmeyen olumsuzlukları olarak yüzyıllardır sürüp gelirken, aradan geçen uzun yıllar boyunca insanların yaşam biçimleri değişmiş, ilkel çağları geride bırakan insanlık, orta çağ tarihi itibarıyla tek tanrılı dinlerin gündeme getirdiği feodal beylikler ve papazların yönetimindeki şehir devletleriyle yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Şehir devletleri arasındaki çekişmeler savaşları gündeme getirdiğinde, her kent yönetimi kendi silahlı birliğini kurarak yoluna devam etmeye çalışmıştır. Şehirler arası savaşları kazanan kentlerin başındaki feodal beyler zamanla kendi krallıklarını ilan ederken, şehirlerarası savaşlarda yenik düşen kentler krallıklarını ilan eden kentlere bağlanmaya başlayınca, kent devletlerinden ulus devletler dönemine geçişin önü açılmıştır. Silahlanma olgusunun şehir devletleri yaratması üzerine, kentler arası savaşlar uzun sürmüş ve bu dönemin sonucunda krallık ilan eden kentlerin askeri birlikleri, büyüme süreci sonucunda ulus devlet konumuna gelirken, orduların da uluslaşması aşamasında kendiliğinden ulus devletler ve onlara bağlı biçimde yeniden örgütlenen ulusal ordular tarih sahnesindeki yerlerini alarak, dünya tarihinin şekillenmesinde önemli bir misyonu yerine getirmişlerdir. İnsanlık ilk çağlardan orta çağa geçerken, daha sonraki aşamada gündeme gelecek olan uluslaşma ve ulus devlet düzenine yönelme sayesinde beş yüzyıllık bir geçiş dönemi sonrasında, bugünkü büyük ve güçlü ulus devletler yapılanması öne çıkarak dünyanın geleceğinin belirlenmesinde en etkili faktör olmuştur. Yirminci yüzyılın başlarında uluslaşan toplumlar ve ulus devlet haline dönüşen krallıklar arasındaki çekişmeler, yeryüzünün birçok bölgesinde kanlı çatışmalara ve silahlı isyanlara davetiye çıkarırken, bu tür sorunların dışında kalmak isteyen krallıklar ulusal toplumlarını ulus devlet ordularına dönüştürerek, hem varlıklarını korumak hem de bu yoldan elde edilen güçlenme aracılığı ile uluslararası alanda kendi hegemonyaları doğrultusunda, yeni bir dünya düzeni kurabilmenin arayışları içinde olmuşlardır. Kuvvetli ordusu olan devletler çekişme sürecinde dağılmayarak ve yollarına devam ederek, en güçlü krallıkların örneklerini her dönemde dünya haritasının üzerinde kurabilmişlerdir.

          Aslında dünya tarihi incelendiği zaman, devletler ile orduların aynı süreç içinde ortaya çıkarak güçlendikleri görülmektedir. Doğal ortamdan kurulu düzenlere geçildikçe devlet örgütlenmeleri çok daha fazla genişleyerek, güçlenme yolunda önemli gelişmeler göstermiştir. On bin yıl öteden gelen devlet örgütlenmeleri yolu ile toplumlar kırsal alana bağımlılıktan kurtularak, yerleşik bir düzene geçişin çalışmalarını yapmışlar ve dünyanın tam ortalarında yer alan Mezopotamya bölgesinde yerleşik bir düzene geçişin ön hazırlıkları tamamlanmıştır. Göçebe toplumdan yerleşik düzene geçerken insanlar eğitilmeye başlanmış ve bunun sonucunda da uygarlığın yepyeni çağdaş bir düzen olarak öne çıkmasının yolu açılmıştır. İnsanlar okudukça ve eğitildikçe toplumların uygarlaşması, sosyal bir gerçeklik kazanarak gelecek için yol gösteriyordu. Yerleşik düzen beraberinde güvenlik ve korunma gereksinmelerini de gündeme getirdiği için bu doğrultuda merkezi güçlenmeyi sağlayacak askeri birlikler olarak ordular öne çıkıyordu. Zaman içerisinde kent devletlerinden ulus devlet yapılanmasına dönüşmüş olan bu tür yapılanmalar, birbirini izleyerek gündeme geldikçe, güçlenen ordular daha da büyüyerek, büyük devletlere paralel biçimde büyük ordular da tarih sahnesindeki yerlerini alıyorlardı. Birbirini yemek ya da yok etmek iddiasında olan insanlar ve toplumlar arasında çekişme ve çatışmalar yayıldıkça, savaşlar birbiri ardı sıra dünya sahnesinde daha fazla görülmeye başlanıyordu. Şehirler ve devletler büyüdükçe güvenlik gereksinmeleri fazlasıyla artmakta ve bu doğrultuda da her devlet merkezi, diğer devletlere karşı kendi egemenliğini koruyarak güvenlik örgütleriyle birlikte çağdaş ordular ortaya çıkarılıyordu. Orta çağdan bu yana sürüp giden siyasal gelişmelerin yarattığı gereksinimlerin, karşılanması için devlet ve ordu ilişkilerinde ortaya çıkmakta olan yapısal temellendirmelerin dikkatle korunması gerekmiştir. Devletler ile ordular arasındaki ilişkilerin her yönü ile karşılanabilmesi için güç dengeleri ile birlikte güvenlik arayışlarının da doğal etki alanları yaratması, doğal olarak tamamlayıcı bir oluşum olarak gündeme gelmektedir. Her devlet bir güç merkezinin var olma örgütlenmesi olduğu için çatışmalar, çekişmeler ve savaşlar da böylesine bir oluşum sürecinin sonraki aşamaları olarak öne çıkmaktadır.

          Ordu ve güvenlik sorunları ile ilgili konuları bir düzene koyabilmek açısından devlet yapılanmaları kalıcı bir düzen getirerek, sorunların daha da karmaşıklaşmasını önlemektedir. Bu nedenle hukuk ve siyaset merkezleri her zaman için ya devlet mekanizmalarıyla çalışmak ya da en azından devlet yapılanmalarının getirmiş olduğu kamu düzenleri ile birlikte çalışmak isterler. Devlet ve ordu ilişkilerinin temel dinamikleri geçmişten gelen yapısal temel üzerinde yükselirken, gündeme gelen nedensellik bağlantıları çerçevesinde çözüm yollarına doğru bir açılım gerçeklik kazanabilir. Devlet yapılarına ya da kamu düzenlerine yönelik çeşitli tehditler her zaman için sorun yarattığından dolayı, güvenlik konusu her devletin en önde gelen sorunlarından birisidir. Devletler bu çerçevede öncelikle kurulu bulundukları bölgelerde ilk olarak üstünlük taşıyan otoritesini herkese ve her çevreye öncelikle kabul ettirmek zorundadır. Bir ülke içinde ya da bir devletin çatısı altında ortak bir statü çerçevesinde gerçekleştirilecek olan toplu yaşam ya da birlikte yaşam düzenlerinin kurulabilmesi ve bunun sonsuza kadar devam ettirilmesi iddiası, gene ordular aracılığı ile gereği yerine getirilen bir konudur. Devletlerarası çekişmeler ya da toplumlar arası çatışmaların gündeme geldiği aşamalarda iç ve dış konjonktürdeki dengeler bozulabilir. Güç unsurunun eksik olduğu ya da geride kaldığı gibi durumlar ortaya çıkınca devlet gücünün düzen ve istikrarın sağlanmasında beklenen ağırlıkları ortaya koyamadığı görülmekte ve bu nedenle devletin temelinde var olan kamu gücünün yeniden destek sağlanarak eskiden gelen güç dengelerinin yeniden kurulabilmesi gerekmektedir. Devletin gücünün yeniden eski dengelere dayanan bir kamu düzeni oluşturamadığı aşamalarda, bir başka güce dayanan güçlünün hukuku eski düzenin yetersiz kaldığı aşamada devreye girerek, var olan otorite boşluğunun doldurulması veya giderilmesi çizgisinde beklenen ağırlığını ortaya koymak durumundadır. Ancak bu yoldan uluslararası düzen dengeli bir biçimde sürdürülerek devlet düzenleri korunabilmektedir.


          Devletlerin güvenliğinin sağlanmasında kamu otoritesinin hiçbir biçimde inkâr edilemez bir ağırlığı bulunmaktadır. Devlet otoritesinin varlığı açısından güvenliğin sağlanmasının bir diğer unsuru devletin şiddet tekeli ya da silah kullanma yetkisinin devreye sokulmasıdır. Bir ülke içinde ya da bir devletin sınırlarının arasında kalan yerlerde silah kullanılması, ancak çatısı altında yaşanmakta olan devletin etkin ağırlığı ile sağlanan kamu düzeni içinde sağlanabilmektedir. Ülke içinde güvenliğin sağlanması aşamasında var olan bütün siyasal güçlerin dikkate alınarak hareket edilmesi gerekmektedir. Farklı devlet yapılanmaları içinde ordunun ülke içindeki güç merkezlerini dışlamadan hareket etmesi, var olan siyasal çıkmazlardan kurtulabilmek için önemlidir. Otorite çıkmazları aşılırken, geçmişten gelen sistemin odak noktası olarak ordu, toplumsal barışı sağlamak doğrultusunda bir devletin güç merkezi konumunda tüm diğer güç merkezlerini dikkate alarak hareket etmek zorundadır. Egemenliğin giderek ön plana çıktığı son yüzyıllarda devletler, bu gücü kullanarak hem kendi güç merkezlerinin korunmasında hem de devletin silahlı kanadı olarak ordunun her zaman için sorunlu durumlarda devreye girmesinin sağlanmasında, kendilerinden beklenen işlevselliği yerine getirdikleri ortaya çıkmaktadır. Burada devlet ve ordu arasındaki ilişkilerin düzenli bir biçimde işlemesinin ne kadar yaşamsal öneme sahip olduğu anlaşılmaktadır. Güç sahibi devletler kendi ordularını işlerine geldiği gibi ve de ulusal çıkarlarının bulunduğu her aşamada ileriye sürerek ağırlık dengelerini kendileri için en uygun zamanda kollamak durumundadırlar. Büyük devletler sahip oldukları güçlü orduları ile onların sağlamış olduğu prestijden yararlanarak, uluslararası alandaki güçlü konumlarını devam ettirebilmenin çabası içinde olmaktadırlar. Eğer sahip oldukları bu gibi güçlülük unsurunu kullanarak kendi çıkarlarına uygun bir sonuç alamazlarsa ve de bu yüzden dünya barışı tehdit altına girerse, o zaman büyük devletler otorite ile önleyemedikleri sorunları çözmek ya da kuramadıkları yeni kamu düzenini oluşturabilmek üzere, sahip oldukları silahlı güç olarak orduları ile meydana çıkarak, dünyanın her bölgesinde ortaya çıkabilecek olumsuz siyasal gelişmelere müdahale edebilmektedirler. Bu aşamada, var olan küresel düzenin ya da dengelerin muhafaza edilmesinde büyük devletlerin otoritelerinin bir araya gelerek olumsuz gelişmelere karşı bir cephe oluşturması, dünya barışı açısından son aşama çözümü olabilmektedir.

           Devletler bütün toplumsal kuruluşlar ya da örgütlenmeler gibi belirli zaman dilimlerinde ortaya çıkarlar ve değişen koşulların ortaya çıkardığı durumlara göre varlıklarını sürdürürler. Bazı devletler içinde bulundukları konjonktüre bağlı olarak uzun ya da kısa ömürlü olabilirler. Büyük dünya savaşları dahil olmak üzere yer küre üzerinde meydana gelen bütün değişiklikler sosyal yapılanmaları etkilediği için ,bazı devletler  içinden geçilen konjonktürün fazlasıyla yansıyan etkilerine göre, ya işin başında ters düşerek devletleşme sürecini tamamlayamadan dağılabilirler ya da başlangıçta kuruluş aşamasını tamamladıktan sonra, kısa zaman içinde yeni ortaya çıkan koşulların etkisiyle başlangıçta oluşturmuş oldukları dengeleri muhafaza edemeyerek, kısa bir zaman dilimi içinde dağılmaya doğru sürüklenebilirler. Devletlerin varlığının devamı konjonktürel gelişmelere doğrudan bağlı olduğu için her siyasal yapılanma toplum içindeki ve dış dünyadaki değişiklikleri izleyerek durum tespitleri yaparlar.  Yeni koşullarla birlikte gelişen konjonktürel değişikliklerin ortaya çıkardığı koşullar ile belirli amaçlara yönelik güdümlü baskıların yansımalarıyla, ortaya çıkan yeni ortamlarda bütün devletler kendi geleceğini arayarak, ayakta kalabilmenin ve sonsuzluğa kadar yoluna devam edebilmenin çabaları içinde olurlar. Devletler kurulurken olduğu gibi devam ederken ya da çöküşe doğru zorlandığı aşamalarda, kendilerini kurtarmak üzere yeni yapılanmalara yönelebilirler, ya da ayakta kalabilmek için diğer devletler ile bölgesel ve de küresel boyutlarda iş birliği yaparak ve de yardımlaşarak yola devam edebilmenin çabası içine girebilirler. Her devlet ilgili birimleri aracılığı ile dünyadaki değişimleri yerinde izleyerek, kendisi için gündeme gelebilecek tehdit ve tehlikelere karşı bağlı birimler aracılığı ile önlemler alabilmektedir. Ordular her devletin güç unsurunun örgütleri olarak, sınırların ötesinden gelebilecek her türlü olumsuz duruma karşı çıkabilecek durumda olmak zorundadır. Devletler kendi gereksinmeleri için kurdukları orduları en üst düzeyde güçlü bir örgütlenme düzeyine çıkararak, her türlü tehlike ve tehdide karşı ordu kozunun en üst düzeyde kullanabilmenin her zaman için çabası içinde olmaktadırlar.

          Dünya siyasetinde öngörülemez durumların ortaya çıktığı dönemlerde ve içine sürüklenen olumsuz durumlarda her devlet kendini kurtarabilmek için her yola başvururken, kendi ordusu ile birlikte hareket ederek önlemler almakta ve de sorunlara karşı farklı çözüm reçetelerinin devreye girmesi için girişimlerde bulunmaktadırlar. Devletler arası rekabet düzeni içinde her devlet belirli alanlarda ya da konularda ihtisas sahibi olmaya doğru yönelirken, devletler ve orduları arasında var olan iş birliği düzeni yeniden oluşturularak, teknolojik alandaki yenilikler ile toplum içinde ortaya çıkan yeni koşulların birlikte ele alınarak hareket edilmesi gerekmektedir. Bugünün koşullarında varlığını koruyan ulus devletler kendilerini korumak ve bu doğrultuda etkili olabilmek için kendi ordusu ile birlikte ortak çalışmalara gidebilirler. Kendi devletini kuran ulusal toplumların bu doğrultuda çıkarlarını koruyabilmek için ordularını öne çıkaran güçlü bir yapılanma içinde olmaları gerekmektedir. Ordunun çalışmaları sırasında ortaya çıkan yeni durumlara göre önlem alma yoluna girildiğinde, ülkenin geleceği için kurulabilecek bir güçlülük içinde hareket edebilmesi gerekmektedir. Bu aşamalarda ulus devletler ulusal çıkarları koruma doğrultusunda hareket ederken halk topluluklarının oluşturduğu devlet modellerinde ise, ülkenin ve halk kitlelerinin çıkarlarına öncelik verilerek hareket edilmektedir. Dünya haritası üzerinde yer alan iki yüzden fazla devlet yapılanması çerçevesinde sorunlar ele alındığında gene ordu faktörü öncelikli olarak devreye girerek, çeşitli önlemlerin devlet ve toplumun geleceği için karara bağlanması sağlanmaktadır. Ordulara böylesine durumlarda genişletilmiş yeni yetkilerin tanınması ile devlet krizlerinin aşılabilmesi sağlanmaktadır. Devletlerin olumsuz gelişmelerle karşılaşması aşamasında, güvenliğin yeniden örgütlenmesi ya da ortaya çıkan yeni durumlara uygun hareket ederek eskisinden çok farklı ya da daha gelişmiş bir yeni yapılanmaya yönelinmesi gibi durumlar da ortaya çıkabilir. Bu gibi tartışmalı durumlarda devletlerin zayıflık göstermeyerek kararlı bir biçimde hareket etmesi gerekmektedir. Öncelikli olarak problemli noktalarda her devlet kararlı davranarak kendisi için tehdit arz eden durumların ortadan kaldırılmasını veya geleceğin koşullarında bunların devre dışı bırakılmalarını gerçekleştirebilecek adımları atması gerekmektedir.  


          Devletler eski çağlardan bu yana kendi varlıklarını güçlendirme çizgisinde ordu unsurunu güçlendirebilmek için birçok yola başvurabilmektedir. Her devlet kendi nüfus yapısını zorlayacak önlemlere yönelmeden önce, durum tespiti ve analiz işlemlerini dikkate alarak çalışmalarını yönlendirirken normal nüfus ve asker sayıları arasında güvenlikçi bir dengenin ortaya çıkması için çaba göstermektedirler. Tekelci şirketler giderek küreselleşme sürecinde çok büyüyerek ve ulus devletlere karşı saldırı ve savaş senaryolarını devreye sokarak yeryüzü üzerinde mutlak egemenlik sahalarını genişletmektedirler. Böylesine çıkarcı bir genel yöneliş içerisinde büyük şirketler tekelcilikten öne çıkarak ve daha sonra da kendi çıkarları açısından küreselciliğe yönelerek, evrensel bir hegemonya düzeni hedefine doğru emin adımlarla ilerlemişlerdir. Beş yüz yıl önceden başlayarak bugüne kadar yükselen devlet merkezli gelişmeler son dönemin küresel hegemonya yayılmacılığı çerçevesinde daha çok şirket merkezli gelişmelere yerini bırakmıştır. Şirketler büyüdükçe tekelcilikten küreselciliğe geçmişler ve sonunda dünya hegemonyası devletlerin elinden alınarak büyük şirketlere devredilmiştir Yetki genişliği devletlerin elinden alınarak şirketlerin yönetimine bırakılırken, uluslararası kuruluşlar sürekli olarak özelleştirmeleri savunmuşlar ama devlet merkezli kamu düzenlerini ortadan kaldırmak üzere de özelleştirmeler üzerinden önce piyasa ekonomisini kurmuşlardır. Böylece piyasa merkezli şirketleşme aşamasına gelinerek devletlerin ve toplumların bu aşamada şirket merkezli bir kapitalizme yönelmeleri sağlanmıştır. Yüzyıllarca toplumları devlet merkezli yönetmeye alışmış olan insan toplumları, beş yüz yıl sonra kendi ürettikleri sermaye merkezli bir kapitalist yapılanmaya yönetilmiştir. İnsanlığın son çeyrek yüzyıllık yaşam döneminde, kapitalist ekonomi düzeni daha da güçlenerek piyasa üzerinden insanlığın kaderinde olumsuzluk çizgisinde etkili olmuştur.

          Devlet gücü ya da ülke iktidarı bürokrasinin elinden çıkarak sermayedarların eline geçmesiyle birlikte devlet mührü de el değiştirerek yüksek bürokrasiden büyük şirket patronlarının eline geçmiştir. Sosyalizm bir işçi ve emekçi halk sistemi olarak gelişirken, kapitalizm de şirket sahibi sermayedarların elinde bir yaşam biçimine dönmüştür. Son dönemlerde ise sosyal demokrasi ya da demokratik sosyalizm adı altında kamusal rejimlerin gündeme getirilmesi görülmeye başlanmıştır. Bu yeni dönemde tekelci büyük sermaye kapitalizmi ekonomik yol olmanın ötesinde siyasal bir sisteme doğru dönüştürürken, var olan demokratik rejimlerin paranın yönetimi ve kontrolü altında kapitokrasi adı altında eskisinden çok farklı bir yaşam düzenine doğru dönüştürülmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Artık halk kitleleri işsizliğe ve yoksulluğa doğru zorlanırken, halkın egemen olduğu siyasal sistem olarak demokrasiler geride kalarak tarihe mal olmuşlar ve bunların yerini de sermaye sahibi büyük burjuvalar almaya başladığında, artık devletler arasındaki rekabet düzeni yerine şirketler arası çekişme dönemi başlamıştır. Şirketler çok fazla büyüyerek, devlet bütçelerinin on katından fazla özel yıllık bütçelere sahip olmaya başladıkları noktada, giderek zayıflayan ekonomik düzen üzerinden büyük ve güçlü orduları kurmak, beslemek ve de devlet iktidarını temsil eden gerçek güç olarak öne çıkarmak zorlaşmaya başlamıştır. Her şeyi para yolu ile satın almak aşamasına gelen iş adamları ekonomi üzerinden devlet düzenlerinin de yeni iktidar sahibi olmuşlar, ülke ve devletin gereksinmeleri doğrultusunda kamu yönetimini sermaye sahiplerinin tekeline bırakarak kapitalizmin kapitokrasiye dönüşmesine yol açmışlardır. Dünya devletlerinde ordular ulus devletlerle beraber giderek küçüldükçe, her şeyi satın alarak sonsuza kadar büyük ekonominin yönetimini ellerine alan patronlar devletin yerine şirketleri koyarken, orduları da devletin elinden alma doğrultusunda özel askeri birlik ve sermaye mücadelesi veren yeni askeri yapılanmalar kurmaya başlamışlardır. Bu gibi girişimlerin sonucunda güvenlik alanı bir ticaret sahasına dönüştürülmüş ve normal askeri birlikler küçültülerek ortadan kaldırılırken, bunların yerine güvenlik ve koruma şirketleri adı altında yeni yapılanmalar örgütlenerek devreye sokulmaktadır. Bir devletin en büyük misyonlarından birisi olan güvenlik sektörünün özelleştirilmesi ile birlikte liyakat, güven ve düzen kavramlarının ortadan kalktığı yerlerine ne olduğu belli olmayan bazı mafya benzeri yapılanmaların öne çıktığı görülmektedir. Böylesine bir olumsuz durum kapitalizmin merkezi olan ABD’de ortaya çıktıktan sonra dünya ülkelerinde yayılmıştır.

           Dünyanın kapitalizmin bir üst aşaması olarak kapitokrasiyi yaşamaya başladığı aşamada, demokrasiler sisteminden çıkarak paranın egemenliğine teslim olma gibi insanlığın genel ilerleme tarihine ters düşen olumsuz bir aşamaya gelmiştir. Böylesine olumsuz bir durumun ortaya çıkmasında batı merkezli kapitalist sistemin büyük oranda etkisi olmuştur. Para her şeyi satın alırken, güvenlik hizmetlerinin özelleştirilmesi üzerinden eski orduların yerine yeni orduları güvenlik şirketleri görünümünde devreye sokmaktadır. Böylece devletin adalet, güvenlik, özgürlük, eşitlik, liyakat gibi temel ilkelerinin devlet düzeni ile bağlantıları kesilmekte ve güvenlik gibi devletler açısından olmazsa olmaz bir kavram olarak özel ordularla, ülkelerin ve halk kitlelerinin hak ve özgürlükleri koruma altına alınmaya çalışılmaktadır. Şirket sahiplerinin özel çıkarları doğrultusunda kurulan bazı güvenlik örgütlerinin hiçbir biçimde adil, eşitlikçi ve de güvenlikçi olmadıkları, kendilerine maaş ödeyen kuruluşların çıkarları doğrultusunda bazı savunma görünümlü hizmetlerle birlikte daha çok dünya ve piyasa hegemonyaları doğrultusunda, alan geliştirmek amaçlı saldırı mekanizmalarını da devreye sokabildikleri görülmektedir. Patronların egemen olduğu büyük şirketlerin yönetiminde etkin olan bir avuç sermaye sahibinin zamanla, dünya siyaset sahnesini halk kitlelerinin egemenliği çizgisindeki demokrasilerden uzaklaştırarak, giderek küreselleşen sermaye düzenlerinin çıkarları yönünde ön plana çekerek, kapitokrasi uygulamaları üzerinden bir para ya da sermaye imparatorluğuna doğru yepyeni bir yapılanma ile insanlığın önüne çıktıkları görülmektedir. Para ilişkileri geçmişten gelen bütün gelenekleri ve yaşam biçimlerini bozarken, bunları korumakla görevli devletlerin küresel şirketlerin oyun bahçesine dönüştürüldükleri artık iyice kesinlik kazanmaktadır. Böylesine bir dönüşüm süreci içinde siyaset bütünüyle küresel şirketler üzerinden yeni bir oyun alanı olarak dizayn edilmekte ve ordular da küçültülerek sermayenin askeri kadrolarına yeni etkinlik alanları yaratılmaktadır. Böylece ulusal kurtuluş savaşları aracılığı ile kurulmuş olan ulus devletlerin ordularının yerini, hiçbir biçimde ulusal olmayan sermayenin askeri birlikleri, küresel şirketlerin çıkarları için almaktadırlar.


          Devletlerin devlet merkezli ordularının yerini sermaye şirketleri görünümünde sermayenin askeri birlikleri almaktadır. Ulus devletlerin büyük patronları milli burjuvazi olmaktan çıkarak dışa açılma görünümünde küresel şirketlerle uluslararası ilişkilere yöneldikleri aşamada, burjuva toplumları ulusallık özelliğini kaybederek küresel burjuvazinin işbirlikçi ortakları görünümüne sürüklenmektedirler. Şirketleşmede başlayan çok kültürcülük oluşumlarının, şirketler üzerinden toplumsal alana doğru yayıldıkları aşamada, ulusal burjuvazinin ikiye bölündüğü, üst düzeyde kalanların uluslararası burjuvaziye dönüşerek piyasa ekonomisi ve teknolojik gelişmelerin bütünleşmesiyle bir dünya devleti peşinde koştukları anlaşılmaktadır. Devletler ulusal kimliklerini piyasa ekonomisi içinde kaybederken, ordular da piyasanın yönlendirmesine girerek, bir anlamda ulus ötesi yapılanmalar olarak yeni bir dünya düzeninin ordusu olmaya doğru yönlendirildikleri görülmektedir. Bugün dünya haritası üzerinde yer alan iki yüz den fazla ulus devlet, küresel emperyalizmin saldırgan piyasacılık girişimleriyle ortadan kaldırılmakta ve askerlik de vatan borcu olarak bir amatör hizmet alanı olmaktan çıkarılmaktadır. Böylece ulus devletler ile birlikte ulusal ordular da tarihin derinliklerine doğru gömülürken, güvenlik alanında koruma bekçileri ve şirketleri cirit oynatmaya başlamıştır. Böylesine önemli bir yapısal değişim daha önceden düşünülerek bir plan ya da projeye dönüştürülmediğinden, çeyrek asırlık küreselleşme sonucunda ulus devletlerin ulusal orduları eski düzenlerini kaybederek dağınık bir ortama doğru sürüklendikleri için, dünya güvenlik haritasında önemli ölçülerde boşluklar gündeme gelmiştir. Ulus devletlerin küçültülerek yok edilmesi süreçleri şehir ya da eyalet devletleri gibi oluşumlar üzerinden tezgahlanırken, olumsuz koşulların tehdit ortamı kaldırabilmek üzere güvenlik ve koruma şirketlerinin devreye sokulmasıyla çözüm üretilmeye çalışılmış ama ciddi bir sonuç alınamamıştır. Daha çok eski suç örgütlerinde hukuk dışı işlere girmiş olan insanların silahlı güvenlik şirketlerinde görevler üstlenerek, yeni dönem güvenliğinin sağlanmasında öne geçtiklerinden, bazen koruma şirketleri mensuplarının da güvenlik hizmeti yerine güvenlik tehditleri yarattıkları dünyanın bütün ülkelerinde gözlemlenmektedir. Devletlerin küçültülmesi   dünyada ciddi bir güvensizlik ortamı yaratmıştır.  

          Devlet ordularının Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelerek bir dünya ordusu kurulması beklenirken, devlet ordularının yerini şirket ordularının alması son derece yanlış bir geçiş uygulaması olarak insanlık tarihinde yerini almıştır. İki büyük dünya savaşı sırasında Almanya, İngiltere, Rusya gibi yıkılan büyük devletler ve onların ordularının içine sürüklendikleri çöküş ve dağılma süreçlerinin de insanlığın geleceğinde önemli bir güvenlik sorunu yarattığı anlaşılınca, hiçbir büyük devletin kendi ülkesi ya da küresel alanın korunabilmesi açısından yeterince güvenlik yaratamadığı, sonuç olarak ortaya çıkmıştır. Büyük devletler bir savaşı kazansa bile, diğer savaşları kaybedebilmiş ama hiçbir büyük devlet sonuna kadar kendi ülkesinin ya da küresel alanın sürekli korunabilmesi açısından sonsuza kadar giden bir devlet ya da ordu güvenliği tesis edilememiştir. Bu durumu yerinde gören dünya devletleri, gelecekte kendilerini ve devletlerini güvence altına almak doğrultusunda bölgesel ya da küresel güvenlik kuruluşlarına yönelmişlerdir. Özellikle iki büyük dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan küresel güvenlik boşluğunun yaratmış olduğu sorunlar, bugünün dünyasında ciddi bir barış ve güvenlik sorunu yarattığı için, ülkesel ve bölgesel güvenlik arayışlarının ötesinde küresel güvenlik gereksinmesi açıkta kalmakta ve tam olarak karşılanamamaktadır. Cihan savaşları sonucunda kurulmuş olan Birleşmiş Milletler örgütünün bütün dünya devletleri açısından güvenilir bir çatı örgütlenmesi olması beklenmiş ama o dönemden bu yana ortaya çıkan siyasal gelişmeler böylesine bir beklentinin tam olarak gerçekleşemediğini de dünya kamuoyuna göstermiştir. Devlet orduları ulus devletler arasında ulusal çıkarlar açısından sürekli olarak güvenlik sorunu yarattığı için, bugün yeni gelinen aşamada bütün devletlerin Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelerek, acil dünya barışını sağlayacak bir doğrultuda Birleşmiş Milletler ordusunu kurmaları gerekmektedir. Ayrıca dünya uzaya açılırken, uzayda var olabilecek tehdit ve tehlikelere karşı da birleşmiş bir dünya ordusunun gerekli olduğu bazı maceracı devlet adamları ya da büyük devletlerin önlerinin kesilerek savaşlara giden yolların önüne geçilmesi de dünya barışı açısından giderek bir zorunluluk haline gelmektedir. Maceracı emperyalist devletler ile uzaya açılmanın getireceği risklerin giderilmesi açısından, öncelikle bir dünya devletine ve de ordusuna gereksinme giderek artmaktadır.

          Tek bir dünya çatısı altında bir araya gelmek, insanlık açısından bugünlere taşınan yüzyılların bir ütopyasıdır. Tarihin her döneminde etkin olan devletler güçlü orduları ile büyük savaşlar yaratarak kendi dünya krallıklarını kurmuşlar ama hiç birisi sonuna kadar başarılı olamamıştır. Bugün gelinen yeni aşamada artık insanlık bir büyük dünya güç merkezinin öncülüğünde bir araya gelerek, dünya barışı için yepyeni bir dünya ordusu kurmalıdır. Bu doğrultuda Atlantik emperyalizminin maşası olarak kullanılan NATO’nun öncelikle Birleşmiş Milletlere bağlanarak bir dünya ordusuna dönüştürülmesi zorunlu olarak gündeme gelmektedir. Bu aşamada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Dünya ordusunun kurulmasına öncülük ederken NATO ve benzeri bütün bölgesel ya da küresel güvenlik örgütleri Birleşmiş Milletler bayrağının çatısı altında bugün için bir araya gelebilmelidirler. Dünya devletinin tek ve bütünleşmiş bir dünya örgütüne dönüşmesiyle birlikte, insanlık yüz yıllardır bir ütopya olarak düşündüğü tek bir dünya devleti çatısı altında birleşebilmenin yollarını aramaya devam edecektir. Bu sürecin daha fazla uzatılarak güvenlik açığı yaratılmasına izin verilmeden son dönemin uzaysal ve teknolojik ilerlemelerinin tüm insanlığa anlatılmasıyla, beklenen dünya beraberliği başlangıç aşamasına gelebilecektir. Tek bir dünyaya dönüşüm için, yeryüzünde iki yüzden fazla devletin bir araya gelmesi ve Birleşmiş Milletlerin bu hedef çizgisinde yeni bir dünya devletine dönüşerek, NATO’yu kendisine bağlı bir dünya ordusu yapması artık kaçınılmaz olmuştur. Giderek üçüncü dünya savaşı çıkmazına mahkûm edilen insanlığın, acil bir evrensel barış düzenine kavuşabilmesi için, insanlık Birleşmiş Milletler çatısı altında Dünya Devletini kurabilmelidir. NATO’nun bu örgüte bağlanmasıyla oluşacak bir dünya ordusu kurularak, büyük devletlerin yeni emperyalistler konumunda küresel bir hegemonya düzeni içinde, insanlığın tarihte olduğu gibi tekrar baskı altına alınarak sömürülmesinin önlenmesi, tarihsel bir zorunluluk kazanmıştır. Bugünkü koşullarda tüm insanlık için acil bir barış görevi, bütün devletlerin devreye girmesiyle oluşacak uluslararası iş birliği ve dayanışma sayesinde sağlanabilecektir.

  Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 

                                                                                                                             

                                              


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder