ANKARA KALESİ
CUMHURİYET DÖNEMİNDE HALKEVLERİ
Halkevleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kamu kurumları içinde en özgün ve çağdaş örgütlerden birisidir. Yirminci yüzyılın başlarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti geleceğe dönük yapılanma içerisine girdiği bir aşamada Türk devletinin kuruluşuna giden yolu açan yeni örgütlenmelerin yetersiz kaldığı bir aşamada, cumhuriyetimizin kurucu önderi Atatürk, devrimin üçüncü aşamasına geçildiği noktada devletin kuruluşunu sağlayan Türk Ocaklarını kapatarak, yerine Türkiye cumhuriyeti devletinin geniş halk kitleleri ile kaynaşarak bütünleşmesini sağlayan Halkevleri örgütlenmesine yönelmesi Türk devriminin tamamlanması sürecinde önemli bir adım olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratan ulusal kurtuluş savaşı, vatanı işgale gelen emperyalist devletlerin askerlerini ülkeden kovduktan sonra yeni devletin kuruluşuna öncelik vermiştir. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak üzere yola çıkan Türkler dünya kamuoyunun önüne çıktıktan sonra hızla örgütlenmeye ağırlık vererek devrimin ikinci aşaması olan devletin kuruluşuna odaklanmışlardır. Ulusal kurtuluş ile başlayan bu engebeli yolculuk ikinci aşamada ulus devletin kuruluşu ile devam etmiş ve daha sonra da devrimin üçüncü aşaması olarak sıra kurumlaşmaya gelmiştir. Hayatının son yıllarını Çankaya köşkünde çalışmalara hasreden Atatürk batı üniversitelerinde okutulan bütün dersler üzerinde yetiştirilmek üzere, Türk gençlerini Avrupa ülkelerine göndermiş ve onların kazandığı çağdaş bilgilerle dil, tarih, coğrafya, hukuk ve diğer sosyal bilim dalları üzerinde geleceğe dönük kurumlaşmalar oluşturmaya çalışmıştır. Başkent Ankara’da çağdaş bir cumhuriyet kurulurken yeni devletin bilimsel bilgi birikimi ile kurulabilmesi için Üniversitelere paralel bir çizgide sosyal bilimler alanında kurumlaşmaya öncelik verilmiştir. Böylece Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Türk Coğrafya Kurumu, Türk Hukuk Kurumu gibi bilimsel kurumların oluşumuna kurucu cumhurbaşkanının öncelik vermesiyle, hayatta en gerçek yol göstericinin bilim olduğu gerçekliği daha kurumlaşmanın ilk adımında benimsenmiştir.
Dünya tarihi incelendiği zaman devletlerin
kuruluşu, yaşamlarında olduğu gibi biçim değiştirmeleri de önemli bir dönemeç
gündeme getirmektedir. İmparatorluk devletinden ulus devlete geçerken ulussuz
bir ulus devlet olamayacağı gerçeği ile karşı karşıya kalınıyor ve Avrupa
kıtasının yanında kurulan bu çağdaş cumhuriyetin kurucu iradesi ve temsilcisi
olarak bir ulusal topluma gereksinme duyulurken, eski Osmanlı topraklarında
böylesine bir ulusal yapılanmanın sağlanabilmesi yolunda Avrasya coğrafyasında
oraya çıkmış olan Türkçülük hareketleri öne çıktığı için kurulmakta olan ulus devletin ulusal özünün
temel çekirdek olarak benimsenmesi ile
cumhuriyetin ilanı öncesinde ulusal
kurtuluş savaşı Türklüğün bağımsızlığı mücadelesi olarak benimsenmiştir. Türk
ocaklarının Misakı Milli sınırları içerisinde yaygın bir örgütlenmeye giderek
şubeler aracılığı ile kısa zamanda Türklük kimliği eski Osmanlı halkının büyük
çoğunluğu tarafından benimsenince, kurulan yeni devletin adı Türkiye
Cumhuriyeti olarak resmen ilan edilmiştir. Avrupa kıtasının yanında Türk ulus
devletinin kurulması sırasında, eski Osmanlı devletinin çok uluslu imparatorluk
toplumundan gelen farklı etnik ve dinsel kökenli halk topluluklarının, zaman
içerisinde yeni kurulan ulus devletin kimliği ile birlikte yaşamaya çaba
göstermişlerdir. Halk kitlelerinin bir kısmı Türkleşme olgusunu kabul ederek
devlet ve milletin tek bir ulusal kimlik çatısı altında yaşamayı benimserken, bir
kısmı da İngiliz emperyalizminin baskı ve dış müdahaleleriyle Sevr haritasına
benzer bir parçalı yapılanma için çaba göstermesi dikkate alınarak, genç
cumhuriyet rejimi ulusal toplum ve ulus devlet birlikteliği ile birlikte aynı
zamanda tüm eski Osmanlı vatandaşlarını kucaklayacak bir çizgide, Misakı Milli
sınırları içinde yaşayan herkesi kucaklamak üzere halkçı cumhuriyetçi bir
yapılanmaya gidiliyordu.
Türkiye
Cumhuriyeti tarihi incelendiği zaman ulusal kurtuluş savaşı, cumhuriyetin
kuruluş yılları, tek parti dönemi, demokrasiye geçiş, çok partili demokrasi,
askeri darbeler ve dönemler, küreselleşme dönemi ve son olarak da ılımlı İslam
dönemi gibi birbirinden çok farklı oluşumlar ayrı ayrı dönemler olarak Türk
halkının önüne gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına gelirken tam anlamıyla bir yüzyıllık süreç yaşanmış ve
birbiriyle ilgisi olmayan çeşitli dönemler uluslararası konjonktürün merkezi
coğrafyaya yansıyan boyutları ve dayatmaları çizgisinde birbirini izleyen
siyasal gelişmeler orta dünya denen bu bölgeyi etkisi altına aldığı zaman, Türkiye’de
bazen hükümetler bazen da devirler geçmiş ve birbirini izleyen uluslararası
konjonktürün yönlendirmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti birbirini izleyen süreçler
doğrultusunda kendi yolunu ve yönünü belirlemeye çalışmış ama merkezi
coğrafyanın çok yönlü etkiler altında kalan jeopolitik konumu böylesine bir
çıkış ya da toparlanmaya izin vermemiştir. Böylesine hızlı bir dönüşümün ülkeye
her yönü ile yansıması nedeniyle, Türkiye’de atılan adımlar gelip geçici olmuş
hiçbir adım ya da hareket kalıcılık vasfı kazanarak Türk toplumunun üzerinde
uzun süreli bir etki düzeni oluşturamamıştır. Böylesine hızlı ve istikrarsız
bir süreç içinde, Halkevleri de payına düşenleri almıştır. Devletin kurucu
başkanı olarak Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin rotasını çizmeye
çalışırken, kurtuluş ve kuruluş aşamalarından geçmiş olan çağdaş cumhuriyet
rejiminin üçüncü aşamada kurumlaşma aşamasına gelmesiyle birlikte, Türk ulus
devleti içinde potansiyel Sevr’ci kalan alt kimlikli halk kitlelerini de
kazanarak rejimin içine çekmeye çalıştığı görülmüştür. Ulusal kurtuluşçuların
seçtiği ulusal kimliğe karşı çıkan ya da yeni rejim ile bütünleşemeyen alt
kimlikli zümrelerin emperyalist oyunlarla toplu bir kopuşa yönelerek, ülkenin
her bölgesindeki bölücü oyunlara alt kimlikleri yüzünden alet olmamaları için daha
doğrusu daha işin başında ulus devletin bir bölünme olayı ile karşılaşmaması
için ulus devlet ile halkçı cumhuriyetin kaynaştırılarak merkezi coğrafyanın
koşulları çizgisinde bir sentezci devlet yapılanmasına gidilmesi gerekiyordu. Atatürk’ün
bir yandan sosyal bilimler alanında bağımsız kurumlar kurarak rejimin bilimsel
bir temele dayanarak kurumlaşmasına çaba göstermesi, sadece ulus devletin
kurulmasıyla işin bitmediğini, Osmanlı devletinden kalan halk topluluklarının
da rejime kazanılması gerektiğini düşünerek halkçılık ile ulusalcılık
ilkelerinin birlikte kullanılacağı bir altı ok sentezi kendiliğinden gündeme
geliyordu.
Atatürk,
kendi kurduğu siyasal rejimi geleceğe dönük bir biçimde kurumlaştırırken halk
kitlelerinin tamamını içine alacak bir kavram olarak halk kavramını temel
alarak hareket ediyordu. Avrupa kıtasının yanında ulus devletin her iki kıta
arasındaki dengeyi tam sağlayamadığı aşamada, Türk ulus devletinin tabandan
gelen vatandaşlarının alt kimlikleriyle bütünleşerek halkçı ulusalcılık ya da
ulusalcı halkçılık biçiminde ifade edilebilecek bir entegrasyon yapılanmasına
gidiliyordu. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini kurarken aynı zamanda
ülkenin tepesinde bir büyük yapı olarak yükselen Sovyetler Birliği oluşumunu da
dikkate alarak hareket ediyordu. Sosyalist devletler halk cumhuriyeti olarak
örgütlenirken ulus devletler de milli siyasal yapılanmalar olarak dünya
sahnesine çıkıyorlardı. Böylece Avrupa’dan gelen ulus devlet rüzgarları ile Asya
kıtasından gelen halkçı cumhuriyet yönelimleri aynı dönemde bir araya
getirilerek, ulusal ya da bölgesel anlamda bir yeni sentez biçimi ile rejimin
geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşmasının önü açılıyordu. Dil ve Tarih
kurumlarının kuruluşları sonrasında Halkevlerinin açılışı ile cumhuriyetin
toplumsal tabanına yönelen bir sosyo -kültürel yapılanmaya gidiliyordu. Türk
ocaklarıyla Türk devleti kuruluyor ama daha sonraki aşamada bu adımın devamı
olarak da rejimin geleceğe dönük bir biçimde kurumlaşabilmesi için bu alanda
Halkevleri adıyla yeni bir kurum devlet desteği ile kuruluyordu. Rejimin
kurucusu olarak Atatürk ulusçuluk ile halkçılık ilkelerini bir arada kullanarak
hareket ederken, daha sonra da belirlediği siyasal ilkeleri altı ok adıyla resmi
bir görüş haline getirerek, batı kapitalizmi ile doğu sosyalizmi gibi ideolojik
yapılanmalara mesafe koyacağını açıkça ilan ediyordu. Aynı zamanda Türk
devletinin güney sınırları boyunca uzanıp giden İslam devletlerinden farklı bir
yol izleyeceğini de laiklik ilkesini altı ok ideolojisinin temel taşlarından
birisi yaparak bilimin yol göstericiliğinde adımlar atılıyordu.
Bir
cumhuriyet kurumu olarak Halkevleri üç kez açılmış ama iki kez de kapatılmıştır
Devletin başına gelen siyasal
iktidarların çelişkili tutumları yüzünden, devlet rejiminin kurumlaşmasını
sağlayacak olan Halkevleri örgütü kapatılmış ve tüm mal varlığına el konarak
tarih sahnesinden silinmesi için yoğun çabalar gösterilmiştir. Halkevleri ilk
kez Atatürk döneminde kurulurken Türk Ocakları kapatılmış ama daha sonraki
dönemlerde hem Halkevleri hem de Türk Ocakları iki ayrı örgüt olarak demokratik
ortam içerisinde birlikte var olmuşlardır. Emperyalizmin Nato destekli
senaryoları yüzünden Türkiye ‘de terör ve sokak hareketleri gibi istikrarsızlık
yaratan gelişmeler yüzünden, Türk siyaset sahnesi kalıcı bir biçimde
kurumlaşamamış, gündeme gelen her siyasal süreç kendi ortamını yaratarak
siyasal yolun inişli çıkışlı olmasına neden olunmuştur. Avrupa merkezli batı
dünyasının kültürel birikiminin merkezi coğrafyaya taşınması sürecinde, Orta
çağ kalıntısı Osmanlı imparatorluğu yerine çağdaşlaşma atılımına uygun düşen
bir ulus devlet ile halkçı cumhuriyet, aynı anda devreye giriyorlar ve her iki
yapının da birlikte ele alınmasıyla batı dünyasının ulus devleti ile o dönem
Sovyetler Birliği aracılığı ile temsil edilmekte olan bir Asya modeli devlet
yapılanması ise doğu dünyasının o dönemde geçerli olan
siyasal rejiminin genç Türkiye Cumhuriyetine yansımasıyla birlikte Asya modeli
bir siyasal yapılanmayı simgeleyen halkçı cumhuriyetçilik uygulaması bizzat
devletin kurucusu Atatürk tarafından, devrimin üçüncü aşamasında devreye
sokuluyordu. Atatürk devrimin üçüncü aşamasında kurulmakta olan devletin
siyasal modelini geleceğe yönelik bir biçimde kurumlaşmasına çalışırken, batı tipi
ulus devletin yanına bir de doğu tipi yani Asya modeli bir halkçı
cumhuriyetçiliği de getirerek bütün doğu, batı, kuzey ve güney devletlerinden
farklı olan bir modeli benimseyerek, bu doğrultuda kurumlaşma hedefine
yöneliyordu. İşte bu yüzden Atatürk kendi kurduğu ulus devletin kuruluşunu
tamamladıktan sonra, devrimin kurumlaşması çizgisinde ilk adımları atarken önce
dil, tarih gibi sosyal alanlardaki kurumlaşma adımlarını atarak kamuoyuna mesaj
veriyor ve bu çalışmaların başlamasıyla birlikte de Türk ulus devletinin çıkış
noktası olan Türk Ocaklarını kapatarak Halkevlerine dönüşmelerini sağlıyordu. I9
Şubat 1932 tarihinde, Halkevlerinin açılışı ile birlikte Atatürk’ün açıkça
belirttiği gibi devleti kuran parti bütün yurtta vatandaşa kucak açarak ülkede
ciddi bir devrimci atılım yapmıştır. Daha doğrusu Kuvayı Milliye atılımı ile
başlayan ulusal kurtuluş ve ulus devletin kuruluşu sonrasında devletin üzerinde
kurulu bulunduğu topraklar da halk ile iç içe geçmiş bir halkçılık örgütü
kurularak çağdaş cumhuriyetin halkçı yapılanması ile entegre olması siyasal
modelin kurumlaşması için gerekli görülüyordu.
Atatürk
1930’lu yıllara gelene kadar bir yandan ulusal kurtuluş öte yandan da ulus
devletin kuruluşu ile uğraşırken zaman ayıramadığı kurumlaşma olgusuna yeniden
yönelerek devletin çekirdeğini
oluşturacak dil ve tarih kurumları gibi sosyal örgütlenmelere doğru adım
atarken dünya yeniden bir savaş ortamına sürüklenerek ikinci dünya savaşı baskıları yeniden merkezi
alanda gündeme getirilerek, bu bölgedeki Osmanlı uzantısı yeni devletlerin iç çatışmalara ya da bölge savaşlarına alet
olmaları gibi yeni bir durum ortaya çıkıyordu. Bu çerçevede yeni kurulmuş olan
genç Türkiye Cumhuriyeti’nin doğu bölgelerinde yirmiden fazla isyan ve kalkışma
batılı gizli servislerin öncülüğünde çıkartılıyor ve Türk devletine karşılık
Sevr haritaları doğrultusunda ülkenin doğu, güneydoğu ve kuzey bölgelerinde
yeni devletler kurulmak isteniyordu. İşte bu gibi girişimlerin Türk devletinin
ulusal bütünlüğünü tehdit etmeye başladığı yeni dönemde yeni alt kimlikli ya da
farklı din ile kültürel yapılara yönelen farklı devlet modelleri gündeme
getirilerek, ülkenin Misakı Milli anlayışından gelen üniter yapısı ile ulusal
bütünlüğü tehlikeye atılmaya çalışılıyordu. Birinci dünya savaşı sonrasında
bölgenin özelliklerine uygun bir devlet modeli kurulmuşken, ikinci dünya savaşı
aracılığı ile bu yapının sarsılması bölünme tehlikesini de beraberinde
getiriyordu. İşte Atatürk hem Sevr haritasına hem de Balkanizasyon sürecinin Anadolu
yarımadasına atlaması gibi bölücü bir tehlikeden uzak durabilmek üzere Türk
Ocakları’na dayanılarak öncelikle kurmuş olduğu ulus devleti merkezileştirerek
sahip çıkarken, aynı zamanda devletin temel ilkesi olarak halkçılığı
milliyetçiliğin uzantısı olarak yanında benimsiyor ve daha sonra altı ilkeyi
bir araya getirerek sistemini kuruyordu. Tam bu aşamada Türk Ocakları
Halkevleri’ne dönüştürülerek devlet ile millet kaynaştırılıyordu.
Kemalist
devrimi kurumlaştırırken, Halkevleri bizzat Atatürk’ün elleriyle kurulduğu için
Atatürk’ün kültür kurumu olarak kabul ediliyordu. Siyasal rejimin kurucusu
olarak Mustafa Kemal bu yoldan hareket ederken, geçmişten bu yana gelen bazı
büyük vakıflar aracılığı ile kültürel çalışmalar yapılmasına karşı çıkarak
bilimsel ve laik kültürel değerlerin öne çıkarılması için batılı bilimsel
değerlere dayanan örgütlenme modellerini araştırıyordu. Yüksek öğretimini
başarı ile bitirmiş gençleri Avrupa ülkelerine göndererek onların elde ettiği
bilgi birikimini kurumlaşma aşamasında Türk devleti ve toplumuna
kazandırabilmek üzere Atatürk Çankaya köşkünü bir bilim ve kültür merkezi
konumuna getirerek hareket etmiştir. Kurucu önder bu gibi çalışmalarında her
akşam kendisi için hazırlanan sofra toplantılarını da her zaman belirli
konuların uzmanlarına ya da dış dünyadan veya Avrupa ülkelerinden uzmanları
getirerek onların duygu ve düşüncelerinden yararlanmıştır. Dünyayı beş yüz yıl
yöneten İngilizlerin Londra’nın tam ortasında kurduğu Hyde Park benzeri bir
düşünce alanı ya da çeşitli arayışlar için kullanılabilecek bir Think-Tank
olarak Atatürk’ün sofrası kurucu liderin öncülüğünde öne geçmiştir. Atatürk’ün
sofrasına laiklik ve uygarlık ölçüleri biçiminde uzak duran ve çamur atanlar,
orta çağ kalıntısı geleneksel kültür içinde bocalayan gerici çevreler Atatürk’ü
yok etmek için kayıtlara geçen otuz dan fazla suikast girişimi ile ondan
kurtulmak istemişlerdir. Atatürk hem bu gibi girişimlere karşı kendi kurduğu
düzeni korumuş, hem de bu süreç içinde
çeşitli bilimsel toplantılar ya da araştırma toplantıları düzenleyerek, Türk
devriminin geleceğe dönük kurumlaşmasını devrimin üçüncü aşamasında
gerçekleştirmeye çaba gösterirken, bu gibi geleceği kurma ya da kurumlaşma
çalışmalarının gündüzlerin yetmediği bir aşamada Atatürk gece mesailerini de
kullanarak kendi sofrasının bir uzmanlık alanı ya da beyin jimnastiği merkezi
gibi kullanılmasını sağlamaya çalışmıştır. Bu tür çalışmalar gündüz
mesaileriyle tamamlanamadığı aşamalarda, Çankaya sofrası İngilizlerin Hyde Park
uygulamaları gibi düşünce merkezi konumuna dönüştürülerek kısa zamanda belirli
alanlarda ve de özellikle kurumlaşma yolunda mesafeler katederek siyasal
yapılanma açısından sonuç elde edilmeye çalışılmıştır.
Atatürk; Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu,
İnkılap Tarihi Enstitüsünü, Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesini Ankara Hukuk
Fakültesini bilim ve eğitim kuruluşları olarak örgütledikten sonra, eğitim ve
kültür alanlarının kurumlaştırılması aşamasında Kemalist devrimi halka
götürecek bir yeni adım olarak Halkevleri’ni devleti kuran siyasal partinin
halkçı çalışmalar yapan kolları olarak örgütlemiştir. Böylece devrimin sosyal
ve kültürel örgütlenmesini tamamlayan Atatürk Çankaya tepesindeki yalnız adam
görünümünden kurtulmuştur. Tarihsel ve kültürel toplantıların düzenlenmesinde
ilgili kurumlar idari sorumluluklar üstlenerek devletin Milli Eğitim ve Kültür
Bakanlıklarıyla iş birliği yapıyorlardı. Atatürk devletin bakanlıkları ve kamu
kurumlarının açılışlarını birbiri ardı sıra gerçekleştirirken aynı zamanda kamuya
yararlı eğitim ve kültür kuruluşları da kurarak devletin yanı sıra toplumun da
benzeri bir yeni yapılanma seferberliğine kalkışmasına zemin hazırlayarak
yardımcı oluyordu. Atatürk devlet ve toplum çalışmalarını birbirine paralel
yürüttüğü gibi yeni kurulan kurumların yönetici kadroları da belirlenerek
geleceğin eğitim ve kültür ordusunun oluşturulması için yoğun çabalar
gösteriliyordu. Eğitim ve kültür alanında üniversiteler ile iş birliği
yapılarak gerekli kadrolar yetiştirilirken, ülkede bir de KADRO isimli bir
dergi çıkarılarak devrimin öncü kadrolarını oluşturacak kadrolar yetiştirilerek
devreye sokulmaya çalışılıyordu. Türk devleti böylece kendi kurumlaşmasını
tamamlarken, Türkiye’yi ve Türk devletini içeride ve dışarıda temsil edecek
yeni uzmanların yetiştirilmesinde önemli adımlar atılıyordu. Almanya, İsviçre, Çekoslovakya
ve Danimarka gibi Avrupa kıtasının merkez ülkelerine genç cumhuriyet kadroları
lisans ve lisans üstü eğitim çalışmalarını tamamlamak üzere gönderiliyordu. Bu
ülkelere giderek inceleme yapan gençler Halk eğitimi ve kültürleri açısından
yetiştirilirken, Türkiye’de Millet Mektepleri, Halkevleri ve Köy Enstitülerinin
kurucu ve öncü kadro gereksinimleri karşılanmıştır. Türk Ocakları ise Rusya, İsviçre ve Almanya
gibi merkezi Avrupa ülkelerinde başlangıç çalışmalarını yaptıktan sonra, İstanbul’a
gelerek İkinci Meşrutiyet döneminde örgütlenmiş ve daha sonra da Kuvayı Milliye
hareketi ile bütünleşerek ulusal kurtuluş savaşının aracılığı ile ulus devletin
kurulmasına yardımcı olmuştur.
Kemalist
rejimin kurumlaşma aşaması Atatürk döneminin son yıllarına rastlamıştır. Cumhuriyet
tarihi açısından konuya bakılırsa bu dönem tek parti döneminin son yılları
olarak da tarih bilimi açısından ele alınabilir. Atatürk bizzat katılarak
Halkevlerinin I4 ayrı merkezde yurt düzeyinde örgütlenmesi ile ilgili kuruluş
toplantılarına katıldıktan sonra yurt gezileri sırasında hangi il ya da ilçeye
gitse oradaki Halkevini sorup soruşturmuş ve daha sonra da o Halkevini ziyarete
giderek bu kuruluşların devletin yardımcısı konumunda topluma uzanan kolları
oldukları imajını vermeye çalışmıştır. Karadeniz bölgesini ziyaret ederken, o
bölgedeki Halkevlerinin durumunu sormuş ve bu Halkevlerinde tiyatro olup
olmadığını anlamaya çalışmıştır. Bu konuda daha sonraki bir toplantıda nerede
bir Halkevi şubesi varsa orada gerçek anlamda bir Türk tiyatrosu olması
gerektiğini bizzat kurucu önder olarak dile getirmiştir. Özellikle Anadolu’da
Türk tiyatrosunun oluşturulmasına öncelik vererek az zamanda çok büyük kültürel
değişiklikler getirmeyi düşünüyor ve bu doğrultuda halk kitlelerini tiyatro
salonlarına toplayacak kalabalık grupları, ülkedeki ortaçağ kalıntısı tarikatçı
kültürü devre dışı bırakmak amacıyla tiyatrolar üzerinden çağdaş bir kültürel
yapının Anadolu topraklarına taşınması düşünülüyordu. Bir anlamda sosyal ve
kültürel alanlarda yeni bir örgütlenme modeli gerçekleştiriliyor ve Türk
halkının az zamanda çok şey öğrenmesi ya da kısa bir zaman dilimi içinde Türk
toplumunun tepeden tırnağa değiştirilmesi hedefleniyordu. İşte Atatürk
böylesine bir halk önderi olarak Türk halkı ile kucaklaşmaya yönelirken, Halkevleri
ülkenin her yerinde kurulmuş halk merkezleri olarak toplumsal taban ile
cumhuriyet yönetimi arasında sosyal bir kültür köprüsü işlemini görüyordu. İl
ve ilçelerde Halkevleri kısa zamanda örgütlenerek şube sayısını 500 rakamının
üzerine çıkarırken büyük yerleşim yerlerinde Halkevleri cumhuriyetin halka
açılan merkezleri konumuna geliyorlardı. Köylerde okuma ve yazma kursları ile
birlikte açılan Halk odalarının kısa zamanda 5000 rakamının üzerine çıkması da
hem devletin kararlılığı ve başarısı hem de halk kitlelerinin eğitim ve kültüre
susamış halinin uzantısı olarak değerlendiriliyordu.
Halkevleri
şubelerinin devleti kuran siyasal partinin halka yönelen halkçı çalışma
merkezleri olarak kısa zamanda benimsenmeleri ülkede ülkedeki rejimin ulus
devlet ağırlıklı bir biçimde gelişmesinden daha çok, Halkevleri atılımının toplumsal
başarıları nedeniyle halkçı cumhuriyet olarak öncelikler kazandığı
görülmektedir. Türk Ocakları üzerinden Türkçülük ile bütünleşen yeni rejim
Türkiye devletinin kuruluşunun tamamlanması sonrasında ikinci dünya savaşına
sürüklenirken halk kitlelerini yanına çekmeye çalışmış ,özellikle emperyalist
ülkelerin kışkırttığı halk isyanlarıyla çok uğraşmak zorunda kalan devlet savaş
sürecinde kendi halkı ile karşı karşıya gelmemek üzere, devlet ve halk
kaynaşması ortamı yaratmaya çabalayarak ikinci cihan savaşı sırasında doğu
Anadolu bölgesinde ülkenin birliğini tehdit edebilecek ayrılıkçı isyanlar
alınan önlemler aracılığı ile önlenmiştir. Savaş yıllarında ülke ekonomisinin
durgunluğa sürüklenmesi yüzünden halk arasında işsizlik ve açlık sorunları
ortaya çıkınca, Millet Mektepleri ile disipline alıştırılan halk kitlelerinin
daha verimli çalışmalar arayışı içine girdikleri görülmüştür. Almanya ve
Danimarka merkezli Halk yüksek okulları uygulamalarını incelemek üzere, Avrupa’ya
giden eğitimcilerin öncülüğünde Türkiye’yi ekonomik durgunluktan kurtaracak bir
adım olarak Köy Enstitüleri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir statü içinde
açılmışlardır. Türkiye’nin her bölgesi için kurulan Köy Enstitüleri para
kazanmaya yönelik üretim çalışmaları yapmaya başlayınca, köylerden gelen
katılımcı gençler belirli alanlarda ustalık ve kalfalık eğitimleri alarak Köy
Enstitüleri ile halka yönelen ekonomik bir yapılanmanın önü açılmıştır. Daha
sonraki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Nato’ya girince ABD’nin baskılarıyla bu
halk okulları kapatılarak Türk ekonomisi batı ülkelerinden gelen Amerikan
şirketlerinin kontrölüne sokularak, Türkiye devleti daha sonraki aşamada Amerikanın
yarı sömürgesi konumuna sürüklenmiştir. Köy Enstitüsü öğretmenleri daha sonraki
aşamalarda kültür ve sanat alanlarında üretim çalışmalarına yönelince, bu kez
de SSCB’nin Türkiye’ye yakınlığı gerekçe gösterilerek bu halk okullarının öğretmenlerinin
komünist olduğu suçlamasıyla kapatılması istenmiş ve daha sonraki aşamada soğuk
savaş gerginliği çerçevesinde Köy Enstitüleri haksız yere kapatılmışlardır.
Halkevlerinin
yurt düzeyinde örgütlü bir kültür kuruluşu olması Köy Enstitülerinin açılışı
sırasında önemli katkılar sağlamıştır. Halkevleri üzerinden köycülük ve
halkçılık alanında yetişmiş olan gençlerin bir kısmı daha sonraki aşamalarda
Köy Enstitülerinde öğretmen ya da öğrenci olarak girmiş ve bu hareketin
başarıya ulaşmasında katkı sağlamışlardır. Halkevlerinin başlatmış olduğu
halkçılık çalışmaları Köy Enstitülerinin ortaya çıkıp örgütlenebilmeleri
açısından hem elverişli bir ortam hem de yetenekli gençler arasında yepyeni
kadroların yetişmesi için yararlı olmuştur. Köy Enstitülerinden yetişenler daha
sonraki aşamada cumhuriyet Türkiye’sinin eğitim ve kültür kadrolarının temel
çekirdeğini oluşturmuştur Halkevlerinin sağlamış olduğu toplumsal yenilik
ortamı Türkiye için alternatif düşünceler ve programların gündeme getirilmesi
açısından yararlı olmuştur. Kıtasal bir ülke konumu ile Türkiye topraklarının
her bölgesinin yerel özellikler göstermesi Türkiye’de her açıdan çok yönlü ve
zengin toplumsal çalışmaların ya da araştırmaların geçerli olduğu aşamalara
gelinmiştir. Halk evleri böylesine bir durumdan oldukça yararlanan bir kitle
örgütü olarak, her il ve ilçede eğitim ve kültürün öncülüğünü üstlenmeye
çalışmıştır. Halkevlerinin Türkiye Cumhuriyeti tarihi içinde birinci önceliği
eğitim ve kültür oluşumları olduğu gibi, ikinci önceliği de yerelleşme ve
bölgeselleşmenin toplum merkezleri konumuna gelerek sosyal alanda etkinlikleri
yürütmesi olmuştur. Halkevleri bu açılardan cumhuriyet döneminin önde gelen
sosyal ve kültürel örgütleri olarak ortaya çıkmaları, zamanında Atatürk’ün
nasıl bir doğru adım attığının göstergesi olarak bugünkü kuşaklara kıyaslama olanağı vermektedir. Türkiye’de
demokrasiye geçilmesi ve demokrasinin bir yaşam biçimi ya da toplum düzeni
olarak benimsenmesi gibi olumlu gelişmelerin Türkiye’de gerçekleştirilmesi için
verilen özgürlük ve demokrasi mücadelesinde Halkevleri Türkiye’nin önde gelen
demokratik kitle örgütü olarak çok büyük katkılar sağlayan bir kurum olarak
özel bir yere sahiptir.
İnişli çıkışlı bir tarihçeye sahip olan Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Halkevleri her zaman için önde gelen bir yere sahip olmuş ve bu doğrultuda Atatürk döneminden bugünlere Türkiye’nin siyasal ve kültürel birikiminin temsilcisi olmuştur. Ülkeyi sağ hükümetlerin yönettiği ya da asker ağırlıklılara rejimlerin göreve geldikleri aşamalarda Halkevleri ya kapatılmış ya yargılanmış ya da hak ve özgürlükler alanından dışlanarak bir köşede tutulmaya çalışılmıştır. Bugünün Türkiye’sinde ciddi bir demokrasi mücadelesi yapılırken, Atatürkçü ve cumhuriyetçi birikimin örgütü olarak Halkevlerinin tekrar eskisi gibi siyasal ve sosyal ağırlıklarının bulunduğu yeni bir yapılanma sürecine girmesi gerekmektedir. Siyasi partilerin emperyalizmin işgali altına girdiği, siyaset kadrolarının batının önde gelen emperyalist ülkelerinin desteklediği kadrolar haline gelmesi, Türkiye’deki basın ve medya organlarının tümüyle emperyalist sermayenin denetimi ve yönlendirmesi noktasına gelinmesi her açıdan Türk demokrasisinin çarpık bir duruma sürüklendiğini ortaya koymaktadır. Bu aşamada gerçekçi bir durum değerlendirmesi yapıldığı noktada, Türk demokrasisinin içine sürüklendiği çıkmazdan kurtulabilmesinin çok zor olduğu göze çarpmakta, demokrasiyi sırtlayıp götürerek Türk devletinin bugünlere gelmesini sağlayan Türkiye’deki cumhuriyet birikimi de demokrasinin tekrar eski sağlıklı düzenine dönmesini sağlamak doğrultusunda üzerine düşen sorumlulukların gereklerini yerine getirmesi gerekmektedir. Kütüphaneler geçmişten gelen Halkevleri dergileri ve kitapları ile dolu olduğunu bugünün emperyalizme teslim olmuş z kuşağı gençliğine yeniden göstermek gerekmektedir. Yaşanılan olumsuz gelişmeler karşısında iyice pasifleşen Türk gençliği ve Türk halkına gerçekleri gösterecek ve yeniden Türkiye’nin kurucu önder Atatürk’ten kalan çağdaş uygarlık dünyasının onurlu bir üyesi olmak hedefi bugünün koşullarında eskisinden çok daha fazla önem kazanmıştır. Ben bir eski Halkevci olarak, bugünün Halkevci sessiz kuşaklarının daha aktif ve sesli antiemperyalist mücadelelerde, Atatürk’ün cumhuriyet rejimini emanet ettiği Türk gençliğinin yeniden Atatürk’ün yoluna yönelerek, tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti idealine Türk ulusunun öncelikle kavuşmasını, yeni bir hedef olarak belirlenmesi gerektiğini bu noktada, Halkevlerinin cumhuriyetçi çizgisi açısından vurgulamayı ulusal bir görev biliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder