ANKARA KALESİ
SEÇİMLER, TÜRKİYE‘NİN EKSENİNİ BOZUYOR
Türkiye son derece bir hızlı bir atmosferde
pupa yelken genel seçimlere doğru sürüklenirken ortaya çıkan siyasal olayların
ve bunlara bağlı olarak gündeme gelen gelişmelerin ne anlamlara geldiği ve
bundan sonraki aşamalarda, ne gibi olaylar ve tepkilerle karşılaşılacağı
konularında, kamuoyu önünde bir netleşme olmadığı gibi, bu durumun tamamen aksi
yönlerde ortaya çıkacak belirsizlikler üzerinden kaos yaratan olaylarla
birlikte, giderek her yönü kapsayan bir kaotik ortam öne çıkmaktadır. Dünyanın
geleceği ile yakından ilgilenen batı dünyasının önde gelen bilim adamları ve
siyaset araştırmacıları, yeryüzünde var olan haritaların gündeme getirdiği siyasal
düzenin zaman içinde çöktüğünü ve bu doğrultuda giderek artacak karma karışık
gelişmeler aracılığı ile, insanlığın yoğun bir biçimde kaotik ortama
sürükleneceğini öne sürmektedirler. İnsanlığın geleceği için böylesine ağır bir
kavramın yarattığı tedirginlik sürecinde giderek kaotik ortam tırmanmalar
gösterirken, geleceğin giderek belirsizlik süreci yaratmasıyla kaotik koşullar
artmakta ve zaten başlamış olan karmaşık gelişmeler birbirini izleyerek, daha
büyük bir kaos ortamı üzerinden var olan yer yüzü haritalarını bozarak, on
milyara yaklaşmakta olan dünya nüfusunu bir oldu bitti ile karşı karşıya bırakarak,
geleceğin kaotik dünyasını tartışma ortamına getirmektedir. Birbirini izleyen
olaylar ve bunlara bağlı olarak öne çıkan siyasal gelişmeler kaos yaratmaya
devam ederken, geçmişten gelen bütün düzenlerin ve hukuk yapılanmalarının
birbiri ardı sıra yıkıma doğru sürüklendikleri anlaşılmaktadır. Yeryüzü
haritaları doğrultusunda kurulmuş olan devlet düzenleri ve hukuk
yapılanmalarının geçici mahiyette oldukları, değişen koşullar ile birlikte
bunlara bağlı bir biçimde düzen değişikliklerinin birbiri ardı sıra gündeme geldikleri
ve böylece gerçekleşen değişim süreçleri sonucunda, zamanla yeni değişim
programlarının da gündeme gelmesiyle birlikte, var olan toplum düzenlerinin
ciddi değişim rüzgarlarının baskılarıyla sarsılarak, siyasal kaotik oluşumların
önünün açıldığı görülmektedir.
İnsanlık
tarihi yirminci yüzyıla kadar belirli bir oluşum çizgisi izlemiş ve bunun
sonucunda bugünkü dünya düzeni ortaya çıkmıştır. İnsanlığın tarih sahnesine
çıkmış olduğu son on bin yıllık tarih içerisinde siyasal gelişmeler birbirini
izlemiş ve olaylar ortaya çıkarken, birbirini tetikleyerek on bin yıllık
tarihin ortaya çıkış, gelişim ve dönüşüm çizgilerini belirlemiştir. Yıllar
geçtikçe artan nüfus ve insan sayısının artmasıyla birlikte, yeryüzü kıtalarına
dağılan yeni nüfus yapılanmalarıyla bütün yeryüzü karalarına insanlar
yayılmıştır. İlk ve Orta çağ dönemleri sonrasında yeni ve modern çağlara doğru
insanlık yol alırken, kıtalara yayılan imparatorluklar dağınık durumda yaşam
savaşı veren insan gruplarını beş yüz yıla yakın bir süre bir arada tutarak, bunlara
dayalı bir biçimde ulusal toplumlar ile gene buna bağlı bir biçimde ulus
devletlerin tarih sahnesine çıkışına giden yolun önü açılmıştır. Bu süreç
yirminci yüzyıla kadar devam ederken insanlık önce imparatorluklara sonra ulus
devletlere bağlı siyasal düzenler aracılığı ile yönetilmiş dünya savaşları
sonrasında ortaya çıkan yeni dünya düzeni arayışları, yirmi birinci yüzyılda
öne çıkarak ve insanları imparatorluk ile ulus devletlerden kurtararak, etnik,
kültürel ve dinsel alt kimlikler aracılığı ile daha küçük devlet
yapılanmalarına doğru yönlendirmişlerdir. Yirminci yüzyılın tamamlanmasıyla
birlikte eski sömürgeler ulus devletlere dönüşmüş, yirmi birinci yüzyılda ise
uzay ve teknolojik gelişmeler çizgisinde, daha küçük devlet arayışlarına doğru
yönelme başlamıştır. Bir yanda din öne geçerken tarikatlar siyasal partilerin
yerini almış, diğer yandan şirketler küresel devlere dönüşürken, devletler
küçültülerek yavaş yavaş şehir devletleri ve eyaletler düzeyinde daha küçük
devlet örgütlenmeleri öne çıkarılmaya başlanmıştır İnsanlık yirmi ikinci
yüzyıla doğru giderken eyalet ve şehir devletleri daha da öne çıkmaya başlamış
ve bu durumun sonucunda da iki yüz ulus devlet, iki bin eyalet ya da şehir
devletine doğru değişim yaşamaya yönlendirilmişlerdir. Böylesine bir çözülme ve
dağınıklık ortamına gidiş, bilinçli olarak yaratılan kaotik sürecin devamı
olarak ortaya çıkınca, bütün ulus devletler bölünme riskiyle karşılaştı.
Her
devletin tarih sahnesine çıkışı ve yoluna devam etmesi, yönetim düzeni ve
yönetici değişikliğine bağlı olduğu için, devletlerin devamlılığı ve siyasal
rejimlerin cumhuriyet ve demokrasiler arasındaki siyasal dengeleri çerçevesinde,
genel seçimler aracılığı ile ülkelerin ve devletlerin yönetim sorunları
çözülmüştür. Bu doğrultuda ortaya çıkan bütün siyasal yapılanmaların geleceğe
yönelen süreklilikleri, toplumsal ve siyasal boyutları çerçevesinde
kurumsallaşma ile elde edilmeye çalışılmıştır. Bir anlamda, genel seçimler
devletlerin kendisini yeniden yaratarak, geleceğe yönelen bir yenilenme aracı
olarak ele alındığı zaman, birçok sorun birlikte çözüme kavuşturulmaya
çalışılmıştır. Her devlet ya da her rejim kendisini yenileyerek kurmuş olduğu
yönetim düzeninin de istikrarlı bir mekanizmaya dönüşmesini hedefleyerek ve geleceğin
koşullarında sahip oldukları sistem ve düzenlerin sürekliliğini sağlayarak, kurumsal
bir yapılanma aracılığı ile siyasetin sonsuzluk hedefini güvence altına alabilmiştir.
Devletlerin sonsuza kadar yaşayabilmesi ve devamlılığın her aşamada güvence
altına alınması doğrultusundaki yönelişlerinde, her devletin sonsuza kadar var
olabilme şansını güvence altına alarak, diğer siyasal örgütlenme ve örgütler
ile rekabet düzeni içinde yarışa kalkışmaları genel anlamda ortaya çıkmaktadır.
Siyasetin beklenmeyen ya da önceden görülemeyen yeni koşulları dikkate alındığı
zaman, tarihin ilk dönemlerinden başlayarak geleceğin sonsuzluğuna doğru
gelişmeler gösteren siyasal alan ve ortamların ülkelerin ve devletlerin geleceğini
açıkça belirledikleri görülmektedir. Bu durumun farkına varan ve bu
doğrultularda siyaset yapan siyasal merkezler ile liderlerin, geçmişten gelen
siyasal birikimin desteklerinden yararlanarak, yaşanmakta olan günleri ve
dönemlerin perde arkasındaki yeni koşullarını anlamaya çalışarak ve yaklaşmakta
olan geleceğin belirleyici koşulları üzerinden, yeni siyasal gelişmelerin
öngörüsünü tamamlayarak siyasal alandaki yarışı kazanmaya çalışmaktadırlar. Bütün
ülkelerdeki siyasal yapılar ve gelişmeler dikkatle izlendiği zaman aşağı yukarı
benzer tablolar ve gelişmeler ile karşılaşılmaktadır.
Tarihsel
süreçler gelip geçerken bazı dönemler ve de bu dönemlerin içinde yer alan
istisnai özel yıllar siyasal yaşamın akışında son derece etkili olmakta ve bazı
köşe başlarını öne çıkararak hareket eden önemli merkezler, siyasal alana kendi
damgalarını vurarak, beklenen gelişmelerden çok daha farklı çizgideki olayları
sürpriz olarak yaratabilmektedirler. Böylesine girişimler siyasal alanı
sarsarken beklenmeyen gelişmelerin gündeme gelmesi üzerine de siyasal
gelişmeler önceden görüldüğü ya da beklendiği gibi değil, güç merkezleri
arasındaki çekişme ve çatışmaların güç merkezlerinin elindeki olanaklar ve
potansiyel kuvvetler aracılığı ile yönlendirildiği ve bu gibi durumlarda ortaya
çıkan beklenmeyen gelişmelerin, birbiri ardı sıra gündeme gelerek siyasetin
kaygan zemininde bazı oluşumları alan dışına doğru sürükleyerek , güç
merkezlerinin istedikleri çizgide eskisinden daha farklı gelişmeleri öne
çıkarabilmektedirler. Şimdiye kadar yaşanan süreçler ve birbirini izleyen
olaylar dikkate alındığı zaman, genel siyaset bilimi açısından ortaya çıkan bu
gibi gelişmeleri açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Siyasal alanda beklenmeyen
olaylar olduğu gibi, çeşitli manevralar ya da komplolar olarak hazırlanan bazı
uzun süreli hazırlıkların da farklı koşullar yaratarak, siyasal gelişmelere
fazlasıyla etki ettikleri, ya da beklenmeyen durumların önlerini açarak siyaset
dünyasına kendi çıkarlarına öncelik tanıyan bazı beklenmeyen ortamlar yaratarak,
yarış alanında ön plana geçebildikleri görülebilmektedir. Genellikle komplolar
beklenmeyen siyasal gelişmeler üzerinden tezgahlanırken, bunların birbiri ardı
sıra devreye girmesiyle birlikte, kaotik ortamlar belirli süreçlerin sonrasında
ortaya çıkarak siyasal yönlendirmelerde bulunabilmektedirler. Kaos ortamları
zaman içerisindeki siyasal gelişmelerin ve siyasetin gündemini belirlemeye
başlamasıyla, eskisinden çok daha farklı ve hiçbir biçimde beklenmeyen
gelişmelerin siyasetin önüne olmayacak ya da beklenmeyen bir denklem
koyabildiği görülebilmektedir. Bu gibi durumlarda reel politik koşulların
gündeme getirdiği, normal siyasal ortam ile bu gibi gelişmelere karşı çıkacak
derecede etkin olabilecek yeni adımların atılmasıyla birlikte ülkelerin ve
devletlerin gelecekleri ile oynanabilmektedir. Böylesine durumlarda normal ve
anormal koşullar birlikte gündeme gelirken, beraberlerinde bir çatışma ortamını
da siyaset sahnesinin tam da göbeğine oturtabilmektedirler.
Siyasal
kaos ortamları kendiliğinden gündeme gelebildiği gibi, aynı zamanda çeşitli
komplolar aracılığı ile yapay bir süreç içinde yaratılabilmektedirler. Emperyalist
devletlere bu açıdan bakıldığı zaman, dünyaya hâkim olmak üzere karalara ve
kıtalara yayılan emperyal devletlerin istihbarat işleriyle fazlasıyla
uğraştıkları ve bu gibi konularda çalışmalar yürüten birçok güvenlik ve düşünce
kuruluşlarını harekete geçirerek ve kendi hegemonya düzenlerinin temelinde
sağlam bir altyapı örgütlenmesi yaparak, oluşturdukları hegemonya alanlarını
devletin merkezine doğru, sağlam kamu örgütlenmeleriyle bağladıkları
görülmektedir. Devletlerarası rekabet düzeni çerçevesinde her devlet kendi
başının çaresine bakmaya çaba gösterirken, geçmişten gelen geleneksel kamu
kurumları ile sonuç alabilmenin çok zor olduğu ve bu nedenle bütün devletlerin
yeni ortaya çıkan elektronik devrimi çizgisinde yapılanmalar ile öne çıkmaya
başladıkları anlaşılmaktadır. Güvenlik konuları eskiden kara-deniz-hava
alanlarında üçlü birliktelik aracılığı ile yürütülürken, bugün gelinen aşamada insanlığın
uzaya açılmasıyla birlikte, uzay boyutu da bu üç alana eklenerek dördüncü bir
güvenlik kurumlaşması, ABD’nin uzay ordularını kurması üzerine gündeme
gelmiştir. ABD’nin öncülüğünde elektronik devrim ve uzay alanında güvenlik
yapılanmasının öne çıkmasıyla siyaset alanına da son yeniliklerin gelmesinin
önünü açmıştır. Elektronik devriminin getirdikleriyle güvenlik alanında siber
güvenlik diye yeni bir bilim dalı gelişerek, bilimsel gelişmelerde söz
haklarının daha fazla bilim adamı ve düşünce merkezlerine doğru yönelmesine yol
açmıştır. On bin yıllık bir geçmişe sahip olan dünya bilgi birikimi işin içine
uzay alanı ve elektronik devriminin girmesiyle birlikte, daha da genişlemiş ve
sibernetik bilimi bu aşamada sıçrama yaparak ve insanların içinde yaşadıkları
toplumsal ve siyasal düzenleri de etkileyerek köklü yeniliklerin önünü açmıştır.
Bilgi birikimine uzaysal ve elektronik yeniliklerin eklenmesiyle birlikte,
dünya bir yönü ile daha tehlikeli diğer yönü ile de daha güvenli bir yaşam
düzenine doğru ilerleme göstermiştir. Sibernetik bilimi terör amaçlı
kullanılabildiği gibi aynı zamanda güvenlik amaçlı da kullanılarak yeni
dengeler aranmaya çalışılmıştır.
Elektronik
devrimi bütün seçimlerde kullanılmaya başlanmış ama bu aşamadan sonra seçim
sandıklarında güvenlik kalmamıştır. Sadece sandıklara elektronik bağlantılar
sağlanmasıyla seçimlerin güvenliği her yönü ile tehlikeye girerken, Atlantik
emperyalizmine karşı direnen ve mücadele eden üç büyük devletin devlet
başkanları üzerlerinde, hiçbir biçimde elektronik alet taşımayarak bu alandaki
tehlikeli durumu dünya halklarına göstermeye çalışmışlardır. Elektronik sistemi
istihbarat amacıyla kullananlar hem sandıklardaki sonuçları etkileyerek kendi
istediklerinin seçimleri kazanmalarını sağlamışlar, hem de uzay teknolojisinden
yararlanarak geliştirdikleri, elektronik dinleme ve gözetleme merkezleri
üzerinden bütün dünyayı ve de ülkeleri zorla baskı ve izlemeye başlamışlardır.
Aynı zamanda hem bütün gelişmeleri izleyerek kontrol edecek hem de büyük
emperyal devletlerin siyasal çıkarları doğrultusunda dünyanın genel gidişatını
etkileyecek siyasal oyun, senaryo ve komploların birbiri ardı sıra uygulama
alanına getirilerek kullanılması sayesinde, giderek dünya ülkeleri yer kürenin
yeni sömürgeleri konumuna düşürülmüştür. Elektronik alanında ya da uzay
teknolojisinin kullanılması doğrultusunda emperyalist ve hegemonyacı
devletlerin kendi çıkar ve koşulları çizgisinde dünya ülkelerini hizaya sokmaya
çalışmaları, beraberinde iç ve dış savaş senaryoları ile birlikte bölgesel sıcak
olayları kışkırtabilmekte ve bugün gelinen yeni aşamada işi bütün dünyayı kaosa
sürükleyecek derecede, karıştırıcılık misyonlarını büyük devletlerin
ajanlarının sırtlarına yüklemektedir. Bütünüyle sosyal bilimlerin ve teknik
bilimsel bilgilerin birlikte ele alınarak kullanıldığı siyasal senaryoların her
türlü bilgi birikiminden yararlanılarak kullanılması sayesinde, bütün dünyanın
küresel bir karışıklığa ya da kaos ortamına mahkûm edilmesini, Birleşmiş
Milletler çatısı altında yer alan iki yüz den fazla devletin kabul etmesinin
mümkün olamayacağını, yirminci yüzyıldaki siyasal senaryolar ortaya koymuştur. Bu
aşamadan sonra yirmi birinci yüzyılda dünya yoluna devam ederken, insanlığın
tarihten dersler aldığını, jeopolitik biliminin insanlığa yön gösteren
ilkelerini artık herkesin öğrendiğini ve kütüphanelerdeki bilgi birikimini
bütün devletlerin bilerek hareket ettiklerin, tüm dünya ülkelerindeki
emperyalist merkezlerin birbirlerini izleyerek siyasal etkinlik yürüttükleri
artık açıkça görülmektedir.
Dünya
kaosa doğru sürüklenirken ve bu aşamada bütün devletleri parçalayacak derecede
güçlü bir çöküş senaryosu, batının önde gelen emperyalist devletleri aracılığı
ile uygulama alanına getirilirken, yeryüzü ülkelerinde birbiri ardı sıra genel
ve yerel seçimlere gidilerek seçimler yolu ile devletlerin yeni yönetim
kadroları belirlenirken, Türkiye yeni bir genel seçimler sürecine girmiştir.
Dünyadaki diğer genel seçimler ile karşılaştırılarak basında fazlasıyla yer
alan Türkiye seçimleri sonucunda hem bir devlet başkanı hem de yeni yönetimi
belirleyeceği için son derece önem taşımaktadır. Küresel basın-yayın organları
tarafından geleceğin dünya yapılanmasının ilk adımlarının Türk seçimleri ile
birlikte atılacağı açıklanmaktadır. Bu doğrultuda dünya barışı açısından Türk
halkına çok önemli bir sorumluluk düştüğünü, Amerikan ve Avrupa gazeteleri
önemli makaleler yayınlayarak, bu durumu dünya kamuoyunun bilgisine
sunmaktadırlar. Son aşamada Türkiye genel seçimlere giderken, seçim
sonuçlarının Türkiye ve dünyanın yeni dönem yapılanmasında birinci derecede
etkili olacağı açıkça belirtilmektedir. Büyük devletlerde yapılan genel
seçimler iktidara gelen partilerin programları ile sınırlı bir durumda iken, Türkiye’deki
seçimlerin çok yönlülük koşulları nedeniyle herhangi bir ülke ile
karşılaştırılarak değerlendirilmesi mümkün değildir, çünkü Türkiye tek boyutlu
bir devlet değil aksine üç büyük kıtanın tam merkezinde yer alan çok boyutlu
bir devlettir. Türk devleti dünyanın tam merkezinde çok önemli bir jeopolitik
konuma sahip olan merkez ülke olarak, Avrupa, Asya ve Afrika gibi üç büyük
kıtanın tam ortasındadır. Balkanlar-Kafkaslar-Akdeniz ve Karadeniz gibi dört
çok önemli coğrafi alanın kesişme noktasında olduğu için, dünyanın bütün
kıtalarından gelen yansımalar, orta dünya denen bu merkezde ya bütünleşmekte ya
da çarpışarak sıcak çekişmelere yol açmaktadır. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti’nin
dünyanın en önemli ve en hassas jeopolitik koşullarına sahip bir ülke olduğu ve
bir ulus devlet olarak da diğer devletlerle ciddi bir stratejik komşuluk ilişkilerine
sahip olduğu açıkça göze çarpmaktadır. Yeni bir dünya düzeni kurulurken ortaya
çıkan kritik bölgeler, Türkiye’nin sınırları boyunca uzanmakta ve üç kıta ile dört
önemli bölgenin ortasında yer alan jeopolitik yapılanmasıyla, Türkiye Cumhuriyeti
dünyanın en önemli jeopolitik örgütlenmesidir. Türkiye’nin batısı batı, doğusu
doğu, kuzeyi kuzey ve güneyi güney jeopolitik alanlardır ve merkezi ülke olarak
Türkiye bunların hepsi ile komşuluk bağlantısına sahip bulunmaktadır.
Türkiye
sahip olduğu jeopolitik koşulları ile bugün hem bütün hegemonyacı büyük
devletlerin hem de üç kıta üzerinden gündeme gelen yeni büyük devlet
yapılanmalarının hedefidir. Amerika’nın Büyük Orta Doğu ,İsrail’in Büyük İsrail
,İngiltere’nin Yeni Roma İmparatorluğu, Almanya’nın Avrasya İmparatorluğu, Rusya’nın
Büyük Slav Birliği, Fransa’nın Akdeniz Birliği, Suudi Arabistan’ın İslam
İmparatorluğu, Mısır’ın Afrika Birliği ve de Avrupa’nın Büyük Avrupa Birliği
gibi dünyanın merkezi alanını tek ve
büyük bir devletin merkezi yapma hedefli emperyal projeler, Birinci Dünya Savaşı
sonrasında gündeme gelmiş ve Osmanlı hinterlandı bu projeler doğrultusunda
bölünerek, Sevr haritası doğrultusunda oluşturulacak
küçük eyaletler üzerinden, bir merkezi
coğrafya federasyonu hazırlanmıştır. Birinci ve İkinci dünya savaşları merkezi
alana el koymayı hedefleyen emperyalist projeler olarak devreye sokulmuş ve yüz
milyondan fazla insanın ölümüne giden bir sıcak savaş koridoru Rusya ve Çin
sınırına kadar açılmaya çalışılmıştır. Böylesine bir siyasal kavganın dünyanın
ortasını işgal ederek uygulanmak istenmesi yüzünden, çok cepheli bir emperyal savaş
Osmanlı devletine karşı dayatılmış ama Türkiye Cumhuriyeti savaş sonrası
dönemde, ulusal bir kurtuluş savaşını işgalci emperyalistlere karşı kazanarak
yirmi birinci yüzyıla gelmiştir. Bugün emperyalistler üçüncü bir dünya savaşını
yarım kalan cephelerde sürdürmek istemektedirler ama artık dünya halklarının ve
ulus devletlerin bir araya gelerek örgütlenmeleri yüzünden bu isteklerini bir
türlü gerçekleştirememektedirler. Asya’dan Cengiz Han, Timur devleti ve İlhanlılar
devleti gibi oluşumlar merkezi ele geçirmek için gelmişler ama kalıcı
olamamışlardır. Batı dünyasından ise Roma ve Bizans imparatorluklarının çöküşü
üzerine on kez Haçlı seferleri düzenlenmiş ama bunlar başarısız kalmıştır.
İngiltere ve ABD ile Atlantik’ten gelen emperyalistler ise, geri dönmek zorunda
kalmışlardır.
Devletlerin
tarihsel süreçte büyümeleri ve güçlenmeleri ile aktif dış politikalara
yönelmeleri ulus devletler rekabeti doğrultusunda yirminci yüzyıla doğru
güçlenmeleri yüzünden, dünya savaşları çıkınca imparatorluklar parçalanarak
ulus devletler ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliğini oluşturan sosyalizm
ideolojisinin desteği ile uluslararası bir imparatorluk oluşturulurken, Berlin
merkezli bir Alman imparatorluğu tüm Avrupa ve Asya’yı içine alacak düzeyde
hedeflenerek, Avrasya merkezi bölgesi Germen emperyalizminin hedefleri
doğrultusunda kurulmaya çalışılmış ama sosyalist yapılanma Rusya ile sınırlı
kalınca, Berlin tüm Avrupa ve Avrasya bölgelerini sosyalist bir imparatorluk
çatısı altında birleştirememiştir. İki bin yıllık bir kavgada Avrupa kıtasında
bir Yahudi devleti kurulamayınca, çökmekte olan Osmanlı toprakları üzerinde ve
bu ülkenin Avrupa toprakları üzerinde Avrupa’da kurulamayan bir Musevi devleti
kurulmaya çalışılmış, ama Alman komutanların yönetiminde Balkan Savaşları
direnişi gündeme gelince, Almanların askeri desteği ile daha sonra Çanakkale Savaşı
yapılarak bu projeler önlenmiştir. İkinci Dünya Savaşı ile Doğu Avrupa’da kazanılamayan savaş yeniden gündeme
getirilmek istenmiş ve bu doğrultuda bir
Hitler efsanesi yaratılarak, İsrail’e giden yol açılmış ve ikinci savaşın
sonucunda İngiltere, ABD ve Nato desteği ile
İsrail kurulmuş, Sovyetler Birliği rejimi de bir ideolojik diktatörlük
olarak bu oluşuma seyirci kalarak, Rus Çarlığı döneminden kalan Rus
emperyalizmi çizgisinde, herhangi bir
siyasal tepki gösterilmeyerek ABD’yi teslim alan Siyonizm’in getirdiği
yeni emperyal düzen bölgeye dayatılmıştır.
Yüz yıl önce birinci dünya savaşı ile başlatılan Avrasya hegemonya savaşı,
Hitler’in Hazar macerası ile sonuçlandırılmak istenmiş ama Rus ordusunun gösterdiği tepkiler ve direniş üzerine, Hitler
Avrasya macerasından geri dönmek zorunda kalmıştır. Daha sonra da bir Rus
saldırısı sayesinde, Rusların Almanya’yı işgal etmeleri üzerine, birinci
aşamada yarım kalan dünya savaşı ikinci aşamada Ruslar ile Almanların
çatışmaları sağlanarak tamamlanmıştır. Hitler’in Hazar’a doğru yönlenmesiyle
dünya savaşı bir Avrasya savaşına dönüşmüş ama İsrail’in kurulabilmesi için
savaşın Orta -Doğu bölgesine girişine izin verilmemiş ve bu nedenle Nazı
orduları Türkiye’yi işgale kalkışmayınca, Türkiye de ikinci dünya savaşına
girmekten kurtulmuştur.
Türkiye
Cumhuriyeti, Osmanlı sonrasında bu imparatorluğun merkezi topraklarında
kurulmuş olan bir ulus devlettir. Ulusçuluk hareketleri Avrupa merkezli ve de
Fransız devrimi kaynaklı olunca Avrupa’nın komşusu konumundaki Osmanlı
imparatorluğu, dışarıdan beslenen ulusculuk hareketlerinin etkileriyle
fazlasıyla sarsılmış, hemen hemen her bölgesinde etnik ve dinsel ayırımcılığa
dayanan yeni küçük ve orta boy devletler tarih sahnesine çıkmıştır. Bugün
gelinen noktada Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki harita büyük oranda korunmuş
ve Osmanlı devleti sonrasında eski Osmanlı hinterlandı üzerinde kurulmuş olan
yirmiden fazla devlet, bugün Birleşmiş Milletler üyesi olarak tam bağımsız
devlet statüsünde yollarına devam etmektedirler. Ne var ki, dünyanın merkezi
konumundaki Osmanlı imparatorluğu, Roma ve Bizans imparatorlukları gibi merkezi
alanda yeni bir büyük devlet kurulamadığı için, üç kıtanın ortasında bir orta
boy ulus devleti olarak var olan Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan emperyalist
girişimler bugün de devam etmektedir. ABD ve İngiltere, Nato ve İsrail’in de
katılımlarıyla Almanya, Rusya, Fransa, Arabistan, Rusya gibi büyük emperyalist
güçlerin emperyalist planları doğrultusunda, merkezi coğrafya yeniden Birinci
Dünya Savaşı koşullarına geri dönerken, bazı dinci çevreler bir Üçüncü Dünya Savaşını
gündeme getirecek derecede hem Mescidi Aksa’nın yıkımı ile hem de Suriye’nin
kuzey sınırları içinde bir üçüncü dünya savaşını çıkartabilecek Armegeddon
senaryosunu zorlamaya çalışmaktadırlar. Uluslararası silah fabrikatörleri,
büyük askeri güce sahip olan devletler ile birlikte Büyük İsrail peşinde koşan
Siyonistlerin de katılımlarıyla, savaş cephesi bugün yavaş yavaş
hazırlanmaktadır. Türkiye tıpkı Osmanlı devleti gibi böylesine bir emperyalist
kıskacın içine çekilerek başlatılacak bir Üçüncü dünya savaşı aracılığı ile
komşu devletlerle birlikte yok edilmek istenmektedir. O zaman Osmanlının
yapamadığı karşı çıkış ve direnişi sonraki dönemde Atatürk yaparak tarihi
değiştirmiştir. Dünya devletini temsil eden İngilizler o zaman her şeyi
hazırladıklarını ama Atatürk’ün karşı çıkışını hesaplayamadıklarını açıkça dile
getirmişlerdir.
Bugünkü
konjonktürde bütün dünya üçüncü cihan savaşına giderken, Türkiye ise genel
seçimlere gitmektedir. Burada büyük bir çelişki var gibi görünse de dünya
tarihinde savaşların barışları barışların da savaşları izlediğini artık iyi
öğrenen dünya kamuoyu, uzun süren bir soğuk savaş dönemi sonrasında sıcak savaşları
yeniden gündeme getiren emperyalist küreselleşme saldırıları karşısında, tüm
dünya devletleri ve halkları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti de Üçüncü dünya
savaşına karşı çıkarak direnmektedir. Bu dönemde bir dinler arası savaş ortamı
yaratmayı hedefleyen Armegeddon savaşı ya da Mescidi Aksa saldırısı gibi bazı
oldu bittiler ile merkezi coğrafya saldırıları üzerinden bir büyük savaşın
çıkartılmasına karşı, Türkiye bütün komşu devletlerle bir araya gelerek ciddi
anlamda bir bölgesel direnişin öncüsü olacaktır. Yüz yıl önce bu planları
görerek her türlü batı emperyalizmine ve
Siyonizme karşı çıkan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu önderi Atatürk, Avrupa
emperyalizmine karşı çıkarak Balkan Paktını ve Kuzey yarı küreyi işgal eden
Sovyetler Birliğinin orta dünya bölgesine inerek bir Avrasya bölgesi işgali ile Sovyet sosyal
emperyalizmine yönelmesini önlemek üzere, Türk-İran ortaklığına dayanan Sadabat
Paktı oluşumlarını merkezi coğrafyanın batı ve doğu bölgelerini her türlü
saldırılara karşı koruyabilmek üzere, bir ulus devlet savunma stratejisi olarak
uygulama alanına getirmiştir. Büyük önderin geleceği görerek, Birinci Dünya Savaşı
sürecinde her türlü emperyalist saldırılara karşı çıkması ve her cephede
direnerek sıcak çatışmalar ile cephe savaşlarını kazanması, bugünün Türk
devleti için yol gösterici dış politika örnekleri olarak gündeme gelmektedir. Yüz
yıl önceki büyük emperyalist saldırıları bertaraf etme gücünü ortaya koyarak
bulunduğu ülkenin ve bölgenin korumasıyla güvenliğini üzerine alan Türk devleti,
gene yüz yıl sonra bir büyük sınava sıcak savaş alanları üzerinden mahkûm
edilmek istenmektedir. Bugünkü siyasal gelişmeler yirminci yüzyılın başındaki
jeopolitik konumlara paralel bir yapılanmayı bu bölgeye dayattığı geçmişin
batı ittifakı üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni; ABD, İngiltere, Almanya, Fransa,
Rusya ve Çin gibi büyük emperyalist devletlerle karşı karşıya getirirken,
ayrıca bu aşamada yeni kurulan Siyonist devlet olarak da İsrail’i bir cephe
ülkesi olarak devreye sokarken, Türkiye toprakları İsrail’li yazarların
kitaplarında ortaya koyduğu üzere, Türk ülkesini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni
savaşın merkezi alanı ve çatışma bölgesi haline getirmektedir.
Seçimlerin
başlık olarak yer aldığı bir makalenin savaş ağırlıklı olarak devam etmesi bu
durumda büyük bir çelişkiyi değil ama iç politikanın dış politikanın devamı
olduğu gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. Yüz yıldır Türkiye’de seçimler var
olan siyasal partilerin katılımı ile normal koşullarda yapılırken, son
seçimlerde partilerin devre dışı kalması ve var olan partilerin iki ayrı gruba
ayrılarak, siyasal kavramlara dayalı siyasal ittifaklarla iktidarın bir ucunu
tutmaya çalışmaları, Türkiye politikasının tümüyle merkezi alan üzerindeki
hegemonya mücadelesini yansıtmaktadır. ABD öncülüğünde bir Atlantik ittifakı,
Almanya öncülüğünde bir Avrupa ittifakı biçiminde batı bloku bölünürken, merkezdeki
küçük devlet İsrail’in de ABD’ye yakın durarak Atlantik ittifakı içinde kendine
yer aradığı göze çarpmaktadır. Batı dünyasından çıkan iki ittifak Türkiye’de
farklı isimlerle adlandırılırken, Rusya, Çin ve Hindistan gibi siyasal alanın
yeni büyükleri olarak dünya sahnesine çıkan üç yeni kutup başı, tam bu aşamada
dünya politikasına ağırlıklarını koyarak ikiye bölünen batı blokuna karşı
bütünleşen bir doğu bloku oluşumunu gündeme getirmektedirler. Yüz yıl önce
olmayan bu yeni blok, beş yüz yıldır devam eden batı emperyalist düzenine karşı,
bir doğu birliği hazırlayarak, her türlü emperyalist saldırı ve işgal
girişimlerine karşı bütün dünya devletleri ve halklarını güvence altına
alabilecek, bir büyük antiemperyalist yapılanmayı dünya gündemine taşırken, aynı
zamanda çökmekte olan batı uygarlığı ve hegemonyasına karşı alternatif bir
uluslararası hukuk, ekonomi ve yönetim sistemlerini bir an önce devreye sokmak
zorundadır. Birleşmiş Milletlerin yönetemediği dünyada artık “Birleşmiş Halklar
Örgütü“ ya da “Ulus Devletler Birliği “ adı altında bir araya gelerek daha adil, eşitlikçi ve barışçı çizgide halklar ve ulusların
ortak güçleriyle kurulacak ve emperyalistlerin her türlü hegemonyasına karşı
direnerek yeni bir küresel dayanışma girişimi olarak örgütlenecek uluslararası bir
kuruluşun savaş sürecini önlemek üzere acilen kurulması gerekmektedir.
Uluslararası
alanda yukarıda belirtilen gelişmeler ve yenilikler dikkatle izlendiği zaman,
son zamanlarda yapılan bütün ülke seçimlerinde yeni büyük devletler ve
bloklaşma girişimlerinin ortaya çıkardığı sıcak çatışma ortamının daha da
tırmandığı görülmektedir. Batılı yayın organları bütün seçimlere ilgi
gösterirken, Türkiye’nin genel seçimlerine karşı daha fazla ilgi göstermiş ve
seçim sonuçlarıyla ilgili olarak kamuoyunda ağır baskı rüzgarları estiren haber
ve yayınlara öncelik verilmiştir. Batı blokundaki ikili kutuplaşmanın Avrasya
bölgesinde Avrupa ya da Amerika’nın kutupsal çizgideki hegemonyaları arasındaki
çekişmeler, zamanla Türk kamuoyuna da yansımış ve bu doğrultuda basın ve medya
kuruluşlarının yabancı sermaye ile yönlendirilmesi sayesinde, Türkiye’de de
ikili bir yarış ve kutuplaşma seçim ortamının tam ortasına düşmüştür. Diğer
ülkelerdeki seçimlerin sonuçlanmasıyla ülkesel ya da bölgesel siyasi yansımalar
ortaya çıkarken, Türkiye’deki Avrupa-Amerika çekişmeleri yüzünden Türk
seçimleri küresel boyutta bir anlam kazanmıştır. ABD eskisi gibi dünyadaki
küresel hegemonyasını sürdürmeye çaba gösterirken, Almanya Avrupa’nın patronu
olarak kendi kontrolu altındaki Avrupa Birliği oluşumunu, tıpkı ABD gibi Avrupa
Birleşik Devletleri adı altında ortaya çıkarmak istemektedir. Atlantik bloku
İsrail ağırlıklı politikalar ile din meselesine öncelik verirken, Avrupa bloku
ise ulus devletlerin doğduğu bu bölgede etnik sorunlara ve kimliklere ağırlık
vererek yerel yönetimler özerklik şartının tümüyle kabul edilmesini
dayatmaktadır. Bir anlamda, genel seçimlere giderken iktidar bloku din olgusuna
öncelik verirken, muhalefet bloku da bir ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti
çatısı altında ulusal kimliği arkada bırakarak ve Anayasanın giriş bölümünde
yer alan Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerini görmezden gelerek, yerel
yönetimcilikle bölünmeye giden yolu açmaya çaba göstermektedirler. Din
ağırlıklı politikalarla, Türkiye Osmanlı Hinterlandında Başyücelik makamı örgütlenmesi
çizgisinde bir Halifelik ile, yerel yönetimler özerklik şartı üzerinden de
Avrupa Birliği çatısı altında ortaçağ da olduğu gibi şehir devletleri ya da emperyalist baskılarla bölgesel kıta devleti
federasyonu kurma girişimleri çizgisinde oluşturulacak eyalet devletçiklerininin
koruyucusu konumuna gelerek, çok uluslu, çok kültürlü ve çok etnisiteli bir
kıtasal federasyon oluşumunun destekçisi durumuna gelecektir. Bir tarafta
Türkiye’nin Müslüman komşularıyla kuracağı din devleti çağdaş laiklik düzenine
son verirken, öbür taraftan Avrupa Birliğinin desteklediği alt kimlikçi bölünme
politikalarına angaje olan seçimlerdeki muhalefet cephesi, giderek bölücü
politikalarla yakınlaşarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk’ün
ulusal, üniter, merkezi, bilimsel ve modern devlet modeli yapılanmasından uzaklaşmaktadır.
Bütün
dünya basını ve medyası diğer seçimleri bir yana bırakarak, Türkiye’nin ekseni
ve genel seçimleriyle uğraşmasının nedeni, dünya jeopolitik koşullarında yeni
meydana gelen gelişmelerdir Bugün sandıklara giderken Türkiye’nin ulusal
çıkarlarını korumak için, Türk devleti kadar Türk ulusu da bu değişiklikleri
bilerek hareket etmek zorundadır. Türk devletinin ve toplumunun iç yapılanması
çerçevesinde yabancı işbirlikçisi kesimlerin iyi izlenmesi ve bunların
Türkiye’de provakasyonlara yönelerek
karışıklık yaratmalarına izin verilmemesi gerekmektedir. Her durumda
kışkırtmaların çatışmalara yönelmeleri
kesinlikle önlenmelidir. Türk ulusu
bugün gelinen yeni dönemde, iki yüz den fazla üniversitesi ve yığınla araştırma
ve yayınlarla dolu olan kütüphaneleriyle, Atatürk’ün dile getirdiği gibi en
gerçek yol gösterici olarak, bilimi ve bilimsel kuralları benimsemiş olan bir
ulusal devlet ve yapılanma düzeni ile, Türkiye geleceğin dünyasına doğru etkili
bir biçimde açılım sağlamaktadır. Türk devletinin geçmişten gelen Atatürkçü
ekseninin günümüzdeki tehlikeli gidişlere karşı, geçmişe oranla daha fazla
korunması ve gereğinin yapılması gerekmektedir. Genel seçimlere doğru giderken Türk
ulusu, iç ve dış koşulları daha iyi izleyerek ve hiçbir dış müdahale ya da
baskıya teslim olmayarak hareket etmelidir. Türkler devleti ve ulusu kurucu
önderi Atatürk gibi özgürlük ve bağımsızlığına öncelik veren bir çizgide
vatanını düşünerek hareket etmelidir. Seçmenler
emperyalistlerin kendi aralarında yürüttükleri eksen ya da yön
tartışmalarına dikkat ederek oylarını kullanmalı ve buralardan gelecek
tehditlere karşı hazırlıklı olarak, Türk demokrasisinin bir daha ara rejimlere
sürüklenmesi gibi olumsuz senaryo ve planlara açıkça karşı çıkarak kutuplaşma
dayatmalarına direnmelidirler.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder