8 Mayıs 2023 Pazartesi

SEÇİMLER, TÜRKİYE‘NİN EKSENİNİ BOZUYOR - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ANKARA KALESİ 

SEÇİMLER, TÜRKİYE‘NİN EKSENİNİ BOZUYOR   

                 Türkiye son derece bir hızlı bir atmosferde pupa yelken genel seçimlere doğru sürüklenirken ortaya çıkan siyasal olayların ve bunlara bağlı olarak gündeme gelen gelişmelerin ne anlamlara geldiği ve bundan sonraki aşamalarda, ne gibi olaylar ve tepkilerle karşılaşılacağı konularında, kamuoyu önünde bir netleşme olmadığı gibi, bu durumun tamamen aksi yönlerde ortaya çıkacak belirsizlikler üzerinden kaos yaratan olaylarla birlikte, giderek her yönü kapsayan bir kaotik ortam öne çıkmaktadır. Dünyanın geleceği ile yakından ilgilenen batı dünyasının önde gelen bilim adamları ve siyaset araştırmacıları, yeryüzünde var olan haritaların gündeme getirdiği siyasal düzenin zaman içinde çöktüğünü ve bu doğrultuda giderek artacak karma karışık gelişmeler aracılığı ile, insanlığın yoğun bir biçimde kaotik ortama sürükleneceğini öne sürmektedirler. İnsanlığın geleceği için böylesine ağır bir kavramın yarattığı tedirginlik sürecinde giderek kaotik ortam tırmanmalar gösterirken, geleceğin giderek belirsizlik süreci yaratmasıyla kaotik koşullar artmakta ve zaten başlamış olan karmaşık gelişmeler birbirini izleyerek, daha büyük bir kaos ortamı üzerinden var olan yer yüzü haritalarını bozarak, on milyara yaklaşmakta olan dünya nüfusunu bir oldu bitti ile karşı karşıya bırakarak, geleceğin kaotik dünyasını tartışma ortamına getirmektedir. Birbirini izleyen olaylar ve bunlara bağlı olarak öne çıkan siyasal gelişmeler kaos yaratmaya devam ederken, geçmişten gelen bütün düzenlerin ve hukuk yapılanmalarının birbiri ardı sıra yıkıma doğru sürüklendikleri anlaşılmaktadır. Yeryüzü haritaları doğrultusunda kurulmuş olan devlet düzenleri ve hukuk yapılanmalarının geçici mahiyette oldukları, değişen koşullar ile birlikte bunlara bağlı bir biçimde düzen değişikliklerinin birbiri ardı sıra gündeme geldikleri ve böylece gerçekleşen değişim süreçleri sonucunda, zamanla yeni değişim programlarının da gündeme gelmesiyle birlikte, var olan toplum düzenlerinin ciddi değişim rüzgarlarının baskılarıyla sarsılarak, siyasal kaotik oluşumların önünün açıldığı görülmektedir.

                İnsanlık tarihi yirminci yüzyıla kadar belirli bir oluşum çizgisi izlemiş ve bunun sonucunda bugünkü dünya düzeni ortaya çıkmıştır. İnsanlığın tarih sahnesine çıkmış olduğu son on bin yıllık tarih içerisinde siyasal gelişmeler birbirini izlemiş ve olaylar ortaya çıkarken, birbirini tetikleyerek on bin yıllık tarihin ortaya çıkış, gelişim ve dönüşüm çizgilerini belirlemiştir. Yıllar geçtikçe artan nüfus ve insan sayısının artmasıyla birlikte, yeryüzü kıtalarına dağılan yeni nüfus yapılanmalarıyla bütün yeryüzü karalarına insanlar yayılmıştır. İlk ve Orta çağ dönemleri sonrasında yeni ve modern çağlara doğru insanlık yol alırken, kıtalara yayılan imparatorluklar dağınık durumda yaşam savaşı veren insan gruplarını beş yüz yıla yakın bir süre bir arada tutarak, bunlara dayalı bir biçimde ulusal toplumlar ile gene buna bağlı bir biçimde ulus devletlerin tarih sahnesine çıkışına giden yolun önü açılmıştır. Bu süreç yirminci yüzyıla kadar devam ederken insanlık önce imparatorluklara sonra ulus devletlere bağlı siyasal düzenler aracılığı ile yönetilmiş dünya savaşları sonrasında ortaya çıkan yeni dünya düzeni arayışları, yirmi birinci yüzyılda öne çıkarak ve insanları imparatorluk ile ulus devletlerden kurtararak, etnik, kültürel ve dinsel alt kimlikler aracılığı ile daha küçük devlet yapılanmalarına doğru yönlendirmişlerdir. Yirminci yüzyılın tamamlanmasıyla birlikte eski sömürgeler ulus devletlere dönüşmüş, yirmi birinci yüzyılda ise uzay ve teknolojik gelişmeler çizgisinde, daha küçük devlet arayışlarına doğru yönelme başlamıştır. Bir yanda din öne geçerken tarikatlar siyasal partilerin yerini almış, diğer yandan şirketler küresel devlere dönüşürken, devletler küçültülerek yavaş yavaş şehir devletleri ve eyaletler düzeyinde daha küçük devlet örgütlenmeleri öne çıkarılmaya başlanmıştır İnsanlık yirmi ikinci yüzyıla doğru giderken eyalet ve şehir devletleri daha da öne çıkmaya başlamış ve bu durumun sonucunda da iki yüz ulus devlet, iki bin eyalet ya da şehir devletine doğru değişim yaşamaya yönlendirilmişlerdir. Böylesine bir çözülme ve dağınıklık ortamına gidiş, bilinçli olarak yaratılan kaotik sürecin devamı olarak ortaya çıkınca, bütün ulus devletler bölünme riskiyle karşılaştı.

                Her devletin tarih sahnesine çıkışı ve yoluna devam etmesi, yönetim düzeni ve yönetici değişikliğine bağlı olduğu için, devletlerin devamlılığı ve siyasal rejimlerin cumhuriyet ve demokrasiler arasındaki siyasal dengeleri çerçevesinde, genel seçimler aracılığı ile ülkelerin ve devletlerin yönetim sorunları çözülmüştür. Bu doğrultuda ortaya çıkan bütün siyasal yapılanmaların geleceğe yönelen süreklilikleri, toplumsal ve siyasal boyutları çerçevesinde kurumsallaşma ile elde edilmeye çalışılmıştır. Bir anlamda, genel seçimler devletlerin kendisini yeniden yaratarak, geleceğe yönelen bir yenilenme aracı olarak ele alındığı zaman, birçok sorun birlikte çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. Her devlet ya da her rejim kendisini yenileyerek kurmuş olduğu yönetim düzeninin de istikrarlı bir mekanizmaya dönüşmesini hedefleyerek ve geleceğin koşullarında sahip oldukları sistem ve düzenlerin sürekliliğini sağlayarak, kurumsal bir yapılanma aracılığı ile siyasetin sonsuzluk hedefini güvence altına alabilmiştir. Devletlerin sonsuza kadar yaşayabilmesi ve devamlılığın her aşamada güvence altına alınması doğrultusundaki yönelişlerinde, her devletin sonsuza kadar var olabilme şansını güvence altına alarak, diğer siyasal örgütlenme ve örgütler ile rekabet düzeni içinde yarışa kalkışmaları genel anlamda ortaya çıkmaktadır. Siyasetin beklenmeyen ya da önceden görülemeyen yeni koşulları dikkate alındığı zaman, tarihin ilk dönemlerinden başlayarak geleceğin sonsuzluğuna doğru gelişmeler gösteren siyasal alan ve ortamların ülkelerin ve devletlerin geleceğini açıkça belirledikleri görülmektedir. Bu durumun farkına varan ve bu doğrultularda siyaset yapan siyasal merkezler ile liderlerin, geçmişten gelen siyasal birikimin desteklerinden yararlanarak, yaşanmakta olan günleri ve dönemlerin perde arkasındaki yeni koşullarını anlamaya çalışarak ve yaklaşmakta olan geleceğin belirleyici koşulları üzerinden, yeni siyasal gelişmelerin öngörüsünü tamamlayarak siyasal alandaki yarışı kazanmaya çalışmaktadırlar. Bütün ülkelerdeki siyasal yapılar ve gelişmeler dikkatle izlendiği zaman aşağı yukarı benzer tablolar ve gelişmeler ile karşılaşılmaktadır.

                Tarihsel süreçler gelip geçerken bazı dönemler ve de bu dönemlerin içinde yer alan istisnai özel yıllar siyasal yaşamın akışında son derece etkili olmakta ve bazı köşe başlarını öne çıkararak hareket eden önemli merkezler, siyasal alana kendi damgalarını vurarak, beklenen gelişmelerden çok daha farklı çizgideki olayları sürpriz olarak yaratabilmektedirler. Böylesine girişimler siyasal alanı sarsarken beklenmeyen gelişmelerin gündeme gelmesi üzerine de siyasal gelişmeler önceden görüldüğü ya da beklendiği gibi değil, güç merkezleri arasındaki çekişme ve çatışmaların güç merkezlerinin elindeki olanaklar ve potansiyel kuvvetler aracılığı ile yönlendirildiği ve bu gibi durumlarda ortaya çıkan beklenmeyen gelişmelerin, birbiri ardı sıra gündeme gelerek siyasetin kaygan zemininde bazı oluşumları alan dışına doğru sürükleyerek , güç merkezlerinin istedikleri çizgide eskisinden daha farklı gelişmeleri öne çıkarabilmektedirler. Şimdiye kadar yaşanan süreçler ve birbirini izleyen olaylar dikkate alındığı zaman, genel siyaset bilimi açısından ortaya çıkan bu gibi gelişmeleri açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Siyasal alanda beklenmeyen olaylar olduğu gibi, çeşitli manevralar ya da komplolar olarak hazırlanan bazı uzun süreli hazırlıkların da farklı koşullar yaratarak, siyasal gelişmelere fazlasıyla etki ettikleri, ya da beklenmeyen durumların önlerini açarak siyaset dünyasına kendi çıkarlarına öncelik tanıyan bazı beklenmeyen ortamlar yaratarak, yarış alanında ön plana geçebildikleri görülebilmektedir. Genellikle komplolar beklenmeyen siyasal gelişmeler üzerinden tezgahlanırken, bunların birbiri ardı sıra devreye girmesiyle birlikte, kaotik ortamlar belirli süreçlerin sonrasında ortaya çıkarak siyasal yönlendirmelerde bulunabilmektedirler. Kaos ortamları zaman içerisindeki siyasal gelişmelerin ve siyasetin gündemini belirlemeye başlamasıyla, eskisinden çok daha farklı ve hiçbir biçimde beklenmeyen gelişmelerin siyasetin önüne olmayacak ya da beklenmeyen bir denklem koyabildiği görülebilmektedir. Bu gibi durumlarda reel politik koşulların gündeme getirdiği, normal siyasal ortam ile bu gibi gelişmelere karşı çıkacak derecede etkin olabilecek yeni adımların atılmasıyla birlikte ülkelerin ve devletlerin gelecekleri ile oynanabilmektedir. Böylesine durumlarda normal ve anormal koşullar birlikte gündeme gelirken, beraberlerinde bir çatışma ortamını da siyaset sahnesinin tam da göbeğine oturtabilmektedirler.

                Siyasal kaos ortamları kendiliğinden gündeme gelebildiği gibi, aynı zamanda çeşitli komplolar aracılığı ile yapay bir süreç içinde yaratılabilmektedirler. Emperyalist devletlere bu açıdan bakıldığı zaman, dünyaya hâkim olmak üzere karalara ve kıtalara yayılan emperyal devletlerin istihbarat işleriyle fazlasıyla uğraştıkları ve bu gibi konularda çalışmalar yürüten birçok güvenlik ve düşünce kuruluşlarını harekete geçirerek ve kendi hegemonya düzenlerinin temelinde sağlam bir altyapı örgütlenmesi yaparak, oluşturdukları hegemonya alanlarını devletin merkezine doğru, sağlam kamu örgütlenmeleriyle bağladıkları görülmektedir. Devletlerarası rekabet düzeni çerçevesinde her devlet kendi başının çaresine bakmaya çaba gösterirken, geçmişten gelen geleneksel kamu kurumları ile sonuç alabilmenin çok zor olduğu ve bu nedenle bütün devletlerin yeni ortaya çıkan elektronik devrimi çizgisinde yapılanmalar ile öne çıkmaya başladıkları anlaşılmaktadır. Güvenlik konuları eskiden kara-deniz-hava alanlarında üçlü birliktelik aracılığı ile yürütülürken, bugün gelinen aşamada insanlığın uzaya açılmasıyla birlikte, uzay boyutu da bu üç alana eklenerek dördüncü bir güvenlik kurumlaşması, ABD’nin uzay ordularını kurması üzerine gündeme gelmiştir. ABD’nin öncülüğünde elektronik devrim ve uzay alanında güvenlik yapılanmasının öne çıkmasıyla siyaset alanına da son yeniliklerin gelmesinin önünü açmıştır. Elektronik devriminin getirdikleriyle güvenlik alanında siber güvenlik diye yeni bir bilim dalı gelişerek, bilimsel gelişmelerde söz haklarının daha fazla bilim adamı ve düşünce merkezlerine doğru yönelmesine yol açmıştır. On bin yıllık bir geçmişe sahip olan dünya bilgi birikimi işin içine uzay alanı ve elektronik devriminin girmesiyle birlikte, daha da genişlemiş ve sibernetik bilimi bu aşamada sıçrama yaparak ve insanların içinde yaşadıkları toplumsal ve siyasal düzenleri de etkileyerek köklü yeniliklerin önünü açmıştır. Bilgi birikimine uzaysal ve elektronik yeniliklerin eklenmesiyle birlikte, dünya bir yönü ile daha tehlikeli diğer yönü ile de daha güvenli bir yaşam düzenine doğru ilerleme göstermiştir. Sibernetik bilimi terör amaçlı kullanılabildiği gibi aynı zamanda güvenlik amaçlı da kullanılarak yeni dengeler aranmaya çalışılmıştır.

                Elektronik devrimi bütün seçimlerde kullanılmaya başlanmış ama bu aşamadan sonra seçim sandıklarında güvenlik kalmamıştır. Sadece sandıklara elektronik bağlantılar sağlanmasıyla seçimlerin güvenliği her yönü ile tehlikeye girerken, Atlantik emperyalizmine karşı direnen ve mücadele eden üç büyük devletin devlet başkanları üzerlerinde, hiçbir biçimde elektronik alet taşımayarak bu alandaki tehlikeli durumu dünya halklarına göstermeye çalışmışlardır. Elektronik sistemi istihbarat amacıyla kullananlar hem sandıklardaki sonuçları etkileyerek kendi istediklerinin seçimleri kazanmalarını sağlamışlar, hem de uzay teknolojisinden yararlanarak geliştirdikleri, elektronik dinleme ve gözetleme merkezleri üzerinden bütün dünyayı ve de ülkeleri zorla baskı ve izlemeye başlamışlardır. Aynı zamanda hem bütün gelişmeleri izleyerek kontrol edecek hem de büyük emperyal devletlerin siyasal çıkarları doğrultusunda dünyanın genel gidişatını etkileyecek siyasal oyun, senaryo ve komploların birbiri ardı sıra uygulama alanına getirilerek kullanılması sayesinde, giderek dünya ülkeleri yer kürenin yeni sömürgeleri konumuna düşürülmüştür. Elektronik alanında ya da uzay teknolojisinin kullanılması doğrultusunda emperyalist ve hegemonyacı devletlerin kendi çıkar ve koşulları çizgisinde dünya ülkelerini hizaya sokmaya çalışmaları, beraberinde iç ve dış savaş senaryoları ile birlikte bölgesel sıcak olayları kışkırtabilmekte ve bugün gelinen yeni aşamada işi bütün dünyayı kaosa sürükleyecek derecede, karıştırıcılık misyonlarını büyük devletlerin ajanlarının sırtlarına yüklemektedir. Bütünüyle sosyal bilimlerin ve teknik bilimsel bilgilerin birlikte ele alınarak kullanıldığı siyasal senaryoların her türlü bilgi birikiminden yararlanılarak kullanılması sayesinde, bütün dünyanın küresel bir karışıklığa ya da kaos ortamına mahkûm edilmesini, Birleşmiş Milletler çatısı altında yer alan iki yüz den fazla devletin kabul etmesinin mümkün olamayacağını, yirminci yüzyıldaki siyasal senaryolar ortaya koymuştur. Bu aşamadan sonra yirmi birinci yüzyılda dünya yoluna devam ederken, insanlığın tarihten dersler aldığını, jeopolitik biliminin insanlığa yön gösteren ilkelerini artık herkesin öğrendiğini ve kütüphanelerdeki bilgi birikimini bütün devletlerin bilerek hareket ettiklerin, tüm dünya ülkelerindeki emperyalist merkezlerin birbirlerini izleyerek siyasal etkinlik yürüttükleri artık açıkça görülmektedir.

                Dünya kaosa doğru sürüklenirken ve bu aşamada bütün devletleri parçalayacak derecede güçlü bir çöküş senaryosu, batının önde gelen emperyalist devletleri aracılığı ile uygulama alanına getirilirken, yeryüzü ülkelerinde birbiri ardı sıra genel ve yerel seçimlere gidilerek seçimler yolu ile devletlerin yeni yönetim kadroları belirlenirken, Türkiye yeni bir genel seçimler sürecine girmiştir. Dünyadaki diğer genel seçimler ile karşılaştırılarak basında fazlasıyla yer alan Türkiye seçimleri sonucunda hem bir devlet başkanı hem de yeni yönetimi belirleyeceği için son derece önem taşımaktadır. Küresel basın-yayın organları tarafından geleceğin dünya yapılanmasının ilk adımlarının Türk seçimleri ile birlikte atılacağı açıklanmaktadır. Bu doğrultuda dünya barışı açısından Türk halkına çok önemli bir sorumluluk düştüğünü, Amerikan ve Avrupa gazeteleri önemli makaleler yayınlayarak, bu durumu dünya kamuoyunun bilgisine sunmaktadırlar. Son aşamada Türkiye genel seçimlere giderken, seçim sonuçlarının Türkiye ve dünyanın yeni dönem yapılanmasında birinci derecede etkili olacağı açıkça belirtilmektedir. Büyük devletlerde yapılan genel seçimler iktidara gelen partilerin programları ile sınırlı bir durumda iken, Türkiye’deki seçimlerin çok yönlülük koşulları nedeniyle herhangi bir ülke ile karşılaştırılarak değerlendirilmesi mümkün değildir, çünkü Türkiye tek boyutlu bir devlet değil aksine üç büyük kıtanın tam merkezinde yer alan çok boyutlu bir devlettir. Türk devleti dünyanın tam merkezinde çok önemli bir jeopolitik konuma sahip olan merkez ülke olarak, Avrupa, Asya ve Afrika gibi üç büyük kıtanın tam ortasındadır. Balkanlar-Kafkaslar-Akdeniz ve Karadeniz gibi dört çok önemli coğrafi alanın kesişme noktasında olduğu için, dünyanın bütün kıtalarından gelen yansımalar, orta dünya denen bu merkezde ya bütünleşmekte ya da çarpışarak sıcak çekişmelere yol açmaktadır. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın en önemli ve en hassas jeopolitik koşullarına sahip bir ülke olduğu ve bir ulus devlet olarak da diğer devletlerle ciddi bir stratejik komşuluk ilişkilerine sahip olduğu açıkça göze çarpmaktadır. Yeni bir dünya düzeni kurulurken ortaya çıkan kritik bölgeler, Türkiye’nin sınırları boyunca uzanmakta ve üç kıta ile dört önemli bölgenin ortasında yer alan jeopolitik yapılanmasıyla, Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en önemli jeopolitik örgütlenmesidir. Türkiye’nin batısı batı, doğusu doğu, kuzeyi kuzey ve güneyi güney jeopolitik alanlardır ve merkezi ülke olarak Türkiye bunların hepsi ile komşuluk bağlantısına sahip bulunmaktadır.

                Türkiye sahip olduğu jeopolitik koşulları ile bugün hem bütün hegemonyacı büyük devletlerin hem de üç kıta üzerinden gündeme gelen yeni büyük devlet yapılanmalarının hedefidir. Amerika’nın Büyük Orta Doğu ,İsrail’in Büyük İsrail ,İngiltere’nin Yeni Roma İmparatorluğu, Almanya’nın Avrasya İmparatorluğu, Rusya’nın Büyük Slav Birliği, Fransa’nın Akdeniz Birliği, Suudi Arabistan’ın İslam İmparatorluğu, Mısır’ın Afrika Birliği ve de Avrupa’nın Büyük Avrupa Birliği gibi  dünyanın merkezi alanını tek ve büyük bir devletin merkezi yapma hedefli emperyal projeler, Birinci Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelmiş ve Osmanlı hinterlandı bu projeler doğrultusunda bölünerek, Sevr haritası doğrultusunda oluşturulacak  küçük eyaletler üzerinden, bir merkezi coğrafya federasyonu hazırlanmıştır. Birinci ve İkinci dünya savaşları merkezi alana el koymayı hedefleyen emperyalist projeler olarak devreye sokulmuş ve yüz milyondan fazla insanın ölümüne giden bir sıcak savaş koridoru Rusya ve Çin sınırına kadar açılmaya çalışılmıştır. Böylesine bir siyasal kavganın dünyanın ortasını işgal ederek uygulanmak istenmesi yüzünden, çok cepheli bir emperyal savaş Osmanlı devletine karşı dayatılmış ama Türkiye Cumhuriyeti savaş sonrası dönemde, ulusal bir kurtuluş savaşını işgalci emperyalistlere karşı kazanarak yirmi birinci yüzyıla gelmiştir. Bugün emperyalistler üçüncü bir dünya savaşını yarım kalan cephelerde sürdürmek istemektedirler ama artık dünya halklarının ve ulus devletlerin bir araya gelerek örgütlenmeleri yüzünden bu isteklerini bir türlü gerçekleştirememektedirler. Asya’dan Cengiz Han, Timur devleti ve İlhanlılar devleti gibi oluşumlar merkezi ele geçirmek için gelmişler ama kalıcı olamamışlardır. Batı dünyasından ise Roma ve Bizans imparatorluklarının çöküşü üzerine on kez Haçlı seferleri düzenlenmiş ama bunlar başarısız kalmıştır. İngiltere ve ABD ile Atlantik’ten gelen emperyalistler ise, geri dönmek zorunda kalmışlardır.

                Devletlerin tarihsel süreçte büyümeleri ve güçlenmeleri ile aktif dış politikalara yönelmeleri ulus devletler rekabeti doğrultusunda yirminci yüzyıla doğru güçlenmeleri yüzünden, dünya savaşları çıkınca imparatorluklar parçalanarak ulus devletler ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliğini oluşturan sosyalizm ideolojisinin desteği ile uluslararası bir imparatorluk oluşturulurken, Berlin merkezli bir Alman imparatorluğu tüm Avrupa ve Asya’yı içine alacak düzeyde hedeflenerek, Avrasya merkezi bölgesi Germen emperyalizminin hedefleri doğrultusunda kurulmaya çalışılmış ama sosyalist yapılanma Rusya ile sınırlı kalınca, Berlin tüm Avrupa ve Avrasya bölgelerini sosyalist bir imparatorluk çatısı altında birleştirememiştir. İki bin yıllık bir kavgada Avrupa kıtasında bir Yahudi devleti kurulamayınca, çökmekte olan Osmanlı toprakları üzerinde ve bu ülkenin Avrupa toprakları üzerinde Avrupa’da kurulamayan bir Musevi devleti kurulmaya çalışılmış, ama Alman komutanların yönetiminde Balkan Savaşları direnişi gündeme gelince, Almanların askeri desteği ile daha sonra Çanakkale Savaşı yapılarak bu projeler önlenmiştir. İkinci Dünya Savaşı ile Doğu Avrupa’da  kazanılamayan savaş yeniden gündeme getirilmek istenmiş ve bu doğrultuda bir Hitler efsanesi yaratılarak, İsrail’e giden yol açılmış ve ikinci savaşın sonucunda İngiltere, ABD ve Nato desteği ile  İsrail kurulmuş, Sovyetler Birliği rejimi de bir ideolojik diktatörlük olarak bu oluşuma seyirci kalarak, Rus Çarlığı döneminden kalan Rus emperyalizmi çizgisinde, herhangi bir  siyasal tepki gösterilmeyerek ABD’yi teslim alan Siyonizm’in getirdiği yeni  emperyal düzen bölgeye dayatılmıştır. Yüz yıl önce birinci dünya savaşı ile başlatılan Avrasya hegemonya savaşı, Hitler’in Hazar macerası ile sonuçlandırılmak istenmiş ama Rus ordusunun gösterdiği tepkiler ve direniş üzerine, Hitler Avrasya macerasından geri dönmek zorunda kalmıştır. Daha sonra da bir Rus saldırısı sayesinde, Rusların Almanya’yı işgal etmeleri üzerine, birinci aşamada yarım kalan dünya savaşı ikinci aşamada Ruslar ile Almanların çatışmaları sağlanarak tamamlanmıştır. Hitler’in Hazar’a doğru yönlenmesiyle dünya savaşı bir Avrasya savaşına dönüşmüş ama İsrail’in kurulabilmesi için savaşın Orta -Doğu bölgesine girişine izin verilmemiş ve bu nedenle Nazı orduları Türkiye’yi işgale kalkışmayınca, Türkiye de ikinci dünya savaşına girmekten kurtulmuştur.

                Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı sonrasında bu imparatorluğun merkezi topraklarında kurulmuş olan bir ulus devlettir. Ulusçuluk hareketleri Avrupa merkezli ve de Fransız devrimi kaynaklı olunca Avrupa’nın komşusu konumundaki Osmanlı imparatorluğu, dışarıdan beslenen ulusculuk hareketlerinin etkileriyle fazlasıyla sarsılmış, hemen hemen her bölgesinde etnik ve dinsel ayırımcılığa dayanan yeni küçük ve orta boy devletler tarih sahnesine çıkmıştır. Bugün gelinen noktada Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki harita büyük oranda korunmuş ve Osmanlı devleti sonrasında eski Osmanlı hinterlandı üzerinde kurulmuş olan yirmiden fazla devlet, bugün Birleşmiş Milletler üyesi olarak tam bağımsız devlet statüsünde yollarına devam etmektedirler. Ne var ki, dünyanın merkezi konumundaki Osmanlı imparatorluğu, Roma ve Bizans imparatorlukları gibi merkezi alanda yeni bir büyük devlet kurulamadığı için, üç kıtanın ortasında bir orta boy ulus devleti olarak var olan Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan emperyalist girişimler bugün de devam etmektedir. ABD ve İngiltere, Nato ve İsrail’in de katılımlarıyla Almanya, Rusya, Fransa, Arabistan, Rusya gibi büyük emperyalist güçlerin emperyalist planları doğrultusunda, merkezi coğrafya yeniden Birinci Dünya Savaşı koşullarına geri dönerken, bazı dinci çevreler bir Üçüncü Dünya Savaşını gündeme getirecek derecede hem Mescidi Aksa’nın yıkımı ile hem de Suriye’nin kuzey sınırları içinde bir üçüncü dünya savaşını çıkartabilecek Armegeddon senaryosunu zorlamaya çalışmaktadırlar. Uluslararası silah fabrikatörleri, büyük askeri güce sahip olan devletler ile birlikte Büyük İsrail peşinde koşan Siyonistlerin de katılımlarıyla, savaş cephesi bugün yavaş yavaş hazırlanmaktadır. Türkiye tıpkı Osmanlı devleti gibi böylesine bir emperyalist kıskacın içine çekilerek başlatılacak bir Üçüncü dünya savaşı aracılığı ile komşu devletlerle birlikte yok edilmek istenmektedir. O zaman Osmanlının yapamadığı karşı çıkış ve direnişi sonraki dönemde Atatürk yaparak tarihi değiştirmiştir. Dünya devletini temsil eden İngilizler o zaman her şeyi hazırladıklarını ama Atatürk’ün karşı çıkışını hesaplayamadıklarını açıkça dile getirmişlerdir.

                Bugünkü konjonktürde bütün dünya üçüncü cihan savaşına giderken, Türkiye ise genel seçimlere gitmektedir. Burada büyük bir çelişki var gibi görünse de dünya tarihinde savaşların barışları barışların da savaşları izlediğini artık iyi öğrenen dünya kamuoyu, uzun süren bir soğuk savaş dönemi sonrasında sıcak savaşları yeniden gündeme getiren emperyalist küreselleşme saldırıları karşısında, tüm dünya devletleri ve halkları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti de Üçüncü dünya savaşına karşı çıkarak direnmektedir. Bu dönemde bir dinler arası savaş ortamı yaratmayı hedefleyen Armegeddon savaşı ya da Mescidi Aksa saldırısı gibi bazı oldu bittiler ile merkezi coğrafya saldırıları üzerinden bir büyük savaşın çıkartılmasına karşı, Türkiye bütün komşu devletlerle bir araya gelerek ciddi anlamda bir bölgesel direnişin öncüsü olacaktır. Yüz yıl önce bu planları görerek her türlü  batı emperyalizmine ve Siyonizme karşı çıkan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu önderi Atatürk, Avrupa emperyalizmine karşı çıkarak Balkan Paktını ve Kuzey yarı küreyi işgal eden Sovyetler Birliğinin orta dünya bölgesine inerek bir  Avrasya bölgesi işgali ile Sovyet sosyal emperyalizmine yönelmesini önlemek üzere, Türk-İran ortaklığına dayanan Sadabat Paktı oluşumlarını merkezi coğrafyanın batı ve doğu bölgelerini her türlü saldırılara karşı koruyabilmek üzere, bir ulus devlet savunma stratejisi olarak uygulama alanına getirmiştir. Büyük önderin geleceği görerek, Birinci Dünya Savaşı sürecinde her türlü emperyalist saldırılara karşı çıkması ve her cephede direnerek sıcak çatışmalar ile cephe savaşlarını kazanması, bugünün Türk devleti için yol gösterici dış politika örnekleri olarak gündeme gelmektedir. Yüz yıl önceki büyük emperyalist saldırıları bertaraf etme gücünü ortaya koyarak bulunduğu ülkenin ve bölgenin korumasıyla güvenliğini üzerine alan Türk devleti, gene yüz yıl sonra bir büyük sınava sıcak savaş alanları üzerinden mahkûm edilmek istenmektedir. Bugünkü siyasal gelişmeler yirminci yüzyılın başındaki jeopolitik konumlara paralel bir yapılanmayı bu bölgeye dayattığı  geçmişin batı ittifakı üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni; ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve Çin gibi büyük emperyalist devletlerle karşı karşıya getirirken, ayrıca bu aşamada yeni kurulan Siyonist devlet olarak da İsrail’i bir cephe ülkesi olarak devreye sokarken, Türkiye toprakları İsrail’li yazarların kitaplarında ortaya koyduğu üzere, Türk ülkesini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni savaşın merkezi alanı ve çatışma bölgesi haline getirmektedir.

                Seçimlerin başlık olarak yer aldığı bir makalenin savaş ağırlıklı olarak devam etmesi bu durumda büyük bir çelişkiyi değil ama iç politikanın dış politikanın devamı olduğu gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. Yüz yıldır Türkiye’de seçimler var olan siyasal partilerin katılımı ile normal koşullarda yapılırken, son seçimlerde partilerin devre dışı kalması ve var olan partilerin iki ayrı gruba ayrılarak, siyasal kavramlara dayalı siyasal ittifaklarla iktidarın bir ucunu tutmaya çalışmaları, Türkiye politikasının tümüyle merkezi alan üzerindeki hegemonya mücadelesini yansıtmaktadır. ABD öncülüğünde bir Atlantik ittifakı, Almanya öncülüğünde bir Avrupa ittifakı biçiminde batı bloku bölünürken, merkezdeki küçük devlet İsrail’in de ABD’ye yakın durarak Atlantik ittifakı içinde kendine yer aradığı göze çarpmaktadır. Batı dünyasından çıkan iki ittifak Türkiye’de farklı isimlerle adlandırılırken, Rusya, Çin ve Hindistan gibi siyasal alanın yeni büyükleri olarak dünya sahnesine çıkan üç yeni kutup başı, tam bu aşamada dünya politikasına ağırlıklarını koyarak ikiye bölünen batı blokuna karşı bütünleşen bir doğu bloku oluşumunu gündeme getirmektedirler. Yüz yıl önce olmayan bu yeni blok, beş yüz yıldır devam eden batı emperyalist düzenine karşı, bir doğu birliği hazırlayarak, her türlü emperyalist saldırı ve işgal girişimlerine karşı bütün dünya devletleri ve halklarını güvence altına alabilecek, bir büyük antiemperyalist yapılanmayı dünya gündemine taşırken, aynı zamanda çökmekte olan batı uygarlığı ve hegemonyasına karşı alternatif bir uluslararası hukuk, ekonomi ve yönetim sistemlerini bir an önce devreye sokmak zorundadır. Birleşmiş Milletlerin yönetemediği dünyada artık “Birleşmiş Halklar Örgütü“ ya da “Ulus Devletler Birliği “ adı altında  bir araya gelerek daha adil, eşitlikçi ve barışçı çizgide halklar ve ulusların ortak güçleriyle kurulacak ve emperyalistlerin her türlü hegemonyasına karşı direnerek yeni bir küresel dayanışma girişimi olarak örgütlenecek uluslararası bir kuruluşun savaş sürecini önlemek üzere acilen kurulması gerekmektedir.

                Uluslararası alanda yukarıda belirtilen gelişmeler ve yenilikler dikkatle izlendiği zaman, son zamanlarda yapılan bütün ülke seçimlerinde yeni büyük devletler ve bloklaşma girişimlerinin ortaya çıkardığı sıcak çatışma ortamının daha da tırmandığı görülmektedir. Batılı yayın organları bütün seçimlere ilgi gösterirken, Türkiye’nin genel seçimlerine karşı daha fazla ilgi göstermiş ve seçim sonuçlarıyla ilgili olarak kamuoyunda ağır baskı rüzgarları estiren haber ve yayınlara öncelik verilmiştir. Batı blokundaki ikili kutuplaşmanın Avrasya bölgesinde Avrupa ya da Amerika’nın kutupsal çizgideki hegemonyaları arasındaki çekişmeler, zamanla Türk kamuoyuna da yansımış ve bu doğrultuda basın ve medya kuruluşlarının yabancı sermaye ile yönlendirilmesi sayesinde, Türkiye’de de ikili bir yarış ve kutuplaşma seçim ortamının tam ortasına düşmüştür. Diğer ülkelerdeki seçimlerin sonuçlanmasıyla ülkesel ya da bölgesel siyasi yansımalar ortaya çıkarken, Türkiye’deki Avrupa-Amerika çekişmeleri yüzünden Türk seçimleri küresel boyutta bir anlam kazanmıştır. ABD eskisi gibi dünyadaki küresel hegemonyasını sürdürmeye çaba gösterirken, Almanya Avrupa’nın patronu olarak kendi kontrolu altındaki Avrupa Birliği oluşumunu, tıpkı ABD gibi Avrupa Birleşik Devletleri adı altında ortaya çıkarmak istemektedir. Atlantik bloku İsrail ağırlıklı politikalar ile din meselesine öncelik verirken, Avrupa bloku ise ulus devletlerin doğduğu bu bölgede etnik sorunlara ve kimliklere ağırlık vererek yerel yönetimler özerklik şartının tümüyle kabul edilmesini dayatmaktadır. Bir anlamda, genel seçimlere giderken iktidar bloku din olgusuna öncelik verirken, muhalefet bloku da bir ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında ulusal kimliği arkada bırakarak ve Anayasanın giriş bölümünde yer alan Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerini görmezden gelerek, yerel yönetimcilikle bölünmeye giden yolu açmaya çaba göstermektedirler. Din ağırlıklı politikalarla, Türkiye Osmanlı Hinterlandında Başyücelik makamı örgütlenmesi çizgisinde bir Halifelik ile, yerel yönetimler özerklik şartı üzerinden de Avrupa Birliği çatısı altında ortaçağ da olduğu gibi şehir devletleri ya da  emperyalist baskılarla bölgesel kıta devleti federasyonu kurma girişimleri çizgisinde oluşturulacak eyalet devletçiklerininin koruyucusu konumuna gelerek, çok uluslu, çok kültürlü ve çok etnisiteli bir kıtasal federasyon oluşumunun destekçisi durumuna gelecektir. Bir tarafta Türkiye’nin Müslüman komşularıyla kuracağı din devleti çağdaş laiklik düzenine son verirken, öbür taraftan Avrupa Birliğinin desteklediği alt kimlikçi bölünme politikalarına angaje olan seçimlerdeki muhalefet cephesi, giderek bölücü politikalarla yakınlaşarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk’ün ulusal, üniter, merkezi, bilimsel ve modern devlet modeli yapılanmasından uzaklaşmaktadır.

                Bütün dünya basını ve medyası diğer seçimleri bir yana bırakarak, Türkiye’nin ekseni ve genel seçimleriyle uğraşmasının nedeni, dünya jeopolitik koşullarında yeni meydana gelen gelişmelerdir Bugün sandıklara giderken Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak için, Türk devleti kadar Türk ulusu da bu değişiklikleri bilerek hareket etmek zorundadır. Türk devletinin ve toplumunun iç yapılanması çerçevesinde yabancı işbirlikçisi kesimlerin iyi izlenmesi ve bunların Türkiye’de provakasyonlara yönelerek karışıklık yaratmalarına izin verilmemesi gerekmektedir. Her durumda kışkırtmaların   çatışmalara yönelmeleri kesinlikle önlenmelidir. Türk ulusu bugün gelinen yeni dönemde, iki yüz den fazla üniversitesi ve yığınla araştırma ve yayınlarla dolu olan kütüphaneleriyle, Atatürk’ün dile getirdiği gibi en gerçek yol gösterici olarak, bilimi ve bilimsel kuralları benimsemiş olan bir ulusal devlet ve yapılanma düzeni ile, Türkiye geleceğin dünyasına doğru etkili bir biçimde açılım sağlamaktadır. Türk devletinin geçmişten gelen Atatürkçü ekseninin günümüzdeki tehlikeli gidişlere karşı, geçmişe oranla daha fazla korunması ve gereğinin yapılması gerekmektedir. Genel seçimlere doğru giderken Türk ulusu, iç ve dış koşulları daha iyi izleyerek ve hiçbir dış müdahale ya da baskıya teslim olmayarak hareket etmelidir. Türkler devleti ve ulusu kurucu önderi Atatürk gibi özgürlük ve bağımsızlığına öncelik veren bir çizgide vatanını düşünerek hareket etmelidir. Seçmenler  emperyalistlerin kendi aralarında yürüttükleri eksen ya da yön tartışmalarına dikkat ederek oylarını kullanmalı ve buralardan gelecek tehditlere karşı hazırlıklı olarak, Türk demokrasisinin bir daha ara rejimlere sürüklenmesi gibi olumsuz senaryo ve planlara açıkça karşı çıkarak kutuplaşma dayatmalarına direnmelidirler.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder