ANKARA KALESİ
ATATÜRK VE TÜRK BİRLİĞİ
ATATÜRK
ve TÜRK BİRLİĞİ kavramları hem tarihsel süreç içinde hem de ilgili alanlarda
bir arada olmuş birbirine yakın anlamlar taşıyan kelimelerdir. Atatürk
denilince akla hem Türk coğrafyası hem Türk tarihi hem de Türk devletlerinin
içinde bulunduğu jeopolitik çevre gelmektedir. Kıtalar üzerinden gelen Türk
dünyası genel olarak ele alındığı zaman uluslararası alanlarda çok büyük
alanlar öne çıkmakta ve her türlü bilimsel çalışmanın ele alındığı mekanlar
inceleme konusu haline gelmektedir. İlk olarak Türk devletlerinin üzerinde yer
aldığı kıtaların görünen yüzünde bir hegemonya oluşumu öne çıkarak belirleyici
olmaktadır. Yer altında kalan görünmeyen yüzünde ise her türlü maden yatakları,
enerji depoları ve yer üstünü var eden kıymetli toprak ve taşlardan oluşarak
yeryüzünü meydana getiren kara parçaları öne çıkmaktadır. Türk dünyasını
izleyen ikinci kavram da Türk Birliği olmakta ve Türkoloji çalışmalarına açıkça
yön göstermektedir. Bu gibi geçmişten gelen kavramların birbirini izleyen
gündeme gelişleri, her açıdan tamamlayıcı ve bütünleştirici güncel oluşumları
öne çıkararak geleceğin dünyasında çağdaş bir Türk potansiyelini öne
çıkarmaktadır. Tarihin her döneminde var olan ve varlığı ile genel anlamda
yönlendirici olan Türklük olgusu ve oluşumları sayesinde, bugünün dünya
uygarlığı içinde Türkolojiyi bir bilim haline getirerek günümüzün bilim
dünyasında son derece etkili olmaktadır. Bugünün küresel dünya haritasının tam
ortasında bulunan Türkiye Cumhuriyeti önemli bir çıkış noktası olarak, insanlık
tarihinin ve dünya coğrafyasının her türlü oluşumları açısından önemli bir
dayanak noktası olarak, geleceğe doğru yön göstermekte ve belirleyici
olmaktadır.
Zengin
bir tarihe ve de önemli bir coğrafya alanına sahip olan Türk ulusunun geçmişten
gelen birikimi fazlasıyla etkili olduğu için, Türklük kavramı içinde merkezi
coğrafyanın belirleyici unsurlarının gelişmeleri fazlasıyla yönlendirdikleri, açıkça
göze çarpmaktadır. Bilimsel devrimler sonrasında dünya bilim ve teknolojideki
en son gelişmelerine sahip olurken, Türk dünyası da geride kalmamış ve Türkiye
Cumhuriyetinin öncülük etmesi sayesinde, bir çok alanda çağdaş gelişmeler
izlenerek geleceğin dünyasının biçimlenmesinde, Türk varlığını yeni bir bilim
dalı olarak Türkoloji adıyla isimlendirilen bilimsel bilgi birikimi öne
çıkarılmıştır. Ne var ki, küresel hegemonya yarışlarında hızla öne geçmek
isteyen büyük devletler ve uygarlık merkezleri, kendi aralarında bir medeniyet
yarışına girdikleri aşamalarda, dışarıdan müdahaleler öne çıktıkça var olan
düzenler sarsılarak bozulabilmektedir. Böylesine karışık durumlarda çeşitli
sorunlar gündeme gelmekte ve bu tür kaotik durumlarda geçmişten gelen düzenler
ve ortak çalışmalar bozularak bilimsel ve teknolojik çalışmalarda durgunluk
yaratılmaktadır. Yer yüzünde birçok oluşum aynı anda harekete geçtiği için, kaos
ve karışıklık kavramları her zaman için ortaya çıkabilmekte ve bu nedenle de
aynı zaman dilimi içinde benzer jeopolitik oluşumlar birbirlerini tetikleyerek
bu yarışta öne çıkabilmektedirler. Türk soyundan gelen topluluklar ya da
uluslar birbirlerini etkileyerek harekete geçtikleri zaman, var olan
oluşumların her yönden amacı ya da hedefi haline gelebilmektedir. Türkler; Azeri,
Tatar, Özbek, Kırgız, Kazak, Uygur, Yakut ya da Türkmen isimlerini kullanarak
bulundukları coğrafya da var olabilmişlerdir.
Tarihin ilk dönemlerinde Asya
kıtasının doğu-batı, kuzey-güney eksenlerinde birçok eski devletler kurmuş olan
Türkler; Kuzey Asya’da ileri bir uygarlık örneği yaratarak Hun, Avar, Hazar, Harzem,
Yakut ve Altınordu adıyla büyük imparatorlukları kurarak, çağlar arasında
tarihin köprüsü görevini gündeme getirmişlerdir. Selçuklu imparatorluğu
sırasında kuzeyden güneye doğru inerek, merkezi alanda Oğuzlar kimliği ile Orta
Doğu bölgesi üzerinden güneye ve batıya doğru açılımlar yaparak dağılmışlardır.
Gittikleri her bölgede devletler kuran Türkler, tarihin değişik dönemlerinde
içinde bulundukları coğrafyayı esas alarak, çeşitli devletler ve de
imparatorluklar kurarak yollarına devam ederek dünya tarihinin tamamlanmasında
kilit roller oynamışlardır. Üç büyük kıtaya dünyanın merkezi jeopolitik
alanından gelen güçle açılımlar yapan Türk toplulukları, zaman değiştikçe
ortaya çıkan yeni siyasal gelişmelere göre devlet modellerini değişik
yapılanmalara doğru yönlendirmişlerdir. En büyük Türk devleti olarak Türkiye
Cumhuriyeti, Oğuz boylarının merkezi devlet topraklarını oluşturan Anadolu
yarım adasını kontrol altında tutarak, diğer Türk boylarının ya da
devletlerinin daha düzgün bir biçimde
varlıklarını korumaları güvence altına alınmaya çalışılmıştır. Misakı Milli
sınırları içinde yaşayan Türkler İç Türkler olarak, Anadolu ve Trakya’ya
gelerek ulus devlet vatandaşlığı statüsünü elde etmeyen ya da edemeyen Türk
toplulukları ise, Dış Türkler olarak adlandırılmış ve cihan savaşları
sonrasında yeniden çizilen dünya ülkeleri haritalarında, Türk gücünün varlığı
ve gelişimleriyle geleceğe dönük bir yeniden başlangıç dönemi sonradan devreye
girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin önderliğinde yepyeni bir başlangıç süreci,
bütün Türk devletleri ve toplulukları için gündeme getirilmiştir.
Atatürk, son derece gerçekçi
ve nesnel bir bakış açısına sahip olan Türkiye’nin kurucu önderi olarak, her
zaman bilimsel esaslara bağlı kalarak hareket etmiş ve bu tutumuyla da sadece
Türk devleti için değil, ama bütün Türk dünyası için çözüm üreten ve yön
gösteren liderliğini sonuna kadar sürdürerek, örnek bir siyasal önder olarak
dünya tarihi içindeki yerini almıştır. Türk asıllı boylar ve devletlerin üç
büyük kıtanın çeşitli yerlerine dağılması gerçeği içinde, Atatürk durum tespiti
ve izlenecek yol belirlenmesi gibi misyon ve vizyonlara sahip çıkarak bu
doğrultudaki yapılması gereken girişimleri tamamlamıştır. Atılan adımları
atılacak adımların başlangıcı olarak gören Atatürk, ileri doğru attığı
adımların nereye gideceğini ve sonraki adımlarda boşluklara düşülmemesi için ne
gibi farklı hareket tarzlarına doğru yönelinmesi gerektiğini hesap etmiştir. Kurucu
önder Atatürk, bu çizgilerde yapılan atılımları yeni devletler düzeninin Türk
ulusu ve boylarının hak ve doğrultusu içinde kazanılmış hak ve özgürlükleri
koruyacak bir biçimde, güvence altına almaya çalışmıştır. Merkezi Türk devleti
olarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin çatısı altında alınacak önlemler
çizgisinde, uygulama alanına geçirilmesi gibi ulusal misyonların yerine
getirilmesinde, yeni cumhuriyet kuşaklarının üzerlerine düşen koruyucu ve
güvenlikçi açılımlara her dönemde dikkate alınması gerektiği açık bir ulusal ve
siyasal bir görev olarak gündeme getirilmiştir. Bu yönde yapılacak plan ve
projelerin gerçeklik koşullarına uygun bir doğrultu izlemesi, Türkiye’nin
önderliğinde atılacak adımların hesaplanarak atılmasını gerekmektedir. Türk
devleti kurulduktan sonra evrensel düzeylerde gündeme getirilecek siyasal
girişimlerin her zaman için alternatif çıkış yolları araştırılırken, öncelikle
düşünülmesi gerektiği ve diğer Türk devletlerinin de devreye girmeleri
sağlanarak, bütün Türk dünyasının geleceği ve güvenliğini desteklemek, Türk
devletlerinin ortak güvencesi olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk
dünyası dile getirilince akla gelen ilk konu kardeş Azerbaycan devleti
olmaktadır. Harita üzerinde Türkiye ile yan yana olan ve birlikte sınırları
belirlenen Azerbaycan devleti araya sokulan bir Ermeni bıçağı uygulaması ile
son anda kardeş bir Türk devleti olan Azerbaycan’ın Türkiye ile sınır komşusu
olması engellenmiştir. Bir millet ve iki devlet olarak cihan savaşları
sonrasında hukuksal yapılanmaları birbirine paralel oluşturulan Türkiye ve
Azerbaycan devletleri arasındaki sınır komşuluğuna Atlantik Emperyalizmi ile
İsrail Siyonizmi birlikte karşı çıkarak, bölge ülkeleri arasındaki sıcak
çatışma ve gerginliklere dışarıdan yönlendirme yapmaya kalkışmışlardır. Birinci
dünya savaşı sonrasında Türkiye ve Azerbaycan’ın tek devlet olmasını
gerçekleştiremeyen Türk dünyası, soğuk savaş sonrası yıllarda Rusya izin
verdikçe, sürdürülen karşılıklı ilişkilere dayanan sınırlı ve Sovyetler Birliği
aracılığı ile dıştan yönlendirilen uzak komşuluğa razı edilmek istenmiştir.
Türkiye Türklüğü ile Azerbaycan Türklüğünün birlikteliğini Türk dünyası
desteklerken, merkezi coğrafya da emperyalist hegemonya gerçekleştirmek isteyen
büyük devletler, Rusya’nın sırtından geçinerek sömürgecilik yapmak istemiştir. Ne
var ki soğuk savaş döneminin sert koşulları böyle bir girişime izin vermeyince,
soğuk savaş yıllarında daha soğuk ve çekişmeli diplomasi her zaman için bir
üçüncü dünya savaşının gene aynı coğrafyada çıkartılması için elverişli siyasal
koşullar yaratmıştır. Cihan savaşı öncesinde İngiltere’nin kışkırtmalarıyla
karşı karşıya gelen Rusya ve Türkiye orduları İngiliz provakasyonları ile üç
yıl boyunca sürekli savaş ortamına mahkûm edilince, Türkler ve Ruslar
kesintisiz savaşlardan kurtulamamıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak da hem
Rusya hem de Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olarak girememişlerdir.
Atatürk Balkanlardaki
Türklerin içinden çıkarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bir ulusal kurtuluş
savaşçısı olarak tarih sahnesine çıkmış ve daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti
ulus devleti gibi merkezi ve büyük bir ulus devleti kurarak dünya haritasının
merkezinin değiştirilmesine giden yolu açmıştır. Batı emperyalizminin Osmanlı
sonrası dönem için hazırlamış olduğu yeni harita ve projelere karşı çıkan ve
düşmanı ülkeden kovarak Türk varlığının gücünü bütün dünyaya gösteren büyük
Atatürk, daha sonra da siyasal ve ulusal bir devrim yaparak orta çağ kalıntısı
bir sultanlık rejimini ortadan kaldırmıştır. Daha sonraki yeni aşamada ikinci
aşamaya doğru kurtuluştan kuruluşa geçilerek yepyeni bir çağdaş cumhuriyet
dünyanın merkezinde emperyalist saldırı ve işgallere karşı kurulmuştur. Orta
çağ kalıntısı bir eski devlet ortadan kaldırılırken, yerine çağdaş bir
cumhuriyet devleti kurulması, Türk dünyası için büyük bir kazanç olmuştur.
Atatürk devleti kurarken en başta Azerbaycan ile kardeşlik ilişkileri
doğrultusunda birleşik bir devlet oluşturmaya çalışmış ama bu konuda Rusya, Amerika,
İngiltere ve müstakbel İsrail devleti karşıtlığı ile karşılaşmıştır. İslam
dünyasını ve Hıristiyan batıyı dengelemek üzere de Sovyetler Birliği yeni
bir süper güç olarak kurulmuştur. Dünya dengelerinde doğu bölgesi
sosyalizme doğru kaydırılırken, Asya’nın kuzeyi, ortası ve doğusundaki Türk
devletleri birer birer komünist emperyalizmin kontrolu altına girmiştir.
Atlantik emperyalizmi de eski Osmanlı hinterlandını ele geçirerek yeni bir hegemonya
düzeni kurmuştur. Doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde dağılmış olan Türk
devletleri Türkiye’den ayrı düşmüş ve İslam dünyasına karşı oluşturulan büyük
ideolojik yapılanmanın eyaletleri konumunda, ondan fazla Türk devleti Türkiye
Cumhuriyetinden uzaklaştırılmışlardır. Eski Balkan coğrafyasında yetişen
Atatürk yeni dönemde Anadolu merkezli
bir ulus devlet kurarak bütün dünyaya ve Türk devletlerine örnek olmuştur.
Atatürk bu doğrultuda kurmuş
olduğu ulus devlet ile emperyalizme karşı çıkarken, bağımsız ulus devlet
öncülüğü, ile de geleceğin Türk devletlerine örnek olmuştur. Büyük çoğunluğu
ile Müslüman devletler sosyalist sistemin içine alınırken, bir yüz yıla yakın
bir zaman dilimi içinde geçmişten gelen Türk devletlerinin uzantısı olarak
bugüne kadar gelen Türk toplulukları ile devletlerinin Türk asıllı olan
halkları yeni dönemde birbirlerinden ayrı tutulmuştur. Çin, Rusya ve
Hindistan’da olduğu gibi aynı ırktan gelen toplam nüfusun içindeki herkesin,
tek bir süper ortak devletin çatısı altında bir araya gelmek, ya da
bütünleşerek Çin, Rusya ve Hindistan büyüklüğünde olduğu gibi bir ulus devlet imparatorluğunun içinde yer almak gibi bir büyük hakka, Türkiye
öncülüğünde Türkiye’nin dışında yer alacak bütün Türk asıllı vatandaşlar ile iç
ve dış Türk gruplarının mensubu olan, insanların da yer alacağı büyük bir Türk
Birliğinin kurulması, bugünkü yeni dünya dengeleri yüzünden gerekmektedir. Yeni
dönemde büyük devletlerin kendileri için gerekli gördükleri ulus devlet
imparatorluğunu her nedense savaş sonrası haritaların çizimi sırasında,
Türklere tanımadıkları ulus devlet imparatorluğunu fazla görerek
engellemişlerdir. ABD ve Avrupa Birliği gibi ulus devlet üstü büyük siyasal
süper modeller, kendi kimlikleri doğrultusunda yeni bir ulus devlet
imparatorluğu peşinde koşarlarken, bu aşamada yedi bağımsız Türk devleti ile, Rusya
ve Çin gibi büyük yapıların içinde bulunan ondan fazla Türk topluluklarının ve
de eyaletlerinin devletler üstü yeni dünya düzeni içinde bağımsız siyasal
devletler olarak yer almaları, uluslararası alandaki çarpık ve karışık
durumların düzeltilmesi açısından zorunludur. Yeni dönemde Türk dünyası, Türkler
içinde bir ulus devlet imparatorluğunu Türk Devletleri Teşkilatını esas alarak
gündeme getirilmelidir. Çinliler, Ruslar ve Hintlilere tanınmış olan ulus
devlet imparatorluğu kurma hakkının, bu açıdan her türlü olanağa sahip olan
Türklere ve Türk devletlerine tanınması bu aşamada hızlı bir biçimde
tamamlanmalıdır. Çinliler, Ruslar ve Hintliler nasıl birer ulus devlet
imparatorluğunun vatandaşları olabiliyorlarsa, yirmi civarında ulus devletin ve
topluluğun Türk asıllı vatandaşları da aynı haklara sahip kişiler olarak
uluslararası alanda Birleşik Türk devletleri birliğinin eşit haklara sahip
vatandaşları olabileceklerdir.
Çinliler, Ruslar ve Hintlilere
zamanında tanınmış olan ulus devlet imparatorluğunun eşit koşullarda var
olmalarını sağlayacak yeni birlikteliklere dünya siyasetindeki sorunlar
açısından gereksinme vardır. Önümüzdeki dönemde bağımsız Türk devletleri ile
Rusya’dan ayrılacak eski eyalet devletlerinin bir araya gelecekleri bir büyük
Birleşik Türk Devletlerinin oluşturulması, Çin, Rusya ve Hint devletlerine
benzer biçimde ve de Amerika Birleşik Devletleri’nin sahip olduğu büyüklük
ölçüsünde, Birleşik Türk Devletleri oluşumuna giderek artan ölçülerde
gereksinmeler artmaktadır. Bu aşamada Avrupa Birliği ve ABD’nin de üç doğu
ülkesinin sahip olduğu genişlikte birer ulus devlet imparatorluğuna sahip
olmaları yeniden gündeme gelmiştir. ABD’nin Kanada’yı 51 eyalet yapmaya
çalışması, Çin’in Uygur bölgesini tam olarak içine alması ya da Rusya’nın
Ukrayna bölgesini geçmişte olduğu gibi kendine bağlı bir eyalet düzeyine
getirmesi de bölgesel imparatorlukların yeniden ulusal çizgide sınır ötesi
maceralara kalkışmaya başladıklarını göstermektedir. Avrupa ve Amerika’nın
doğulu ulus devlet imparatorlukları gibi bir modele yönelirken, dünyanın
ortasında yer alan Türklerin bu haklardan uzak kalması, küresel sistemin adalet
arayışı doğrultusunda yeniden yapılandırılmasını gerekli kılmaktadır. İnsan
hakları, devlet ve toplum hakları açılarından Asya’nın ulus devlet
imparatorluklarının incelenmesi gerekmektedir.
Atatürk’ün devlet modeli ile kurularak
yüz yıllık bir dönemi geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti, Misakı milli
sınırları içindeki vatan topraklarında yaşayan herkesi ortak bir vatandaşlık
anlayışı ve statüsünde bir araya getiren bir yaklaşım temelinde, ulus devleti
çağdaş dünya uygulamalarına paralel bir çizgide geliştirmeye çalışmış ama
hiçbir zaman ülkeler ve devletler üstü bir imparatorluk uygulamasına
yönelmemiştir. Birinci dünya savaşı sonrasında Türkiye yeniden kurulurken, emperyalist
ülkelerin saldırı ve işgal girişimlerine karşı çok etkili bir savunma düzeni
kurulmuştur. İşgale karşı kurulan Türk devleti antiemperyalist çizgide
örgütlenerek bir ulusal kurtuluş savaşını Kuvayı Milliye oluşumu sayesinde
başarılı bir biçimde zafere götürürken, Misakı Milli sözleşmesi doğrultusunda
Osmanlı devletinden geride kalan bölgelerdeki Türk ve Müslüman nüfus fazlasını
dikkate alarak, yeni bir sistem uygulamaya getirilmiştir. Bu doğrultuda bir
ulus devlet ile birlikte bütün Türk boylarının bir arada olmasını hedefleyen
birleşik bir Türk devletinin kurulması ana hedef olarak seçilmiştir. Osmanlı
devletinin çöküşünü Türk topluluklarının dağılışı olarak kabul eden
emperyalizm, ulus devletler çağına girerken yeryüzünde yirmiden fazla ülkede
yaşamakta olan Türk topluluklarının geleceği açısından Çin, Rusya ve Hindistan
devletlerine tanındığı gibi hem ulus devlet hem de imparatorluk oluşumunun
birlikte yapılanmasının tanınması, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda
engellenmiştir. Çinliler, Ruslar ve Hintliler bütün nüfusları ile birlikte, tek
bir süper devletin çatısı altında yaşamlarını sürdürmelerine hoşgörü gösterilmiş
ama büyük Türk dünyasının bu üç büyük ülkedeki üç yüz milyona yakın nüfusunun, doğunun
önde gelen büyük devletlerine tanınan ulus devlet imparatorluğuna doğru yönelen
yapılanmasına izin verilmemiştir.
Yirminci
yüzyılın başlarında belirlenen yeni dünya haritasında Türkler; Kuzey Asya, Orta
Asya, Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya bölgelerinde yirmiden fazla devletlere
bölünerek, bugünlere doğru yönlendirilmiştir. İmparatorluklardan ulus
devletlere doğru yeniden yapılandırmalar yapılırken Ruslar, Çinliler ve
Hintlilere tanınan ulus devlet imparatorluklarına sahip olma haklarının üç
kıtaya yayılmış bir büyüklüğe sahip olan Türk dünyasından esirgenmesi,
uluslararası hukuka açıktan bir karşı çıkışı gündeme getirmiştir. Tarih boyunca
her aşamada büyük imparatorluklar kuran Türklere böylesine bir hakka sahip
kılınmasının önlenmesi, çok eşitsiz bir yeni durum yaratmıştır. Paramparça
edilen Türk dünyasının her bölgesinde sıcak çatışma ve savaş başlangıçları,
geleceğin dünya haritasında şimdiden başlamıştır. Hindistan, Çin ve Rusya karışık bir ortamda yapılanmalarına
rağmen sahip oldukları büyük topraklar ve kalabalık nüfusların getirdiği güçlü
ortamlar ile uluslararası alanlarda ve çok büyük yeni dengeler meydana
getirerek, dünyadaki yeni gelişmelerin ortaya çıkması sırasında ya da geleceğe
dönük plan, program ve de yeni stratejik kararların alınması ya da bu yönlerde
yeni adımların atılması aşamalarında, küresel yönlendirmelerde etkili olmak
şansını ulus devlet imparatorluklarının elde etmesi konusunu ,diğer büyük
devletler ve geniş topluluklar ile ya da uluslararası kuruluşların bugünkü yeni
yönetimleri ile ele alarak görüşmeler yapılabilir, ya da bunlar ile yapılacak
yeni işbirlikleri ile daha adil bir uluslararası düzen oluşturulması zaman
içerisinde yapılandırılabilir. Böylece yüz yıl önce yaratılmış olan
uluslararası harita, sınırların yeniden çizilmesiyle alt üst edilerek geçmişten
gelen haksızlıklara son verilebilecektir. Büyük Türk dünyasının birlikteliğini
sağlayacak Birleşik Türk Devletleri, Rusya, Çin ve Hindistan’da olduğu gibi
Türkiye Cumhuriyeti’ne de tanınmalı ve Türklerin tek çatı altında toplanmaları
sağlanmalıdır.
Balkanlarda yetişmiş olan
Atatürk, bu özelliğini koruyarak Türkiye’yi çeviren toplulukların sorunları ile
çok uğraşmıştır. Ayrıca Yusuf Akçura’nın katkıları ile de Asya, Rusya ve
Kafkasya gibi önemli bölgelerdeki siyasal gelişmelerin de incelemelerini sahip
olduğu büyük kütüphanesinden yararlanarak elde etmesini başarmıştır. Avrupa ve Amerika
gibi gelişmiş ülkelerde yetişen ve oralarda araştırmalar yürüten genç ve orta
yaşlı kişilerle de sürekli görüşmeler yaparak dünya ülkelerinde neler olup
bittiğini öğrenmeye çalışmıştır. Atatürk kurtuluş savaşı ve devletin kuruluşu
aşamalarında Türkiye’nin bağımsızlığı ile çok yakından ilgilenmiştir. Ona göre
gerçek anlamda tam bağımsız bir Türk Birliği ancak antiemperyalist tutum ile
gerçekleştirilebilirdi. Bu tür bir yeni yapılanma içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni
kurarken, Atatürk bütün Türk dünyası devletleri ile ve çeşitli Türk
topluluklarıyla da yakından ilgilenmeye çalışmıştır. Türk ulusunun gücüne ve
büyük kimliğine saygı duyan Türkiye’nin kurucu önderi, Anadolu ve Trakya’da
yaşayan iç Türkler kadar ve hatta onlardan daha fazla da dış Türkler denen
Misakı Milli sınırları dışında yaşayan Türk toplulukları ile de yakından
ilgilenerek, üçüncü bir cihan savaşına doğru gelişen olumsuz siyasal
gelişmelerin önünü kesmeye çalışmıştır. Atatürk Türk ulusu adına Türkiye’de bir
ulus devlet kurarken, diğer bölge ve ülkelerde yaşamakta olan Türklerin
durumlarını yakından inceleyerek, Ankara’da bir Türk dünyası merkezi
oluşturmaya çalışmıştır. Asya ve Avrupa hattında yaşayan Türk, topluluklarının
sahip olduğu sorunların çözüme kavuşturulmasında etkili bir dış politika
izleyen Kemalist Türkiye, Atatürk’ün izinden giderek insanlık adına ortaya
çıkan bütün sorunlarla ilgili çalışmalar yapmıştır.
Atatürk bütün çalışmalarında Türk dünyasıyla yakından ilgilenmiş ve Türk devletlerinin çatısı altında varlığını sürdüren Türk ulusunun, çeşitli sorunlarının o dönemin koşulları ve ortamından yararlanarak, Türkiye’nin ve Türk ulusunun diğer uluslar arasında önde gelen bir konumda sahip olabilmesi için de gerekli olan her türlü yardım ve çalışmaları, Türk devletinin sahip olduğu merkezi güçleri kullanmıştır. Anadolu Türklerinin emperyalizmin pençelerinden kurtulabilmesi için geliştirilen Kuvayı Milliye hareketi daha sonraki aşamalarda, Türk dünyasının çeşitli bölgelerinde de özel çalışmalar yapılmıştır. Türklüğün tarih sahnesine çıkış yeri olarak gösterilen orta Asya bölgesinde Türkistan Milli Birliği adı altında yeni bir büyük örgütlenmeyi, Türk devletleri ve boylarını ortak bir devlet çatısı altında toparlayabilecek siyasal girişimi Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülüğünde gündeme getiren Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün yönetimi altında Türk dünyasının merkezi olarak hareket etmiştir. Dış Türkler ile her zaman yakın bir ilişki ağında hareket eden Atatürk, kurtuluş savaşı ve yeni devletin kuruluşu ile çalışmaları yürütürken, hiçbir zaman Türk dünyasının bağımsızlığından vazgeçmedi. Atatürk Rusya sınırları içinde yaşayan Türk toplulukları ile yakından ilgilenirken, hiçbir zaman geride durmamış ve her zaman Türklerin tarih sahnesine çıktığı bölge olarak Orta Asya’yı Türkiye Türklerinin ikinci vatanları olarak ilan etmiş ve bu bölgelerin Ankara ile yakından ilgilenmesine de müstakbel Türk Birliği oluşumu açısından yardımcı olunmuştur. Birinci dünya savaşı sonrasında kurulamayan ve de kurdurulmayan Türk Birliği üçüncü bir dünya savaşı sonrasına bırakılmadan bir an önce kurulmalıdır. Son yıllarda kurulan Türk Devletleri Teşkilatı bir an önce genişletilerek Türk Devletleri Birliği öncelikli bir biçimde dünya haritasındaki yerini almalıdır. Türkiye merkezli bir Türk Birliği, dünya barışı açısından uluslararası alanda yeni dengelerin kurulmasına yardımcı olunacaktır.
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN