25 Şubat 2025 Salı

ATATÜRK VE TÜRK BİRLİĞİ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

ATATÜRK VE TÜRK BİRLİĞİ

            ATATÜRK ve TÜRK BİRLİĞİ kavramları hem tarihsel süreç içinde hem de ilgili alanlarda bir arada olmuş birbirine yakın anlamlar taşıyan kelimelerdir. Atatürk denilince akla hem Türk coğrafyası hem Türk tarihi hem de Türk devletlerinin içinde bulunduğu jeopolitik çevre gelmektedir. Kıtalar üzerinden gelen Türk dünyası genel olarak ele alındığı zaman uluslararası alanlarda çok büyük alanlar öne çıkmakta ve her türlü bilimsel çalışmanın ele alındığı mekanlar inceleme konusu haline gelmektedir. İlk olarak Türk devletlerinin üzerinde yer aldığı kıtaların görünen yüzünde bir hegemonya oluşumu öne çıkarak belirleyici olmaktadır. Yer altında kalan görünmeyen yüzünde ise her türlü maden yatakları, enerji depoları ve yer üstünü var eden kıymetli toprak ve taşlardan oluşarak yeryüzünü meydana getiren kara parçaları öne çıkmaktadır. Türk dünyasını izleyen ikinci kavram da Türk Birliği olmakta ve Türkoloji çalışmalarına açıkça yön göstermektedir. Bu gibi geçmişten gelen kavramların birbirini izleyen gündeme gelişleri, her açıdan tamamlayıcı ve bütünleştirici güncel oluşumları öne çıkararak geleceğin dünyasında çağdaş bir Türk potansiyelini öne çıkarmaktadır. Tarihin her döneminde var olan ve varlığı ile genel anlamda yönlendirici olan Türklük olgusu ve oluşumları sayesinde, bugünün dünya uygarlığı içinde Türkolojiyi bir bilim haline getirerek günümüzün bilim dünyasında son derece etkili olmaktadır. Bugünün küresel dünya haritasının tam ortasında bulunan Türkiye Cumhuriyeti önemli bir çıkış noktası olarak, insanlık tarihinin ve dünya coğrafyasının her türlü oluşumları açısından önemli bir dayanak noktası olarak, geleceğe doğru yön göstermekte ve belirleyici olmaktadır.

            Zengin bir tarihe ve de önemli bir coğrafya alanına sahip olan Türk ulusunun geçmişten gelen birikimi fazlasıyla etkili olduğu için, Türklük kavramı içinde merkezi coğrafyanın belirleyici unsurlarının gelişmeleri fazlasıyla yönlendirdikleri, açıkça göze çarpmaktadır. Bilimsel devrimler sonrasında dünya bilim ve teknolojideki en son gelişmelerine sahip olurken, Türk dünyası da geride kalmamış ve Türkiye Cumhuriyetinin öncülük etmesi sayesinde, bir çok alanda çağdaş gelişmeler izlenerek geleceğin dünyasının biçimlenmesinde, Türk varlığını yeni bir bilim dalı olarak Türkoloji adıyla isimlendirilen bilimsel bilgi birikimi öne çıkarılmıştır. Ne var ki, küresel hegemonya yarışlarında hızla öne geçmek isteyen büyük devletler ve uygarlık merkezleri, kendi aralarında bir medeniyet yarışına girdikleri aşamalarda, dışarıdan müdahaleler öne çıktıkça var olan düzenler sarsılarak bozulabilmektedir. Böylesine karışık durumlarda çeşitli sorunlar gündeme gelmekte ve bu tür kaotik durumlarda geçmişten gelen düzenler ve ortak çalışmalar bozularak bilimsel ve teknolojik çalışmalarda durgunluk yaratılmaktadır. Yer yüzünde birçok oluşum aynı anda harekete geçtiği için, kaos ve karışıklık kavramları her zaman için ortaya çıkabilmekte ve bu nedenle de aynı zaman dilimi içinde benzer jeopolitik oluşumlar birbirlerini tetikleyerek bu yarışta öne çıkabilmektedirler. Türk soyundan gelen topluluklar ya da uluslar birbirlerini etkileyerek harekete geçtikleri zaman, var olan oluşumların her yönden amacı ya da hedefi haline gelebilmektedir. Türkler; Azeri, Tatar, Özbek, Kırgız, Kazak, Uygur, Yakut ya da Türkmen isimlerini kullanarak bulundukları coğrafya da var olabilmişlerdir.

Tarihin ilk dönemlerinde Asya kıtasının doğu-batı, kuzey-güney eksenlerinde birçok eski devletler kurmuş olan Türkler; Kuzey Asya’da ileri bir uygarlık örneği yaratarak Hun, Avar, Hazar, Harzem, Yakut ve Altınordu adıyla büyük imparatorlukları kurarak, çağlar arasında tarihin köprüsü görevini gündeme getirmişlerdir. Selçuklu imparatorluğu sırasında kuzeyden güneye doğru inerek, merkezi alanda Oğuzlar kimliği ile Orta Doğu bölgesi üzerinden güneye ve batıya doğru açılımlar yaparak dağılmışlardır. Gittikleri her bölgede devletler kuran Türkler, tarihin değişik dönemlerinde içinde bulundukları coğrafyayı esas alarak, çeşitli devletler ve de imparatorluklar kurarak yollarına devam ederek dünya tarihinin tamamlanmasında kilit roller oynamışlardır. Üç büyük kıtaya dünyanın merkezi jeopolitik alanından gelen güçle açılımlar yapan Türk toplulukları, zaman değiştikçe ortaya çıkan yeni siyasal gelişmelere göre devlet modellerini değişik yapılanmalara doğru yönlendirmişlerdir. En büyük Türk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti, Oğuz boylarının merkezi devlet topraklarını oluşturan Anadolu yarım adasını kontrol altında tutarak, diğer Türk boylarının ya da devletlerinin  daha düzgün bir biçimde varlıklarını korumaları güvence altına alınmaya çalışılmıştır. Misakı Milli sınırları içinde yaşayan Türkler İç Türkler olarak, Anadolu ve Trakya’ya gelerek ulus devlet vatandaşlığı statüsünü elde etmeyen ya da edemeyen Türk toplulukları ise, Dış Türkler olarak adlandırılmış ve cihan savaşları sonrasında yeniden çizilen dünya ülkeleri haritalarında, Türk gücünün varlığı ve gelişimleriyle geleceğe dönük bir yeniden başlangıç dönemi sonradan devreye girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin önderliğinde yepyeni bir başlangıç süreci, bütün Türk devletleri ve toplulukları için gündeme getirilmiştir.

Atatürk, son derece gerçekçi ve nesnel bir bakış açısına sahip olan Türkiye’nin kurucu önderi olarak, her zaman bilimsel esaslara bağlı kalarak hareket etmiş ve bu tutumuyla da sadece Türk devleti için değil, ama bütün Türk dünyası için çözüm üreten ve yön gösteren liderliğini sonuna kadar sürdürerek, örnek bir siyasal önder olarak dünya tarihi içindeki yerini almıştır. Türk asıllı boylar ve devletlerin üç büyük kıtanın çeşitli yerlerine dağılması gerçeği içinde, Atatürk durum tespiti ve izlenecek yol belirlenmesi gibi misyon ve vizyonlara sahip çıkarak bu doğrultudaki yapılması gereken girişimleri tamamlamıştır. Atılan adımları atılacak adımların başlangıcı olarak gören Atatürk, ileri doğru attığı adımların nereye gideceğini ve sonraki adımlarda boşluklara düşülmemesi için ne gibi farklı hareket tarzlarına doğru yönelinmesi gerektiğini hesap etmiştir. Kurucu önder Atatürk, bu çizgilerde yapılan atılımları yeni devletler düzeninin Türk ulusu ve boylarının hak ve doğrultusu içinde kazanılmış hak ve özgürlükleri koruyacak bir biçimde, güvence altına almaya çalışmıştır. Merkezi Türk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin çatısı altında alınacak önlemler çizgisinde, uygulama alanına geçirilmesi gibi ulusal misyonların yerine getirilmesinde, yeni cumhuriyet kuşaklarının üzerlerine düşen koruyucu ve güvenlikçi açılımlara her dönemde dikkate alınması gerektiği açık bir ulusal ve siyasal bir görev olarak gündeme getirilmiştir. Bu yönde yapılacak plan ve projelerin gerçeklik koşullarına uygun bir doğrultu izlemesi, Türkiye’nin önderliğinde atılacak adımların hesaplanarak atılmasını gerekmektedir. Türk devleti kurulduktan sonra evrensel düzeylerde gündeme getirilecek siyasal girişimlerin her zaman için alternatif çıkış yolları araştırılırken, öncelikle düşünülmesi gerektiği ve diğer Türk devletlerinin de devreye girmeleri sağlanarak, bütün Türk dünyasının geleceği ve güvenliğini desteklemek, Türk devletlerinin ortak güvencesi olmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk dünyası dile getirilince akla gelen ilk konu kardeş Azerbaycan devleti olmaktadır. Harita üzerinde Türkiye ile yan yana olan ve birlikte sınırları belirlenen Azerbaycan devleti araya sokulan bir Ermeni bıçağı uygulaması ile son anda kardeş bir Türk devleti olan Azerbaycan’ın Türkiye ile sınır komşusu olması engellenmiştir. Bir millet ve iki devlet olarak cihan savaşları sonrasında hukuksal yapılanmaları birbirine paralel oluşturulan Türkiye ve Azerbaycan devletleri arasındaki sınır komşuluğuna Atlantik Emperyalizmi ile İsrail Siyonizmi birlikte karşı çıkarak, bölge ülkeleri arasındaki sıcak çatışma ve gerginliklere dışarıdan yönlendirme yapmaya kalkışmışlardır. Birinci dünya savaşı sonrasında Türkiye ve Azerbaycan’ın tek devlet olmasını gerçekleştiremeyen Türk dünyası, soğuk savaş sonrası yıllarda Rusya izin verdikçe, sürdürülen karşılıklı ilişkilere dayanan sınırlı ve Sovyetler Birliği aracılığı ile dıştan yönlendirilen uzak komşuluğa razı edilmek istenmiştir. Türkiye Türklüğü ile Azerbaycan Türklüğünün birlikteliğini Türk dünyası desteklerken, merkezi coğrafya da emperyalist hegemonya gerçekleştirmek isteyen büyük devletler, Rusya’nın sırtından geçinerek sömürgecilik yapmak istemiştir. Ne var ki soğuk savaş döneminin sert koşulları böyle bir girişime izin vermeyince, soğuk savaş yıllarında daha soğuk ve çekişmeli diplomasi her zaman için bir üçüncü dünya savaşının gene aynı coğrafyada çıkartılması için elverişli siyasal koşullar yaratmıştır. Cihan savaşı öncesinde İngiltere’nin kışkırtmalarıyla karşı karşıya gelen Rusya ve Türkiye orduları İngiliz provakasyonları ile üç yıl boyunca sürekli savaş ortamına mahkûm edilince, Türkler ve Ruslar kesintisiz savaşlardan kurtulamamıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak da hem Rusya hem de Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olarak girememişlerdir.

Atatürk Balkanlardaki Türklerin içinden çıkarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bir ulusal kurtuluş savaşçısı olarak tarih sahnesine çıkmış ve daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti gibi merkezi ve büyük bir ulus devleti kurarak dünya haritasının merkezinin değiştirilmesine giden yolu açmıştır. Batı emperyalizminin Osmanlı sonrası dönem için hazırlamış olduğu yeni harita ve projelere karşı çıkan ve düşmanı ülkeden kovarak Türk varlığının gücünü bütün dünyaya gösteren büyük Atatürk, daha sonra da siyasal ve ulusal bir devrim yaparak orta çağ kalıntısı bir sultanlık rejimini ortadan kaldırmıştır. Daha sonraki yeni aşamada ikinci aşamaya doğru kurtuluştan kuruluşa geçilerek yepyeni bir çağdaş cumhuriyet dünyanın merkezinde emperyalist saldırı ve işgallere karşı kurulmuştur. Orta çağ kalıntısı bir eski devlet ortadan kaldırılırken, yerine çağdaş bir cumhuriyet devleti kurulması, Türk dünyası için büyük bir kazanç olmuştur. Atatürk devleti kurarken en başta Azerbaycan ile kardeşlik ilişkileri doğrultusunda birleşik bir devlet oluşturmaya çalışmış ama bu konuda Rusya, Amerika, İngiltere ve müstakbel İsrail devleti karşıtlığı ile karşılaşmıştır. İslam dünyasını ve Hıristiyan batıyı dengelemek üzere de Sovyetler Birliği  yeni  bir süper güç olarak kurulmuştur. Dünya dengelerinde doğu bölgesi sosyalizme doğru kaydırılırken, Asya’nın kuzeyi, ortası ve doğusundaki Türk devletleri birer birer komünist emperyalizmin kontrolu altına girmiştir. Atlantik emperyalizmi de eski Osmanlı hinterlandını ele geçirerek yeni bir hegemonya düzeni kurmuştur. Doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde dağılmış olan Türk devletleri Türkiye’den ayrı düşmüş ve İslam dünyasına karşı oluşturulan büyük ideolojik yapılanmanın eyaletleri konumunda, ondan fazla Türk devleti Türkiye Cumhuriyetinden uzaklaştırılmışlardır. Eski Balkan coğrafyasında yetişen Atatürk yeni dönemde  Anadolu merkezli bir ulus devlet kurarak bütün dünyaya ve Türk devletlerine örnek olmuştur.

Atatürk bu doğrultuda kurmuş olduğu ulus devlet ile emperyalizme karşı çıkarken, bağımsız ulus devlet öncülüğü, ile de geleceğin Türk devletlerine örnek olmuştur. Büyük çoğunluğu ile Müslüman devletler sosyalist sistemin içine alınırken, bir yüz yıla yakın bir zaman dilimi içinde geçmişten gelen Türk devletlerinin uzantısı olarak bugüne kadar gelen Türk toplulukları ile devletlerinin Türk asıllı olan halkları yeni dönemde birbirlerinden ayrı tutulmuştur. Çin, Rusya ve Hindistan’da olduğu gibi aynı ırktan gelen toplam nüfusun içindeki herkesin, tek bir süper ortak devletin çatısı altında bir araya gelmek, ya da bütünleşerek Çin, Rusya ve Hindistan büyüklüğünde olduğu gibi   bir ulus devlet imparatorluğunun içinde  yer almak gibi bir büyük hakka, Türkiye öncülüğünde Türkiye’nin dışında yer alacak bütün Türk asıllı vatandaşlar ile iç ve dış Türk gruplarının mensubu olan, insanların da yer alacağı büyük bir Türk Birliğinin kurulması, bugünkü yeni dünya dengeleri yüzünden gerekmektedir. Yeni dönemde büyük devletlerin kendileri için gerekli gördükleri ulus devlet imparatorluğunu her nedense savaş sonrası haritaların çizimi sırasında, Türklere tanımadıkları ulus devlet imparatorluğunu fazla görerek engellemişlerdir. ABD ve Avrupa Birliği gibi ulus devlet üstü büyük siyasal süper modeller, kendi kimlikleri doğrultusunda yeni bir ulus devlet imparatorluğu peşinde koşarlarken, bu aşamada yedi bağımsız Türk devleti ile, Rusya ve Çin gibi büyük yapıların içinde bulunan ondan fazla Türk topluluklarının ve de eyaletlerinin devletler üstü yeni dünya düzeni içinde bağımsız siyasal devletler olarak yer almaları, uluslararası alandaki çarpık ve karışık durumların düzeltilmesi açısından zorunludur. Yeni dönemde Türk dünyası, Türkler içinde bir ulus devlet imparatorluğunu Türk Devletleri Teşkilatını esas alarak gündeme getirilmelidir. Çinliler, Ruslar ve Hintlilere tanınmış olan ulus devlet imparatorluğu kurma hakkının, bu açıdan her türlü olanağa sahip olan Türklere ve Türk devletlerine tanınması bu aşamada hızlı bir biçimde tamamlanmalıdır. Çinliler, Ruslar ve Hintliler nasıl birer ulus devlet imparatorluğunun vatandaşları olabiliyorlarsa, yirmi civarında ulus devletin ve topluluğun Türk asıllı vatandaşları da aynı haklara sahip kişiler olarak uluslararası alanda Birleşik Türk devletleri birliğinin eşit haklara sahip vatandaşları olabileceklerdir.

Çinliler, Ruslar ve Hintlilere zamanında tanınmış olan ulus devlet imparatorluğunun eşit koşullarda var olmalarını sağlayacak yeni birlikteliklere dünya siyasetindeki sorunlar açısından gereksinme vardır. Önümüzdeki dönemde bağımsız Türk devletleri ile Rusya’dan ayrılacak eski eyalet devletlerinin bir araya gelecekleri bir büyük Birleşik Türk Devletlerinin oluşturulması, Çin, Rusya ve Hint devletlerine benzer biçimde ve de Amerika Birleşik Devletleri’nin sahip olduğu büyüklük ölçüsünde, Birleşik Türk Devletleri oluşumuna giderek artan ölçülerde gereksinmeler artmaktadır. Bu aşamada Avrupa Birliği ve ABD’nin de üç doğu ülkesinin sahip olduğu genişlikte birer ulus devlet imparatorluğuna sahip olmaları yeniden gündeme gelmiştir. ABD’nin Kanada’yı 51 eyalet yapmaya çalışması, Çin’in Uygur bölgesini tam olarak içine alması ya da Rusya’nın Ukrayna bölgesini geçmişte olduğu gibi kendine bağlı bir eyalet düzeyine getirmesi de bölgesel imparatorlukların yeniden ulusal çizgide sınır ötesi maceralara kalkışmaya başladıklarını göstermektedir. Avrupa ve Amerika’nın doğulu ulus devlet imparatorlukları gibi bir modele yönelirken, dünyanın ortasında yer alan Türklerin bu haklardan uzak kalması, küresel sistemin adalet arayışı doğrultusunda yeniden yapılandırılmasını gerekli kılmaktadır. İnsan hakları, devlet ve toplum hakları açılarından Asya’nın ulus devlet imparatorluklarının incelenmesi gerekmektedir.

            Atatürk’ün devlet modeli ile kurularak yüz yıllık bir dönemi geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti, Misakı milli sınırları içindeki vatan topraklarında yaşayan herkesi ortak bir vatandaşlık anlayışı ve statüsünde bir araya getiren bir yaklaşım temelinde, ulus devleti çağdaş dünya uygulamalarına paralel bir çizgide geliştirmeye çalışmış ama hiçbir zaman ülkeler ve devletler üstü bir imparatorluk uygulamasına yönelmemiştir. Birinci dünya savaşı sonrasında Türkiye yeniden kurulurken, emperyalist ülkelerin saldırı ve işgal girişimlerine karşı çok etkili bir savunma düzeni kurulmuştur. İşgale karşı kurulan Türk devleti antiemperyalist çizgide örgütlenerek bir ulusal kurtuluş savaşını Kuvayı Milliye oluşumu sayesinde başarılı bir biçimde zafere götürürken, Misakı Milli sözleşmesi doğrultusunda Osmanlı devletinden geride kalan bölgelerdeki Türk ve Müslüman nüfus fazlasını dikkate alarak, yeni bir sistem uygulamaya getirilmiştir. Bu doğrultuda bir ulus devlet ile birlikte bütün Türk boylarının bir arada olmasını hedefleyen birleşik bir Türk devletinin kurulması ana hedef olarak seçilmiştir. Osmanlı devletinin çöküşünü Türk topluluklarının dağılışı olarak kabul eden emperyalizm, ulus devletler çağına girerken yeryüzünde yirmiden fazla ülkede yaşamakta olan Türk topluluklarının geleceği açısından Çin, Rusya ve Hindistan devletlerine tanındığı gibi hem ulus devlet hem de imparatorluk oluşumunun birlikte yapılanmasının tanınması, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda engellenmiştir. Çinliler, Ruslar ve Hintliler bütün nüfusları ile birlikte, tek bir süper devletin çatısı altında yaşamlarını sürdürmelerine hoşgörü gösterilmiş ama büyük Türk dünyasının bu üç büyük ülkedeki üç yüz milyona yakın nüfusunun, doğunun önde gelen büyük devletlerine tanınan ulus devlet imparatorluğuna doğru yönelen yapılanmasına izin verilmemiştir.

            Yirminci yüzyılın başlarında belirlenen yeni dünya haritasında Türkler; Kuzey Asya, Orta Asya, Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya bölgelerinde yirmiden fazla devletlere bölünerek, bugünlere doğru yönlendirilmiştir. İmparatorluklardan ulus devletlere doğru yeniden yapılandırmalar yapılırken Ruslar, Çinliler ve Hintlilere tanınan ulus devlet imparatorluklarına sahip olma haklarının üç kıtaya yayılmış bir büyüklüğe sahip olan Türk dünyasından esirgenmesi, uluslararası hukuka açıktan bir karşı çıkışı gündeme getirmiştir. Tarih boyunca her aşamada büyük imparatorluklar kuran Türklere böylesine bir hakka sahip kılınmasının önlenmesi, çok eşitsiz bir yeni durum yaratmıştır. Paramparça edilen Türk dünyasının her bölgesinde sıcak çatışma ve savaş başlangıçları, geleceğin dünya haritasında şimdiden başlamıştır. Hindistan, Çin ve  Rusya karışık bir ortamda yapılanmalarına rağmen sahip oldukları büyük topraklar ve kalabalık nüfusların getirdiği güçlü ortamlar ile uluslararası alanlarda ve çok büyük yeni dengeler meydana getirerek, dünyadaki yeni gelişmelerin ortaya çıkması sırasında ya da geleceğe dönük plan, program ve de yeni stratejik kararların alınması ya da bu yönlerde yeni adımların atılması aşamalarında, küresel yönlendirmelerde etkili olmak şansını ulus devlet imparatorluklarının elde etmesi konusunu ,diğer büyük devletler ve geniş topluluklar ile ya da uluslararası kuruluşların bugünkü yeni yönetimleri ile ele alarak görüşmeler yapılabilir, ya da bunlar ile yapılacak yeni işbirlikleri ile daha adil bir uluslararası düzen oluşturulması zaman içerisinde yapılandırılabilir. Böylece yüz yıl önce yaratılmış olan uluslararası harita, sınırların yeniden çizilmesiyle alt üst edilerek geçmişten gelen haksızlıklara son verilebilecektir. Büyük Türk dünyasının birlikteliğini sağlayacak Birleşik Türk Devletleri, Rusya, Çin ve Hindistan’da olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ne de tanınmalı ve Türklerin tek çatı altında toplanmaları sağlanmalıdır.

Balkanlarda yetişmiş olan Atatürk, bu özelliğini koruyarak Türkiye’yi çeviren toplulukların sorunları ile çok uğraşmıştır. Ayrıca Yusuf Akçura’nın katkıları ile de Asya, Rusya ve Kafkasya gibi önemli bölgelerdeki siyasal gelişmelerin de incelemelerini sahip olduğu büyük kütüphanesinden yararlanarak elde etmesini başarmıştır. Avrupa ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerde yetişen ve oralarda araştırmalar yürüten genç ve orta yaşlı kişilerle de sürekli görüşmeler yaparak dünya ülkelerinde neler olup bittiğini öğrenmeye çalışmıştır. Atatürk kurtuluş savaşı ve devletin kuruluşu aşamalarında Türkiye’nin bağımsızlığı ile çok yakından ilgilenmiştir. Ona göre gerçek anlamda tam bağımsız bir Türk Birliği ancak antiemperyalist tutum ile gerçekleştirilebilirdi. Bu tür bir yeni yapılanma içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, Atatürk bütün Türk dünyası devletleri ile ve çeşitli Türk topluluklarıyla da yakından ilgilenmeye çalışmıştır. Türk ulusunun gücüne ve büyük kimliğine saygı duyan Türkiye’nin kurucu önderi, Anadolu ve Trakya’da yaşayan iç Türkler kadar ve hatta onlardan daha fazla da dış Türkler denen Misakı Milli sınırları dışında yaşayan Türk toplulukları ile de yakından ilgilenerek, üçüncü bir cihan savaşına doğru gelişen olumsuz siyasal gelişmelerin önünü kesmeye çalışmıştır. Atatürk Türk ulusu adına Türkiye’de bir ulus devlet kurarken, diğer bölge ve ülkelerde yaşamakta olan Türklerin durumlarını yakından inceleyerek, Ankara’da bir Türk dünyası merkezi oluşturmaya çalışmıştır. Asya ve Avrupa hattında yaşayan Türk, topluluklarının sahip olduğu sorunların çözüme kavuşturulmasında etkili bir dış politika izleyen Kemalist Türkiye, Atatürk’ün izinden giderek insanlık adına ortaya çıkan bütün sorunlarla ilgili çalışmalar yapmıştır.

Atatürk bütün çalışmalarında Türk dünyasıyla yakından ilgilenmiş ve Türk devletlerinin çatısı altında varlığını sürdüren Türk ulusunun, çeşitli sorunlarının o dönemin koşulları ve ortamından yararlanarak, Türkiye’nin ve Türk ulusunun diğer uluslar arasında önde gelen bir konumda sahip olabilmesi için de gerekli olan her türlü yardım ve çalışmaları, Türk devletinin sahip olduğu merkezi güçleri kullanmıştır. Anadolu Türklerinin emperyalizmin pençelerinden kurtulabilmesi için geliştirilen Kuvayı Milliye hareketi daha sonraki aşamalarda, Türk dünyasının çeşitli bölgelerinde de özel çalışmalar yapılmıştır. Türklüğün tarih sahnesine çıkış yeri olarak gösterilen orta Asya bölgesinde Türkistan Milli Birliği adı altında yeni bir büyük örgütlenmeyi, Türk devletleri ve boylarını ortak bir devlet çatısı altında toparlayabilecek siyasal girişimi Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülüğünde gündeme getiren Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün yönetimi altında Türk dünyasının merkezi olarak hareket etmiştir. Dış Türkler ile her zaman yakın bir ilişki ağında hareket eden Atatürk, kurtuluş savaşı ve yeni devletin kuruluşu ile çalışmaları yürütürken, hiçbir zaman Türk dünyasının bağımsızlığından vazgeçmedi.  Atatürk Rusya sınırları içinde yaşayan Türk toplulukları ile yakından ilgilenirken, hiçbir zaman geride durmamış ve her zaman Türklerin tarih sahnesine çıktığı bölge olarak Orta Asya’yı Türkiye Türklerinin ikinci vatanları olarak ilan etmiş ve bu bölgelerin Ankara ile yakından ilgilenmesine de müstakbel Türk Birliği oluşumu açısından yardımcı olunmuştur. Birinci dünya savaşı sonrasında kurulamayan ve de kurdurulmayan Türk Birliği üçüncü bir dünya savaşı sonrasına bırakılmadan bir an önce kurulmalıdır. Son yıllarda kurulan Türk Devletleri Teşkilatı bir an önce genişletilerek Türk Devletleri Birliği öncelikli bir biçimde dünya haritasındaki yerini almalıdır. Türkiye merkezli bir Türk Birliği, dünya barışı açısından uluslararası alanda yeni dengelerin kurulmasına yardımcı olunacaktır.         

                                             Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

3 Şubat 2025 Pazartesi

DÜNYA’YA ANKARA’DAN BAKMAK - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ANKARA KALESİ

DÜNYA’YA ANKARA’DAN BAKMAK

        Dünya haritalarının orta bölgelerinde yaşamak ve buradan dünya ile yurda bakmak yerkürenin herhangi bir bölgesinde yaşamakta olan insanların bakışlarından çok daha farklı bir konum ile karşı karşıya geldiğimizi ortaya koymaktadır. Uzay çalışmaları giderek arttıkça dünyaya dışarıdan bakışlar fazlasıyla artış göstermiş ve bu doğrultuda bakışlar geliştirilerek, dünyanın gezegen dışı hava boşluğunda nasıl bir yere sahip olduğu ve bu boşluk alandan hareket edilerek uzaysal boyut kazandığı son dönemlerde en çok izlenen konular arasında ön plana geçmiştir. Her yönü ile uzayın içinde yer alan yerkürenin ne olduğunun anlaşılması ya da uzay boşluğu içinde ne gibi hareketler düzenine sahip olduğunun anlaşılması amacıyla yürütülen çalışmalar zaman içerisinde çeşitli hareketlilik gelişmeleri doğrultusunda yön değişimleriyle karşılaşılması açısından her zaman için farklı hareket biçimleri, ya da izlenen yol stratejilerinin farklılıklar coğrafyası içinde dünyaya uzaktan bakanların gördüğü gibi atmosfer düzeni içerisinde sürekli hareket eden ve zaman içerisinde de bu hareketliliği istikrarlı dönüş ve yol izlemeleriyle devam ettiren diğer gezegenler gibi, yerküre de atmosfer düzeni içinde  hareketliliğini süreklilik halinde devam ettirmektedir. Yeryüzünün oluşum süreci içinde ortaya çıkan hareketlilik atmosfer içinde dönüp duran gezegenlerin içinde bulunduğu dönme ve dönüşüm haritalarının incelendiği aşamalarda belirli rota ve hareket düzenlerine doğal olarak uyum sağlayarak yollarına devam etme doğrultusunda belirli yollarda uzaysal hareketlilik göstergelerine uygun olarak haritalarda görünen yönlere doğru hareketler üzerinden, bağımlılıklar gösterdikleri ortaya çıkmaktadır. Dünyanın oluşum sürecini izleyen dönemlerde içinde bulunulan atmosfer ortamında, diğer bütün gezegenler ya da uzay maddelerinin sürekli yer değiştirerek kalıcı bir düzene sahip olmadıklarını göstermişlerdir. Böylesine bir durumun uzay ve atmosfer çalışmaları sırasında görülmesi ve değişim ilkesinin uzayda görülen düzensizliğinin anlaşılması  dünyadan uzaya bakışlar ile belirlemek sayesinde insanoğlu, hem içinde yaşadığı ülkeler ve bölgeleri izleme şansını elde ettiğini  hem de giderek ortaya çıkan astronomi bilmininin verileri ile gözlembilim adı verilen çalışmaların öne çıktığı göze çarpmaktadır.

            Bizler Türk asıllı insanlar olarak, Türkiye adı ile anılan ülkeden hem dünyaya hem de içinde bulunduğumuz uzaya bakış yapma ve görülenleri bir araya getirerek ya da bunlar arasında karşılaştırmalar yaparak derlemeler ve de çeşitli bilimsel çalışmalar yapmak durumunda olmuşlardır. Astronomi ve de Astroloji bilimleri alanlarında uzun süreli yapılan çalışmalar aracılığı ile dünya ile uzay arasındaki var olan düzen ile karşılıklı etkileşimlerin genellenmesiyle, yeni dönemde gök bilim ya da uzay bilim adı altında dünyadaki uzaysal çalışmalar giderek artmaktadır. Her yeni çalışma insanlığın önüne birçok yol ve yöntem açarken bu gibi bulguların artmasıyla birlikte, insanların içinde yaşadıkları dünya ve Türkiye ile uzaysal olarak içinde yer aldıkları gökyüzü ile sahip olunan bağlantılar, her yeni adım atılırken kurulan farklı ilişkiler ağları da eskisine oranla değişiklik gösterebilmektedir. Bu çerçevede uzay, dünya ve insanlık üçgeninde kurulan bağlantıların zamanla değişiklikler göstermesi, insanlığın hem dünyaya hem de kendi yurduna bakışlarını doğrudan etkileyerek çevresel bakışları değiştirmektedir.

Yeryüzünde var olan tüm devletlerin sahip oldukları ülke tabanına ayakların sağ salim basmasıyla başlayan ilişkiler düzeni devletler, toplumlar, devletler ve de insanlar açısından ele alınarak incelendiğinde haklar, özgürlükler ve egemenlik düzenleri açılarından ele alınarak incelenmeleri söz konusudur. Kamu hukuku bilim dalı açısından konu ele alındığında devlet, millet, toplum ve hukuk ya da siyasal düzenlerin ele alınarak incelendiği durumlar öne çıkarak, insanlığın geleceğinin belirlenmesinde siyasal bilim ve hukuk açısından yönlendirici olmaktadır. Ülkeler, devletler ve de toplumların dışarıdan yönlendirilmesi, her konu ve alanı içine alan siyasal bakış açılarına sahip olmaktadır. Sadece bir şeylere bakarak ya da rastlantısal bakış açıları ile siyasal, bilimsel ya da hukuksal bakış açıları geliştirerek var olan sorunların çözümlere kavuşturulabilmesi mümkün değildir. Özellikle bilimsel araştırma merkezlerinin ya da yeraltı veya yer üstü izleme, gözetleme, dinleme, inceleme ve diğer aletlerin kullanılmasıyla küresel izleme yapılanmalarına giden yolları izleyerek sonuçlara ulaşabilmek mümkün değildir. Toplumsal süreçlerin gelişimi doğrultusunda ki siyasal ya da yönetsel örgütlenmeler olarak kentler, devletler, ulus devletler ya da imparatorluklar dünya haritalarında sınır komşuları görünümünde yer almaktadırlar. Bu gibi siyasal yapılanmaların merkezindeki başkentlerin ülkenin güç merkezi ve yönetim odağı olarak öne çıkmalarıyla birlikte, başkentin ortasında bir tepe göz konumunda her şeyi izleyen ve gelişmeleri toparlayarak hareket eden bir gözetleme kulesi ya da araştırma ve değerlendirme merkezi oluşturma şansı kullanılarak bütün bilim dalları ve alanlarında uzman olan temsilcilerden meydana getirilecek çok yönlü bir merkez, batılıların Think-tank adı verilen bir izleme veya kurumu, düşünce kuruluşu olarak gerçekleştirilir.

Dünyanın jeopolitik merkezinde merkezi devlet olarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti dünyanın ortasında bulunan bir jeopolitik devlet olarak dünyanın ve uzayın her bölgesine yönelerek bir bilimsel kuruluş olarak, dünyaya ve uzaya bakmak durumunda örgütlenecek olan araştırma merkezi ülke ve dünyanın önde gelen düşünce kuruluşlarınca yeni ve yakın ilişkiler oluşturarak sahip olunan bilgi ve dokümanların paylaştırılarak değerlendirme sürecine dahil olması sağlanırken, yeryüzü ülkelerinde bulunan bütün bilgilerin bir kısmı bölüşülerek değerlendirilir ya da elde edilen tüm bilgi ve dokümanlar ilgili kuruluşların katılımları ile birlikte  ele alınarak konu ve sorunlarla birlikte bütüncül bir takdirlendirme yapılabilir. Konu Türkiye üzerinden ele alındığı zaman özel konuma sahip olan merkezlerin çalışmalarından özel koşullar kullanılarak sonuçlar elde edilmeye çalışılır. Bir devlet içinde kurumlar arası ya da bir bölgedeki belirli kurumlar arası ortak çalışmalarda işbirliğine yönelerek ve belirli konularda ortak çalışmalar tamamlanarak, bilgi değerlendirme çalışmalarında uzmanlık kurulları oluşturulabilir ya da çeşitli uzmanların bir araya getirilmesi ile uzmanlık daireleri ya da merkezleri kurularak, bilimsel alandaki bütün bilgi birikiminin devreye sokulması sağlanabilir. Konu tüm devletlerde başkentler kurulurken, öncelikli olarak ele alınır ya da zaman içinde diğer uzman kuruluşların içinden belirlenecek temsilcilerin bir araya getirilmesi ile uzmanlık bilim kurulları kurularak ve bilimsel açıdan değerlendirme sonuçları elde ederek yapılan değerlendirme çalışmalarından bilimsel sonuçlar elde edilmeye çalışılır. Bir alandaki bilimsel çalışmalarda olduğu gibi tüm ipuçları ile toplanan deliller temel alınarak inceleme ve değerlendirme çalışmalarında öncelikli bir biçimde incelemeler yapılmaktadır. Batılı ülkelerde bu gibi çalışmalara düşünce tankı adı verilmesinin sebebi bu durumdur. Tank gibi güçlü bir yapılanma hedeflenmiştir.

Ankara, dünyanın önde gelen büyük devletlerinden birisinin başkenti olarak her zaman için önde gelen bir düşünce ve değerlendirme merkezi olmuştur. Bugün Ankara içinde barındırdığı on beş üniversite ile ve bir düzineden fazla inceleme ve araştırma merkezi ile iki büyük ulusal kütüphane ile ve de birçok özel kuruluşların özel statü ile barındırdığı kitaplık ve de bilimsel çalışma merkezleri ile Avrupa ve Asya kıtalarının bir araya getirdiği ciddi bir bilimsel bilgi birikimi ve bilimsel araştırma merkezlerine sahip bulunmaktadır. Toplumun içinden gelen belirli merkezlerin  veya siyasal birikimlerin  ya da kültür sanat kültürel oluşumlarının gündeme getirdiği bir çok kültür-sanat merkezi ya da galeri benzeri gönüllü çalışmalar ve bu doğrultuda hareket eden vakıf, dernek ya da kooperatif  benzeri özel örgütlenmelerin de çalışmalar yaptığı, bilim ya da kültür merkezinin günlük hayatın içine girerek özel ya da amatör çalışmaların oluşturduğu büyük bir birikim geleceğin araştırmacılarını, siyaset, bilim  ve kültür-sanat adamlarını her açıdan beklemektedir. Ankara merkezi coğrafya bölgesinin en önde gelen yerleşim yerlerinden birisi olarak binlerce yıllık bir birikimin bu günlere ve yarınlara hizmet edecek düzeyde bir büyük oluşumun en büyük göstergelerinden birisidir. Merkezi alanda kurulmuş olan tarihin en büyük devletleri ya da imparatorluklarına zamanında başkentlik yapmış bir büyük birikimin en önde gelen göstergesi olarak, bugünün dünyasında yaşamını sürdürmekte olan yeni kuşaklara hizmet etmektedir. Resmi ya da özel olarak gündeme gelen örgütlenmelerde bölgenin merkezi yerleşim noktasıdır. Üç kıta arasında kurulmuş bir kesişme noktası olarak, Türkiye Cumhuriyeti kıtaların birleştiği merkezi yapılanma örneği olmuştur. Bu durumu ile Türk devleti aynı zamanda orta dünyanın bu alandaki en donanımlı bir büyük kenti olarak, Türkiye’nin başkenti Ankara, merkezi alandaki çeşitlilik örneklerinin öncüsü bir konumda olmuştur.

Türkler merkezi alana gelmeden üç büyük kıtanın birleşmesi sonrasında bölge devletleri kurulurken önce Yahudiler, sonra Hristiyanlar, daha sonraları Müslümanlar ve Türkler bu bölgelere gelerek yerleşmişlerdir. Orta Asya’da  çıkan ve daha sonraları da Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde devletleşme şansını elde eden Türkler sırasıyla önce doğu Asya’da ve daha sonraları da Orta Asya, Kuzey Asya, Ön Asya ve de batı Asya gibi bölgelerde devletler kuran Türk toplulukları daha sonraları hem Avrupa hem de Afrika kıtalarında da yeni devletler kurarak, üç büyük kıtada sayısı fazla olan Türk devletleri ile insan uygarlığının simgesi olarak sayılabilecek siyasal hareketler ile devletsel oluşumlar, dünya tarihi içinde Türk devletleri tarihini dünya tarihinin en önde gelen başlıca konularından birisi düzeyine çıkarmıştır. Orta dünyadaki devletler oluşumu öncesinde, doğu Asya bölgesinde öne geçen Türkler Büyük Okyanus öncesi dönemde tarihteki kayıtlara göre, bu büyük denizde Mu kıtasının batışı sonrasında Asya kıtasının topraklarına gelmişlerdi. Günümüzdeki yapılanması ile Doğu Türkistan olarak adlandırılan Uygur devleti Türklerin Asya kıtasındaki ilk devletleri olarak öne çıkmıştır. Daha sonraki aşamada ise Türk uygarlığının temsilcisi konumuyla Doğu Türkistan bölgesinin bu yoldan Türkistan ile öne çıkan Türk kimliği tarihsel süreç içinde Doğu Asya bölgesi üzerinden Kuzey Asya’ya geçmiştir. Kuzey Asya’da ilk kurulan Türk devleti Göktürk imparatorluğu adını alarak ve Asya kıtasının merkezi alanını kapsayarak bu kıtada önce Göktürk İmparatorluğunu daha sonraları da Avar, Hazar, Selçuklu, Altınordu ve Osmanlı gibi çok büyük imparatorlukları kurmuşlardır. Orta Asya bölgelerindeki bu gibi oluşumlar Batı Asya bölgesini doğrudan etkileyerek, Türklerin tarihsel mirasının Orta Doğu alanında canlanmasına yardımcı olmuşlardır.

 Türklüğün tarihsel birikimi Selçukluların Hazar imparatorluğundan koparak merkezi coğrafyaya taşınmalarıyla merkezi alanda da canlanmaya başlamıştır. Dünya yeni koşullarda farklı yapılanmalara doğru yönelirken, dünyadaki uygarlık birikimi yavaş yavaş o dönemin güçlü imparatorluğu ve kültürü olan Hazar devletinin yönetiminde toplanıyordu. Daha önceleri hiç bilinmeyen ama zamanla oluşan Rönesans birikimi önce Hazar gölü kıyısındaki Hazar devletinin başkentinde ortaya çıkıyordu. I3 yüzyılda Anadolu yarımadası üzerinde önemli isimlerin bir arada bulunmasıyla gündeme gelen Türk Rönesansı, daha önceleri 10,11 ve 12, yüzyıllarda Kafkasya’da kurulmuş olan Hazar devletinde Türk uygarlığı olarak Anadolu öncesi dönemde gelişiyordu. Başkenti İdil olan Hazar imparatorluğu 15.yüzyıla doğru çeşitli gelişmelere sahne olurken, bu devletin elinde bilgi ve bilimin gücü toplanıyordu. Türklerin Göktürk İmparatorluğundan gelen gücü Uygur devleti ile yeni bir Uygarlığı yaratırken, Hazar bölgesinden gelen uygarlık birikimi bir Türk Rönesansı olarak Kafkasya’dan Anadolu’ya geçişi 13.yüzyıl içinde tamamlıyordu. Hazar kökenli Türk Rönesansı Anadolu’daki güçlenme süresini tamamladıktan sonra, Avrupa kıtasına doğru Rönesans hareketleri canlanmaya başlıyor ve 15.yüzyılda Avrupa kıtasının beşiği konumunda olan İtalyan yarımadası üzerinde canlanmasını tamamlıyordu. Böylece binli yılların başlangıcında Hazar kıyılarında başlayan ilk Rönesans hareketleri, Kuzey-Kafkasya, Orta Asya, Güney Kafkasya ve Anadolu ve Balkanlar, bölgelerine zaman içinde yayılarak, Avrupa’nın güney kalesi olan İtalya yarımadasına doğru ilerliyordu.15 yüzyılda Orta çağın bitmesi sonrasında yeni ve yakın çağlara doğru bir geçiş yaşanmış ve bunun sonucunda da Avrupa merkezli bir bilim ve kültür devrimi, Hazar gölü kıyılarında gerçekleşiyordu. Avrupa’daki sömürge imparatorlukları zamanla ulus devletlere doğru dönüşüm gösterirken, yeni oluşmakta olan ulus devletlerin başkentleri böylesine büyük bir değişim için önce kendi ülkelerini ve daha sonra da komşu ülkeler üzerinden bütün dünya kıtalarını ve ülkelerini izlemeye çaba gösteriyorlardı. Bir anlamda uygarlık beşiği Avrupa kıtasının ortasında yer alan devletlerin başkentlerini dünya merkezi yaparak buradan bütün dünyaya ve uzaya doğru siyasal bakış yapıyorlardı. 

Türkiye Cumhuriyeti Asya kökenli bir geçmişten gelerek Avrupa kökenli çağdaş uygarlığa yönelmesi nedeniyle iki büyük kıtanın siyasal koşullarını bir araya getiriyordu. Dünya tarihinin geçmişten gelen birikimi Asya kökenli bir yapılanmadan geldiği için batılı bilim çevreleri Anadolu yarımadası merkezli Türk devletine Asya Minör adını takarak Türkiye’yi bir anlamda geçmişin getirdikleri ve bugünün gerçekleri arasında bir köprü konumunda görmeye çalışmışlardır. Ankara vilayetinin büyük Türk devletine başkent yapılmasıyla Bizans ve Osmanlı gibi iki büyük imparatorluğa başkent olarak hizmet eden bir Megapol olmasına rağmen İstanbul bir yana bırakılarak Anadolu’nun tam merkezinde yer alan bir Asya kenti olarak Ankara’nın muhatap olmasıyla birlikte, Avrupa’nın yanında bir konuma sahip olan Ankara kenti bir Asya devletine başkent olarak seçilmiştir. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesişme noktasında yer alan Asya kökenli bir Ankara kentinin, yeni bir dünya düzeni kurulurken geleceği temsil edecek yeni bir yapılanmanın merkezi olarak, birleşme merkezinin tepegözü olarak Ankara Kentinin siyasal başkent seçilmesiyle birlikte Avrupa merkezli bir eski yapılanmadan uzaklaşılarak yeni dönemin yeniden Asya açılımı öne çıkartılmıştır. Ankara bu nedenle üç kıtanın merkezinden bir bakış açısına sahip olmuştur. Bu nedenle Ankara üç kıta arasında hem köprüdür hem de siyasal merkezdir.

Batı merkezli dünyada İstanbul her zaman için doğunun başkenti olarak anılmıştır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara olduğu için İstanbul, eski merkezi konumunu yitirerek ve bölgesellikten uzaklaşarak, ülke merkezli yeni yapılanmanın içinde eskisinden çok farklı bir çağdaş dünyanın arayışına doğru bir arayış dönemine girmiştir. Roma-Bizans ve de Selçuklu-Osmanlı imparatorluklarının uzun süreli başkentliğini yapan İstanbul hem doğunun başkenti hem de Batının doğuya uzanan köprüsü olarak görülmüştür. Binli yıllarda bilimsel gelişmelerin hızla ilerlemesi üzerine Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı yapılanmaları üst üste gelince şehir önce Konstantinopolos, sonra Konstantiniye isimlerini almış ve Müslümanların bu şehre gelmeleri sonrasında da İslam kenti anlamına gelen İstanbul adı kullanılmıştır. İki büyük Hristiyan daha sonraları da iki büyük Müslüman imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul şehri bir süre sonra payitaht  adıyla kullanılmaya başlayınca İslam dünyasının en büyük merkezi konumuna gelerek yüzyıllarca Halife devletinin dış dünyaya açılım merkezi konumuna da getirilerek üç büyük tek tanrılı dinin buluşma, kesişme ve her türlü haber, siyasal gelişme, yenilikçi gelişmeler gibi toplumsal düzeni sarsan gelişmelerin de merkezi kenti olarak  geçmişten gelen Asyalı konumuna gelmiştir. İstanbul’un büyük geçmişi olmasına rağmen, yeni dönemin başkenti olan Ankara da merkezi olduğu cumhuriyet devletini kullanarak, böylesine büyük bir birikimin yeni başkente aktarılmasını sağlamıştır. Eski başkent İstanbul’un imparatorluklar döneminden elde ettiği siyasal birikim daha sonraki aşamalarda cumhuriyet devletinin önemli çalışmaları sayesinde cumhuriyetin başkenti Ankara’nın da geçmişin birikimi ile zenginleştirilmesi üzerine kültür, eğitim ve bilim alanlarında Ankara en az İstanbul kadar geliştirilmiştir. İstanbul’un geçmişten gelen birikimi dikkate alınırsa, Türkiye iki başkentli bir ülke olarak tanımlanabilir.

İstanbul’un geçmişten gelen kozmopolit bir merkez olması üç büyük kıtanın çekişme noktasında hem geçmişin devamlılığının sürdürülmesi hem de yeni dönemler ve gelecek için de tarihsel süreklilik içinde bilim, kültür ve araştırma çalışmalarında geniş boyutlu işbirlikleri gündeme getirilerek geleceğe dönük önemli diyalogların ve ortak çalışmalarında zeminini hazırlamıştır. Dünyaya Ankara’dan bakmak konusunda Türk başkenti bulunduğu jeopolitik konumları yerinde kullanarak, üç kıta arasındaki diyalog platformlarının canlı tutulmasını belirli yoğunlukları üst düzeylerde tutarak Ankara’daki bürokrat ve uzman kadroların sağlaması gerekmektedir. Devletin kuruluşu sırasında Erzurum ve Sivas kongreleri aracılığı ile Osmanlı döneminden kalma bilgi birikimi ve bilimsel kadrolardan en üst düzeylerde yararlanılmış ve daha sonra da ülke düzeyine yayılan kongre ve konferanslar aracılığı ile katılan eğitim, bilim ve kültür kadrolarından yararlanma yoluna gidilmiştir. Erzurum ve Sivas kongreleriyle başlatılan yeni devlet oluşumu sürecinde imparatorluk döneminin bilgi birikimlerinden ve o dönemin önde gelen temsilcilerinden olabildiğince yararlanma yoluna gidilmiştir. Kuruluş aşamasında görev yapan kurucu kadroların daha sonraki aşamalarda da belirli konularda yetkili kılınması ve bu kadroların içinde başarılı olan uzman kişilerin gelecek dönemlerdeki gereksinmelerinin karşılanması aşamalarında, yepyeni bir çağdaş devlet kuran Kemalist kadrolar, iyi ve kaliteli çalışmalarıyla ulusal kurtuluş savaşının önde gelen devrimci potansiyelini harekete geçirerek, yeni bir devletin en üst düzeyde kurulabilmesine katkılar sağlamıştır. Ankara gibi önemli bir kentin yeni merkez olarak düzenlenmesi ülke güvenliğini sağlamıştır.    

                                                                       

Ankara’dan dünyaya bakmanın yolu önce yerkürenin içinde bulunduğu yeni durumun gözlenmesini ve bu çizgide dünyanın çeşitli bölgelerinde ne gibi yeni durumların ya da siyasal gelişmelerin gündeme geldiğini belirleyerek, dünya ülkelerinin neler yaptıkları ya da siyasal koşulların nasıl değişmeler geçirdiği yerinde izlenerek oluşumların yarattığı yansımalar ve yeniliklerin önceden belirlenmesi gerekmektedir. Ankara’dan dünyaya bakıldığı zaman görülen yeni durumların ele alınarak hareket edilmesinde acil önlemlere başvurulması gerekmektedir. Amerika ve Avrupa gibi ülke ve bölgelerin çok yakından izlenmesi, gelişmiş ülkelerdeki düşünce kuruluşları ve üniversitelerin izlenmesi ile siyasal partiler ve merkezlerin hangi yeni fikirler ile harekete geçtikleri araştırılmak durumundadır. Gelişmiş ülkelerdeki son durumun diğer ülke ve bölgelere nasıl yansıdıklarının öncelikle belirlenmesi zorunludur. Amerika ve Avrupa’daki gelişmelerin diğer bölgelere ve ülkelere nasıl etkiler yarattığını hatasız belirleyebilmek için ileri ülkelerdeki oluşumların, hangi noktalara geldiğinin önceden araştırılması yararlı olmaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu Asya, Avrupa ve Afrika ülkelerindeki kamuoyu ve siyaset alanlarındaki gelişmelerin uzayıp gitmesi ile karşılıklı karışıklıklar öne çıkarabilirken, bilim, siyaset ve araştırma merkezlerinin yeni gelişmelerin etkisiyle eskisinden daha farklı yansımaları yeni araştırmalarıyla öne çıkarabilmektedir. Beş yüz yıllık bilimsel gelişmeler bütün dünyayı çağdaş bir yapılanmaya doğru sürüklerken, yüz yıllardır yapılan bilimsel çalışmalar, deneyler ve araştırmalar bütün ülke ve toplulukların daha iyi yönetim modellerine gereksinmeleri bulunduğunu ortaya koymaktadır. Ankara’dan dünyaya bakışın ilk aşaması büyük devletler ve eski bölgelerin ele alınarak incelenmesidir. İkinci aşamada batı merkezli dünya düzeninin bütün dünya ülkelerine yansımalarını öğrenmektir. Batılı merkezlerin tutum ve davranışları iyice öğrenildikten sonra olayların ortaya çıktığı ülke ve bölgelere öncelik verilmelidir. Bu tür bir yaklaşım ile olaylara, gelişmelere ve siyasal sorunlara öncelik verilerek dünyadaki son durum belirlenebilecektir. Dünyadaki gelişmeler yerinde izlenerek değerlendirilecek ve daha sonraki aşamalarda, dışarıdan gelen sorunların ya da benzeri sosyal konuların ağırlıklı bir biçimde incelendiği çalışmaların tamamlanmasıyla sorunların Türkiye’ye ve iç kamuoyuna ne gibi yansımalar getireceğinin incelenmesine öncelik verilecektir. Bu tür bir değerlendirme, Türkiye’nin dünyadaki yerinin belirlenmesinde Ankara ile dünya arasında dayanak noktası olarak katkı sağlayacaktır. Dünyaya Ankara’dan bakmak öncelikle dış dünyanın gerçekçi biçimde görülerek ele alınmasına yardımcı olacaktır. İkinci aşamada Türkiye’nin    iç dünyasına bakarken de Edirne’den Ardahan’a ya da Samsun’dan Hatay’a kadar Misak-ı Milli sınırlarının içindeki vatan topraklarının bilimsel bir bütünsellik içinde ve ulusal bir çizgide kucaklanmasını gerekli kılmaktadır. Milli sınırlar içindeki ülke topraklarının  Türk devletinin hegemonyası içinde ele alınması her aşamada öne çıkarılarak, devletin içinde kurulu bulunduğu başkentin hukuksal yapısının açıklığa kavuşmasını sağlayacaktır. Yeni dünya düzeni bütün kıtaları ve devletleri zorladığı gibi her devleti bölgesel ve küresel dayatmalar ile karşı karşıya getirmektedir Bugün dünya haritasında bulunan devletlerin hemen hepsi başkentlerini merkeze alarak iç ve dış jeopolitik gelişmelere karşı kendilerini savunmak zorundadırlar. Türk ulusu, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği için başkent Ankara’dan dünyayı izleyerek hareket etmek durumundadır. Bu çerçevede Türk vatandaşları dünyaya Ankara’dan bakarak, bütün olayları bilimsel açıdan değerlendirmek zorundadır. Türkiye devleti ve Türk ulusu ancak Ankara merkezli bakış açısı ile güvenlik sorunlarına köklü çözümler getirebilir.       

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN