RUSYA‘NIN ORTADOĞU PROJESİ ( ROP )
Dünyanın
en geniş ülkesi olan Rusya Federasyonunun merkezi coğrafyaya egemen olabilmek
için hazırlamış olduğu jeopolitik hegemonya planı, geçen hafta Türk basını
kanalı ile açıklandı. Konu ile ilgili olan kesimlerin temsilcileri hemen bu
plan üzerinde düşüncelerini açıklamaya başladıkları noktada, konuyu öncelikle Rusya’nın dünya
haritasındaki konumunun gündeme getirilmesi ve bu çerçevede tartışmaların
yönlendirilmesi gerekirken, yeryüzü
topraklarının altıda biri üzerinde hegemonya kurmuş olan Rus devleti ile merkezi coğrafyanın konumları arasındaki bağlantının
gözler önüne serilmesi gerekmektedir. Konuya dünya haritası açısından bakıldığı
zaman Rusya Federasyonunun topraklarının kuzey yarı küresindeki toprakların
büyük bölümünü sınırları içine aldığı görülmektedir. Bu kadar büyüklükte
topraklara sahip olmasına rağmen, giderek azalan bir nüfusa sahip olan Rusya,
gelecekte bu yönü ile dünya kamuoyunda ciddi boyutlarda tartışılacaktır. Rus
devleti bu durumu iyi bildiği için kendisi ile ilgili bu tartışmanın önlenmesi
ya da geciktirilmesi doğrultusunda,
merkezi coğrafya da egemen olabilme doğrultusunda bir emperyalist plan
hazırlayarak açıklamakta ve şimdiden konu ile ilgili tartışmaları kendi
çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmaktadır. Açık topluma geçiş
sürecinde bütün büyük devletlerin geleceğe dönük emperyal projeleri açıklanması aşamasında, Rusya
Federasyonu gibi bir dev devletin de bu yönünün açıklığa kavuşması, dünya
kamuoyunun istikrarı açısından küresel barış düzenine yardımcı olacaktır.
Bugünün
koşullarında dünya düzeninin iki kutupluluktan çıkarak çok kutupluluğa doğru kaymaya
başlaması dikkate alınırsa, kutup merkezi olmaya soyunan büyük devletlerin
emperyalist projeleri yavaş yavaş gün ışığına çıkmakta ve bu gibi
emperyalist projelerden rahatsız olan ve onların ülkeleri için tehdit yarattığının farkına
varan ilgili toplum kesimlerinin ciddi
eleştirileri de birbiri ardı sıra öne
çıkmaktadır. İki kutuplu dünyada ideolojik kamplaşma içine girmiş olan dünya
düzeninin bu durumdan kurtularak daha özgür bir ortama doğru yöneldiği yeni aşamada,
açıklığa kavuşan emperyal projelere dikkat edildiğinde Britanya
İmparatorluğunun Yakın Doğu Konfederasyonu, Amerika’nın Büyük Orta Doğu Projesi
İsrail’in Siyonist planı olarak Büyük İsrail Projesi, Avrupa Birliği’nin Büyük Avrupa kıtası gibi projeleri
öne çıkmaktadır. Şimdi Rusya’nın merkezi coğrafya planını açıklamasıyla
birlikte, bu emperyalist projelere yeni
bir katılımın Rusya aracılığı ile gündeme geldiği görülmektedir. Eski kutup
merkezi olan Rus devletinin yeni dönemde de boş durmadığı ve bu kez batı dünyası ile Avrupa kıtasından dışlandığı
bir noktada, orta dünya bölgelerinde etkinlik sağlayarak batı merkezli bir dünyanın karşısına gene
eskisi gibi çıkmaya çalıştığı görülmektedir. Yüz yıllık zaman dilimi içinde iki
kez büyük yıkıma uğramış olan Rusya Federasyonu yeni dönemde bir üçüncü yıkılma
süreci yaşamamak üzere, dünya egemenliğini temsil eden batılı emperyalist
ülkelere karşı güçlenerek ve alternatifler üreterek karşı çıkma çabası içine girdiği anlaşılmaktadır.
Bu doğrultuda, kendi ülkesini dünyanın hedefi konumundan uzaklaştırabilme
doğrultusunda, Rus derin devletinin kendi uzun sınırlarının alt bölgesinde kalan
merkezi alanı diğer emperyalist
devletlere kaptırmamak üzere, kendi
güneyinde kalan merkezi coğrafya ile genel anlamda bir bütünleşme sağlamak
üzere, emperyalist bir planı dünya kamuoyu önünde açıklamaktan çekinmeyerek
diğer ülkelere bir sinyal vermiştir. Bir Avrasya ülkesi olarak iki kıta
arasında ve üstünde bir yere sahip olan Rusya’nın, bu konumundan yararlanarak
haritada kendi altında yer alan merkezi coğrafya alanını tümüyle ele geçirmenin
hesaplarını yaptığı, açıklanan plan ile açıklığa kavuşmuştur.
Merkezi
alan için İsrail ve ABD’nin geliştirmiş
olduğu emperyal projeler gibi Büyük
Rusya Projesi de inançları esas alarak
ulus devletleri görmezden gelmektedir. Geçen asrın başlarına kadar bu
coğrafyada imparatorluklar egemen bir durumda iken ortaya çıkan birinci dünya
savaşı sürecinde , imparatorluklar tasfiye edilerek ulus devletlerin önü açılmış ve bu bölgede kurulmuş olan ulus devletler
uluslararası hukuk düzeni çerçevesinde resmiyet kazanarak Birleşmiş Milletler
çatısı altında bağımsız devlet olarak yaşayabilme hakkını elde etmişlerdir.
Dünyada imparatorluklardan ulus devletlere geçiş aşamasında merkezi alan
fazlasıyla etkilenerek paramparça bir duruma sürüklenmiştir. Aradan yüz yıl
geçtikten sonra bugün de bu coğrafya yeniden paramparça edilerek bu kez
daha küçük bölümlere doğru
oluşumlar desteklenmektedir. Küresel sermaye oluşumunun savunduğu
politikalar doğrultusunda merkezi
bölge karıştırılırken, Rusya’da diğer
büyük devlet olan ABD gibi tüm merkezi
alanı Büyük Rusya Projesi doğrultusunda kendi kontrolü altına alabilmenin hesaplarını
yapar bir duruma gelmiştir. Amerika ve Avrupa’nın birbirinden ayrı bölgeler
olduğu gibi merkezi alan da Orta Doğu olarak kendi başına bir bölge konumunda
olduğu için, bu farklı alanın batı dünyasından ayrılan özelliklerine uygun
düşün plan ve projelerin gündeme getirildiği görülmektedir.
Kısa
adı ROP
olarak ifade edilen Rusya’nın Orta Doğu Projesi de , İsrail ve ABD
ikilisinin bölge yapılanmasında esas aldıkları inançlara dayanmaktadır. Buna
göre Ruslar, Orta Doğu ülkelerinde yaygın olarak yaşayan Sünniler, Şiiler ve
Ortadoksları,bir VAHDET PROJESİ altında
bölge dışı güçlere karşı bir araya getirebilmenin çabası içine girmişlerdir. İslam dininin ele
aldığı vahdet inancını Hrıstiyanların
doğu kolu olan Ortadokslara da yayarak, Rusya kendi nüfus yapısına uygun
düşecek bir emperyalist projeyi bir an önce yürürlüğe koyabilmenin arayışı içinde olmuştur. Amerikan dış
politikası tarikatlar ve cemaatlar üzerinden biçimlenirken, bölgenin en yeni
devleti olarak İsrail tümüyle bir din devleti modelini bölgeye getirerek, diğer
din grupları ile dinler arası diyalog adı verilen bir yeni toplumsal oluşum
üzerinden bağlantılarını geliştirmeye
yönelmiştir. Kısa adı ROP olan bu yeni proje çerçevesinde, küresel emperyalizmin dünyaya egemen olma
hazırlıkları içinde merkezi alanda
yaşamakta olan üç büyük din grubunun, Rusya’nın
öncülüğünde dünyanın diğer büyük güçlerine ve devletlerine karşı bir
dayanışma içine girerek kendilerini korumaları, ana hedef olarak öne
çıkarılmaktadır. Böylece Rusya dinleri ve inanç sistemlerini bir araya
getirerek istediği bölgesel dayanışma düzenini gerçekleştirmeye çalışırken,
bölgedeki ulus devletlerin milli sınırlarını görmezden gelmekte ve eski ABD
dışişleri bakanı Condelisa Rice’ın dile
getirdiği gibi dünyanın orta alanında yer alan
yirmiden fazla devletin sınırlarının değişmesi inanç sistemleri üzerinden sağlanmak istenmektedir. İnsanlar dinsel
politikalar ile tatmin edilmeye çalışılırken, diğer yandan var olan devletlerin küçülmelerini sağlayacak
doğrultuda sınır düzeltmeleri gerçekleştirilmek isteniyordu.
Sınır
değişikliği gibi var olan devlet düzenlerini alt üst edebilecek derecede
önemli siyasal oluşumlar, günlük
olaylar gibi gösterilerek harekete
geçilirken, bölge devletlerinin halklarının karşı koymalarını önleyecek düzeyde
bir terör oluşumu dış destekli emperyal projeler aracılığı ile devreye
sokularak, her türlü direnişin önü
kesilmeye çalışılıyordu. ABD ve İsrail ikilisi dini inançlar ile birlikte etnik
kökenleri de ortaya çıkararak, ulus
devletlerden eyalet devletçiklerine geçişin provalarını yapıyorlardı. Büyük Orta Doğu ve İsrail
projeleri bölgesel yapılanmalar doğrultusunda ulus devletlerin parçalanmasını
öne çıkarırken, Rusya’da bu iki projeye rakip olarak bir üçüncü projeyi geliştirirken
ve aynı yoldan giderek merkezi alan halklarının inanç sistemlerini esas alırken,
milli sınırları devre dışı bırakarak yeni
bölgesel oluşumun önünü açmaya
çalışıyorlardı. ABD Irak savaşı sırasında Şiistan ve Sünnistan olarak iki ayrı
din devleti oluştururken, ülkenin geri kalan bölgesinde de Kürdistan adı ile
yeni bir etnik devlet yapılanmasını kurmak için çaba gösteriyordu. Irak sonrası
Suriye savaşı dışarıdan kışkırtılırken; Şiiler, Hrıstıyanlar ve Sünniler için
ayrı inanç devletleri kurulmak
isteniyordu.
Orta
Doğu’nun yanı başında yer alan Rusya Federasyonu, eski Osmanlı ülkesine yabancı
devletlerin girmesini, emperyalist ya da Siyonist planların kendisini tehdit edecek düzeyde bu
bölgede öne çıkarılmasını istemediği için sürekli olarak merkezi alandaki
gelişmeleri yakından takip etmiştir. Bu
gibi gelişmelerin doğrultusunda sıcak denizler bölgesine inerek kendi
güvenliğini tehdit eden bölgesel gelişmelere karşı çıkmak ya da kendi ulusal
çıkarları doğrultusunda müdahale etmek gibi
kendi varlığını savunan girişimlerde bulunmuştur. Rus Çarlığı döneminden
gelme politikalar ile Rusya kendi çıkarları doğrultusunda yeni bir oluşumu
gerçekleştirmeye çalışırken, kendisine
rakip olan devletlerin bölgeye girişini ya da uzaktan müdahalelere girişmelerini
önlemeye çalışmıştır. Rusya bugünkü aşamada bölge dışı güçlere karşı Moskova-Ankara-Tahran üçgeni çizgisini merkezi alana getirmeye çalışırken, Ortadoksların
temsilcisi olarak hem Şiiliğin merkezi olan Tahran’ı, hem de Sünniliğin merkezi
olarak da Ankara’yı kendisine doğal
partner olarak seçmiştir. Suriye iç savaşı sırasında batı emperyalizmine karşı
geliştirilen ASTANA ZİRVESİ
doğrultusunda, Rusya-Türkiye ve İran üçlüsünün ortak bir bölgesel dayanışma
ittifakı geliştirmesi üzerine, Ruslar bu
üç büyük devletin birlikteliğini dini inançları esas alarak pekiştirmeye
çalışmışlardır. Yirminci yüzyıl boyunca dünya sistemi olarak bloklaşmanın öne
çıkması yüzünden uzun süre fazlasıyla yük altına girmiş olan Rusya
Federasyonu’nun, yirmi birinci yüzyılda
yeni bir blok oluşturmaktan ziyade bölgesel dayanışma ittifakı yoluna
yöneldiği kesinlik kazanmıştır. Bu
tutumu ile bloklaşma yerine esnek bir ittifak düzeni çatısı altında,
bölgesel barış düzeninin kurulabileceğini Rusya komşularına göstermek istemiştir.
İngilizler
merkezi coğrafyaya yüz yıl önce gelirken,
bölgedeki Arap nüfusunun halk kitleleri
arasında çoğunluğu oluşturması konusuna dikkat ederek, gizli servisleri
aracılığı ile geliştirdikleri bir yeni tarikatı Vahabilik adı altında örgütleyerek,
kendi yarattıkları bir cemaat aracılığı ile Müslüman dünyayı kontrolları altına
alabilmenin çabası içinde olmuşlardır. İngilizlerin işbirlikçisi olarak ortaya
çıkan Vahabilere, Arap dünyası teslim edilmiş ve böylece peygamber sülalesinin
İslam coğrafyasını denetim altına almasına izin verilmemiştir. Arabistan
krallığı Vahabilere terk edilirken, İslam dünyasının katı ve aşırı çizgideki kesimlerinin
Suudilerin işbirlikçisi olarak ortaya çıkmaları sağlanarak bir çok konuda
işbirliği geliştirilmiştir. Ruslar bölgenin dışında olmalarına rağmen bölgenin
yakın komşusu olma gibi bir jeopolitik konumu her zaman kendi avantajı olarak
kullanabilmenin hesabı içinde olmuştur. İslam dünyasında Vahabilik akımına
karşı sert tepkiler gelişirken, Hrıstıyan yapısı nedeniyle Rusya
Tasavvuf anlayışı aracılığı ile bir Hrıstıyan-Müslüman diyalog düzeni geliştirebilmenin arayışına
yönelmiştir. Şii ve Sünni mezheplerinin katı ve dogmatik kesimlerine erişemeyen
Ortadoks Rus devletinin, bölgedeki halklar arasında bir dayanışma
düzenini Tasavvuf merkezli bir oluşum
ile geliştirmeye çalışması, Rusya’nın yeni Orta Doğu politikasının ana yaklaşımlarından
birisi olarak öne çıktığı anlaşılmaktadır. Özellikle Mevlana, Yunus Emre ve
Hacı Bektaş gibi on üçüncü yüzyıl hümanistlerinin Tasavvuf anlayışının
temsilcileri olarak kabul edilmesi, Rusya’nın
Türkiye ve İran halkları ile farklı bir yakınlık oluşturma
girişimlerinin yeni bir yansıması olarak
görülmektedir. Merkezi alandaki üç imparatorluk devletinin bölge dışı
emperyalist güçlere karşı geliştireceği savunmacı dayanışma, inançları temel
alacağı için her türlü dış saldırı ya da tehdidin daha kolay önlenebileceğini
Ruslar ileri sürmektedirler. Hırıstıyan Rusya’nın bu din çatısı altında Katolik
ya da Protestan dünyaya değil de, kendisine yakın bir bölgede ikamet eden
Müslüman topluluklar için inanç esaslı bir dayanışmayı gündeme getirmesi, tümüyle
merkezi alan egemenliği amacını taşıyan yeni bir yaklaşım olarak öne
çıkmaktadır. Her türlü çatışma ya da savaş tehlikesine karşı insanlığın yeni
dönemde inançlardan hareket eden bir yaklaşıma gereksinmesi olduğu Rusya’nın
Orta Doğu projesi ile öne çıkartılmaktadır. Bölgesel ve küresel barış için tasavvuf
anlayışının içindeki hümanizmin yeterli olacağını Ruslar bu tavırları ile
ortaya koymaktadırlar.
Vatikan
merkezli Katolik inancının doğu Hrıstıyanlığı olan Ortodoksluğu kontrolü altına
almasına karşılık, Rusya’nın geliştirdiği Ortadoksluk-Sünnilik- Şiilik
üçgenine karşı bir Katolik-Protestan-Ortadoks
ittifakı öne çıkabilir. Rusya böyle bir ihtimali önleme doğrultusunda bir Hrıstıyan birliğini değil ama Orta
Doğu’nun Şii ve Sünni halkları ile batı emperyalizmine karşı dayanışmayı seçmektedir. Batının dışladığı doğu
toplumlarını kucaklamak Ortadokslar ile birlikte Müslümanların da kaderi olduğu
için, bir antiemperyalizm çizgisinde orta dünya halklarını inanç temelli
birliktelikler oluşturarak bir karşı
direnç geliştirebilmesi, Rusların hesaplarının arkasında yatan yaklaşım olarak
görünmektedir. Din savaşları yerine mezhep yakınlıkları ya da dayanışmalarının
geliştirilmesi ile zaman içerisinde savaşların önlenmesini sağlayarak bölge barışına katkı getirilmesini, Ruslar
yeni projeleriyle gündeme getirmişlerdir. Dünya daha da parçalanarak çok
kutuplu bir yapılanmaya doğru dönüşürken, orta dünyada mezhepler üzerinden bir
Hrıstıyan-Müslüman dayanışmasının sağlanması yolundan gidilerek, iki bin yıllık
kutsal topraklar kavgasına da son verebilecektir. Maddi gücünü her fırsatta
dünya uluslarına dayatan batı emperyalizminin bu zorlamalarına karşılık geliştirilecek
manevi direniş, insanlığın yakın gelecekte bir dünya barışı elde edebilmesi
ihtimalini güçlendirecektir.
Şiiliğin
merkezi olan İran devletinin Irak’taki Sünni rejimin çökertilmesinden sonra,
bölgedeki diğer devletler üzerinde
Şiilik aracılığı ile yeni bir baskı düzenine yönelmesi,
merkezi devletler arasında sıcak çatışmalara ve gerginliklere neden olmaktadır.
Bölgedeki aşırı akımların temsilcisi olarak selefilik gibi katı ve radikal inanç düzenlerinin tasfiye edilebilmesi için, Şiilik ve Sünnilik
arasında güçlü bir birliktelik oluşturulması gerekmektedir. Ruslara göre,
Vahabilik Tasavvuf gibi barışçı bir yaklaşım ile dengelenirse, o zaman kutsal topraklar üzerinde barış düzeninin
kurulabilmesi mümkün olabilecektir. Rusya üç büyük devlet arasında birlikteliği
savunurken, Türkiye’nin başkenti
Ankara’nın Sünnilik merkezi olmasını,
tıpkı İran başkenti Tahran’ın Şiilik merkezi olması gibi gerekli görmektedir. Ne var ki, İngilizler
Orta Doğu bölgesine gelirken hem
Vahabilik mezhebini oluşturarak Arabistan’ın başına sarmışlar, hem de Osmanlı İmparatorluğundan çekindikleri için,
Sünniliğin merkezi olarak da Mısır’ın Başkenti Kahire’yi yeni merkez olarak ilan etmişlerdir. Bu durumu
pekiştirmek ve güçlü bir merkez oluşturabilmek için de, El-Ezher gibi büyük bir
din merkezini de gene Mısır’ın başkenti Kahire’de kurmuşlardır. İran bu aşamada akıllı politikalar ile Orta Doğu ülkelerinde
Şiiliği yayarken, Sünniler’in bu durumdan rahatsız olmasını önleyecek yeni bir
adım, Rusya’nın öncülüğünde Ortadokslar ile Sünniler arasında geliştirilecek
diyalog ve dayanışma girişimleri ile sağlanabilecektir.
İsrail’in kurulmasından sonra ortaya çıkan terör ve savaş gibi gelişmeler
bölgedeki inanç grupları arasındaki barışçı dayanışmayı zorunlu bir hale
getirmiştir. Vahabilerin Arap halkı ile ters düşen katı ve radikal tutumlarının
dengelenebilmesi için, vahdet anlayışı içinde birliktelik oluşturulması inanç grupları arasındaki dayanışmayı daha da
geliştirecektir. Ruslara göre eğer bölge halklarının tamamı böylesine bir inanç
yapılanması içerisinde birliktelik çatısı altına alınamazsa, o zaman bölge
halkının bölünmesi kaçınılmaz olacaktır.
Günümüzde barış için böylesine bir vahdet anlayışını temel
alanlara karşı çıkan halk kesimleri ile
yandaş olma stratejilerinin
geliştirilmesi gerekmektedir. İslam dünyasında yaygın olan Tasavvuf anlayışının üç büyük din grubunun tabanında yaygınlık
kazanmasına yardımcı olmak gerektiğini, Ruslar yeni Orta Doğu projesi ile
ısrarlı bir biçimde savunmaktadırlar. Ruslar üçlü birliktelik için Ankara’nın
Kahire’nin yerini alarak Sünni dünyanın lideri olması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Böylece Rusya bir Arap ülkesinin ya da kentinin merkez
olmasına karşı çıkarken, bir anlamda ABD’nin ılımlı İslam projesinde gündeme
getirdiği laiklikten uzaklaşmış bir
Türkiye yapılanmasını dolaylı yoldan destekler görülmektedir. Tıpkı Tahran’ın
sahip olduğu Şiilik merkezi olması gibi bir
konumu, benzeri bir biçimde Rusya
ve ABDile birlikte Türkiye için de Ankara için
Sünnilik merkezi olarak düşünmektedir.
On
üçüncü yüzyılda Anadolu’ya hümanizmi getiren
mutasavvuflar olarak Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş’ın daha etkin bir biçimde eğitim ve toplumsal
yaşam alanlarında öne çıkarılmalarıyla birlikte, hümanist İslam anlayışı
Türkiye üzerinden İslam ülkelerinde geniş bir taban kazanmıştır. Şimdi gelinen
noktada bu durumun yerinde değerlendirilerek, Rusya’nın Orta Doğu projesinin
gerçekleşmesine katkıda bulunması
istenmektedir. Türkiye’ye laiklik rejimini getiren Atatürk Cumhuriyetinin laik siyasal rejimi ile El-Ezher gibi İslam merkezlerine uzak durması
yüzünden, dünya kamuoyunda Türkiye
bir İslam devleti olarak kabul edilmemiştir. Bu çerçevede Türkiye
cumhuriyeti hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin ülkesi olarak görülmüştür.
Türkiye Müslüman halkı ile bir Asya devleti olarak öne çıkarken aynı zamanda
gayrimüslimlerin yaşadığı bir ülke olarak ve çağdaş cumhuriyet rejimi ile uygarlığın
beşiği olan Avrupa kıtasının yanı başında batının modern devletleri ile birlikte hak ettiği yeri almıştır. Türklerin
Müslüman çoğunluğu nedeniyle Türkiye Avrupa Birliği’ne üye yapılmamış ama
günümüzün gelişmiş ülkeleri arasında yer alması da önlenememiştir. Türkiye
Cumhuriyeti bu konumu ile batıdaki çağdaş uygarlığın Orta Doğu bölgesindeki
temsilcisi olmuştur. Rusya İran ile birlikte Türkiye’ye merkezi alan ortaklığı
önerirken Türk devletinin bu konumunu da dikkate alarak hareket etmektedir.
Avrupa’nın yanı başındaki Türkiye’nin El-Ezher’e uzak duran konumu, Türklük
üzerinden İran ile geliştirilen yakın
bölgesel işbirliği düzeni içinde daha etkin bir duruma gelmiştir. Bütün
gayrimüslim dünyaya İslamı yaymak için
Cihat adı altında bir din savaşı ilan
etmeye yönelen Selefigruplar, Vahabilik
tarikatının örgütleyicisi Suudi
hanedanının destek ve baskılarıyla tüm İslam ülkelerinde karışıklık ve kaos
yaratabilmenin çabası içine girdikleri, bugünün koşullarında açıkça göze çarpmaktadır. Savaşa ve teröre
karşı düşünce yolunu seçen Sufiler zaman içerisinde daha etkili olmaya
başladıklarında, selefi grupların katı
bir çıkışa sürüklenmeleri önlenerek var
olan dengeler korunabilmektedir. Vahabiler hanedanlık rejimini korumak doğrultusunda radikal İslamcı
terörü destekledikleri gibi, aynı zamanda
şiddet yanlısı bir tutumu da geleceğe dönük olarak kurumlaştırma çabası
içinde oldukları görülmektedir. Anadolu İslamının tasavvuf yolu olması
nedeniyle, Rusya’nın İslam dünyasına yönelik yeni açılımında Türkiye başlıca
müttefik olabilecektir. Tasavvuf Vahabiliğin alternatifi bir konuma gelirse o
zaman selefi grupların bölge barışını tehdit etmeleri ya da bir üçüncü dünya savaşı görünümünde Cihat savaşlarına yönelmenin önüne
geçilebilecektir. Doğu ve batı bölgelerinde oluşturulacak Sufi birliklerinin bütün
Sufileri toparlayarak, yeni bir kamu
düzenin ılımlı İslam düzeni ile
bağdaşabilecek tarzda oluşturulması
doğrultusunda etkin olabilecekleri, Rusların yeni projesinde öne sürülmektedir.
Bu açıdan İslam dünyasına kalıcı bir barış düzeninin götürülebilmesi için Sufi örgütlenmesinin tüm İslam ülkelerinde örgütlenmesi
gerekmektedir.
Rusya’nın batı merkezli emperyalizme karşı, Orta Doğu
ülkeleriyle yakın işbirliği projesi bir
anlamda panzehir görünümü taşımaktadır. Merkezi alanda küresel savunma ve
işbirliği olanaklarının genişletildiği bir dünya da, ulusal ve laik devletlerin ihmal edilmesi ve
yeni bir kamu düzeni oluşturma süreci içinde görmezden gelinmeleriyle, kutsal topraklar gelecekte de bir savaş
sürecine doğru sürüklenmek istenmektedir. Bölgede işgalci olarak bulunan ABD ve
İsrail ikilisinin bu aşamada çok tarihi bir değerlendirme yapmaları
gerekmektedir. Eğer onlar bu noktada böylesine bir hassasiyet ve iyi niyetle
hareket ederlerse, o zaman bölge devletleri arasında dayanışma daha da gelişeceği için bölgesel
barışın tesisi için gerekli olan adımlar, bölgesel bir dayanışma düzeni içinde
geliştirilebilir. Rus planı yeniden
bölgesel bir barışı öne getirdiği için, Rusya merkezli atılacak olan diplomatik
adımların barışa dayalı yeni bir yaşam düzeninin merkezi coğrafyaya getirilmesi söz konusudur. Günümüzde merkezi alandaki
ülkeler ve siyasal güçler bu yeni yaklaşıma göre hareket edecektir.
İslam
tarihi aşırı ve yıkıcı selefi akımlar
kadar akıl ve bilimden yana akımlara da
ev sahipliği yapmıştır. Arapların geleneksel güney Müslümanlığına karşılık, Türklerin kuzey
Müslümanlığı, Orta Asya ve Orta Doğu ekseninde çağdaşlık ve bilimsellik
doğrultusunda gelişmeler göstererek bugünkü modern Türkiye’nin ortaya çıkışında
fazlasıyla etkili olmuştur. Türkiye’nin Avrupa
Birliği sürecinde kendini pek fazla belli etmeyen bu gelişme,
Türkiye’nin yeniden Asya ve Orta Doğu’ya döndüğü bugünün koşullarında
fazlasıyla önem kazanmaktadır. Bilimi ve aklı esas alan, pozitif gelişmeleri
yakından izleyen Maturidilik anlayışı bu
açıdan örnek gösterilebilecek en önemli
İslam akımıdır. El-Ezher kökenli
Mısır’ın İslam anlayışı, Hazar bölgesindeki Rönesans olgusundan ve bu değişimin
Orta Asya ve Orta Doğu’da yaratmış olduğu bilimsel ve kültürel
gelişmelerden uzak kalırken, Arapların
güney Müslümanlığı ile Türklerin Kuzey Müslümanlığı arasındaki ayrılıklar öne çıkmaktadır. Kuzey ve Güney
ekseninde ortaya çıkan bu jeopolitik gelişmeler hem dünyanın hem de İslam dünyasının
biçimlenmesinde önemli etkiler yaratmıştır. Dokuzuncu yüzyılda ilk
olarak Hazar bölgesinde ortaya çıkan
Rönesans akımı, daha sonraki aşamalarda
Orta Asya ve Horasan’da on birinci yüzyılda, Anadolu’da ise on üçüncü
yüzyılda ortaya çıkmış ve daha sonra da on beşinci yüzyılda İtalya
yarımadasında öne çıkarak, bir yandan çağdaş uygarlığın doğum yeri olan Avrupa kıtasını
derinden sarsarak bugünkü dünya
uygarlığının oluşumuna hem kaynaklık
yapmış hem de bilgi birikimini taşıyarak, yepyeni bir dünya düzeninin öne
çıkışında etkin olmuştur. Batı uygarlığının bir parçası olarak günümüze gelen
Rusya, sınırları boyunca uzanıp giden Asya topraklarını gördükçe bu coğrafyanın
önemli bir parçası olan Orta Doğu bölgesini de dikkate alarak merkezi alan
projesi geliştirmeye yönelmektedir.
Hazar’dan
Avrupa’ya uzanan tarihsel Rönesans çizgisi çağdaş uygarlığın tekerleğini
döndürürken gelişme rotası bugünkü Rusya ile İran ve Türkiye
topraklarından geçmiştir. Rusya üç
imparatorluk devletini inançlar üzerinden bir araya getirirken geçmişin bu
birikiminden yararlanmaya çalışmakta ama merkeze kendisini bir büyük emperyal
devlet olarak oturttuğu zaman iş içinden
çıkılmaz bir biçimde karışıklığa doğru kaymaktadır. Her üç ülkenin kendi
tarihleri ayrı ayrı ele alındığı zaman, bir çok konuda bu sınır komşusu
imparatorluk devletlerinin tarih boyunca bir çok konuda anlaşmazlığa düştüğü
hatta yüzyıllar boyunca savaşmak zorunda kaldığı göze çarpmaktadır. İran ile
Türkler arasında beş yüz önce yapılan Çaldıran savaşı bir anlamda mezhepler
kavgasının savaşa dönüşmesi ile tarihteki yerini almıştır. Osmanlı devleti
Avrupa’daki Protestanlara sahip çıkarken, Vatikan da buna karşı çıkarak
Şiiliğin Orta Doğu bölgesi ve Asya topraklarında yayılması için Perslere yardımcı olmaya çalışıyordu.
Nüfusunun büyük çoğunluğunun Türk asıllı olmasına rağmen İran ile Osmanlı
devleti arasında bir yakınlık kurulmasına mezhep savaşları engel olurken, iki
büyük devletin nüfuslarının çoğunluğunu oluşturan Türklük üzerinden bir araya
gelmesi belirli merkezlerce önlenmiştir. Hazar kıyısından ortaya çıkmış olan
Uygarlığın batı ülkelerine doğru yöneldiği aşamada Avrupa üzerinden Asya
bölgelerine doğru din ve mezhep çatışmaları
büyük savaşlar halinde öne
çıkarken, merkezi coğrafya bütünüyle parçalanarak bir dağılma dönemine doğru
sürükleniyordu. Bugün Orta Doğu’ya egemen olmak isteyen Rusya Federasyonu’nun ortadan kaldırmak istediği inanç
ayrılıklarının tohumları beş yüz yıl önce atılmış ve iki büyük Türk devletinin
birleşmesini önlemek üzere, Şiilik ortaya çıkarılarak geleneksel Sünni toplumunun ötesinde ayrı bir
sosyal yapılanma yeni ortaya atılan
mezhep ayrılığı ile gerçekleştirilmeye
çalışılmıştır. İslam dünyasındaki bu ana bölünme ile ortaya çıkan bu ikili yapı
daha sonraları örgütlenen yeni tarikatlar dışarıdan müdahale eden emperyalist
merkezler aracılığı ile iyice içinden
çıkılmaz bir karışıklığa doğru sürüklenerek bugünkü kaos ortamına varılmıştır. Rusya’nın
yeni projesini hazırlarken bu kaosa son vermek için Şii-Sünni ortaklığını öne
çıkardığı anlaşılmaktadır.
Orta
Doğu tarihi birbirini izleyen dinler arası savaşlar olarak kitaplarda yerini alırken, bu durumu
günümüzde mezhepler savaşına dönüştürmek isteyen İsrail ve ABD ikilisi ile, Rusya’nın
emperyalist hegemonya projesinin
inançlar arasında ortaklığa ve dayanışmaya dayandırması arasında çok
ciddi bir ayrılık hatta karşıtlık öne çıkmaktadır. Bugünkü çağdaş uygarlık düzeninin oluşumu sırasında
Avrupa kıtasındaki mezhepler savaşına son veren Vestfalya Antlaşmasının
yeniden dikkate alınması gerekmektedir. Bugünün koşullarında Evanjelik tarikatının zorlamaları ile İsrail
ve ABD bölgede her türlü alt kimlik ve
inanç tartışmalarını tırmandırırken ve
silah tüccarları bölgeyi iyice karıştırırken, Rusya Federasyonu’nun din ve
mezhep farklarını bir yana bırakarak sadece inançlar üzerinden bir diyalog ve
işbirliği önerisini gündeme getirmesi, ilk başta hoşgörülü bir uygar davranış olarak öne
çıkmaktadır. Ne var ki, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Rusya Federasyonunun baskı ve zulme yönelen
tavırları, başta Çeçenistan olmak üzere Kafkasya bölgesi ve Rusya sınırları içinde kalan Türk
devletleri ile Ukrayna, Beyaz Rusya ve
bazı Doğu Avrupa ülkelerinde gündeme gelen yeni sömürgeci girişimler nedeniyle,
dünya kamuoyunda geçmişten gelen
Komünist diktatörlük imajının devam
etmesine yol açmaktadır. Geçmişten gelen Moskof korkusunu kamuoyundan
silmedikçe, Rusya’nın güler yüzlü ve
barış yanlısı bir tutum takınarak
Orta Doğu bölgesinde kalıcı bir barış düzeni oluşturabilmesi son derece
zor görünmektedir. Bu çerçevede Rus projesinin gerçeklik kazanabilmesi, Rusya’nın önümüzdeki dönemde izleyeceği yumuşak politikalara ve anlayışlı
yaklaşımlarına bağlı olarak kesinlik kazanabilecektir.
Eski
Roma İmparatorluğu döneminde Romalılar
Akdeniz çevresindeki bütün bölgeleri kendi kontrolları altına almışlardır. Bügünün
siyaset bilimi içinde yer alan Sezaro-Papizm yaklaşımını, Rusya bir
imparatorluk devleti olarak öne çıkararak günümüz koşullarında kendi merkezli
olarak uygulama alanına getirmeye çalışmaktadır. Sezaro-Papizm, Roma İmparatoru
Jül Sezar döneminde gündeme getirilmiş olan bir din ve devlet bütünleşmesinin
adı olarak düşünülmüş bir kavramdır. Buna göre imparator Sezar devletin başı olarak dinin de tepesindeki
otorite olmaya çalışmakta, böylece din ve devlet işleri imparatorun tekelinde
yürütülmeye çalışılmaktadır. Devletin başı aynı zamanda dinin de başı konumuna
gelince, son derece otoriter bir yönetim
oluşturulmakta ve böylece devlet gücü bütün inanç gruplarına baskı ile
benimsetilerek bütün imparatorluk
topraklarında baskı düzeni kurulabilmektedir. Rus devletinin başında
bulunan bugünkü otoriter başkanın, çeyrek asırdır sürüp gelen hegemonya düzeni
içinde Rusya Federasyonu’nun bir anlamda
üçüncü Roma İmparatorluğu biçiminde yeni bir yapılanmaya doğru hazırlandığı ve
bu aşamada da Orta Doğu ülkelerinin
topraklarını da kendi imparatorluğunu genişletmek üzere sınırları içine almaya çalışırken, Rusya’nın
Orta Doğu Projesi adı altında yeni bir emperyalist plan dünya kamuoyuna kabul
ettirilmek üzere öne çıkarılmaktadır.
Son yıllardaki siyasal gelişmeler bütün ülkelerin başındaki
yöneticileri giderek otoriter bir konuma getirirken, ülke
yöneticilerinin bir Sezaro-Papizm
uygulaması arayışı içine girdikleri
açıktır. Çeyrek asırlık Rus diktatörlüğünün
Doğu Avrupa, Kafkasya ve Kuzey Asya’yı sınırları içine katması
yetmiyormuş gibi, bir de Orta Doğu toprakları üzerinde hak ileri sürmeye
kalkışması, çok ciddi bir emperyalist tavır olarak dünya gündemine gelmektedir.
Özellikle Orta Doğu bölgesinde sıcak çatışmaların devreye girmesinden sonra,
kuzeydeki emperyalist güç olarak Rusya güneye inmeye çalışmış ve tarihteki Rus
kızıl elması olarak, sıcak denizlerde Rus gemileri dolaşmaya başlamıştır. Rus
diktatörü bugünün Sezarı konumuna
gelmişken bir de inançlar üzerinden babacılık yapmaya çalışması ve bu doğrultuda
bir Papizmi, Orta Doğu bölgesine doğru geliştirerek, din üzerinden bir
hegemonya planını bölgesel proje görünümünde kamu oyuna kabul ettirmeye
çalışması, tarihsel olayları iyi bilen kesimler tarafından günümüzde ciddi kuşku ile karşılanmaktadır.
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder