Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
NURAY BAŞARAN
NGAZETE.COM
Hatay meselesi, Türkiye’nin bağımsızlığı sürecinde savaşmadan, diplomasi ile topraklarına kattığı önemli bir kazanımdır.
Malum jeopolitik ve jeopolitiği okumak, ülkelerin kaderlerini değiştirir. Evet coğrafya bir kaderdir ülkeler için…Bugün bu gerçek artık çok iyi bilinmektedir. O döneme bugün baktığımızda, Hatay’ı Türkiye’nin almasının Avrupa’daki konjonktürün sonucu olduğu apaçık ortadadır.
Çünkü bu gözle bakınca bugün görülmektedir ki, Osmanlı yıkılırken Lübnan ve Suriye’yi kendi hegemonyasına bağlayan Fransa, Hitler Almanya’sına karşı Türkiye’yi savaşa sokmak için Hatay’ı bize vermiştir.
Ki Hatay savaşmadan diplomasiyle topraklarımıza kattığımız ve şimdi de stratejik önemi çok büyük olan bölgedeki önemli ilimizdir.
Ve o konjonktürde, o gün, o diplomaside kilit rolü oynayanlar Gaziantep Musevi Türkleridir.
Tayfur Sökmenoğlu ve Ailesi, Hasan Celal Güzel, Barlaslar, Göğüşler.. bunlar Gaziantep’in Musevi Türk Aileleridir. O dönemde gelecekte bölgede İsrail’in kurulmasından sonra Ortadoğu’nun dizaynı için Hatay’a hem giriyorlar, hem de örgütlüyorlar. Hatay’ın örgütlenmesinde Gaziantep Musevi Türklerinin özel rolü var.
Onların organizasyonu ile Hatay önce devlet oluyor, sonra aşamalı olarak Türkiye’ye katılıyor. İsmet İnönü de, o dönem sonuna kadar Hitler Almanya’sına karşı savaşa girebileceklerini söylese de, o dönem Fransızları bir nevi oyalıyor. Ve Fransa o dönemde, orada yalnız kalıyor. İngilizleri yanlarına alsalardı belki olabilirdi ama o dönem İngilizler de bu konuda yan çiziyor. Bu doğrultuda Hatay meselesi çözülüyor.
Hatay, Osmanlı döneminde Halep ile tek bir eyalet. O dönemde Hatay, Halep eyaletine bağlı. Bu çerçevede Hatay ve Halep’te yaşayan ailelerin yarısından fazlası birbiriyle akraba. Bu akrabalık, bayram günlerinde sınırlar açılarak kutlanmaktadır. Böylece Osmanlı’dan gelme bu beraberlik, hala bugün sürdürülmektedir. Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması, Halep Türkmenlerinden kopmasını değil, aksine ortak bir birlik ve gelecek arayışını gündeme getirmiştir.
Bu noktada Orta Doğu’nun sınırları çizilirken, 1. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında 2. Dünya Savaşı’nın çıkması ve o noktada saldırgan bir Almanya faktörünün çıkması -İtalya ile beraber- ki, İtalya da Akdeniz’den saldırıyor. Bu saldırganlıklar karşısında Hatay’ın Türkiye ile bütünleşmesine, dünyanın büyük devletleri açıktan karşı çıkamamışlardır. Ve o doğrultuda Hatay, Türkiye ile bütünleşmiştir.
Ama Suriye bunu bir türlü kabullenememiştir. Çünkü Suriye’nin esas sınırları içinde Hatay hep gösterilmiştir. Bugün de Hatay’ın Suriye haritalarında, Suriye içinde gösterildiği sır değildir. İşte bundan yararlanan belirli çevreler- özellikle Suriye’yi parçalamak Türkiye’yi bölmek isteyen- çevreler, Türkiye’yi Halep Savaşı’na doğru sürüklemekte ve bu doğrultuda da Hatay, Halep ile birlikte gündeme getirerek , eskiden çözülmüş Hatay’ı sorunmuş gibi gösterilmektedir. Böylece bugün bölge haritası yeniden çizilirken, Kuzey Suriye’de bir Hatay-Halep birlikteliği yaratılmak istenmektedir.
Suriye Devleti zaten ortadan kalkarken, Kuzey Suriye’de böyle bir birlikteliğin oluşması Türkiye’nin Mısak-ı Milli sınırlarının bozmaktadır. Sorun bununla da kalmayıp, Türkiye’yi kendiliğinden bir Arap ülkesi olan Suriye ile karşı karşıya bırakmaktadır. Ortadoğu keşmekeşinde , Türkler ve Arapların savaşın karşı cephesi durumuna gelmesine zemin hazırlamaktadır. Türk basınında da zaman zaman Halep’teki Türkmenler dile getirilmektedir. Ve Hatay’daki Türkmenlerle akrabalıkları işlenmektedir. Ve önümüzdeki dönemde , bu iki vilayetin tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi tek bir eyalet olması tartışılmaktadır.
Bu çerçevede; Türkiye eğer İsrail ve Amerika’nın zorlamalarıyla Kuzey Suriye’de savaşa tam olarak girerse, (ki şu anda yarı yarıya girmiş vaziyetteyiz) TAM olarak girerse, sonunda bölge yeniden çizilirken, Hatay’ın tekrar Halep ile birlikte Arap Bölgesi’nde kalabileceği olasılığı görülmektedir.
Bu çerçevede Türkiye gelecekte Halep’i kurtarayım derken, Hatay’ı elinden kaçıracaktır. Yani Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olacaktır. Ve böylesine bir hatalı süreç içerisinde, Türkiye-Suriye ile birlikte bölünme sürecine girebilecektir. O nedenle, şu aşamadaki acil konu: Bu coğrafyadaki milli sınırların- Misak-ı Milli sınırlarının- korunması ve kesinlikle gelecekte Hatay’ı tartışma konusu yapabilecek Halep macerasına Türkiye’nin sürüklenmemesi gerekmektedir.
Kaynak: AL HALEP’İ VER HATAY’I… - Nuray Başaran
FIRAT’IN DOĞUSU KAFKASYA'YA UZANMAMALI
NGAZETE.COM
Hatay meselesi, Türkiye’nin bağımsızlığı sürecinde savaşmadan, diplomasi ile topraklarına kattığı önemli bir kazanımdır.
Malum jeopolitik ve jeopolitiği okumak, ülkelerin kaderlerini değiştirir. Evet coğrafya bir kaderdir ülkeler için…Bugün bu gerçek artık çok iyi bilinmektedir. O döneme bugün baktığımızda, Hatay’ı Türkiye’nin almasının Avrupa’daki konjonktürün sonucu olduğu apaçık ortadadır.
Çünkü bu gözle bakınca bugün görülmektedir ki, Osmanlı yıkılırken Lübnan ve Suriye’yi kendi hegemonyasına bağlayan Fransa, Hitler Almanya’sına karşı Türkiye’yi savaşa sokmak için Hatay’ı bize vermiştir.
Ki Hatay savaşmadan diplomasiyle topraklarımıza kattığımız ve şimdi de stratejik önemi çok büyük olan bölgedeki önemli ilimizdir.
Ve o konjonktürde, o gün, o diplomaside kilit rolü oynayanlar Gaziantep Musevi Türkleridir.
Tayfur Sökmenoğlu ve Ailesi, Hasan Celal Güzel, Barlaslar, Göğüşler.. bunlar Gaziantep’in Musevi Türk Aileleridir. O dönemde gelecekte bölgede İsrail’in kurulmasından sonra Ortadoğu’nun dizaynı için Hatay’a hem giriyorlar, hem de örgütlüyorlar. Hatay’ın örgütlenmesinde Gaziantep Musevi Türklerinin özel rolü var.
Onların organizasyonu ile Hatay önce devlet oluyor, sonra aşamalı olarak Türkiye’ye katılıyor. İsmet İnönü de, o dönem sonuna kadar Hitler Almanya’sına karşı savaşa girebileceklerini söylese de, o dönem Fransızları bir nevi oyalıyor. Ve Fransa o dönemde, orada yalnız kalıyor. İngilizleri yanlarına alsalardı belki olabilirdi ama o dönem İngilizler de bu konuda yan çiziyor. Bu doğrultuda Hatay meselesi çözülüyor.
Hatay, Osmanlı döneminde Halep ile tek bir eyalet. O dönemde Hatay, Halep eyaletine bağlı. Bu çerçevede Hatay ve Halep’te yaşayan ailelerin yarısından fazlası birbiriyle akraba. Bu akrabalık, bayram günlerinde sınırlar açılarak kutlanmaktadır. Böylece Osmanlı’dan gelme bu beraberlik, hala bugün sürdürülmektedir. Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması, Halep Türkmenlerinden kopmasını değil, aksine ortak bir birlik ve gelecek arayışını gündeme getirmiştir.
Bu noktada Orta Doğu’nun sınırları çizilirken, 1. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında 2. Dünya Savaşı’nın çıkması ve o noktada saldırgan bir Almanya faktörünün çıkması -İtalya ile beraber- ki, İtalya da Akdeniz’den saldırıyor. Bu saldırganlıklar karşısında Hatay’ın Türkiye ile bütünleşmesine, dünyanın büyük devletleri açıktan karşı çıkamamışlardır. Ve o doğrultuda Hatay, Türkiye ile bütünleşmiştir.
Ama Suriye bunu bir türlü kabullenememiştir. Çünkü Suriye’nin esas sınırları içinde Hatay hep gösterilmiştir. Bugün de Hatay’ın Suriye haritalarında, Suriye içinde gösterildiği sır değildir. İşte bundan yararlanan belirli çevreler- özellikle Suriye’yi parçalamak Türkiye’yi bölmek isteyen- çevreler, Türkiye’yi Halep Savaşı’na doğru sürüklemekte ve bu doğrultuda da Hatay, Halep ile birlikte gündeme getirerek , eskiden çözülmüş Hatay’ı sorunmuş gibi gösterilmektedir. Böylece bugün bölge haritası yeniden çizilirken, Kuzey Suriye’de bir Hatay-Halep birlikteliği yaratılmak istenmektedir.
Suriye Devleti zaten ortadan kalkarken, Kuzey Suriye’de böyle bir birlikteliğin oluşması Türkiye’nin Mısak-ı Milli sınırlarının bozmaktadır. Sorun bununla da kalmayıp, Türkiye’yi kendiliğinden bir Arap ülkesi olan Suriye ile karşı karşıya bırakmaktadır. Ortadoğu keşmekeşinde , Türkler ve Arapların savaşın karşı cephesi durumuna gelmesine zemin hazırlamaktadır. Türk basınında da zaman zaman Halep’teki Türkmenler dile getirilmektedir. Ve Hatay’daki Türkmenlerle akrabalıkları işlenmektedir. Ve önümüzdeki dönemde , bu iki vilayetin tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi tek bir eyalet olması tartışılmaktadır.
Bu çerçevede; Türkiye eğer İsrail ve Amerika’nın zorlamalarıyla Kuzey Suriye’de savaşa tam olarak girerse, (ki şu anda yarı yarıya girmiş vaziyetteyiz) TAM olarak girerse, sonunda bölge yeniden çizilirken, Hatay’ın tekrar Halep ile birlikte Arap Bölgesi’nde kalabileceği olasılığı görülmektedir.
Bu çerçevede Türkiye gelecekte Halep’i kurtarayım derken, Hatay’ı elinden kaçıracaktır. Yani Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olacaktır. Ve böylesine bir hatalı süreç içerisinde, Türkiye-Suriye ile birlikte bölünme sürecine girebilecektir. O nedenle, şu aşamadaki acil konu: Bu coğrafyadaki milli sınırların- Misak-ı Milli sınırlarının- korunması ve kesinlikle gelecekte Hatay’ı tartışma konusu yapabilecek Halep macerasına Türkiye’nin sürüklenmemesi gerekmektedir.
Kaynak: AL HALEP’İ VER HATAY’I… - Nuray Başaran
FIRAT’IN DOĞUSU KAFKASYA'YA UZANMAMALI
Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
Son yıllarda Orta Doğu’da en çok konuşulan bölgenin adı : Fırat’ın Doğusu!
Hem de bölgedeki bütün savaşlar sanki orada oluyormuş gibi gündemimizde. Oysa bu bölgede savaş olmamasına rağmen…
Peki ama neden?
Sanırım var olan savaş süreci , Fırat’ın doğusu üzerinden geleceğe dönük tırmandırılmaya çalışılıyor.
Peki Fırat’ın Doğusu neresi?
Fırat’ın Doğu’su dediğimiz zaman ( haritaya baktığımızda ), karşımıza çıkan bölge Kuzey Irak’tır. Kuzey Irak ise, yıllardır Irak Savaşı sonrasında merkezi yapı çöktüğü içindir ki , bağımsız bir Kürdistan’ın örgütlenilmeye çalışıldığı topraklardır.
Bugüne kadar (kurulması için çok çaba sarf edilen) emperyalizmin ve siyonizmin elbirliği ile ortaya çıkarılmaya çalışıldığı bir Kürdistan projesini bir türlü istendiği gibi kurulamadığı için , bir hayal olmaktan öte gidememiştir. Ama bu davadan vazgeçmemek üzere, emperyalist ve Siyonistler yine Kürdistan’ı oluşturmak için hiç bu amaçtan dönmemiş ve şimdi Kuzey Irak Kürdistan’ının önünü açmak üzere, Fırat’ın Doğusu kavramını gündeme getirmişlerdir. Ve Fırat’ın batısındaki savaş sürecini , Fırat’ın doğusuna aktarmak için İran’ın Irak’taki hakimiyetinin önünü kesecek şekilde, Kuzey Irak’taki Kürdistan projesine devam ettiklerini görmekteyiz. Bu nedenle de, Kuzey Irak’taki sorunu sürekli tekrar ederek savaşı yavaş yavaş Kuzey ırak üzerinden İran’a ve İran üzerinden de Kafkasya’ya doğru yönlendirmeye çalıştıklarını da artık net görmekteyiz.
Görünen resimde Irak devleti , son yıllarda toparlanma çabalarına girmesine rağmen bunu gerçekleştiremedi. Bu nedenle de merkezi gücünü yeniden oluşturamadığı için, giderek İran’ın hegamonyasına doğru sürüklendi. İran ise, şii devlet modeliyle, Orta Doğu’daki bütün Şii topluluklara yönelik emperyal yönelişe kalkıştı. Bu noktada İran, Irak’ın da Şii nüfusunun fazla olması nedeniyle , Irak’ın 3’ te 2’ sinde hakimiyeti ele geçirdi. Irak’ın 3 ‘te 2 ‘sinde İran fiili hegamonyayı ele geçirdi. Böylece bu bölgedeki batı güçlerini, başta Amerika ve İsrail’i çok rahatsız etti. Bu nedenle savaşı yeniden Kuzey Irak’a taşıyarak İran’ın önünü kesmeye çalışam emperyalim ve Siyonizm işbirliği, Fırat’ın Doğu’sundan askeri birliklerini yeniden Kuzey Irak’a taşıdı. Şimdi bu bölgeye Kürdistan olmadan önce, İran’a yönelik savaşın bir ön cephesi haline getiriliyor dersek yanlış olmaz.
İran da bunu gördüğü için; Lübnan, Yemen gibi Şii nüfusa sahip bölgelerdeki gücünü, bir Şii dayanışmasıyla Kuzey Irak’a getirdi. Böylece İran , Orta Doğu’daki Sunni yapı üzerinden bir İran karşıtlığını kendi ülkesine tehlike yaratacak bir cephe oluşumunun önünü kesmeye çalışmaktadır.
Yeni dünya düzeni projelerine baktığımız zaman,; İran’ın 5’e bölündüğünü, Kafkasya Bölgesi’nin Rusya’nın elinden alındığını, Kuzey Kafksya’da Rusya’ya karşı bir Çerkezistan bağımsızlık savaşı hazırlandığı görülüyor. Bu doğrultuda Hristiyan- Rusya ‘ya karşı Kafkas Müslümanlarının harekete geçiriliyor. Ayrıca Rusya’nın Kırım’ı işgalini tanımayan Amerika ve Avrupa Devletlerinin, Kafkasya’da Abazya, Osetya Gürcistan gibi Hristiyan devletlerle, batı yakından ilgilendiği içindir ki Kafkas Müslümanları boşlukta kalmaktadır. ABD ve İsrail ikilisi de, bir Müslüman yeni devlet olarak, Kuzey Kafkasya’da bağımsız Çerkezistan’ı örgütlemeye çalışmaktadır.
Bu çerçevede Fırat’ın Doğu’sundan, Irak’ın Kuzeyi’nden, İran’ın Kuzeyi’ne –Kuzeybatı’sına yönelebilecektir. Bunun sonucunsa askeri hareketlerin tamamı , Kafkasya’ da bugün var olan siyasi düzeni ve haritayı ortadan kaldırabilecektir.
Böyle bir durum beraberinde, savaş ortamını genişletir. Bunun içindir ki , çok büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunduğu Kafkas ve Hazar bölgeleri emperyal güçler arasında savaş alanına dönüşecektir. Böylece Kafkasya üzerinden, Arap dünyasındaki sıcak savaş Türk dünyasına taşınabilir.
Türkiye, doğu komşusu olan İran’la ve Kuzey komşusu olan Rusya ile batı emperyalizmine ve siyonizme karşı ortak bir işbrliğine girmiştir. Bu aşamada eğer gerekli önlemleri almazsa, emperyalizm ve Siyonizmin oyununa alet olarak ittifak içine sürüklendiği iki büyük ülke İran ve Rusya ile sıcak savaşa girmek zorunda kalmaktadır.
Kafkas Müslümanlarını kışkırtan emperyalizm, siyonizmin desteği ile Ürdün’deki Çerkezleri de yeniden Kafkasya’ya taşımak istemektedir. Böylece Kafkasya’daki Müslüman nüfusu arttırmak Rusya’nın önünü kesmek gibi planları da düşündüğü ortaya çıkmaktadır.
Türkiye bu aşamada, Azerbaycan’ı da yanına alarak, Rusya ve İran ile kurmuş olduğu Astana dayanışmasını son Tahran zirvesinde görüldüğü gibi, en üst seviyede sürdürmeliyiz. Ve buradan bir bölgesel güvenlik yapılanması ortaya çıkarılabiir.
Aksi takdirde Fırat’ın Doğu’su; manevraları devam edecektir. Kuzey Suriye’den Kuze Irak’a , Kuzey Irak’tan İran’ın Kuzey Batısına ve Rusya’nın güney sınırlarına sıcak savaş taşınırken ; Türkiye ‘de buna alet olarak komşularıyla savaşa girmek zorunda kalacaktır. Ve savaş sonrasında harita yeniden çizilirken, Türkiye’de parçalanma tehdidiyle karşı karşıya kalacaktır.
Kaynak: FIRAT’IN DOĞUSU KAFKASYA'YA UZANMAMALI - Nuray Başaran
YPG TÜRKİSTAN’A GİRMEMELİ !
NURAY BAŞARAN
NGAZETE.COMSon yıllarda Orta Doğu’da en çok konuşulan bölgenin adı : Fırat’ın Doğusu!
Hem de bölgedeki bütün savaşlar sanki orada oluyormuş gibi gündemimizde. Oysa bu bölgede savaş olmamasına rağmen…
Peki ama neden?
Sanırım var olan savaş süreci , Fırat’ın doğusu üzerinden geleceğe dönük tırmandırılmaya çalışılıyor.
Peki Fırat’ın Doğusu neresi?
Fırat’ın Doğu’su dediğimiz zaman ( haritaya baktığımızda ), karşımıza çıkan bölge Kuzey Irak’tır. Kuzey Irak ise, yıllardır Irak Savaşı sonrasında merkezi yapı çöktüğü içindir ki , bağımsız bir Kürdistan’ın örgütlenilmeye çalışıldığı topraklardır.
Bugüne kadar (kurulması için çok çaba sarf edilen) emperyalizmin ve siyonizmin elbirliği ile ortaya çıkarılmaya çalışıldığı bir Kürdistan projesini bir türlü istendiği gibi kurulamadığı için , bir hayal olmaktan öte gidememiştir. Ama bu davadan vazgeçmemek üzere, emperyalist ve Siyonistler yine Kürdistan’ı oluşturmak için hiç bu amaçtan dönmemiş ve şimdi Kuzey Irak Kürdistan’ının önünü açmak üzere, Fırat’ın Doğusu kavramını gündeme getirmişlerdir. Ve Fırat’ın batısındaki savaş sürecini , Fırat’ın doğusuna aktarmak için İran’ın Irak’taki hakimiyetinin önünü kesecek şekilde, Kuzey Irak’taki Kürdistan projesine devam ettiklerini görmekteyiz. Bu nedenle de, Kuzey Irak’taki sorunu sürekli tekrar ederek savaşı yavaş yavaş Kuzey ırak üzerinden İran’a ve İran üzerinden de Kafkasya’ya doğru yönlendirmeye çalıştıklarını da artık net görmekteyiz.
Görünen resimde Irak devleti , son yıllarda toparlanma çabalarına girmesine rağmen bunu gerçekleştiremedi. Bu nedenle de merkezi gücünü yeniden oluşturamadığı için, giderek İran’ın hegamonyasına doğru sürüklendi. İran ise, şii devlet modeliyle, Orta Doğu’daki bütün Şii topluluklara yönelik emperyal yönelişe kalkıştı. Bu noktada İran, Irak’ın da Şii nüfusunun fazla olması nedeniyle , Irak’ın 3’ te 2’ sinde hakimiyeti ele geçirdi. Irak’ın 3 ‘te 2 ‘sinde İran fiili hegamonyayı ele geçirdi. Böylece bu bölgedeki batı güçlerini, başta Amerika ve İsrail’i çok rahatsız etti. Bu nedenle savaşı yeniden Kuzey Irak’a taşıyarak İran’ın önünü kesmeye çalışam emperyalim ve Siyonizm işbirliği, Fırat’ın Doğu’sundan askeri birliklerini yeniden Kuzey Irak’a taşıdı. Şimdi bu bölgeye Kürdistan olmadan önce, İran’a yönelik savaşın bir ön cephesi haline getiriliyor dersek yanlış olmaz.
İran da bunu gördüğü için; Lübnan, Yemen gibi Şii nüfusa sahip bölgelerdeki gücünü, bir Şii dayanışmasıyla Kuzey Irak’a getirdi. Böylece İran , Orta Doğu’daki Sunni yapı üzerinden bir İran karşıtlığını kendi ülkesine tehlike yaratacak bir cephe oluşumunun önünü kesmeye çalışmaktadır.
Yeni dünya düzeni projelerine baktığımız zaman,; İran’ın 5’e bölündüğünü, Kafkasya Bölgesi’nin Rusya’nın elinden alındığını, Kuzey Kafksya’da Rusya’ya karşı bir Çerkezistan bağımsızlık savaşı hazırlandığı görülüyor. Bu doğrultuda Hristiyan- Rusya ‘ya karşı Kafkas Müslümanlarının harekete geçiriliyor. Ayrıca Rusya’nın Kırım’ı işgalini tanımayan Amerika ve Avrupa Devletlerinin, Kafkasya’da Abazya, Osetya Gürcistan gibi Hristiyan devletlerle, batı yakından ilgilendiği içindir ki Kafkas Müslümanları boşlukta kalmaktadır. ABD ve İsrail ikilisi de, bir Müslüman yeni devlet olarak, Kuzey Kafkasya’da bağımsız Çerkezistan’ı örgütlemeye çalışmaktadır.
Bu çerçevede Fırat’ın Doğu’sundan, Irak’ın Kuzeyi’nden, İran’ın Kuzeyi’ne –Kuzeybatı’sına yönelebilecektir. Bunun sonucunsa askeri hareketlerin tamamı , Kafkasya’ da bugün var olan siyasi düzeni ve haritayı ortadan kaldırabilecektir.
Böyle bir durum beraberinde, savaş ortamını genişletir. Bunun içindir ki , çok büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunduğu Kafkas ve Hazar bölgeleri emperyal güçler arasında savaş alanına dönüşecektir. Böylece Kafkasya üzerinden, Arap dünyasındaki sıcak savaş Türk dünyasına taşınabilir.
Türkiye, doğu komşusu olan İran’la ve Kuzey komşusu olan Rusya ile batı emperyalizmine ve siyonizme karşı ortak bir işbrliğine girmiştir. Bu aşamada eğer gerekli önlemleri almazsa, emperyalizm ve Siyonizmin oyununa alet olarak ittifak içine sürüklendiği iki büyük ülke İran ve Rusya ile sıcak savaşa girmek zorunda kalmaktadır.
Kafkas Müslümanlarını kışkırtan emperyalizm, siyonizmin desteği ile Ürdün’deki Çerkezleri de yeniden Kafkasya’ya taşımak istemektedir. Böylece Kafkasya’daki Müslüman nüfusu arttırmak Rusya’nın önünü kesmek gibi planları da düşündüğü ortaya çıkmaktadır.
Türkiye bu aşamada, Azerbaycan’ı da yanına alarak, Rusya ve İran ile kurmuş olduğu Astana dayanışmasını son Tahran zirvesinde görüldüğü gibi, en üst seviyede sürdürmeliyiz. Ve buradan bir bölgesel güvenlik yapılanması ortaya çıkarılabiir.
Aksi takdirde Fırat’ın Doğu’su; manevraları devam edecektir. Kuzey Suriye’den Kuze Irak’a , Kuzey Irak’tan İran’ın Kuzey Batısına ve Rusya’nın güney sınırlarına sıcak savaş taşınırken ; Türkiye ‘de buna alet olarak komşularıyla savaşa girmek zorunda kalacaktır. Ve savaş sonrasında harita yeniden çizilirken, Türkiye’de parçalanma tehdidiyle karşı karşıya kalacaktır.
Kaynak: FIRAT’IN DOĞUSU KAFKASYA'YA UZANMAMALI - Nuray Başaran
YPG TÜRKİSTAN’A GİRMEMELİ !
Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
Ya da Türkistan’a girmesi önlenmeli!!!
Soçi Zirvesi ve son gelişmeler bölgede barışın yanı sıra, dikkat ve hız gerektiriyor. Elbette zirvede alınan kararlar çok önemli ve bunlara perde arkası bilgileri ile değineceğim.
Ancak hem Akdeniz’deki hareketlilik hem de ABD’nin bölgede yığdığı silahlar, doğrusunu isterseniz şimdi her zamankinden daha dikkat gerektiriyor. Kaldı ki buna dün itibarıyla Rus uçağının düşürülmesi de eklenmiş durumda..
Önce ABD’nin bölgeye yığdığı binlerce tır silahtan başlayalım. 1000 tır silah ancak ve ancak Çin ile olan savaşın arka cephesini oluşturmak olarak açıklanabilir diye düşünüyorum.
Geçen hafta gazetelere düşen 500 uçak, 17 bin tır dolusu silah, bugünlerde Amerika’nın silah şirketleri tarafından Amerika’ya teslim ediliyor. Bu silahların parası da, Sunni dayanışmanın patronu olan Suudi Arabistan’a ödetiliyor.
Bu bir 3. Dünya savaşı planı değildir de nedir?
Neden?
Hiçbir Emperyal ülke, bu kadar büyük bir silah potansiyelini durduk yerde oluşturmaz. Ya da dünyanın bir başka yerine taşımaz. Ya da böyle bir organizasyona girerek savaş coğrafyasında bu silahları savaş alanında dağıtmaz da ondan...
Artık herkes herkesi biliyor. Çok büyük savaş planı var. Ki bu kadar silah bu bölgeye gidiyor. Basına yansıyan gelişmeler ve siyasi tartışmalar da aslında bugün İdlib’de katı bir şekilde sürdürülen savaşın, Orta Doğu’nun kuzeyinden Orta Asya’ ya doğru taşınmaya çalışıldığını gösteriyor.
Neden?
Bugün dünya hegamonyasının peşinde koşan Amerika, en büyük rakibi olan Çin’in Pasifikte önünü kesemiyor. Durum böyle olunca da Amerika, Ortadoğu’da İsrail üzerinden kurmak istediği yeni hegemonya düzenini tehdit etmeye başlayan Çin’in önünü kesmek üzere, Orta Doğu Savaşı’nı Orta Asya’ya taşımaya çalışıyor.
Amerika ve Çin çekişmesinin ana üssü ise Pakistan olarak karşımıza çıkıyor. Jeopolitik mecburiyetlerden dolayı bugün, Orta Asya’da Amerika Pakistan’ı askeri yardımlarla kontrol altına almaya çalışıyor. Buna karşılık Çin de ekonomik yardımlarla Pakistan’a destek oluyor. Afganistan ise, Pakistan üzerinden Çin, ( Orta Asya’dan) Orta Doğu’ya inmeye çalışıyor. Yeni İpek yolu güzergahı Çin’i Orta Asya üzerinden Orta Doğu’ya bağlama noktasına geldiği aşamada ise, Amerikan emperyalizmi bunu önlemek için bu kez Türkistan’ı kullanmayı hedefliyor. Ki bu bağlantıyı Türkmenistan sınırları içerisinde, Orta Asya’nın doğusunda yer alan doğu Türkistan sınırları içerisinde Çin’e karşı bir ayaklanma hareketini örgütleyerek kesmeye çalıştığı görülüyor.
Bu çerçevede özellikle Uygurların bağımsızlık savaşını, Doğu Türkistan’ı Çin’in kontrolünden koparmak için destekliyor. Bu doğrultuda Uygur bağımsızlık savaşı, Çin’in siyasi düzenini çökertmek üzere terörist bir yapılamaya dönüştürülmek isteniyor. Ve Çin’i parçalamaya dönük olarak kullanılmak isteniyor.
Amerika Çin’i Pasifik’te yenemediği noktada, Çin’in ekonomik olarak dünyaya açılmasını önlemek istiyor. Yeni İpek Yolu ile Çin’in Asya- Avrupa ve Afrika kıtalarını kendisine bağlamasını önlemek üzere, Doğu Türkistan’da bir siyasi kalkışma hareketi örgütlemek ve buradan kaynaklanacak bir terör savaşını Çin’in iç bölgelerine taşımaya yöneldiği görülüyor.
Bu çerçevede de YPG’yi Amerika, özelikle Çin’in Orta Doğu ve Akdeniz’e yönelmesini önlemek ve bu doğrultuda savaşı Orta Asya’ ya yaymak için kullanmak istemektedir. Bunun içindir ki, binlerce silahı YPG’ye vermektedir. Ancak sorun şudur ki Amerikan ordusu, Çin ile savaşacak kadar askere sahip değildir. Bu nedenle de Amerika ve İsrail ikilisi, Doğu Türkistan’da Çin ile savaşacak bir öncü güç olarak PKK- PYD- YPG bütünleşmesinden oluşan bir Peşmerge ordusunu Orta Asya ve Doğu Türkistan’a yönelik olarak hazırlamaktadır.
Sonuç:
Eğer Amerika’nın bu operasyonu önlenemezse; 3. Dünya Savaşının Orta Doğu üzerinden, Orta Asya’ya açılan çizgide gelişmesi önlenemeyecektir.
Kaynak: YPG TÜRKİSTAN’A GİRMEMELİ ! - Nuray Başaran
ÇİN’İN AVUSTURALYA’YI İŞGALİ ÖNLENMELİ
NURAY BAŞARAN
NGAZETE.COMYa da Türkistan’a girmesi önlenmeli!!!
Soçi Zirvesi ve son gelişmeler bölgede barışın yanı sıra, dikkat ve hız gerektiriyor. Elbette zirvede alınan kararlar çok önemli ve bunlara perde arkası bilgileri ile değineceğim.
Ancak hem Akdeniz’deki hareketlilik hem de ABD’nin bölgede yığdığı silahlar, doğrusunu isterseniz şimdi her zamankinden daha dikkat gerektiriyor. Kaldı ki buna dün itibarıyla Rus uçağının düşürülmesi de eklenmiş durumda..
Önce ABD’nin bölgeye yığdığı binlerce tır silahtan başlayalım. 1000 tır silah ancak ve ancak Çin ile olan savaşın arka cephesini oluşturmak olarak açıklanabilir diye düşünüyorum.
Geçen hafta gazetelere düşen 500 uçak, 17 bin tır dolusu silah, bugünlerde Amerika’nın silah şirketleri tarafından Amerika’ya teslim ediliyor. Bu silahların parası da, Sunni dayanışmanın patronu olan Suudi Arabistan’a ödetiliyor.
Bu bir 3. Dünya savaşı planı değildir de nedir?
Neden?
Hiçbir Emperyal ülke, bu kadar büyük bir silah potansiyelini durduk yerde oluşturmaz. Ya da dünyanın bir başka yerine taşımaz. Ya da böyle bir organizasyona girerek savaş coğrafyasında bu silahları savaş alanında dağıtmaz da ondan...
Artık herkes herkesi biliyor. Çok büyük savaş planı var. Ki bu kadar silah bu bölgeye gidiyor. Basına yansıyan gelişmeler ve siyasi tartışmalar da aslında bugün İdlib’de katı bir şekilde sürdürülen savaşın, Orta Doğu’nun kuzeyinden Orta Asya’ ya doğru taşınmaya çalışıldığını gösteriyor.
Neden?
Bugün dünya hegamonyasının peşinde koşan Amerika, en büyük rakibi olan Çin’in Pasifikte önünü kesemiyor. Durum böyle olunca da Amerika, Ortadoğu’da İsrail üzerinden kurmak istediği yeni hegemonya düzenini tehdit etmeye başlayan Çin’in önünü kesmek üzere, Orta Doğu Savaşı’nı Orta Asya’ya taşımaya çalışıyor.
Amerika ve Çin çekişmesinin ana üssü ise Pakistan olarak karşımıza çıkıyor. Jeopolitik mecburiyetlerden dolayı bugün, Orta Asya’da Amerika Pakistan’ı askeri yardımlarla kontrol altına almaya çalışıyor. Buna karşılık Çin de ekonomik yardımlarla Pakistan’a destek oluyor. Afganistan ise, Pakistan üzerinden Çin, ( Orta Asya’dan) Orta Doğu’ya inmeye çalışıyor. Yeni İpek yolu güzergahı Çin’i Orta Asya üzerinden Orta Doğu’ya bağlama noktasına geldiği aşamada ise, Amerikan emperyalizmi bunu önlemek için bu kez Türkistan’ı kullanmayı hedefliyor. Ki bu bağlantıyı Türkmenistan sınırları içerisinde, Orta Asya’nın doğusunda yer alan doğu Türkistan sınırları içerisinde Çin’e karşı bir ayaklanma hareketini örgütleyerek kesmeye çalıştığı görülüyor.
Bu çerçevede özellikle Uygurların bağımsızlık savaşını, Doğu Türkistan’ı Çin’in kontrolünden koparmak için destekliyor. Bu doğrultuda Uygur bağımsızlık savaşı, Çin’in siyasi düzenini çökertmek üzere terörist bir yapılamaya dönüştürülmek isteniyor. Ve Çin’i parçalamaya dönük olarak kullanılmak isteniyor.
Amerika Çin’i Pasifik’te yenemediği noktada, Çin’in ekonomik olarak dünyaya açılmasını önlemek istiyor. Yeni İpek Yolu ile Çin’in Asya- Avrupa ve Afrika kıtalarını kendisine bağlamasını önlemek üzere, Doğu Türkistan’da bir siyasi kalkışma hareketi örgütlemek ve buradan kaynaklanacak bir terör savaşını Çin’in iç bölgelerine taşımaya yöneldiği görülüyor.
Bu çerçevede de YPG’yi Amerika, özelikle Çin’in Orta Doğu ve Akdeniz’e yönelmesini önlemek ve bu doğrultuda savaşı Orta Asya’ ya yaymak için kullanmak istemektedir. Bunun içindir ki, binlerce silahı YPG’ye vermektedir. Ancak sorun şudur ki Amerikan ordusu, Çin ile savaşacak kadar askere sahip değildir. Bu nedenle de Amerika ve İsrail ikilisi, Doğu Türkistan’da Çin ile savaşacak bir öncü güç olarak PKK- PYD- YPG bütünleşmesinden oluşan bir Peşmerge ordusunu Orta Asya ve Doğu Türkistan’a yönelik olarak hazırlamaktadır.
Sonuç:
Eğer Amerika’nın bu operasyonu önlenemezse; 3. Dünya Savaşının Orta Doğu üzerinden, Orta Asya’ya açılan çizgide gelişmesi önlenemeyecektir.
Kaynak: YPG TÜRKİSTAN’A GİRMEMELİ ! - Nuray Başaran
ÇİN’İN AVUSTURALYA’YI İŞGALİ ÖNLENMELİ
Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
Ya da Çin Avusturalya’yı işgal etmemeli .
Neden?
Bu cümle ile başladım. Çünkü tüm dünyanın gözleri Orta Doğu ve buradan çıkabilecek bir 3. Dünya Savaşı’na kilitlemişken aslında başka bölgelerde de aynı riskler artık netleşiyor.
Bu gelişmeleri görebilmenin yolu, tarih ve jeopolitik bilimi ve o bilimleri iyi okumaktan geçiyor. Bu çerçevede olayları değerlendirip okuduğunuzda , Orta Doğu gibi görünen risk ve bu bölgedeki dengelerin aslında nereden ses verip, nerelerde bir 3. Dünya savaşını tetikleyebileceği de açıkça görülebilir.
Bu konuda kısaca yakın tarihe bakarak değerlendirmede bulunmak doğru olur.
2. Dünya Savaşındaki süreçte Amerika, dünya hakimiyetine soyunduğunda , Japonya buna karşı çıkarak Pasifikte ABD’ye karşı öne geçmek için Avusturalya’ yı işgal etmeyi planladı. Ancak bu doğrultuda çalışmaları devam ederken, birden Hawaii adalarında bombalar patladı. Ve bir Japon saldırısı gündeme geldi. Hawaii saldırısından sonra , ABD bunun karşılığını vermek zorunda kaldı ve 2.Dünya Savaşını sona erdiren iki büyük atom bombası Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atıldı.
İnsanın atom bombasıyla tanışmasını sağlayan bu gerilim sürecinde de Japonya geri çekilmek zorunda kaldı. Çünkü ABD atom bombalarıyla 2. Dünya Savaşını kazandı.
Bugün Japonya ve Almanya 2. Dünya savaşının mağlupları olarak ABD’nin kontrolünde yaşamaktadır. 2. Dünya Savaşı sürecinde Pasifik hakimiyeti nedeniyle Japonya ve ABD karşı karşıya gelirken, bugünün dünyasında da yine Pasifik’te 3. Dünya Savaşı gündemdedir.
Bu kez de Pasifik’te ABD ve Çin karşı karşıyadır. Sarı ırkın temsilcisi bir dev ülke olarak 1 milyar 400 milyon nüfusuyla Çin dünya hakimiyeti kurmaya taliptir. Bu nedenle de Pasifik Okyanusunda ABD ile karşı karşıyadır. Bu doğrultuda da 3. Dünya savaşının tırmandığı yeni bölge artık Pasifiktir.
Yani bugün ABD, soğuk savaş sonrası aşamasında dünya hakimiyetini sürdürmek için Orta Doğu’da savaşmak zorunda kalırken, aslında asıl rakibi olan Çin ile Pasifik’ te ve Asya kıtasında karşı karşıya bir noktaya gelmiştir.
Daha önceki yazılarımda değindiğim gibi Suriye savaşının yeni gelişmeleri çerçevesinde konuya baktığımızda; savaş senaryoları İdlib üzerinden Suriye’nin bütününe yönelmiştir. Bununla da kalmayıp Fırat’ın doğusu üzerinden Kafkasya’ya doğru bir gelişme göstermiş ve Kafkasya ile beraber Ortadoğu Savaşının Orta Asya’ya doğru gelişme göstermiştir. Bu açık olarak görülürken Orta Asya’daki Türkistan’ın bugün Çin işgalinde bulunan doğu bölgesine yönelik ABD’ nin, Orta Doğu’daki terör örgütlerine silah dağıtarak bu bölgede isyan çıkartmak çabası içinde olduğunu da görmemek mümkün değildir. Amaç, Orta Doğu Savaşı ile Orta Asya’yı da savaşın içine sokarak Çin’i arkadan kuşatmaya yöneldiğini görüyoruz. İşte bu aşamada Çin gibi büyük bir devlet, ABD ile Pasifik Okyanusunda karşı karşıya gelmektedir. Ayı zamanda ABD, Orta Doğu ve Orta Asya üzerinden Çin’i sırtından vurma gibi bir noktaya geldiğini de gelişmeler ortaya koymaktadır.
Çin bu aşamada dünya ekonomisini ele geçirirken ve ABD’ nin üstünlüğüne son verirken, bu noktada Orta Doğuya gelmektedir. Bu noktada da ABD, Çin’in önünü hem pasifikte kesmekte, hem de Orta Doğu ve Orta Asya üzerinden Çin’i arkadan vurmaya çalışmaktadır.
Yeni dönemde Çin böylesine bir kuşatma ile karşı karşıya kalırken, bu kuşatmayı yarmak ve Pasifik Okyanusunda rahatlamak için, Japonya’nın 2. Dünya savaşında yapamadığı bir girişimi gündeme getirecek gibi görülmektedir.
Japonlar ABD’nin önünü kesmek için Avusturalya’ yı işgale çalışırken, iki atom bombasıyla bitme noktasına gelmiştir. Bugün Çin, Japonya’nın 10 misli büyüklüğünde bir ülke olarak ABD’nin dünya hakimiyetine son vererek süper güç olma yolunda ilerlemektedir. Avusturalya kıtasını Çinlilerin işgal riskinin olduğu da anlaşılmaktadır. Çinliler, 7 692 km'lik bu kıtayı mutlak bir şekilde ele geçirerek Büyük Okyanus üzerinden dünyaya kendi egemenliklerini yeni bir dünya düzeni olarak kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
ABD’nin çok yönlü geliştirdiği stratejilere karşı Çin, bir Anglosakson ülkesi olan Avusturalya’yı ele geçirerek ABD’ye cevap vermek yoluna gidebilir.
Özetle, yeni dönemde 3. Dünya savaşı riski sadece Ortadoğu ve Orta Asya’da değil, ama aynı zamanda Pasifik Okyanusunda da ortaya çıktığı artık görülmektedir. Ve İngiltere ile bir araya gelen Çin, Asya kıtasında ‘İpek Yolu’ ile 3 kıtanın ekonomik kontrolünü ele alırken, yani Avrupa, Ortadoğu, Afrika, Asya ile . Avusturalya’ yı da işgal ederek bu hegemonya mücadelesini tamamlayacak gibi görünmektedir. Dünyanın geleceğindeki savaş riskini kaldırmaya çalışanlar , acilen ve öncelikli olarak Çin’in Avustralya’yı işgalini de önlemek zorundadırlar.
Kaynak: ÇİN’İN AVUSTURALYA’YI İŞGALİ ÖNLENMELİ - Nuray Başaran
NURAY BAŞARAN
NGAZETE.COMYa da Çin Avusturalya’yı işgal etmemeli .
Neden?
Bu cümle ile başladım. Çünkü tüm dünyanın gözleri Orta Doğu ve buradan çıkabilecek bir 3. Dünya Savaşı’na kilitlemişken aslında başka bölgelerde de aynı riskler artık netleşiyor.
Bu gelişmeleri görebilmenin yolu, tarih ve jeopolitik bilimi ve o bilimleri iyi okumaktan geçiyor. Bu çerçevede olayları değerlendirip okuduğunuzda , Orta Doğu gibi görünen risk ve bu bölgedeki dengelerin aslında nereden ses verip, nerelerde bir 3. Dünya savaşını tetikleyebileceği de açıkça görülebilir.
Bu konuda kısaca yakın tarihe bakarak değerlendirmede bulunmak doğru olur.
2. Dünya Savaşındaki süreçte Amerika, dünya hakimiyetine soyunduğunda , Japonya buna karşı çıkarak Pasifikte ABD’ye karşı öne geçmek için Avusturalya’ yı işgal etmeyi planladı. Ancak bu doğrultuda çalışmaları devam ederken, birden Hawaii adalarında bombalar patladı. Ve bir Japon saldırısı gündeme geldi. Hawaii saldırısından sonra , ABD bunun karşılığını vermek zorunda kaldı ve 2.Dünya Savaşını sona erdiren iki büyük atom bombası Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atıldı.
İnsanın atom bombasıyla tanışmasını sağlayan bu gerilim sürecinde de Japonya geri çekilmek zorunda kaldı. Çünkü ABD atom bombalarıyla 2. Dünya Savaşını kazandı.
Bugün Japonya ve Almanya 2. Dünya savaşının mağlupları olarak ABD’nin kontrolünde yaşamaktadır. 2. Dünya Savaşı sürecinde Pasifik hakimiyeti nedeniyle Japonya ve ABD karşı karşıya gelirken, bugünün dünyasında da yine Pasifik’te 3. Dünya Savaşı gündemdedir.
Bu kez de Pasifik’te ABD ve Çin karşı karşıyadır. Sarı ırkın temsilcisi bir dev ülke olarak 1 milyar 400 milyon nüfusuyla Çin dünya hakimiyeti kurmaya taliptir. Bu nedenle de Pasifik Okyanusunda ABD ile karşı karşıyadır. Bu doğrultuda da 3. Dünya savaşının tırmandığı yeni bölge artık Pasifiktir.
Yani bugün ABD, soğuk savaş sonrası aşamasında dünya hakimiyetini sürdürmek için Orta Doğu’da savaşmak zorunda kalırken, aslında asıl rakibi olan Çin ile Pasifik’ te ve Asya kıtasında karşı karşıya bir noktaya gelmiştir.
Daha önceki yazılarımda değindiğim gibi Suriye savaşının yeni gelişmeleri çerçevesinde konuya baktığımızda; savaş senaryoları İdlib üzerinden Suriye’nin bütününe yönelmiştir. Bununla da kalmayıp Fırat’ın doğusu üzerinden Kafkasya’ya doğru bir gelişme göstermiş ve Kafkasya ile beraber Ortadoğu Savaşının Orta Asya’ya doğru gelişme göstermiştir. Bu açık olarak görülürken Orta Asya’daki Türkistan’ın bugün Çin işgalinde bulunan doğu bölgesine yönelik ABD’ nin, Orta Doğu’daki terör örgütlerine silah dağıtarak bu bölgede isyan çıkartmak çabası içinde olduğunu da görmemek mümkün değildir. Amaç, Orta Doğu Savaşı ile Orta Asya’yı da savaşın içine sokarak Çin’i arkadan kuşatmaya yöneldiğini görüyoruz. İşte bu aşamada Çin gibi büyük bir devlet, ABD ile Pasifik Okyanusunda karşı karşıya gelmektedir. Ayı zamanda ABD, Orta Doğu ve Orta Asya üzerinden Çin’i sırtından vurma gibi bir noktaya geldiğini de gelişmeler ortaya koymaktadır.
Çin bu aşamada dünya ekonomisini ele geçirirken ve ABD’ nin üstünlüğüne son verirken, bu noktada Orta Doğuya gelmektedir. Bu noktada da ABD, Çin’in önünü hem pasifikte kesmekte, hem de Orta Doğu ve Orta Asya üzerinden Çin’i arkadan vurmaya çalışmaktadır.
Yeni dönemde Çin böylesine bir kuşatma ile karşı karşıya kalırken, bu kuşatmayı yarmak ve Pasifik Okyanusunda rahatlamak için, Japonya’nın 2. Dünya savaşında yapamadığı bir girişimi gündeme getirecek gibi görülmektedir.
Japonlar ABD’nin önünü kesmek için Avusturalya’ yı işgale çalışırken, iki atom bombasıyla bitme noktasına gelmiştir. Bugün Çin, Japonya’nın 10 misli büyüklüğünde bir ülke olarak ABD’nin dünya hakimiyetine son vererek süper güç olma yolunda ilerlemektedir. Avusturalya kıtasını Çinlilerin işgal riskinin olduğu da anlaşılmaktadır. Çinliler, 7 692 km'lik bu kıtayı mutlak bir şekilde ele geçirerek Büyük Okyanus üzerinden dünyaya kendi egemenliklerini yeni bir dünya düzeni olarak kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
ABD’nin çok yönlü geliştirdiği stratejilere karşı Çin, bir Anglosakson ülkesi olan Avusturalya’yı ele geçirerek ABD’ye cevap vermek yoluna gidebilir.
Özetle, yeni dönemde 3. Dünya savaşı riski sadece Ortadoğu ve Orta Asya’da değil, ama aynı zamanda Pasifik Okyanusunda da ortaya çıktığı artık görülmektedir. Ve İngiltere ile bir araya gelen Çin, Asya kıtasında ‘İpek Yolu’ ile 3 kıtanın ekonomik kontrolünü ele alırken, yani Avrupa, Ortadoğu, Afrika, Asya ile . Avusturalya’ yı da işgal ederek bu hegemonya mücadelesini tamamlayacak gibi görünmektedir. Dünyanın geleceğindeki savaş riskini kaldırmaya çalışanlar , acilen ve öncelikli olarak Çin’in Avustralya’yı işgalini de önlemek zorundadırlar.
Kaynak: ÇİN’İN AVUSTURALYA’YI İŞGALİ ÖNLENMELİ - Nuray Başaran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder