12 Ocak 2025 Pazar

KEMALİZM BAASÇILIK DEĞİLDİR - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

   KEMALİZM BAASÇILIK DEĞİLDİR  

Yeni yıla girişle birlikte hem dünya düzeyinde hem de ülke düzeninde çok önemli değişiklikler yaşanmış ve birbiri ardı sıra güdeme gelen dönüşümler birbirini etkileyerek yeni yılla birlikte, yepyeni bir dünya ve ülke düzenlerinin birbirini etkileyerek eskisinden çok farklı bir küresel düzene doğru yönelirken, Türkiye gibi ulus devletler yepyeni bir küresel düzene doğru yönlendirilmeye başlanmıştır. Var olan ulus devletler düzeninden önce merkezi coğrafya ve dünya karalarının çoğunda geniş topraklara egemen olan imparatorluklar uzun süren geçerlilik süreçlerinde yaşanan olaylara dayalı bir biçimde gündeme gelen ulus devletler, son üç yüz yılda dünya konjonktürünün yeni uluslararası düzeni zorlayan değişim döneminde, dünyanın her bölgesindeki sömürgelerin zamanla ulus devletlere dönüştüğü görülmüştür. Bugünkü küresel düzen açısından konuya yaklaşıldığında, imparatorluklardan ulus devletlere geçiş aşamasının son dönemleri yaşanmaktadır. Ulus devletler üç yüz yıllık zaman süreci içinde kendilerine tanınan süre içinde uluslaşma oluşumunu tamamlayabilirlerse, yirmi birinci yüzyıla batı dünyasında yer alan ulus devletler gibi katılarak, uluslaşmanın gerçekleştirdiği ulus devlet yapılanması ile yollarına devam edebilmektedirler. Ne var ki, birinci dünya savaşı sonrası dönemde imparatorlukların dağılmasıyla birlikte, gündeme gelen uluslaşma olgusu böylece toplumsal milletleşme ile bir ulus ve devlet kaynaşmasını öne çıkarmaktadır. Yirminci yüzyılın son dönemlerinde büyük devletlerin uluslaşma oluşumunu tamamladıkları görülmekte ama küçük devletlerin merkezi açıdan güçlenemedikleri için ülke halklarının çeşitli toplulukların uzantısı olan farklı kimlikleri, ulusal bütünleşme içinde entegrasyona kavuşamadıkları ve bu yüzden dağılma, çözülme ya da çökme gibi olumsuz durumlarla karşı karşıya kaldıkları anlaşılmaktadır.

Bugün yaşanmakta olan Suriye devletinin bitiş senaryosu, Türkiye ile karşılaştırıldığı zaman, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ulus devlet niteliğini cumhuriyetin yüzüncü yılında ki etkinlikler ile tam olarak kazandığı görülmektedir. Yüz yıl sonra bazı devletlerin toplumlarının geniş birliktelikler oluşturarak uluslaşmayı bir hedef yaptıklarını ve bu doğrultuda uluslararası süreç içinde toplumsal uluslaşma açısından olumlu yaklaşımlarını tamamladıklarını ama bazı küçük ulus devletlerin ise bu açıdan böylesine bir dönüşüme konu olamadıkları, ancak bu gibi bir dönüşüm için yeni uluslaşma programları uygulayarak, diğer ulus devletler ile oluşturulan geniş birlikteliğin içinde yer almaya çalıştıkları ortaya çıkmaktadır. Dünya tarihi incelendiği zaman büyük devletlerin daha kolay uluslaşarak birer ulus devlet görünümünde, uluslararası toplum içinde daha güvenceli bir konumda çağ değişimi olgusunu tamamlamaktadırlar. Suriye bir küçük devlet olarak ulusal merkezini güçlendiremediği için devlet düzenini koruyamamış ve bu nedenle bir çöküş sonrasında gündeme gelen yeni dünya düzenine doğru siyasal olaylar yönlenmeye başlamıştır. Türkiye ise, eski bir imparatorluğun bugünkü uzantısı olan bir ulus devlet olarak imparatorluk sonrasında, eski Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş olan tek ulus devlet olarak kendisini çevreleyen diğer sınır komşusu devletlere örnek olmuştur. Çağ değiştirirken, Türkiye Atatürk’ün güçlü ulus devleti olarak üniter ve ulusal yapı sentezini koruyarak yoluna devam ederken, yanıbaşındaki sınır komşusu olan Suriye devleti içine girdiği siyasal çöküntü dönemi sonunda, hiçbir zaman doğru dürüst bir ulus devlet olma noktasına gelememiştir. İşte böylesine bir aşamada önce Irak ve daha sonra da Suriye gibi iki eski BAAS devleti, bölünme ve dağılma süreci ile karşı karşıya kalmışlardır. Kutsal topraklar olarak ilan edilen eski Osmanlı ülkelerinde yeni dönemde iki ayrı devlet kurulurken, imparatorluk dışında kalan Arap topraklarında BAAS partisinin çekirdek yapısına dayanan cumhuriyetci devlet yapıları örgütlenerek imparatorluk sonrası dönem için ulus devlet arayışlarına girilmiştir.

Birinci dünya savaşı sonrasında yaşanan yüz yıllık zaman dilimi dolarken, Türkiye bir ulus devlet olarak oluşumunu tamamlayarak yüzyıl değişiminde ulus devlet kimliğini koruyarak hareket etme şansını elde etmiş ama Baas partisinin iki ayrı devleti olarak, önce Irak sonra da Suriye devletleri bölünme ve dağılma sürecine doğru kaymışlardır. Bugün Irak devleti üçe bölünmüşken Suriye’ye müdahale eden batılı emperyalist devletler, bu küçük ülkeyi de kendi çıkarları doğrultusunda bölerek parçalamaya çalışırlarken, bu ülkenin sınır komşusu olarak Türkiye’de yeni başlayan Suriye bozgunu sonrasında dışarıdan gelen birçok yansımanın etkisi altında kalmıştır. Birer Orta Doğu devleti olarak tarih sahnesine çıkan Irak ve Suriye batılı emperyalist güçlerin müdahaleleri ile uğraşmak zorunda kalmışlardır. Yirminci yüzyılda ortaya çıkan bu iki ulus devlet projesi başarısızlıkla uğraşarak, bölgeye dışarıdan müdahale eden Emperyalist ve Siyonist güçlerin savaş senaryolarına sürüklenirken, savaş sonrası dönemde bu iki devlet için İngiliz emperyalizmi kendi kurdurduğu BAAS partisi modeli çizgisinde hareket ederek, Arapların çok yoğun olarak yaşadığı bu toprakları uzaktan kumandalı yönetmek üzere yeni bir hazırlık olarak, bölgedeki Arapları örgütlemek üzere, Arap milliyetçiliğinin belirli ilkelere dayalı olarak yenilenmesini öne çıkarmışlardır. İngilizlerin çıkarları doğrultusunda Orta Doğu bölgesi yeni bir düzene oturtulurken, Araplık, Müslümanlık ve sosyalizm kaynaklı bir ülkesel sentezi BAAS partisini kurdurarak yeni dönemin Arap dünyası yapılanmasını öne çıkarmışlardır. Osmanlı sonrası Orta Doğu yeniden yapılandırılırken, İngilizler batı dünyasının birikimini kullanarak merkezi alanda ilan edilen Arap cumhuriyetlerini demokrasi ile buluşturmak ve sonraki aşamada da bu cumhuriyetleri demokrasi ile bir araya getirerek, kaynaştırmaya çalışmak gibi devlet kuruculuğu yaptıkları görülmüştür. Orta Doğu modeli olarak gösterilen BAAS modeli siyasal rejimler bu isimleri çağrıştıran üçlü senteze uygun bir yapılanma içinde uygulama alanına getirilmişlerdir. Yirminci yüzyılda Orta Doğu için model olan BAAS rejimleri son olarak gündeme gelen Suriye krizi ile dönemini tamamlayarak geri çekilmeye başlamıştır.

Orta Doğu için hazırlanmış bir model olarak İslam devletleri için hazırlanan BAAS rejimi bölgede varken, kuzeyde Sovyetler Birliği dünyanın kuzey bölgelerini etkilemeye başladığında Avrupa’nın eski emperyalistleri kendi aralarında çekişmeye başlamıştır. İngiltere, Fransa gibi büyük emperyal güçler merkezi coğrafyayı öne çıkarırlarken, Almanya, İtalya ve İspanya gibi eski devletler de yeni imparatorluklar oluşturmak üzere kıtalar ve denizler üzerinden, dünya topraklarını kendi hegemonyaları altına alabilmenin kavgalarına kalkışıyorlardı .Sovyetler Birliği’nin dağılması, ABD’nin dünya hegemonyasına girişmesi ve Avrupa Birliği’nin bir türlü kurulamaması gibi yeni siyasal gelişmeler  yeryüzüne yenilikler getirirken, bu çerçeve de ikinci dünya savaşına gidilmiştir. İkinci büyük savaş  İsrail’in kurulması doğrultusunda dünya gündemine girince, Avrupa’da başlamış olan birinci dünya savaşının ikinci cihan savaşı olarak dünya dengelerini bozması üzerine bir oldu bittiye getirilerek, Sovyetler Birliği’ne karşı İsrail devleti orta dünyanın tam ortalarında kuruluyordu. İsrail’in kurulmasıyla birlikte uluslararası politikalar değişmeye doğru yönlenince, Orta Doğu’nun önde gelen İslam ülkeleri BAAS rejimleriyle yakınlaşarak sosyalist ve milliyetçi politikaları içeren ulusal senteze dayalı yeni politikalar geliştirmeye çalışıyorlardı. Dünyanın en eski etnik ve ulusal toplumlarından olan Arapların İngiltere’nin güdümünde BAAS politikalarına yönelmesi, Orta Doğu’yu Siyonistlerin askeri rejimlere dayalı otoriter cumhuriyet rejimlerine mahkûm etmiştir. Orta Doğu ‘da İngiliz emperyalizmi Müslüman Kardeşler örgütlenmesiyle Batı Avrupa rejimlerine benzer bir çizgide demokrasi rüzgarlarını merkezi alanda estirmeye çalışırken, Büyük İsrail projesi ile Siyonizme yönelen Yahudi lobileri, kendi çıkarlarını koruyacak bir biçimde bölgeye askeri rejimler ya da kendisini devrim olarak tanımlayan ara rejimleri de öne çıkarıyorlardı. Son olarak Suriye’de, daha önceleri Irak’ta, Mısırda ve yakın gelecekte İran’da ortaya çıkacağı söylenen askeri   yönetimlerin daha çok BAAS kökenli siyasal hareketler olarak devreye girdikleri görülen. BAAS rejimleri, Arap milliyetçiliği ile sosyalizm sentezi üzerinden demokrasilere karşı çıktılar.

İçinde bulunduğumuz yeni yılın ilk günleri ile birlikte gündeme gelen Suriye krizi, dünya politikasını merkezi coğrafyaya kilitlemiştir. BAAS rejimleriyle birlikte iş yapan devletler, İngiltere ve İsrail dengelerinde yeni dünya düzenini izleyerek ve de  karşı çıkarak yeni dönemin farklı fırsatlarından yararlanmaya çalıştıkları görülmüştür. Türkiye’nin güneyinde yer alan Arap devletlerinin hemen hemen hepsi BAAS partileri üzerinden, İngiltere’ye yakın bir tutum içinde olmuşlardır. Ne var ki, bu devletleri tek ve büyük bir bölge devleti yapılanmasına İngiltere destekli BAAS rejimleri yönlendirememiştir. Arapların güçlü milliyetçilikleri giderek ağır basmaya başladığı dönemlerde, Arap milliyetçiliği sürekli olarak ön planda yer aldığı için, Irak, Suriye, Mısır, Lübnan ve Libya gibi ulus devletlerin kendi isimleriyle anılan kendi milletleri biçiminde bir yapılanma, Orta Doğu’nun Arap ülkelerinde görülmemiştir. Büyük İsrail ya da Büyük Orta Doğu gibi bölgesel emperyal projelerde merkezi coğrafya yeniden düzenlenirse, o zaman Büyük Arap Devleti, ya da Büyük Türk Birliği veya Büyük Şii Birliği gibi ulusal kimlikler üzerinden büyük ulus devleti kurma alternatifi öne çıkarılamamıştır. Küçücük İsrail Büyük İsrail Projesi ile bütün merkezi coğrafyaya egemen olmaya çalışırken, Araplar ve Türklerin orta dünya da hegemonik bir büyük devlet kurmaya yönelmelerini eski emperyalist ve siyonist devletlerin büyük oyunu olarak görmek mümkündür. Arapların yeni dönemde bir Büyük Arabistan’ı öne çıkarmaları, ya da Türklerin Orta Doğu ile Orta Asya ülkelerini bir araya getirecek bir Büyük Türk Birliği, bugünün koşullarında bütün dünya dengelerini yerinden oynatacak bir girişim olacaktır. Dünya kıtaları üzerinde kurulan büyük devletler gibi Orta Doğu bölgesinde de yeni bir büyük devletin küçük İsrail, küçük Suriye ya da küçük Irak gibi diğer devletler üzerinden kurulmaya çalışılması, ABD’nin Büyük Orta Doğu, İsrail’in Büyük İsrail ya da diğer devletlerin kendi kimlikleri üzerinden kuracakları birliktelik düzenleriyle, merkezi alanda emperyalizm ve siyonizmin baskı uyguladığı savaş senaryolarını dikkatle izlemek ve bunları engelleyecek alternatif karşıt planların uygulamaya getirilmesi gerekmektedir.

Orta Doğu ülkelerinde derin sarsıntılar yaratan Suriye krizinin bütün dünya ülkelerinde ele alınması yeni dönemin siyasal koşullarını da etkilemektedir. Uluslararası kuruluşların öncülüğünde bir üçüncü dünya savaşı gibi çok büyük savaş macerasına kalkışmak, ancak Hitler ya da Mussolini gibi delilik çizgisine gelmiş olan sapık siyaset adamlarının varlıklarıyla beraber tartışılacak bir konudur. Orta Doğu coğrafyasının siyasal koşullarında öne çıkan gelişmeler günümüzdeki savaş lobileri tarafından kışkırtıldıkça, dünyanın sonu olabilecek bir büyük maceraya insanlık her an sürüklenebilir. O yüzden bu bölgede hem büyük devletlerin orduları küçük devletlerin halkları ile birlikte dayanışma içinde yeni bir arayış döneminin koşullarını zorlamaktadırlar. Merkezdeki İslam ve Arap devletlerinin giderek savaş yolundaki hedeflere doğru kışkırtılmaları, bölgedeki BAAS birikimini de savaş senaryolarının bir parçası durumuna getirmektedir. Günümüzdeki olumsuz gelişmeler bir BAAS devleti olan Suriye’yi alt üst ettiği gibi, daha önceki dönemde kurulmuş olan Irak devleti ile Mısır devletleri arasında giderek önemli ölçülerde dayanışma ve işbirliği konularını da gündeme getirmektedir. Orta Doğu’nun önde gelen Arap ve Müslüman devletler, Merkezi alanda büyük bir Arap, Türk ya da Şii devleti gibi oluşumlar ile karşılaşarak geleceğe yönelik emperyalist ya da siyonist plan ve programları bozabilecektir. Arapların böylesine büyük bir bölgesel Arap devletine yönelmeleri, ancak BAAS partilerinin ülkeler ve de devletler arası yeni ortaklık ya da dayanışma politikalarına bağlı olarak gerçeklik aşamasına gelebilecektir. Bugüne kadar yaşanan siyasal gelişmeler, bu bölge ile ilgili bütün plan ve projelerin arkasında büyük devletlerin olduğunu gösterdiğine göre, yeni dönemde bu tür plan ve projelere karşı Türk ve Arap planlarının öne çıkartılması ve bunların içinde İran’ın geçmişten gelen din esaslı emperyal planlarının da hesaba katılması gereklilik kazanmaktadır. Türk birliği düşüncesi, Atatürk’ün ulusal kurtuluş savaşının ilk günlerinden bu yana dile getirdiği bir ulusal hedef olarak Türk ulusuna, Türk devletine ve Türk dünyasına yön göstermektedir. Bu çerçevede bugün gelinen noktada geçmiş, bugün ve gelecek birlikte tartışılmalıdır.

BAAS partisi ikinci dünya savaşı sonrasında, 1953 yılında Michel Eflak isimli bir siyaset adamı tarafından kurulmuştur. Arap diriliş partisi ile Arap sosyalist partisinin bir araya gelmesi sonrasında kurulmuş olan bir partidir. Bütün Arap devletlerinin bir araya gelmeleriyle kurulacak olan Büyük Arap Devletinin kurucusu olmak üzere, kurulmuş olan bir Arap kurtuluş hareketi partisi olarak devreye girmiş ve kurulusundan sonra sürekli olarak bütün Arapların tek bir büyük devletin çatısı altında bir araya gelmesiyle, büyük Arap milliyetçiliğinin diriliş hareketi olarak benimsenmiştir. BAAS partisi bütün Arap devletlerinde örgütlenmiş ve bu doğrultuda şubeler açarak yayılmıştır. Bütün Arap dünyasında örgütlenmesine rağmen, sadece Suriye devleti içinde açık çalışmalar yapabilmiştir. Diğer Arap ülkelerinde ise dış baskılar nedeniyle sürekli olarak kapalı ve gizli çalışmalar yaparak, varlığını koruyabilmiş ve bu çizgide mücadelelerini güçlü bir biçimde yapabilmiştir. Eski Mısır devlet başkanı olan Cemal Abdülnasır’ın ilke ve görüşlerinden yararlanılarak ve bir teori oluşturularak, batı emperyalizmine karşı direnmek amacıyla böyle bir örgüt kuran Arap uyanış hareketi, çeşitli komplolar ve isyan hareketleri örgütleyerek amacına ulaşmaya çalışan bu örgüt daha sonraki yıllarda hem dünya çapında hem de Arap ülkeleri düzeyinde her zaman için siyaset sahnesinin önünde ve içinde yer alarak Arap hegemonyası için yoğun bir mücadeleyi yürütmüştür. Bir Ürdün ayaklanması sonrasında isyana kalkışan BAAS partisi 1950’li yıllarda bölünmek zorunda kalmış ve bu nedenle de eskisi gibi güçlü muhalefet eylemleri yürütememiştir. Cemal Abdülnasır’ın devlet başkanı olduğu dönemde Mısır-Suriye ve daha sonraları da Irak devletinin katılımı ile Birleşik Arap Cumhuriyeti isimli büyük Arap devletinin öncüsü ve kurucusu olmuştur. Bu devletin kuruluşu ile birlikte bütün Arap parti ve örgütlerinin kapanmasına karar verildikten sonra, I960’lı yıllarda Şam’daki iktidarı ele geçiren BAAS partisi sonraki yıllarda milliyetçi ve sosyalist kanatların kendi örgütlerini kurmalarıyla birlikte resmen ikiye bölünmüştür. Nasır’ın sol politikalarını benimseyen BAAS örgütü köklü biçimde üretim devrimi oluşturarak emperyalizme karşı sosyalist ve milliyetçi ilkeler çizgisinde direniş hareketlerini yıllar boyunca yürütmüştür. Mısır da bir yeni örgüt kuran BAAS çılar kendilerine karşı çıkan siyasal grupları baskı altına alarak, yeni bir darbe harekâtını önlemişlerdir. Diğer Arap devletlerinde en önde gelen siyasal hareketlerin gene BAAS örgütleri tarafından yürütüldüğü görülmüştür. Bu durumda 1966 yılında Suriye BAAS partisi İsrail’e karşı etkili eylemler yürüterek siyonizmin önünü kesmiştir.

Sovyetler Birliği varken İsrail’e karşı antiemperyalist gelişmeler izlenerek yeni siyasal açılımlar kamuoyuna yansıtılmaya çalışılmıştır. Suriye ordusunun Sovyetler Birliği çizgisinde antiemperyalist çizgilerde politikalar yürütmesi nedeniyle, 1970’li yıllarda Baas partisinin güdümünde olan askeri birlikler ile İsrail’e karşı yoğun bir savaş yürütülmüştür. Bağdat ve Şam gibi iki Arap başkentinde egemen olan BAAS partisi sosyalist bir programa sahip olduğu için o dönemin en büyük sosyalist devleti olan Sovyetler Birliği’ne karşı bağlılık çizgisinde hareket ederek, Arap-İsrail savaşı içinde İsrail’in yenik düşmesini sağlamıştır. Arap devletlerinin BAAS politikaları nedeniyle aralarının açılmasıyla birlikte, İsrail faktörü daha güçlü bir biçimde devreye girerek, Orta Doğu’daki savaş ortamını daha da kızdırarak tırmanmaya geçmesine neden olmuştur. Bu aşamada batılı ülkeler tarafından terörist devlet ilan edilen Suriye Cumhuriyeti gene BAAS kadrolarının yönetiminde Sovyet sonrası dönemde ülkeyi yönetirken, yeni dönemde daha çok batılı ülkeler ile yakın ilişkiler kurularak, bu küçük Arap ülkesinin dünya ülkelerine açılışı hızlandırılmıştır. Yirmi birinci yüzyıla girerken, Suriye devleti giderek genişleyen dünya ekseni üzerinde kendi çıkarlarının gerektirdiği adımları atarak, daha güçlü bir Arap devleti konumunda geleceğe dönük gelişmelerde, bazı önemli olayların gerçekleşmesine giden yollar açılmaya çalışılmıştır. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru Suriye’de büyük devletlerin uzaktan kumandalı müdahaleleri öne çıkarken, bunların arkasında yer alan Rusya, Çin ve İran gibi büyük devletler Suriye’ye egemen olabilmek için mücadele etmişlerdir. Bugün ABD’nin de devreye girerek Suriye’deki hegemonya mücadelesinde batılılar aracılığı ile etkili olmaya başladıkları görülmektedir.

Son günlerde Suriye’de yapılan bazı toplantıların basın organları üzerinden Türk kamuoyuna yansıması üzerine, Türk siyasal hayatında da Suriye tartışmaları öne çıkarak diğer konuları geride bırakacak düzeyde tartışma alanlarında daha fazla yer almaktadır. Genel anlamda tüm Arap ülkeleri için düşünülmüş olan BAAS partisi ve ideolojisinin aradan geçen yıllar içinde sadece Suriye devletinde etkili olmasının nedeni olarak diğer Arap ülkelerinin dışa açılarak çok yönlü ilişkilere girme fırsatlarını değerlendirdikleri ve bu nedenle eskiden olduğu gibi Rusya ya da Çin gibi büyük sosyalist ülkelerin peşinden gitmedikleri anlaşılmaktadır. Mısır ve Irak devletlerinin Amerika ile işbirliğini geliştirirken Libya ve Lübnan gibi devletlerin İsrail ile daha yakın ilişkilere girerek kendilerini kurtarmaya öncelik verildiğini göstermektedir. Arap İsrail savaşlarının uzun süre devam etmesi yüzünden, iki büyük kutup arasında kalarak BAAS rejimlerinin giderek etkisini yitirdiğini ve önümüzdeki dönemde daha da farklı ülkeler ile ilişkiler geliştirerek hem devletin hem de ülkenin gereksinmeleri doğrultusunda dengeli ilişkiler aracılığı üzerinden, eski Sovyet bloku olan sosyalist devletlerin kendileri için geliştirdikleri kapitalist sisteme uyumlu bir yakınlaşma arayışı içine girmektedirler. Suriye devleti yeni dönemde artık Sovyet sisteminin kontrolü altında değildir. Suriye devleti bugün, bir Arap, bir Afrika ve bir Akdeniz ülkesi olarak, bu tür bölgelerin içinde yer aldıkları gruplaşmalarda yer alarak bulundukları uluslararası ilişkilerde daha olumlu yönlere doğru yönelmeye hazırlanmaktadır. Yıllardır Sovyetler Birliği dengeleri yüzünden Türk kamuoyu önünde Türkiye’den uzaklaşan Suriye Cumhuriyeti yeni dönemde kendisini Suriye Arap Cumhuriyeti olarak tanımlayarak tek başına yalnız kalmaktan uzaklaşarak, Arap kimliği ile kendisini tanımlayarak diğer Arap devletleri ile yan yana gelmeye razı olduğunu ifade etmektedir. Devletin çatısı altında yaşayan Suriye vatandaşlarının yeni dönemde gideceği yol henüz tam olarak kesinleşmediği için ülkeyi sosyalist ve milliyetçi bir çizgiye çekmiş olan BAAS politikalarının, sona erdirileceği gibi bir baskı bugün batı ülkelerinden gelmeye devam etmektedir.

Türkiye Suriye ve Irak’ın sınır komşusu olduğu için her iki ülkeden estirilen BAAS’çı politikalar yüzünden bu iki devlet ile ilişkiler, Türkiye’de hegemon konumda bulunan batılı ve batıcı güçler yüzünden, uzun bir süre duraklamış ve zamanla geriye gitmiştir. Türkiye rejim farkları yüzünden sınır komşusu ile kapıları kapamış ve bu yüzden iki ülke halkı arasındaki akraba görüşmeleri bile yasaklanmıştır. Bu çerçevede iki ülke ilişkileri ele alındığında Türkiye’yi yaratan Atatürk sistemi olarak Kemalizm ile bugünkü Suriye devletini yaratan BAAS’cılık birçok açıdan birbiriyle farklı ülkelerdir. Aynı coğrafya da sırt sırta vermiş iki sınır komşusu olarak Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye cumhuriyeti arasında önemli ölçülerde farklar vardır. Hiçbir biçimde iki devletin ortaya çıkışı ile geçmişten gelen çizgileri benzerlik göstermemektedir. Bu nedenle Suriye’deki sosyalistler ile Türkiye’deki Kemalistleri bir tutmak ya da birbirinin aynısı olduklarını söylemek tamamen gerçek dışıdır. Kemalist devletin dünya sahnesine çıkışı bir imparatorluğun dağılışı sayesinde gerçekleşmiştir. Suriye devletinin sosyalist bir devlet modeli olarak dünya haritasındaki yerini alması ise, Sosyalist bir devrim sonrasında Sovyetler Birliğinin kuruluşu üzerine ve bu büyük siyasal yapılanmanın dünyanın merkezi bölgesine dönük bir yapılanmaya girişmesi sonrasında gerçekleşmiştir. Bu nedenle Türkiye’yi yaratan Kemalizm ile Suriye’yi yaratan BAAS’cılık arasında hiçbir biçimde benzerlik ya da aynıyet yoktur. Türkiye’de üniter ve merkezi bir ulus devlet kurulurken, Suriye’de giderek federasyona doğru yönelen bir Arap devleti uygulaması ile dünya kamuoyu karşılaşmıştır. Türkiye bir Türk devletidir ama Suriye’de bir Arap devletidir. Her iki ülkenin jeopolitik konumları kesinlikle birbirinden çok farklı bir konumda olduğundan dolayı, bu durum farklılık içinde genel olarak devletlerin benzemezliği ilkesi burada da geçerli olmaktadır. Kemalizm bir merkezi devlet sistem, Suriye de bir bölgesel yapı olarak birbirlerinden fazlasıyla uzak ve farklıdır. Bu çerçevede Kemalist devlet modeli kesinlikle Suriye’nin BAAS’cı yapılanmasına hiçbir biçimde benzememektedir. Bu nedenle Türkiye Suriye değildir ve de Kemalizmin de BAAS’cılıkla hiçbir ilgisi yoktur. O nedenle Kemalizm BAAS’çılık değildir.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

1 Ocak 2025 Çarşamba

TÜRKİYE VE VEKALET SAVAŞLARI - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

TÜRKİYE VE VEKALET SAVAŞLARI

            Türkiye Cumhuriyeti merkezi coğrafyada başlayan çatışmalar ve çekişmeler yüzünden bütün dünya ülkeleri ile birlikte beklenmeyen bir kaos ortamına doğru sürüklenmek zorunda kalmıştır. Hiçbir ülke böylesine bir karışık duruma durduk yerde sürüklenmek istemez ve ayrıca da bu gibi bir olumsuz durum ortaya çıkarsa, o zaman da böylesine bir karışıklık ortamının tehdit yarattığı ortamlarda, önceden önlem alınan güvenlik tedbirlerini acilen uygulamaya başlayarak, tehditler öncesi döneme geri dönüş için adımlar atılmaya başlayabilir. Toplumsal barış düzeni için bütün işlerin doğru dürüst gitmesi ve bu çizgilerde ortalama durum ayarlamalarının normal çizgideki ölçülere uygun düşecek bir tarzda ayarlanmalarının gerekliliği, toplumsal yaşamın devamlılığını sağlamak açısından zorunluluk göstermektedir. Sosyal toplumlar gibi karma karışık durumların öne çıkmasıyla alt üst olma tehlikesine maruz kalan insan toplulukları, bu tür bir gidişin son durağı olarak öne çıkan bir kaotik son ile karşı karşıya kalmamak için acilen frene basmak ya da çalışmakta olan mekanizmaları kriz durumu ayarlarını yeniden önleyici bir biçimde kullanarak, her alanda var olan normalleşme ayarlarına geri dönüş için harekete geçilebilmektedir. Dünyanın beş kıtasına dağılmış olan ve buralardaki ülke ve bölgelere yayılarak normal düzende istikrarlı bir devamlılık arayışı içinde geleceğini güvence altına almaya çalışan bütün toplumsal yapılar, ulusal devletler ile geniş birliktelikler arayışı içinde yaşamını sürdürmeye çalışan toplumlar, her zaman için kendi güvenlikleri açısından kaos ve kriz beklentilerini ya da tehditlerini önleyecek bir düzeyde önlemler içeren, güvenlik plan ve programlarına devletlerin kamu düzenlerini koruyabilmek için devreye sokmaktadırlar. Devlet düzenleri açısından konuya ve getirdiği sorunlara dikkat ettiğimiz zaman, kamu düzenlerinin bütün devletlerin çatısı altında varlığı ve sonsuza kadar devamlılığı gibi ilkeler açısından, çok ciddi bir güvenlik arayışı her zaman için yaşamsal öneme sahip bulunmaktadır.

            Devletlerin ortaya çıkışı ile birlikte kamu düzenlerinin böylesine bir çatının altında kendisi için yer bulabilmesi, güvenlik arayışlarının amacına ulaşması açısından fazlasıyla önem taşımaktadır. Normal düzenlerin ortaya çıkışları açısından, her türlü anormalliğin tehlike olarak görülmesi ve bu nedenle de ya önlenmesi ya da ortadan kaldırılması önem taşımaktadır. Büyük çabalar sonucunda elde edilen kamu düzenlerinin zaman içinde eskimesi ya da yeni ortaya çıkan koşullara ayak uyduramayarak, bozulmaya ya da çöküşe geçerek her türlü güvensizliğe maruz kalması gibi olumsuz durumların gündeme gelmesi yüzünden, her an kaos ya da karışıklık gibi düzensizlikler, yarattıkları kaotik durumlar açısından savaş hali gibi olumsuzluk durumlarının önünü açabilmektedirler. Savaş hali durumlarının her türlü güvenliği ortadan kaldırdığı gibi, yarattıkları olumsuz yansımalar açısından devletlerin ayakta kalması ya da var olabilmesi gibi durumlar açısından da istenmeyen olumsuz gelişmelerin gündeme gelmeleri açısından, insan toplumlarının yaşamsal boyutlarını da her yönü ile etki altına almaktadır. Genel olarak dünya ülkelerine bakıldığı zaman, bu gibi durumların değişik açılardan ön plana çıktığı göze çarpmaktadır. İnsanlığın her türlü kazanımlarını yok eden ya da zamanla düzensizliğin en fazla yansımalarını öne çıkaran gelişmelerin, savaş hali durumların da ortaya çıkması ile mümkün olabildiği anlaşılmaktadır. Savaşların ülkelerin ve devletlerin siyasal gündemlerine gelmesi ve tırmanarak her yönü ile insan toplumlarını sarsmaları insanlığın geleceği açısından beklenmedik gelişmelere yol açabilmektedir. Düzenlerin bozulmasıyla birlikte ülkeler ve toplumlar kaos ya da krizlere doğru kaymalar göstermeye başladığında, o andan itibaren her türlü olumsuz gelişmelere açık bir olağanüstü ortam kendiliğinden gerçekleşme aşamasına gelebilmektedir. Her türlü düzeninin bozulması ya da çöküşü sonu savaşlara kadar gelişecek sürüklenmelerle insanlığı uğraştırabilir ve insanlık savaş trafiği içinde dağılıp yok olabilir.

            İnsanı ele alan düşünürlerin bir kısmı insanları yücelterek umutlu bir gelecek ardında arayışa kalkışmışlar, diğer kısmında yer alan bilim adamları ve düşünürler ise “insan insanın kurdudur“ yaklaşımı çerçevesinde insanı doğuştan bu yana ortaya çıkan olumsuzlukların her açıdan sorumlusu görmeye yönelmişlerdir. İnsanların doğuştan gelen bütün kötülüklerin çıkış noktası olarak kabul edilmesi, Thomas Hobbes gibi karamsar düşünürlerin eserlerinde fazlasıyla ele alınarak işlenmiştir. İnsanın birbirini yiyen kurt olarak tanımlanmaya çalışılması ile aynı zamanda bütün dinlerin kurtarmaya çalıştığı insanoğlunun, yüceltilen bir varlık olarak ele alınması tarihin ilk dönemlerinden bu yana bir ana çelişki olarak devam ederek, bugünlere kadar uzanıp gelmiştir. İnsanlar hakkındaki görüşlerin bir kısmının olumlu diğer kısımlarının da olumsuzluk damgası taşıması, insanları iyi ile kötü, yararlı ile yararsız ve aydınlık ile karanlıklar arasında çelişkili bir duruma sürüklemiştir. İnsanoğlu bir toplumsal ortam da dünyaya gelerek örgütlenmeye başladığı zaman, bugünkü kamu hukuku alanının konuları ile uğraşmaya yönelmiştir. İlkel toplum döneminden başlayarak, orta çağları ve yeni dönemleri birbiri ardı sıra yaşayan insanlığın, tarihsel süreklilik içinde bugünlere ulaştığı anımsanırsa, her dönemde ortaya çıkan görüşler, ideolojik yapılanmalar ya da hepsinin üstünde öne çıkan bilimsel teorilerin doğal ve sosyal gerçekliklerin ancak bir kısmını açıklayabildiği görülmüştür. Her siyasal akımın ya da görüşlerin gerçeklik olgusunun bir kısmını ele alarak incelemesi ortaya bir bütünlük getirmediği için, farklı koşullardan doğan ya da gündeme gelen sosyal ya da siyasal anlamdaki sosyolojik oluşumların temsil ettikleri sosyal ya da siyasal gerçekliklerin hepsinin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekli olmuştur. Ortaya bütünlüklü bir bilimsel yaklaşım getirilmesi uzun zaman dilimlerinin tamamlanmasını zorunlu bir duruma getirmiştir.

Eski Yunan dönemindeki filozoflar insanı her şeyin ölçüsü olarak ele alırken, insanlıkla ilgili bütün bilgileri ortak bir bütünleştirme yaklaşımı içinde inceleyerek, geçmişin düşünsel yaklaşımını, bugünün ve geleceğin dünyasına taşımaya çaba gösteriyorlardı. Küresel gerçekliğin doğal ve sosyal gerçekliklerin ötesinde öne çıkması üzerine, bütün gerçekliklerin ötesinde bir bütünlükçü yaklaşımın yirmi birinci yüzyılın ortalarında insanlığın önüne fırsatlarla çıktığı anlaşılmaktadır. Bilim ve teknolojide ortaya çıkmakta olan değişim ve dönüşümler insanlığı yeni arayışlara doğru yönlendirirken, bilimsel alandaki kavramlar, kurallar ve içeriklerin var olan bilgi birikiminin ötelerinde, eskisinden çok daha farklı oluşumlara giden yolları gündeme getirdiği görülmektedir. Bu çerçevede her alanda öne çıkan yenilikler çeşitli alanlardaki oluşumları değiştirerek devreye sokarken, bir de sanal gerçeklik olarak adlandırılan elektronik oluşumlar birbiri ardı sıra iş ve çalışma dünyasına yansıtılırken her türlü gerçekliğin karşısında, hayali bir gerçeklik alanı öne çıkartılarak, her türlü yeni oluşumların bütünsel bir çerçevede ele alınması denenmeye başlanmıştır. Daha önceki dönemlerde daha az sayıda var olan insan toplumları, sanal gerçekliğe doğru adımlar atılmasıyla birlikte büyük kalabalıklara ve dünyanın her bölgesine hitap etmeye başlamıştır. Geçmişten gelen hayaller ve gerçekler ayırımı geride kalırken, bunun yerini toplumsal ya da siyasal gerçeklikler ile sanal gerçeklikler arasındaki bir yeni ayırım almaya başlamıştır. Yirminci yüzyılın koşullarında dünyanın geçmişi, bugünü ve geleceği tartışılırken, sanal gerçekliğin insanlığı var olan koşullardan alarak bilinmeyen bir geleceğe doğru yönlendirmesi, güvenlik ve savaş koşullarında önemli değişikliklere neden olmuştur. Uluslararası devletler düzeni geçmişte devlet merkezli bir çekirdek üzerine kurulmuşken, yeni dünya düzeninin deniz altı ya da hava üstü yeni yapılanmalarla farklı bir çizgiye yönlendirilmesi savaş ve sıcak çatışma yöntemlerini de değiştirmiştir. Sanal alemin yansıtılması ya da kullanılmasıyla savaşlar, artık savaş meydanlarında yapılmamakta yeni aşamada sanal düzeninin yapay koşullarından ya da elektronik ortamlarından yararlanacak bir şekilde, teknoloji değişimleri ile birlikte savaşların ve çatışmaların yol ve yöntemlerinin değiştirilmesi, artık gerçek kişilerin ya da savaş ortamında oluşan tarafların yeni temsilcilerinin gerçek bedensel varlıklarıyla değil ama elektronik ortamlarda insan eli ile yaratılan yapma robotlar, kişiler, oyuncaklar ve silahların kullanıldığı bir ‘Vekaletler Savaşı’ yapılmaktadır.

            Asıl kişilerin ya da asil temsilcilerin bulunduğu bir asıl bir ortam varken, bunun yerine elektronik yapılandırma ile asıl taraf ya da kişilerin ön planda yer aldığı ya da cephe ortamında silah kullandığı bir vekalet savaşı yeni dönemin koşullarında öne çıkabilmektedir. Vekalet ya da vekaletler savaşı nitelendirilmesi tamamen yeni durumların ortaya çıkardığı eskisinden çok farklı bir yapılanmanın adı olarak gündeme gelmektedir. Eski dönemlerde elektronik devrim olmadığı için, sanal ortamlar içinde bir vekaletler savaşı yapılması düşünülemezdi. Eskilerde gerçek kişi ve taraflar arasında yaşanmakta olan siyasal ya da sosyal çekişmelerin devam etmesi halinde, bu tür yarışmalı yaşam biçimlerinin savaşlara dönüşebildiği görülüyordu. Ne var ki, bugünün koşullarında yarışın koşulları değiştiği için hem vekaletler olgusu gündeme gelmiş hem de var olan savaşların koşulları değişmiştir. Şimdi gelinen aşamada eskiden olmayan bir savaş aleti ya da silahı olarak elektronik drone’ların devreye girmesiyle birlikte sanayideki gelişmelerde savunma sanayisinin ön plana çıktığı görülmektedir. Örneğin, savaşlar sırasında bir tepe merkez olarak seçilebilmekte ve burada kurulan bir savaş merkezi elektronik ortamın kullanılmasıyla açılabilmektedir. Böylece elektronik sistemin bir parçası olarak drone adı verilen yeni dönemin yepyeni silahları yıkıcı güç olarak kullanılabilmektedir. Önceden gerçek kişilerle gerçek ortamlarda yapılmakta olan doğrudan savaşlarda çatışmalar, ya da savaşlar yüz yüze adı verilen gerçekçi yaklaşımlar sayesinde kişiler, taraflar ve diğer insanlar cepheye sürülürken, bugün gelinen noktada asıl taraflara gereksinme duyulmadan her türlü robot, elektronik aletler ve de diğer malzemelerin birlikte ele alınarak kullanıldığı, uzaktan kumandalı havada uçan denizlerde ise yüzen vurucu aletleri cephe ilerisinde savaş aletleri olarak kullanılmaktadır.  Askeri alanda kullanılan deniz, hava ve kara silahlarının elektronik sistemlerle birlikte zenginleştirilmiş olan yeni üretilen çeşitleri incelendiği zaman, artık uzaktan kullanılan yeni üretilmiş ürünlerini çatışmaların her alanında görmek mümkündür. Çağımızın elektronik devrimleri her alanda öne çıktıkça ve bunların ürünleri her aşamadaki gereksinmelerin karşılaştırılması ile giderek daha geniş alanlarda geçerli durumlara getirildikçe, sadece askeri alanlarda değil ama sivil hayatın birbirinden çok farklı yerlerinde de kullanmaya devam edildikçe kullanım alanları giderek  genişleyeceği için, bugünkü sosyal ve siyasal alanının giderek vekalet savaşlarına doğru daha fazla kaymalar gösterebileceği, bugünden tartışma alanlarına girmekte oluşunu dikkatli bir biçimde izleyerek, gelecek için elektronik devrim ve yapay zeka oluşumları sosyal hayatın dönüşümlü biçimde ele alınması sırasında yön gösterici olarak  benimsenebilir. Bu gibi gelişmeler son zamanlarda birçok ülkenin sanayileşme girişimlerini de etkilemiş ve bu nedenle geleneksel anlamda geçmişten gelen sanayi ülkelerinin bu çerçevede toparlanarak ve daha çok savunma sanayisi alanlarında yeni girişimler ile yatırımlarını yönlendirdikleri göze çarpmaktadır. Savunma sanayisi girişimlerinin birbiri ardı sıra silah üretimine yönelmeleri giderek tırmanmakta olan savaş süreçlerini kışkırtmakta ve bu gibi gelişmelerin öne çıkması ile de bugünkü dünyanın bir üçüncü cihan savaşına sürükleneceği iddia edilmektedir. Özellikle bu aşamada iki büyük savaş alanının tam ortalarında kalan bölgede bulunan Türkiye Cumhuriyeti devleti Orta Doğu ile Doğu Avrupa bölgelerinde iki büyük savaş girişiminin aynı dönemde ortaya çıkması ile Türkiye hem güneydoğu hem de Kuzey batı bölgelerinden ortaya çıkan savaşların siyasal baskıları ile karşı karşıya gelmektedir. Kuzey bölgesinde Rusya-Ukrayna, güney bölgesinde İsrail ve Arap dünyası savaşları ile karşı karşıya kalan Türk devleti Rusya ve İsrail gibi güçlü ve saldırgan iki savaş devletinin tehdidi altına girmiştir. Ukrayna ve Filistin gibi küçük ve zayıf devletlerin büyük saldırılara uğradığı bu aşamada, bu gibi devletler kendilerini koruyamaz bir duruma geldikleri için, bölgedeki saldırganlığa karşı koyma ve direniş gereksinmesi giderek artmakta ve bu durumda Türkiye’ gibi eski Osmanlı imparatorluğundan gelme merkezi büyük devlet konumuna sahip olan Atatürk Cumhuriyetinin, ulusal sınırlarını oluşturan Misakı Milli antlaşmasının uygulanmasını tehdit eden Rusya ve İsrail saldırılarına karşı duruşla, bölge devletlerinin varlığının güvence altına alınması için Türkiye Cumhuriyeti  gereken önlemleri alarak öne çıkmak zorundadır.

Türkiye merkezi bölgenin önde gelen büyüklükte bir orta devlet olduğu için bu bölgedeki güvenlik ve kamu düzenlerini korumak gibi önemli siyasal ve askeri misyonlara sahip bir ülke konumundadır. Merkezi bölgenin güvenliği için beş yüz yıl sürekli olarak savaşan Osmanlı devletinin çöküşünden sonra merkezi bir ulusal cumhuriyet olarak kurulmuş olan Türk devleti de güvenlik ve kamu düzenlerinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda, Osmanlı devletinden gelen koruma, savunma ve mücadele gereksinmelerinin hepsinin bir arada gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Batı dünyasının güvenlik örgütü olan bir örgütün üyesi olarak Türk devleti batı devletlerinin böylesine olumsuz bir duruma seyirci kalması aşamasında, hareketsiz şekilde kalamaz. Dünya savaşlarının gerçekleştirildiği merkezi bölgede çağdaş bir cumhuriyet ve de aynı zamanda bir hukuk devleti olarak Türkiye devleti, üzerine düşen saldırganlığa ve emperyalizm ile siyonizmin bu merkezlerdeki saldırı ve işgal girişimlerine karşı çıkarak, tıpkı Hitler’in ordularının geri gönderilmesi gibi, bugünde Amerikan ve İngiliz ordularının geldikleri yerlere gönderilmesi için, Türkiye’nin harekete geçmesi zorunluluk göstermektedir. Atatürk zamanında olduğu gibi Türkiye’nin bu aşamada doğu ve batı komşuları ile bir araya gelerek, Sadabat Paktı ve Balkan paktını komşuları ile bir ortak harekete geçerek, koruyucu ve savunmacı girişimlere öncülük yapması gerekmektedir. Türkiye’nin emperyalist ve siyonist devletlerin her türlü saldırı ve işgaline karşı çıkma gibi tarihten gelen misyonu olduğunu, bu topraklarda devlet kurmuş olan Türk ulusunun hiçbir zaman unutmaması gerekmektedir. Acilen alınacak önlemlerle üçüncü dünya savaşının önlenmesi bir an önce tamamlanmalıdır. Kentler ve insanları yok eden savaşların, zorunluluk olmadıkça cinayet olduğunu Türk devletinin kurucusu olarak Atatürk dile getirmiştir. Savaşlara ve işgallere karşı çıkarak bir ulusal kurtuluş savaşı veren Türk ulusunun ikinci bir Kuvayı Milliye hareketi ile yarım kalan cumhuriyet devriminin tamamlanmasına öncelik vermesi ana gündem maddesidir. Tarihsel süreç içinde sonsuza kadar özgür olabilmek için gereken adımların Türkler tarafından atılması gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti çağdaşlaşma yolunda emin adımlarla ilerleme ve kalkınma mücadelesini verirken, yaşam biçimi ve teknoloji alanlarında gündeme gelen bütün gelişmeleri izleyerek kendisini yenilerken, askeri alanda ve savunma sanayii dalında dron ve benzeri savaş malzemelerinin üretimine yönelerek de savunma ve güvenlik açısından ordu ve askeri gücü geliştirerek ve sivil savunma malzemelerini tamamlayarak her türlü savaş ihtimaline karşılık hazırlıklı bir duruma gelmiştir. Uzaktan kumandalı vekalet savaşlarının gereği olan dronlar önümüzdeki dönemde uzaktan kumandalı savaşların önünü açacağı gibi, aynı zamanda gene uzaktan kumandalı savunma ve kurtuluş aletlerinin kullanıldığı savaş hareketlerinin de gerçekleşme aşamasına girmesini de sağlayacaktır. Türkiye bir güvenlik devleti olarak her zaman için her türlü olumsuz gelişmelere karşı direnebilecek güce sahip olacaktır. Türk Ulusu yüz yıl önce bir kurtuluş savaşı verirken, nasıl büyük bir özveri ile hareket etti ise bugünde aynı doğrultuda her türlü özveri ve mücadele azmine sahip bir ülke, devlet ve millet olarak yoluna devam edecektir. Türk fabrikalarının ürettiği dronlar aracılığı ile her türlü vekalet savaşına karşı uzaktan ve yakından hazır duruma gelen Türkiye’nin ,önümüzdeki günlerde her türlü gelişmeye hazır bir duruma gelmesi kaçınılmazdır. Çağın teknolojisi internet üzerinden geliştikçe savunma ve çatışma gibi durumlarda vekalet savaşları, geleceğin yeni dönemlerinde ön plana geçecek ve dünyanın önde gelen büyük devletleri bu açıdan küresel dünyayı ele geçirmek için, her açıdan vekalet ya da temsil savaşlarını gündeme getireceklerdir. Küçük İsrail elektronik dronlarla İran ve Hindistan gibi büyük devletlerin önünü kesebiliyorsa, o zaman Türkiye’de mirasçısı olduğu Osmanlı birikimini merkezi alanda canlı tutmak ve harekete geçirerek emperyalizm ile siyonizmin insanlık dışı emperyalist sömürgeciliklerine karşı çıkarak, her türlü nükleer tehdide karşı on bin yıllık dünya uygarlığını ayakta tutacak adımları atacaktır. Yeni dönemin savunma sanayisinin yıldızı, drone teknolojileri ile Türkiye olmak zorundadır.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN