Türkiye Yönü‘nü Arıyor
Türkiye Cumhuriyeti
kendisini yönetecek bir başkanı aylardır ararken , geçen haftalarda bir düşünce platformunda
Türkiye’nin yönü tartışma masasının üzerine konuldu . Son yıllarda siyasetin
içine iyice girmiş olan bir dini cemaatın önde gelen temsilcilerinin
yönetiminde, Türkiye’nin önde gelen
İslamcı ,gayrimüslim,ateist , liberal,küreselci, etnikçi, ayrılıkçı, bölücü
,batıcı ve mandacı kesimlerinin içinden gelen bazı temsilciler, bir hafta
sonunda Karadeniz kıyısındaki bir sahil
kasabasında bir araya gelerek, Türkiye Cumhuriyetinin yirmi birinci yüzyılda
nereye gideceğini ve nasıl bir yöne doğru
ilerleyeceğini kendi aralarında
ele alarak bir sonuca varmaya çalışmışlardır . Ulusal kurtuluş savaşının
bir kazanımı olarak öncü kadro tarafından kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinden
yana olan ve Atatürk’ün devlet
modelini antiemperyalist bir çizgide
savunan millici,milliyetçi,ulusalcı,cumhuriyetçi
ve antiemperyalist Atatürkçü kesimleri
dışlayarak, düzenlenen bu toplantıda ,gene çeyrek asırlık küreselleşme
döneminin neoliberal düşünce kalıpları
öne sürülmüş , büyük patronların hoşuna
giden teslimiyetçi şarkılar söylenmiş ve
küresel sermaye imparatorluğunun çıkarları doğrultusunda , Türk ulusunun
cumhuriyet devletine bir gelecek çizgisi
belirlenmeye çalışılmıştır . Finans kapitalin tosunları ile cami cemaatinin giderek kapitalistleşen temsilcileri , küresel emperyalizmin zorla
empoze ettiği ortak düşünceleri
dışarıdan güdümlü manüplasyon
senaryoları doğrultusunda birlikte ele
alarak görüşmüşler ve Türk devletine bir
yön çizmeye çalışmışlardır .
Türkiye’nin hem geleceği hem de yönü bütün Türk
vatandaşlarını yakından ilgilendiren yaşamsal bir konudur . Bu yüzden belirli
toplum kesimlerinin , bir takım zirve toplantıları yaparak bütünüyle Türk ulusunun
ve devletinin geleceğine el koymaları ya da yönlendirmeleri , bağımsız bir
devlet düzeni açısından mümkün değildir . İç ve dış bazı çıkar çevrelerini
temsil ederek bu gibi bilimsellik ya da
siyasal plancılık görünümündeki
girişimlerin ülkeye yarar
sağlamaktan çok kafa karışıklığı
yaratarak zarar verdiği
görülebilmektedir . Daha çok İstanbul merkezli kadroların bu gibi toplantılarda
boy göstermeleri ,finans kapitalin medyası tarafından da desteklenince , ülke
kamuoyu açısından yönlendirici olmakta ve Türk toplumunun gerçek temsilcisi
olan Türk vatandaşlarının görüş ve düşünceleri dışlanarak, Türkiye bir yerlere
doğru çekilmek ya da , batılı emperyalist devletlerin çıkarları doğrultusunda
yarı sömürgeci bir çıkmaza doğru sürüklenmektedir . Küreselleşme süreci ile
birlikte içine girilen zaman dilimi içerisinde , Türk halkına ,vatandaşlara ya
da ulusal kamuoyuna bakmadan birbiri
ardı sıra düzenlenen seminer ya da
sempozyum görünümlü toplantılar , bütün
ülkelerde olduğu gibi dışarıdan empoze edilen fikir ve planlar doğrultusunda belirleyici olmaya çalışmaktadırlar . Yirmi
birinci yüzyılın ilk yılları geride kalırken ve bu yüzyılın içine doğru daha
hızlı bir tempo ile girilirken ,bütün
dünya ülkelerine değişim görünümü altında ciddi dönüşüm programları zorla dayatılmaktadır . Uluslar arası tekelci
şirketlerin çıkarları doğrultusunda
dünya halklarına ve devletlerine dayatılan plan ve programlar
çerçevesinde , her ülkenin yapısal düzeni köklü değişikliklere doğru iteklenirken , bu gibi dayatmalardan Türkiye Cumhuriyeti de payına
düşenleri almaktadır . Türk devletinin varlığını bir türlü içine sindiremeyen
, kurucu önder Atatürk’ten gelen devlet modelini kendi çıkarları açısından kabül edemeyen iç ve dış çıkar çevreleri , Türklerin
anavatanını kendi çıkarlarına uygun bir çizgiye çekebilmek üzere , küresel
emperyalizmin mandacılığına
soyunabilmektedirler . Mandacılık beraberinde taşeronluğu da bir misyon
olarak gündeme getirince ,Türklerin tam bağımsız devlet düzenini , çağdaş
cumhuriyetini , laik ve üniter ulusal devlet yapısını demokrasi adına değiştirmeye çalışmaktadırlar
. Var olan düzen ile sorunu olan kesimler , Atatürk ile cumhuriyet karşıtlığında birleşerek ,
Türklerin ülkesine yeni yönler vermeye çalışmaktadırlar .
Amerikan emperyalizminin “Yeni Türkiye Cumhuriyeti “
tanımlamasına uygun bir doğrultuda İslamcı
çizgiyi benimsemiş olan katılımcılar ,devletin laik modeline karşı
çizgide birleşirlerken ,Türkiye’nin yönünü kaybettiğini ,bu yüzden ciddi bir yönsüzlük sıkıntısı
çektiğini, ülkenin yönünü yitirmesiyle birlikte de, Türk ulusu ve devleti için geleceğe dönük
ciddi bir yön krizinin ortaya çıktığı konusunda aralarında yapmış
oldukları tartışmalar basın organlarına yansımıştır . Dünyanın merkezi
coğrafyasının tam ortasında yer alan
merkezi ülke Türkiye Cumhuriyetini ,batı ile doğu arasında bir yerlerde
kalmış önemsiz bir ülke gibi göstermeye çalışan küreselci neoliberaller, Türkiye için yeni bir tanımlama getirerek
, Türk devletini batılı olmayan doğulu
ya da doğulu olmayan batılı gibi bir çelişkili yaklaşım içerisinde ,yeni bir
tanım geliştirerek açıklamaya çalışmışlardır . Türkiye Cumhuriyetini doğu ile
batı arasında yer alan merkezi bir devlet ya da ülke olarak ,daha düzgün ve
kalıcı bir biçimde tanımlamaya yanaşmayan
zirve katılımcıları , eskiden olduğu gibi bugün de Türk devletini
merkezi bir güç olarak görmekten ya da tanımlamaktan kaçınmışlardır . Bu
kesimlerin öncelikle bilmeleri gereken jeopolitik gerçeklik , Türk
devletinin doğu ve batı arasında yer alan merkezi bir güç ya
da ülke olduğudur . Batı merkezli bir kafa yapısı ile hareket eden katılımcı
kesimlerin , akıllarının Türkiye’yi bir merkez ülke olarak kavramakta
zorlandığı görülmüştür . Yuvarlak yerküre düzeni içerisinde kendisini
batının emperyal devletlerine yakın bir konuma yönlendiren mandacı kesimlerin, jeopolitik biliminin ortaya koymuş olduğu en büyük gerçeklik olarak,
Türkiye’nin merkezi konumunu görebilmekte zorlandıkları anlaşılmıştır . Batılı ülkelerde yetişen
aydınların ya da bilim adamlarının batı merkezli düşünceden kurtulamadıkları
için, bir türlü Türkiye’yi merkez olarak göremedikleri ve bu yüzden de çok
ciddi politik hatalara sürüklendikleri ,yıllardır ortaya çıkan örnekler ile anlaşılmıştır .
Batıcı kafa yapısı ile hareket eden katılımcıların çoğunluğu,Türkiye’nin batı
bloku ile ters düşmesinden çok rahatsız olduklarını dile getirmişler ,Türk dış politikasının batı çizgisinden
uzaklaşması yüzünden Türkiye
Cumhuriyetinin son dönemlerde bir yön krizi içine düştüğünü ileri sürmüşlerdir
. Orta Doğu bölgesine demokrasi getirme gerekçesi ile giren batı
emperyalizminin, bu bölgeye uzun süren bir terör ve savaş çıkmazı getirdiğini
görmezden gelmişlerdir . Türkiye’nin Arap coğrafyasında ortaya çıkan demokrasi
taleplerinin karşılanmasında batı
bloklunun dışına çıkarak daha bağımsız bir çizgi izlemesi ,batıcı kesimlerde
kuşku yaratmış,Türk devletinin bu yüzden
içinde bulunduğu coğrafya da yalnızlığa sürüklendiği ifade edilmiştir . Büyük
Orta Doğu Projesinin iktidara getirdiği hükümetin, komşularla sıfır sorun
sloganı ile işe girişirken , komşularla
sayısız soruna sürüklenmesi ele alınarak eleştirilmiş ve bu doğrultuda
Türkiye’nin batı blokundan ayrılmadan hareket etmesinin daha doğru olacağı öne
sürülmüştür . İkinci dünya savaşı sonrasının soğuk savaş dönemi koşullarında ,
Türkiye güvenlik gerekçesi ile batı
blokuna yakın durmuş ama, bu durumdan faydalanmak isteyen batılı emperyal
devletler de Türk devletini tıpkı Osmanlı devleti gibi yarı sömürge konumunda
kendilerine bağımlı kılabilmenin yollarını aramışlardır . Türkiye’nin
jeopolitik konumundan yararlanmak isteyen batılı büyük devletler Orta Doğu
bölgesine yönelik bütün siyasal açılımlarını , Atatürk’ün ülkesi üzerinden
geliştirmeye öncelik vermişler ve bu doğrultuda Türk devletinin sınır komşuları
ile bütünüyle ters düşmesine hatta bazı
durumlarda düşman konumuna sürüklenmesine neden olmuşlardır . İsrail’i
korumak için Adana ‘da yapılan İncirlik
üssü yüzünden Türk devleti bütün güney
komşuları ile düşman konumuna düşürülmüştür . Türkiye merkezi coğrafya da bir bölge ülkesi olmasına
rağmen , aynı zamanda batı ittifakı içinde yer aldığı için , bölgeye yönelen
bir çok batılı operasyon da merkez üssü
olarak kullanılmış ve bu nedenle de bütün komşu ülkeler ile batının emperyal yaklaşımları yüzünden
sürekli olarak karşı karşıya gelmiştir . Böylesine çelişkili bir duruma
düşürülen Türkiye Cumhuriyetinin batı
ile Orta Doğu arasında kalınca hangi
yönde hareket edeceği , batı bloku ile
mi yoksa bölge ülkeleriyle mi
birlikte olacağı meselesi
dünya siyasal gündeminin önde gelen
sorunlarından birisi olmuştur .
Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa Kemal
Atatürk , Türk devletini dünyanın orta
yerinde merkezi bir model ülke olarak kurmuştur . Birinci dünya savaşı ile
beraber imparatorluklar tarihe mal olunca , Osmanlı devletinin yerine , bu
imparatorluğun merkez toprakları olan Anadolu yarımadası üzerinde diğer ülke ve devlet modellerinden çok farklı
bir siyasal örgütlenme gerçekleştirilmiştir .Batı bölgesindeki devlet
yapıları liberal-kapitalist bir çizgide
örgütlenirken , Sovyet devrimi sonrasında da Türkiye’nin doğu sınırları
yakınında bir büyük sosyalist imparatorluk düzeni oluşturulmuştur . Aynı
dönemde Osmanlı halifesine
bağlılıktan geride kalan bir büyük İslam
coğrafyası da ,Türkiye Cumhuriyetinin
güney sınırlarından başlayarak dünyanın
merkezi alanlarında İngiliz emperyalizminin destek ve öncülüğünde devletleşmeye
başlamıştır . Kuzey Amerika ve Avrupa kıtalarında batı tipi
liberal-kapitalist devletler kurulurken , Sovyetler Birliği çatısı altında yeni
geliştirilen sosyalist devlet modeli hızla örgütlenmiştir . Hilafetin
kaldırılması üzerine başsız kalan İslam
coğrafyasında da İngiliz emperyalizmi , bu bölgenin çeşitli ülkelerinde İslam
tipi devletçikler kurarak ,dünya haritası üzerinde devletsiz
ülke kalmaması için yoğun çaba göstermiştir .Böylece üç ayrı dünya
arasında kalan Anadolu yarımadası üzerinde, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti bir
merkezi devlet modeli olarak , ulusal kurtuluş savaşı sonrasında kurulmuştur . Ulusal
kurtuluşun önderi Mustafa Kemal ,savaş içinde devleti kurarken , batı tipi liberal-kapitalist, doğu tipi sosyalist ya da güney tipi İslam modeli devlet
yapılanmalarını bir yana bırakarak , üç dünya arasında Kemalist model adı verilen tamamen kendi koşullarına uygun merkezi bir
özgün siyasal yapılanma modelini oluşturmuştur . Dünyanın merkezi imparatorluğu
olan Osmanlı devleti yıkılınca , bu büyük devletin geride kalan topraklarında
Atatürk ,dünyanın jeopolitik
gerçeklerine uygun düşen bir
denge sistemi ile yeni bir
model oluşturmaya çalışmıştır .
Cumhuriyetin ilanından sonra bir yabancı gazeteci cumhurbaşkanı Atatürk
ile röportaj yaparken ilginç bir soru sorarak , Türkiye’nin konumunu ve
yönünü gündeme getirmeye çalışmıştır .
Yabancı gazeteci Türk modelinin , batı tipi
liberal-kapitalist ya da doğu tipi sosyalist Marksist bir olmadığını , ama ne olduğunun belli
olmadığını , Türkiye’nin hangi çizgide nasıl bir yöne doğru yönleneceğini sorunca , devletin kurucusu olarak Atatürk bu
soruya önemli bir cevap vermiştir . Ona
göre ,Türkiye ne batı tipi kapitalist ne de doğu tipi sosyalist bir devlet
değildir .Bu nedenle , Türk modelini birilerine benzetmeye çalışmak doğru
değildir . Türkiye Cumhuriyetinin kurucu
başkanına göre , Türkiye gelecekte hiçbir ülkeye benzemeyecek hatta
Amerikanlılaşmayacaktır . Türk devletini hiçbir modele benzetmek söz konusu
değildir . Türkiye’yi kesinlikle birilerine benzetmek isteyenler ,Türklerin hiç
kimseye benzemediğini ama mutlak bir benzetme yapılacaksa o zaman ancak kendilerine benzetilebileceklerini dile getirmiştir . Bu çerçevede devletin
kurucusu büyük önder Atatürk ,bu açıklamasıyla
hem Türk devletinin modelini hem de gelecekteki yönünü açıkça ortaya
koymuştur . Türkiye Cumhuriyeti , birinci dünya savaşı sonrasında kurulurken üç dünya arasında bağımsız ve hiç
birisine benzemeyen merkezi bir devlet türü olarak öne çıkmıştır . Bu hali ile Türkiye’nin
hiçbir başka siyasal modele benzetilmesi mümkün değildir .Türkiye Cumhuriyeti
kendine özgü koşulların ortaya çıkarmış olduğu bir devlet olarak , gene kendine
dönük ve benzeyen bir çizgide ilerlemeler gösterecektir . Üç dünya arasında
böylesine merkezi bir devlet kurulurken , hiç kimseye ya da modele benzemeye
çalışılmamış aksine , yıkılan imparatorluğun bıraktığı siyasal boşluk alanında
hiçbir başka modele benzemeden ,ülke halkının kuracağı tam bağımsız ulus devlet
ve çağdaş cumhuriyet yapısı ile , Atatürk’ün geleceğe yönelik çizdiği model ve
bunun dayandığı temel ilkelere dayanan
bir gelecek inşa edilmeye çalışılmıştır . Böylesine bir oluşum sonucunda tarih sahnesine çıkmış olan Türk devletinin
hiçbir başka modele benzetilmesi mümkün olmadığı gibi ,başka yollara çekilmesi
ya da kurucu iradenin ortaya koymuş olduğu
yoldan çıkarılarak başka yönlere doğru çekilmesinin mümkün
olmadığını ,Türkiye’nin yönü üzerine
toplantılar düzenleyerek halk
kitlelerini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çaba gösteren ,iç ve
dış çıkar çevrelerinin de görebilmesi gerekmektedir . Namaz kılarken selam
durulan kıblenin yönünün değiştirilmesi nasıl mümkün olamıyorsa , Türkiye
Cumhuriyetinin de Atatürk’ün çizmiş olduğu yönden kaydırılması
mümkün olamayacaktır .
Türk devletinin modeli Birinci dünya savaşı sonrası
döneminin özelliklerine göre belirlenmiştir . İmparatorluklar dağılırken ulus
devletlere geçilmesi dikkate alınarak , Avrupa kıtasının hemen yanı başında benzeri bir ulus devlet, ulusal kurtuluş
savaşı kazanılarak kurulabilmiştir .Böyle bir adım atılırken gelecekte batı
emperyalizminin sömürgesi olabilecek bir
liberal-kapitalist yapılanmadan uzak durulduğu gibi ,Lenin’in başında
bulunduğu Sovyetler Birliğinden de uzak
durularak sosyalist ya da Marksist bir
devlet yapılanmasına gidilmemiştir . Ayrıca , halifelik kurumu bir yasal düzenleme ile iptal edilerek
Türkiye’nin güney sınırlarının ötesinde uzanıp giden Müslüman devletleşme
modellerine karşı da bir mesafe konulmuştur . Türkiye’nin sınırlarını
çevreleyen her üç dünyaya karşı uzak durulması sayesinde , bunların her üç
tipinin ötesinde bir merkezi modele yönelebilmek mümkün olabilmiştir .Atatürk
böylesine farklı bir siyasal yapılanmayı özgürce ortaya koyarken , Türk devletinin ve çağdaş cumhuriyet
rejiminin temel ilkelerini de belirleyerek
yeni devletin anayasası içerisine de
koymuştur . Halen Türkiye Cumhuriyeti anayasasının , giriş kısmında
cumhuriyetin temel ilkeleri olarak belirtilen genel kurallara , Türk ulusu
kurucu önderin siyasal mirası olarak Atatürk ilkeleri adı altında sahip
çıkmaktadır . Atatürk ilkeleri ile dünya
sahnesine çıkmış bulunan bir devletin, gene aynı ilkelere dayanarak ve sahip
çıkarak ayakta kalabilmesi ve değişen dünya koşullarında yoluna devam
edebilmesi bu temel ilkeler sayesinde mümkün
olabilecektir . Türk devletine yeni elbiseler giydirmek ya da yepyeni yönler
çizerek bir yerlere kaydırmak üzere harekete geçen kesimlerin de, bu gerçekliği görerek hareket
edebilmeleri doğru ve gerçekçi sonuçlara
varabilmek açısından yararlı olacaktır .İmparatorluklar
cihan savaşı sonrasında dağılırken , Türklerin yeni bir imparatorluğa
yönelebilmeleri mümkün değildi . Sovyet devrimi gerçeği dikkate alınarak ,
devrimci bir atılımla çağın gereklerine uygun düşen tam bağımsız bir ulusal
devlet çağdaş laik bir cumhuriyet rejimi ile birlikte inşa edilebilirdi ve Atatürk’te bunu yapmıştır.
Atatürk ,
Türkiye Cumhuriyetini birinci dünya
savaşı sonrasının koşulları içerisinde tarih sahnesine çıkartırken , soğuk
savaşın getirmiş olduğu yeni dengeleri ve
gerginlikleri dikkate alarak hareket etmiş ve bu gerçekler doğrultusunda yeni Türk
devletine geleceğe dönük bir yön kazandırmaya çalışmıştır . Böylesine olumsuz
koşullarda Ruslar ileri giderek , doğu
Anadolu’dan toprak isteyecek kadar baskı yapmışlar ama Kemalist rejim merkezde oluşturduğu tam
bağımsız çizgiden feragat etmeden bu tür yeni emperyalist taleplere karşı
sağlam durarak ,ortaya çıkışı sağlayan dengelerin korunması konusunda yeterince
etkili bir tavır sergilemiştir . Sovyetler Birliğinin , ikinci dünya savaşı sırasında
fazlasıyla güçlenerek dünya sahnesinde öne çıkması ve bu doğrultuda Nazi
imparatorluğunun yıkılmasında etkin bir rol oynaması, Rus emperyalizminin
yöneticilerinin yeniden emperyalizme yönelerek , merkezdeki tampon
ülke Türkiye Cumhuriyetinden toprak talep edecek kadar ileriye gitmelerine yol
açmıştır . Bu durum giderek ağır bir tehdit halini alınca , Türk devleti de
batı bloku ile ilişkilerini daha da
yakınlaştırarak , kendi güvenliği açısından batı güvenlik şemsiyesinin
altında bulunmayı bir güvence olarak görerek , batılı savunma sistemi içerisinde yer almıştır . İşte bu aşamadan
sonra Türk devleti bağımsızlığını elinden kaçırmış ,savaş alanlarında
kazanılmış olan tam bağımsızlık
statüsünden batı güdümünde bir güvenlik şemsiyesi altında , doğu batı
çekişmesinin yaşandığı soğuk savaş ortamında batı blokunun ileri karakolu
konumuna ,Türkiye Sovyet tehdidinin dengeleri bozması yüzünden düşürülmüştür .
İşte bu aşamadan sonra kurucu iradenin Türk devletine çizmiş olduğu tam
bağımsız ülke kalabilme yönü yavaş yavaş batı hegemonyası doğrultusunda ortadan
kaldırılmıştır . Türkiye Cumhuriyeti hak etmediği bir bağımlılık ilişkisine
doğru zorlanırken , kurucu önder
Atatürk’ten miras kalan tam bağımsızlık çizgisinden ve yönünden uzaklaşmak
zorunda kalmıştır .
Birinci dünya savaşı sonrası dönemin koşullarında tam
bağımsız merkezi devlet modeli ile
ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti ,
ikinci dünya savaşı sonrası dönemin yeni koşullarında zorlanmaya başlamış ve değişen dünya konjonktüründe ,geçmişten gelen
merkezi bağımsız devlet modeli tehlikeli bir duruma doğru sürüklenmeye
başlamıştır . İngiltere’nin geçmişten gelen Büyük Britanya İmparatorluğu yapısı
içinde göreli olarak sürdürülebilen
bağımsız devlet statüsü , ikinci dünya savaşı sonrasında Amerikan
emperyalizminin bölgeye gelişi ve bunun sonucunda da , iki bin yıllık bir
aradan sonra Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması
üzerine Atatürk’ün bağımsız cumhuriyeti
bu iki yeni siyasal gücün baskısı altına girmeye başlamıştır . ABD yeni
Atlantik gücü olarak dünya hegemonyasını İngiltere’nin elinden alırken ,
Birleşik Krallık’tan daha farklı bir siyasal
yapılanmaya yöneliyor ve askeri üsler ile dünya ülkelerinin içine
giriyordu . İngilizler Fransızlar ile birlikte girdikleri yerlerde yeni
devletler kurarken , Amerikalılar zaten önceden kurulu olan devletlerin içine
girerek yeniden devlet kurmak yerine
üsler tesis ederek varlıklarını dünya kıtaları üzerinde örgütlüyorlardı .
İkinci dünya savaşına girmekten uzak
kalan Türk devleti , savaş sonrasında ABD hegemonyasının bölgeye girişi ile
karşı karşıya kalıyor ve ülkenin her köşesinde üslerin kurulması önlenemiyordu
. Sovyetler Birliğinin tehdit olarak görüldüğü bir aşamada , batı emperyalizmi
tehdit olmaktan çıkıyor ve bir anlamda komünizm yayılmacılığına karşı bir
güvence olarak görülüyordu . Türkiye bu aşamada kendini Sovyet emperyalizmine
karşı korumak için batı güvenlik sistemine kayıyor ve Amerikan emperyalizmi ile
İsrail siyonizmi bu durumdan yararlanarak Türkiye’nin içerisine serbestçe
girerek örgütleniyorlardı . Türkiye’nin batı güvenlik sistemine girdiği tarih
bu yüzden bağımsızlığını elinden kaçırdığı aşamadır . İki kutuplu dünyada Türk
devleti merkezi coğrafyadaki Sovyet yayılmacılığına karşı kendisini batı
blokunun kucağına atarken , devletin kuruluş aşamasından gelen tam bağımsız ve
antiemperyalist politik çizgi terk
ediliyordu . Birinci cihan savaşı sonrasında tam bağımsız bir siyasal yapı
olarak ortaya çıkabilen Türk devleti ,
ABD ve İsrail’in bölgeye gelişi ile
birlikte bağımsızlığını elinden kaçırarak bu iki yeni siyasal gücün hegemonyası altına giriyordu .
Amerikan emperyalizmi merkezi coğrafyaya gelmek için
aylar önce vefat etmiş bir eski büyükelçinin naşını bahane ederken , Türkiye
daha ne olduğunu anlamadan bir de güney bölgesinde İsrail’in kuruluşu vakası
ile karşı karşıya kalıyordu . İkinci cihan savaşı sonrasında Stalin’in Kars ve
Ardahan illerini yeniden talep etmesi Türkiye’yi batıya doğru sürüklerken , ABD
bu durumdan yararlanmasını iyi bilerek, Türkiye’de üsler oluşturma yolu ile
Atatürk’ün bağımsız devletinin içine giriyordu .Böylece Türkiye batı
emperyalizminin merkezi alandaki üssü konumuna sürüklenirken , bölgedeki Arap
ve Müslüman çoğunluğa karşı İsrail’in korunması misyonu da İncirlik üssünün
kurulmasıyla ,Türkiye Atlantik emperyalizmi ile Siyonizmin şemsiyesi konumuna
itekleniyordu . Bu aşamada , Atlantik kıyılarında yetişmiş bazı politik
kadroların taşeron olarak kullanılmaları
nedeniyle Türkiye kuruluşundan gelen tam
bağımsız dış politika çizgisinden çekilerek ,
Atlantik güçlerinin Truva atı konumunda bir çizgiye doğru
yönlendiriliyordu . Çok kısa zamanda örgütlenen bu yeni durum Türk toplumunda
büyük tepkilere yol açarken , gerçeklerin anlaşılmasının önlenmesi
doğrultusunda terör ve askeri darbeler
çıkmazına doğru Türkiye dış baskılar ile yönlendiriliyordu . Türkiye’yi kurmuş
olan bağımsızlık insiyatifinin sonraki kadrolarının bir kısmının gayrimüslim
lobiler aracılığı ile Atlantikçi emperyalizm ile İsrail’ci Siyonizme yakın
durmaları yüzünden, Türk devleti kendini koruma çizgisinde ulusal reflekslerini
kullanamıyor ve her geçen gün bağımsızlık daha da fazla elden giderken , Türk
devletinin Atatürk’ten gelen tam
bağımsızlıkçı antiemperyalist yönü zamanla ortadan kaldırılıyordu . Soğuk savaş
döneminin son yıllarında Türkiye’nin her on senede bir askeri yönetimlere
mahkum bırakılmasının ana nedeni , batı güvenlik sistemi içinde
Türkiye’nin bağımsızlıkçı yönünün batıcı
bir çizgiye kaydırılmasıdır .
İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı gelecek
yönünden saptırılması , Türkiye’nin önde
gelen aydın kesimlerinde büyük tepkilere yol açıyordu . Çeşitli çıkar hesapları
ile toplumun sağ kesimindeki politikacıların satın alınması ya da pasifize edilmesi
yüzünden , sol aydın kadrolar içinden çıkan iyi yetişmiş uzman kadroların
öncülüğünde bir yeni yön arayışı , 27 Mayıs askeri yönetim dönemi
sonrasında gündeme geliyordu . Amerikan
ve Rus yayılmacılığı ile İsrail Siyonizmi karşısında bağımsızlığını yitirme
noktasına gelen Türkiye Cumhuriyetinin
,eskisi gibi tam bağımsız bir geleceğe doğru ilerlemesini sağlayabilme
doğrultusunda,ülkenin önde gelen sol aydınları bir araya gelerek önce yeni
devletçilik adını verdikleri bir bildiriyi birkaç yüz aydının ortak imzası ile
kamuoyuna açıklıyorlar ve daha sonrasında da oluşturdukları yön hareketini aynı
ismi taşıyan bir dergi ile Türk kamuoyuna taşıyorlardı . Beş yıla yakın bir
süre çıkan bu dergi , İstanbul
sermayesinin denetimi altındaki basının gözlerden kaçırdığı dünya ülkelerinin
gerçeklerini dile getirerek , iki kutuplu dünya koşullarında ulus devletlerin
nasıl bir antiemperyalist ve
bağımsızlıkçı politika ile ayakta kalabileceğini her yönü ile inceleyerek
ortaya koyuyordu . Yön hareketi , tam da Türkiye’nin Atatürk’ten gelen
bağımsızlık yönünün elinden alınmaya
çalışıldığı aşamada devreye girerek ,
Türkiye Cumhuriyeti devletinin yirmi birinci yüzyıla kadar yoluna devam
edebilmesini sağlayan bilimsel birikimi siyasal alana aktarıyordu .Beş yıl
süren Yön hareketi yayınladığı dergi ile gelecek kuşaklara önemli bir siyasal
ve bilimsel birikimi aktarmış ve böylece Türkiye’nin Osmanlı devletinin son
dönemlerinde olduğu gibi yarı sömürge durumuna düşürülmesini önlemiştir .
Yön
hareketinin dergisi incelendiği zaman , batı tipi liberal kapitalizm ile Sovyet
tipi Marksist sosyalizm arasında , antiemperyalist bir bağımsızlıkçı çizginin
oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir . Bir anlamda , Türkiye Cumhuriyetini
var eden Kemalist bilgi birikimi Yön dergisi aracılığı ile yarım yüzyıl sonra
yeniden ele alınarak değişen dünya koşulları çerçevesinde yenilenmeye
çalışılmıştır . Bandung konferansı ile başlatılan üçüncü dünya hareketinin
Amerikan ve Rus emperyalizmlerine karşı dünya ülkelerini bir araya getiren
üçüncü yol arayışı içinde Türk kamuoyuna aktarılmasını , Yön hareketi başarıyla
gerçekleştirmiştir . Ne var ki ,
Türkiye’nin bağımsızlıkçı yönünü koruyabilmesi amacıyla ortaya çıkan bu hareket , Amerikancı
ve İsrail’ci kadroların ülkeye batıcı liberal yaklaşımları getirmesi , Atatürk
ilkelerine dayanan Kemalist modeli ortadan kaldırmaya çalışmaları karşısında
istenen başarılı çıkışları gerçekleştirememiş ve bir süre sonra dergi yayınına son verilmiştir . Yön
hareketinin ,azgelişmiş ülkeler için geliştirmeye çalıştığı üçüncü dünya
sosyalizmi , Türkiye’nin Kemalist birikimi ile bir araya gelince önemli bir
siyasal potansiyeli , batıcı yönlendirmeye karşı alternatif olarak öne
çıkarıyordu . Atatürk’ün partisinin zaman içerisinde batıcı liberal kadrolara
teslim olması yüzünden, Kemalizm devre
dışı bırakılıyor ve Yön hareketinin canlandırdığı Kemalist düşünce ve
projeler uygulama alanının dışına
itiliyordu . Yön hareketinin demokratik ortamda ve siyasal yaşamda etkin
olamaması yüzünden , Türkiye için
yaşamsal öneme sahip olan bazı düşünce ve projelerin ara rejimler ve
ordu destekli olarak devreye sokulması
eğilimi ülkenin her on senede bir askeri rejimlere sürüklenmesi doğrultusunda ele alınarak ara rejim senaryoları içinde
değerlendirilmeye çalışılıyordu . Türkiye için yaşamsal öneme sahip olan
bir çok plan ve programın , batıcı
liberal kadrolar tarafından engellenmesi yüzünden ara rejim senaryoları ile
devreye sokulmaya çalışılması , batı
güvenlik sistemi içine girmiş olan Türk silahlı kuvvetlerinin kullanılmasını da
gündeme getiriyordu . Demokratik ortamda Türk devletini güçlendirecek planlar
engellendiği için , yurtsever çizgideki sol aydınlar tepeden inmeci girişimler
ile dönüşümlerin gerçekleştirilmesi
gibi girişimlere alet olarak , batı
emperyalizmine tepki olarak geliştirdikleri karşı çıkışları ile de, askeri
rejimlerin önünü açarak dolaylı
yollardan gene batı emperyalizminin Türkiye’yi kıskaç içine alan siyasal plan
ve projelerine alet olmaktan kurtulamıyorlardı . İyi niyetli girişimler siyaset sahnesinde engellenince ,
antidemokratik arayışlar alternatif
olarak kendiliğinden devreye girerek ülkenin ara rejimlere
sürüklenmesine yol açıyordu .
Kurucu
önder Atatürk’ün Türk ulusuna emanet ettiği Türkiye Cumhuriyetinin tam
bağımsızlıkçı bir çizgide geleceğe dönük bir yön arayışında , toplumcu yön
hareketinin başarısız kılınması üzerine
, daha bağımlı politikalar batı
merkezleri tarafından geliştirilerek Türkiye’deki mandacı kadrolar aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır . Bu gibi
girişimlerin sonucunda Türk devleti daha fazla batı emperyalizminin kontrolu
altına girmiş ve İsrail siyonizmi tarafından fazlasıyla bölge ülkelerine karşı
kullanılmıştır . Soğuk savaşın son döneminde iyice batı blokunun yönüne angaje
edilen Türkiye , küreselleşme dönemine geçilmesiyle birlikte bir Atlantik sömürgesi konumuna düşürülmeye
çalışılmıştır . Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail Projelerinin bölgesel merkezi konumuna getirilen Türkiye ,
bölge ülkelerine karşı geliştirilen çeşitli senaryolarda kullanılmıştır . Bu doğrultuda Atlantik kıyılarında
yetiştirilen mandacı siyasal kadroların yönetime getirildiği bir süreç içinde ,
bölgeyi batılı planlara uygun dönüşüme zorlayan projelere doğru , Türk devleti yönlendirilmiştir .
Britanya İmparatorluğunun sömürgelerine yönetici yetiştiren okullardan mezun
olan bazı mandacı ve gayrimüslim
kadrolar ,Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ters düşen bir çok plan ve projenin taşeronu olarak kullanılmışlardır .
Türkiye’nin önde gelen yazarlarından Atilla İlhan’ın eserlerinde ileri sürdüğü
gibi , Türk toplumunun yüzde onu civarındaki bir kontenjan Türkiye’nin ulusal
çıkarlarına karşı batılı emperyalistler ile işbirliği içinde olmuşlardır .
Yarım yüzyılı aşkın bir süredir devam eden bu gibi olumsuz gelişmeler yüzünden ,Türkiye
tam bağımsız bir gelecek yönüne sahip olma
durumundan zamanla uzaklaştırılmıştır
.
Bugün gelinen yeni aşamada , çeyrek asırlık küreselleşme
dönemi geride kalırken , dünya çok kutuplu yeni bir denge arayışı sürecine
doğru sürüklenmektedir .Hiç bir kutbun tek başına küresel bir hegemonya
kuramadığı ve gelecekte de kuramayacağı yeni dönemde , emperyal devletler
üstünlüklerini devam ettirebilmek
için yeni senaryolara yönelerek , bütün
dünya ülkeleri üzerindeki etki ve baskılarını sürdürme çabası içerisine
girmişlerdir . Yeni dönemde kendi adamlarını , Türkiye gibi bağımlı ülkelerin
başına getirerek diğer kutup merkezi emperyal devletlere karşı üstünlük
sağlamak isteyen batılı
emperyalistler geri adım atmama
konusunda ısrarcı oldukları için , dünyanın çeşitli bölgelerinde sıcak
çatışmaların önünü açmaktadırlar . Türkiye Cumhuriyeti yeni cumhurbaşkanını
seçerken , gelinen yeni aşamadaki uluslar arası konjonktürü iyi
değerlendirerek hareket etmek zorundadır
. Merkezi coğrafya için geliştirilen
ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi
ile Siyonizmin Büyük İsrail Projeleri
geride kalırken ,dünya devleti olma iddiasındaki Büyük Britanya İmparatorluğunun
da , kendi kontrolu altında yeni bir İslam imparatorluğunu İslam Birliği senaryoları ile diğer dünya
devletlerine karşı bir çizgide, Orta doğu bölgesinde bir dini yapılanma üzerinden gerçekleştirmeye
çalışmasını da iyi değerlendirmek gerekmektedir . Türk ve İslam dünyasındaki
tek aydınlanma devriminin gerçekleştirildiği
Atatürk Türkiye’sinin emperyal projeler doğrultusunda laik ve çağdaş bir siyasal yapılanmadan
koparak, yeniden Osmanlı dönemindeki
gibi bir ortaçağ düzenine geri dönüşüne
, Türk ulusu izin vermemelidir . Bu nedenle , Türkiye’nin yönünün belirlenmesi
işi de sadece dinsel cemaatlara bırakılamayacak kadar önemli ve yaşamsal bir
konudur . Türk halkı cumhurbaşkanını seçmek üzere seçim sandığına giderken ,
sadece bir devlet başkanını değil ama aynı zamanda kendi geleceğini de ve Türk devletinin yönünü de belirleyeceğini de iyi bilmek durumundadır . On bin yıllık Türk
tarihi ile ,merkezi coğrafyadaki bin yıllık Türk devlet geleneği , Türk ulusuna
yirmibirinci yüzyılda tam bağımsız gelecek için
yeterli bir destek sağlamaktadır
. Türk vatandaşları oylarını kullanırken , dünyanın bugün geldiği durumu iyi
görmek durumundadırlar . Her türlü psikolojik savaş ve algı yönlendirmelerine
karşı çıkarak, Türk halkı ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda bir seçime
yönelmek zorundadır . Türk ulusu cumhurbaşkanını seçerken , halifelik
düzeninin okyanus ötesinden İslam coğrafyasına yeniden taşınmak
istendiğini de görerek hareket etmek durumundadır . Geçmişten gelen siyasal birikimi , Türkiye cumhuriyetinin ve Türk ulusunun çıkarları doğrultusunda en
iyi şekilde değerlendirecek ve her türlü emperyal baskıya direnerek
zamanla güçlü bir önder olabilecek
cumhurbaşkanının Türk ulusunca seçilmesi
dünya barışına önemli katkı sağlayacaktır .
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder