ERGENEKON’DAN ESTERGON‘A
Dünya
haritasına bakıldığı zaman , Türklerin yaşadıkları alanların
Ergenekon bölgesinden
Estergon kalesine kadar uzanan
çok geniş bir coğrafya da yer aldığı görülmektedir. Bu nedenle Türk dünyası
denilince, hem Ergenekon bölgesinin
getirdiklerini hem de Estergon kalesinin bulundukları konumları aracılığı ile fazlasıyla, Türk dünyasına
yönelik etkin yansımalar yarattığını görmek
mümkündür. Mitolojik bilgilere göre, Türkler Asya’nın ortalarında yeryüzüne çıktıkları zaman sahip oldukları
çevreyi genişleterek yayılmışlar ve bu
doğrultuda Ergenekon dağının altında bulunan
demir madenlerini eritme yolu ile yaşama şansını elde ederek hayatta kalmayı başarabilmişlerdir. Çinliler
Türkleri yok etmek için her zaman düzenli saldırılar yapmışlar ama Türkler gerektiğinde demir dağları da
eriterek ve de delip geçerek yeryüzünde var olabilmeyi ve ayakta
kalabilmeyi başarmışlardır. Türk tarihi ile ilgili mitolojik bilgilere
bakılırsa Ergenekon Türk ulusunun Orta Asya’dan tarih sahnesine çıkış yeridir. Türkler varlıklarını kanıtladıktan
sonra sürekli göçler ve akınlar ile Asya
ve Avrupa kıtalarında at koşturmuşlardır. Atlı bir uygarlığın temsilcisi olan Türkler, at
sırtında Asya’nın ortalarından yola çıktıktan sonra, sürekli yayılarak ve
devlet sınırlarını genişleterek, Avrupa kıtasının ortalarında yer alan Estergon
kalesinin bulunduğu merkezi bölgeye kadar gelmişlerdir. Bu nedenle Türk tarihi Ergenekon’dan
çıkış ile, Estergon kalesinden geri
dönüş arasında geçmiş olan büyük bir
zaman dilimidir.
İki
büyük kıtanın ortalarında yer alan uygarlıklar ve devlet yapılanmaları, Türk
tarihinin ana konularıdır . Türkler Asya
kıtasının her bölgesinde tarihin değişik dönemlerinde devletler kurdukları gibi,
benzeri bir çizgide Avrupa kıtasının da değişik
bölgelerinde farklı devletler kurarak bugünlere gelmişlerdir . Atlas
okyanusuna sahilleri olan Finlandiya gibi
Büyük Okyanus’un kenarlarında kurulmuş olan Kore devletinin de Türk dünyasının birer parçası oldukları görülmektedir. Tıpkı Japonlar gibi Ural-Altay
bölgesinden gelen Koreliler Büyük Okyanus kenarlarında bugün yaşamlarını
sürdürürken, Finliler ile birlikte Orta
Asya’dan göçebe olarak gelen Macarlar,
Lehler, Çekler, Bulgarlar ve Estonyalılar da Hunların, Avarların ve Hazarların
uzantıları olarak bugünün Avrupa
kıtasında ayrı devletler olarak
varlıklarını sürdürmektedirler. Üç büyük kıtanın tam ortasında yer alan Türk
dünyasının doğudaki çıkış yeri Ergenekon ile, batıdaki hegemonyasının eriştiği
hedef olarak Estergon kalesi, dünyanın ortalarında bu kadar geniş bir alana yayılmış olan Türk uygarlığının merkezi sınırlarını oluşturmaktadır. Türkler en büyük kıta olan Asya’nın
ortalarından yeryüzüne çıkmış bir ulus ve uygarlık olarak, diğer büyük güçler
gibi dünya hegemonyası için çok geniş
alanlara yayılmışlar ve tarihin ana
olaylarının cereyan ettiği bu alanda
Türkler kendilerine bir ana hedef olarak bazı büyük kentleri seçmişlerdir. Türk
hükümranlığının hedefi olarak belirlenen bu
kentler arasında Roma, Viyana, Kudüs
ve İstanbul Kızıl Elma hedefinin ana merkezleri
olarak belirlenmiştir.
Orta
Asya’dan çıkarak bu kıtanın her bölgesine dağılan Türk kavimleri, dünya
hegemonya yarışı içinde hem ön Asya’ya hem de
Avrupa kıtasının bir çok
yerine ulaşmışlardır. Türkler Asyalı bir
kavim olarak tarih sahnesine çıkmışlar ama daha sonraki yaşam dönemlerinde,
uzun süre Avrupa ülkelerinde devletler kurarak bugünün dünyasına Avrupalı bir millet
olarak dahil olmuşlardır. Türk
devletinin kurucu önderi Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurarken ve bu doğrultuda çağdaş uygarlığı hedeflerken, yeni Türk
devleti de Avrupa kıtasının yanı başında
modern bir ulus devlet olarak tarih sahnesine çıkıyordu. Önce Hunlar,
daha sonra Avarlar ve Hazarlar’ın göçleri ile Ergenekon’dan çıkıp gelerek Avrupa kıtasında
yaşamaya başlayan Türk kavimleri, bir
çok bölgede kendi hegemon düzenlerini
kurabilmiş ve böylece Asya kökenli bir halk olan Türklerin Avrupalılaşma
süreci de başlamıştır. Yüz yıllar sonra Osmanlı İmparatorluğunun geri dönüş macerası da, devletin gerileme
dönemi sonrasında Macaristan’nın tam ortasında yer alan Estergon kalesinin kenarlarından Asya’ya
doğru başlıyordu. Osmanlılar Estergon’u alarak Avrupa’nın merkezine
yerleştikten iki yüzyıl sonra sonra Asya
ve Orta Doğu bölgelerindeki sürekli
savaşlar yüzünden Avrupa topraklarından geri çekilmek zorunda kalırken, Estergon
kalesi Türklerin Asya kıtasına dönük
geri çekilişinin bir başlangıç noktası olarak tarihteki yerini alıyordu.
Türk
tarihinin iki ana konusu olan Ergenekon
ve Estergon kavramları, son yıllarda
yaşanan bazı siyasal gelişmeler yüzünden güncellik kazanmıştır. Geçen yüzyılın
başlarında kurulmuş olan genç Türk devleti yeni bir yüzyılın içine doğru
gidildiği bir aşamada, Türk ulusunun tarih sahnesine çıkmış olduğu yer ile
yeniden değerlendirilmeye başlanmış ve Ergenekon’dan çıkmış olan Türkler batı emperyalizmi tarafından, yeniden Ergenekon çukuruna sokulmaya çalışılmıştır. Bir
Doğu kıtası olan Asya’dan tarih sahnesine çıkmış olan Türkler, Asya’dan sonra Avrupa hegemonyasına
yöneldikleri bir aşamada Estergon kalesi
önlerine çıkmış, Osmanlı İmparatorluğu iki yüzyıla yakın Macaristan hegemonyasında Estergon kalesini sınırları içinde tutarak,
bu önemli anıtı orta Avrupa bölgesindeki
Türk hegemonyasının merkezi konumuna getirmiştir. Estergon kalesi zamanla Avrupa kıtasındaki Türk egemenliğinin göstergesi haline gelirken, Ergenekon’dan sürekli batıya
doğru giderek egemenlik alanını
genişleten Türklerin de dış dünyaya karşı önemli bir simgesi konumuna
gelmiştir. Türkler dünya kıtalarına yayıldıktan sonra bu iki nokta arasındaki bağlantıyı kalıcı
bir hegemonyanın çekirdeği haline
getirmek için çok uğraşmışlar ama tarihin akışını belirleyen önemli olaylar
nedeniyle bu amaçlarına tam olarak
ulaşamamışlardır. Yıllar geçtikçe çeşitli bölgelerde kurulmuş olan devlet
yapıları yıpranarak tarihin tozlu sayfalarına doğru kayarken, Türkler etkinliklerini sürdürmüşler ve her batan
devletten sonra yeni ve farklı devlet modellerine yönelerek Türk tarihi
açısından bir devamlılık sağlamışlardır. Türklerin düşmanı konumundaki emperyal
güçler ise, Türk birliklerini
Estergon’dan çıkartıp geri süpürmüşler ve bu süreçte Türkleri tarih sahnesine çıkmış oldukları
Ergenekon’a göndererek yeniden çukura
gömmeye çalışmışlardır. Batılı emperyalistler Türkler’den intikamlarını böylece almaya
çabalarken, Türk’süz ve Türkiye’siz bir yeni dünya peşinde koşmuşlardır .
Yirmi birinci
yüzyılın başlarında, dünyanın ortasında bulunan güçlü Türk devletini tasfiye
etmeye yönelen batılı emperyalist güçler,
var olan son Türk devletine karşı büyük
bir komplo kurmuşlardır . Türklerin tarih sahnesine çıkışının adı ve simgesi
olan Ergenekon, emperyalist bir akıl ile
Türkiye Cumhuriyetinin ortadan
kaldırılmasını hedefleyen bir büyük siyasal senaryonun adı olarak dünyaya
empoze edilmiştir. Mitolojideki Ergenekon ile dünya sahnesine çıkmış olan Türk
yapılanması, yeni bir dünya düzeni kurulurken
yapay ve çakma oluşturulan bir dava senaryosu ile ortadan
kaldırılmaya çalışılmıştır. Batı emperyalizminin Orta Doğu bölgesini sürekli kontrol etme çabalarının ürünü olan
Türkiye’deki askeri darbe senaryolarının bir yenisi, devletin temelini
oluşturan Türk Silahlı
Kuvvetlerinin topluca yargılanması için
gündeme getirilerek, üst düzey askeri kadrolar
darbecilik senaryosu üzerinden cezalandırılmaya çalışılmış ve bu
doğrultuda hazırlanan dava senaryosunun inandırıcı olabilmesi için, bir çok
sahte olay ve evrak yaratılarak mahkeme
sırasında kullanılmıştır. Türkiye Cumhuriyetini emperyalizmin tasfiye planları
doğrultusunda, olmayan bir gizli örgütü varmış gibi göstererek ve bu örgütü terörist ilan ederek Türk ordusunun önde gelen subayları gerçeklere aykırı bir biçimde
suçlanmışlar ve çeşitli senaryolar aracılığı ile de ordunun bir tarikat yapılanması üzerinden emperyalizm
ve Siyonizmin kontrolü altına alınarak
Türk ulusuna ve devletine karşı kullanılması
gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Dünya tarihinin ana unsurunu oluşturan
Türkler büyük savaşlar sonucunda sahip
oldukları merkezi coğrafya topraklarından geri püskürtülerek batı emperyalizminin
doğuya açılımı sırasında, Asya kıtasının derinliklerindeki Ergenekon dağının
çukurlarında yeryüzünden
silinmeye çalışılmışlardır. Davanın adı Ergenekon konulurken, dava dilekçesinin
girişinde Asya kıtasındaki yer altı
yapılanması olarak gösterilen Agarta bölgesi bile bu haksız davanın dayanak noktası olarak
gösterilmeye çalışılmıştır.
Yeni bir dünya düzeni kurulurken tarihin ürünü olan Türk devleti ve Türklük
olgusu, Türklerin tarih sahnesine çıkışının simgesi olan bir mitolojik
kavram kullanılarak yok edilmek istenmiştir. Bu
aşamada Türkiye’deki siyasal gelişmeler
dışarıdan yönlendirilerek , iki bin yıllık Türk ordusu batılı istihbarat
servislerinin güdümündeki bir tarikatın
baskısı altına alınmaya çalışılmıştır . Özellikle Türk devletinin laik
yapılanması ortadan kaldırılmak istenirken. Türkiye Hrıstıyan Avrupa’dan
uzaklaştırılarak, Müslüman Orta Doğu’ya
yakınlaştırılırken, sonradan oluşturulan
gizli örgüt destekli yapay tarikatlar
devreye girmiş ve bunların desteği ile siyasal alanda dini yapılanmalar öne
geçirilmiştir. Bu aşamada Meclis başkanları laikliğe karşı savaş açarken dini yapılanmaların siyasete bulaşması yüzünden Türk devleti ciddi bir
varlıkkrizine sürüklenmiştir.
Devletin kurucu iradesinin ortaya koyduğu siyasal modelden uzaklaşılırken, küresel emperyalizm ve Siyonizim ortaklığının yeni
Orta Doğu planına uygun olarak Türk devleti de
çağdaş bir cumhuriyet oluşumundan hızla uzaklaştırılarak tıpkı Arabistan gibi bir Ortaçağ din devletine dönüştürülmeye
çalışılmış, gelinen yeni aşamada millet
kavramına karşı çıkılırken, bunun yerine gene Ortaçağ düzeninde olduğu
gibi tarikatların emrinde bir ümmet toplumu ve din devleti arayışı öne çıkartılmıştır.
Türkiye böylesine bir yok edici bir
emperyal dönüşüm programı ile karşı karşıya bırakılırken, Türk ulus devletinin
çekirdek örgütü ve en büyük güvencesi olan Türk ordusu, gerçeklere aykırı bir
biçimde sonradan gündeme getirilen düzmece bir dava aracılığı
ile yargılanarak ortadan kaldırılmak istenmiştir. Emperyalizm devlet yıkıcılığı
senaryoları iledoğrudan çağdaş Türkiye Cumhuriyetini hedef alırken, tarikatçı
kadrolarla Türk yargısını böylesine
olumsuz bir siyasal komploya alet etmiştir.
Türk devlet geleneği beş bin yıl öncesinden başlayarak bugüne
kadar devlet düzenini Türk ordusuna
dayandırmıştır. Ordu milletin içinden çıkarak devletin çekirdeğini oluşturan
bir esas yapılanmadır. Devletin
çekirdeği olarak Türk ordusu hedef
tahtasına oturtulurken, silahlı kuvvetlerin üst yönetiminin orduyu yok edecek bir biçimde terör ve darbe gibi ne olduğu belli olmayan
suçlamalar üzerinden dava süreci
başlatılarak, bütün sanık olarak tutsak
edilen yüksek rütbeli ordu
yöneticileri mahkum edilmeye
çalışılarak bunların üzerinden Türk
Silahlı Kuvvetleri yok edilmek istenmiştir. Ulusal kurtuluş savaşı sonrasında
uluslararası hukuka uygun olarak kurulmuş bulunan Türk devleti yok edilmek
istenirken, devletin çekirdek
yapılanması olarak ordunun hedef alınması normal karşılanmış ve dava daha ilk aşamada, tam bağımsızlığa
yönelen ulusal kurtuluş savaşı zaferinin getirdiği kazanımların tasfiye edilmesini öne
çıkarmıştır. Bu doğrultuda devlet
sırlarının içinde yer aldığı kozmik odanın açılarak deşifre edilmesi ile daha işin başında Türk devletinin merkezi gücü
olarak ordunun ortadan kaldırılmasının hedeflendiği görülmüştür. Hiç bir çağdaş
batı ülkesinde görülmeyen anormallikler
dava sürecinde birbiri ardı sıra yalan ve düzmece senaryolarla gündeme getirilmiştir. İlelebet
payidar olmak üzere kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin tasfiye edilmesi, çekirdek yapı olan ordunun yargılanması üzerinden
gerçekleştirilmek istenmiştir. Bu doğrultuda her türlü hukuk dışı ve hukuka
aykırı yol denenmiştir.
Soğuk
savaş döneminde Nato üzerinden gündeme
getirilen askeri darbe senaryoları bu kez gerçekleştirilemeyince, aynı
doğrultuda benzer bir darbenin yargı yolu ile gerçekleştirilmek üzere harekete
geçilmesiyle birlikte, Ergenekon adı verilen siyasi dava süreci başlatılmıştır.
Dava öncesinde yaşanan yirminci yüzyıl gerçeklerinden yararlanılarak çeşitli senaryolar
oluşturulmuş ve soğuk savaş döneminin koşullarına uygun bir biçimde küreselleşme
senaryosu olarak ortaya çıkarılan Büyük
Orta Doğu ile birlikte Büyük İsrail Projeleri
çağdaş ulusal Türk devletini ortadan kaldırmak üzere devreye girerken, tam bu aşamada Ergenekon davası açılmıştır. Dava öncesinde
emperyalist İngiltere ile Siyonist İsrail birbirine düşmüş, süper güç ABD ise
kendi içinde örgütlü bulunan bu devletlerin kapışması karşısında gene Nato
üzerinden hareket ederek meseleyi çözmeye çalışmıştır. İki dünya savaşı
sonrasında kurulmuş olan İsrail’in bölgesel büyüklüğe ulaşması için üçüncü dünya savaşına Orta Doğu ülkeleri
zorlanırken, ilk adım olarak bir Türk-İran savaşı çıkartılmak istenmiştir. Bu
amaçla yeni bir 27 Mayıs senaryosu ile
Türk ordusunun Kemalist laik kimliği öne çıkartılarak, dinci bir mezhep
devleti olan İran ile savaşa girişmesi hedeflenmiştir. Bu plana göre önce Türkiye’de bir Kemalist darbe olacak ve
daha sonra laik Türk ordusu şeriatçı İran’a girecek ve bu iki büyük Orta Doğu
devletinin savaşa tutuşması sürecinde, savaş bütün merkezi bölgeye yayılarak
Siyonizmin istediği üçüncü dünya savaşının başlamasına giden yolun önünü
açacaktı. İsrail tarafından Büyük İsrail’in kurulması için böylesine bir din ve
mezhep savaşı en gerçekçi yol görünüyordu. İsrail Siyonizm doğrultusunda bir
yeni dünya düzeni için savaş peşinde
koşarken, var olan bugünkü batı hegemonyasına
dayanan düzeni kuran İngiltere ise, savaşa
ve darbeye karşı çıkarak Birleşik
Krallık merkezli kurulmuş olan yapılanmayı
koruma doğrultusunda hareket ediyordu. İsrail bir Türk-İran savaşını bu aşamada
hedefleyerek kışkırtırken, İngiltere ise Nato’yu yanına alarak İsrail’in ikinci bir 27 Mayıs senaryosuna
karşı çıkıyordu. İşte Ergenekon davası bu sürecin içinde açılıyordu.
Emperyalizm
ve Siyonizm arasındaki kavga merkezi
coğrafyanın geleceği doğrultusunda Orta Doğu ülkelerine yayılınca, birbiri ardı
sıra bölge ülkelerinde iç savaşlar çıkartılarak bu ülkelerin eyaletler
düzeyinde parçalanmaları için provakasyonlar yapılıyor ve terör bu amaçla
kullanılıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri bu aşamada savaştan yana ve savaşa
karşı olmak üzere ikiye bölünüyordu. Batı blokundaki bölünme Türkiye’ye de sıçrıyor,
Siyonizmin kışkırttığı Türk-İran savaşı için
Kemalizm yeniden kullanılmaya çalışılıyor ve bu doğrultuda ikinci bir 27
darbesine Türk ordusu zorlanarak alet edilmek isteniyordu. Gerçek anlamda ulusalcı, cumhuriyetçi ve Atatürkçü çizgideki Türk kamuoyu, I2 Mart, I2
Eylül ve 28 Şubat gibi darbelerin
faturalarının ne kadar ağır olduğunu gördüğü için bu doğrultudaki
kışkırtmaların oyunlarına gelmeyerek, hem darbeye hem de İran savaşına karşı
çıkarken batı blokunun savaşa karşı çıkan kesimlerinin desteği ile, Türkiye’de
bir siyasi dava gündeme geliyor ve ülkenin tam on yılını bir iç hesaplaşma ile
dolduruyordu. Dünya değişirken her ülke
değişen koşullara uyum sağlayarak ayakta
kalabilmenin yollarını ararken, Orta
Doğu’ya hangi emperyal gücün egemen olacağı kavgası, Türk siyasi tarihinin en
önemli aşamasında Türk devletinin önüne çıkarılıyordu. Bu aşamada da bütünüyle
Türk devletini yargılayacak bir yönde
Türk ordusunun üst düzey yöneticileri Ergenekon gibi simgesel bir isimle
açılan davanın sanıkları olarak mahkeme
salonlarına doldurularak uzunca bir sürede içeride
tutuluyorlardı. Uluslararası konjonktürdeki
gelişmeler Avrupa Birliği, Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail isimli projelere Orta Doğu devletlerini
mahkum edince, Türkiye’nin siyasal gündemi de Ergenekon davasına kilitleniyordu.
Haksız yere birkaç yüz asker ve sivil
aydının suçlanmasıyla, Türkiye Ergenekon davası ile yatıp kalkar bir duruma
sürükleniyor ve yaratılan iç çekişmeler yüzünden bu aşamada merkezi bölgedeki sıcak gelişmelere
karşı Türk devleti savunma yapamaz bir konuma düşürülüyordu.
Son
yıllarda bazı terör olayları ile siyasal gelişmelerin dış güçler tarafından
kışkırtılmasıyla Türkiye bir dış
savaştan kaçarken farklı bir iç savaşa
doğru sürükleniyordu. Türkiye birliğini
ve merkezi gücünü korumak doğrultusunda
hareket etmesi gerekirken, bir siyasal dava ile iç karışıklığa
sürüklendirilerek savaş planlarına alet edilmeye çalışılıyordu. Yeni dönemde
siyasal olarak cumhuriyetçi doğrultudan farklı bir çizginin Türkiye’de
iktidara gelmesi, Orta Doğu ve merkezi coğrafya alanlarını savaşın ön cepheleri
konumuna getirmiştir. Türk devletinin bu bölgelerde harekete geçerek kendi
ulusal çıkarlarını korumasına izin vermeyen bir iç konjonktür, Ergenekon davası
ile Türk kamuoyunun tepesinde ortaya çıkmıştır. İşin içine bazı basın
organlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve aydınların da dahil edilmesiyle,
Türkiye topluca bir iç hesaplaşmaya
doğru iteklenmek istenmiştir. Bir anlamda Ergenekon ile tarih sahnesine çıkan
Türk ulusu gene bir başka Ergenekon senaryosu ile Türk devleti yok edilerek tarih sahnesinden silinmeye çalışılmıştır.
Yeni planlar doğrultusunda bölge haritası eskisinden çok farklı bir biçimde çizilirken Türk
devleti harita dışına çıkartılmaya
çalışılmıştır. Böylesine bir sonucun ancak savaş yolu ile sağlanabileceğini
gören emperyal merkezler, Türkiye’yi önce bir iç karışıklık üzerinden iç savaşa,
sonra da mezhep çatışması üzerinden de İran ile bölge savaşına sürükleyerek, üçüncü dünya savaşını
başlatacak Armegeddon senaryolarını yavaş yavaş devreye sokmaya çalışıyorlardı.
Emperyalizmin her türlü silahı kullanılarak batının çıkarları doğrultusunda böylesine bir genel sonuç alınmaya çalışılıyordu.
Bu çizgide gerçekleri dile getiren bilim adamı ve aydınların her yönde önleri
kesilere, kışkırtmalar ve çatışmalar birbiri ardı sıra devreye konarak ve Türk halkı
aptallaştırılarak aldatılmak isteniyordu.
Savaştan
yana emperyalist güçler Orta Doğu
coğrafyasındaki bütün devletleri hızla
sıcak çatışmalara doğru sürüklerken, uluslararası hukuku çiğnedikleri gibi aynı
zamanda Türkiye Cumhuriyeti anayasası ile Türk devletinin hukuk devleti kimliğini zorlayarak, emperyalizmin istekleri
doğrultusunda Türkiye iç çatışmalar üzerinden son bir hesaplaşmaya ve bunun
sonrasında da geniş çaplı bir bölge
savaşına götürülmek istenirken, yüz yıllık cumhuriyet rejiminin getirdiği
siyasal bilinç Türk kamuoyuna egemen olmuş ve bu sayede emperyalizmin Siyonist planları bozulmuştur. Türk devleti ulusal kurtuluş savaşı verdiği yıllarda Orta
Doğu bölgesinin en modern ülkesi olarak, batıdan gelen her türlü emperyalist
saldırıya karşı durduğu gibi benzeri bir
güçlü duruşu ikinci kurtuluş savaşı
sırasında da sergileyerek, Ergenekon saldırıları ya da palavraları ile bir iç
karışıklığa ya da iç savaş senaryolarına meydan vermemiştir.
Tarikatçı siyasetçiler ya da hukuk
organlarını işgal eden dinci bürokratlar çağdaş Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldıracak, cumhuriyet rejimini
bütünüyle tasfiye edecek hiçbir oyunu
başarıya ulaştıramamışlardır. Türk gençliğine emanet edilen Türkiye cumhuriyeti
yüz yıla yaklaşan başarılı geçmişi ile
yeniden bir sınava girmek zorunda kalmış ve bu aşamayı da başarıyla geride
bırakarak geleceğe dönük uygarlık yaratma hedefi doğrultusunda yoluna devam etmiştir. Batılı istihbarat
servislerinin yetiştirmiş olduğu ajanlar
ortalığı karıştırma senaryolarını tam olarak uygulayamamışlar ve hepsi devletin
hukuk kurumları önünde hesap vermek zorunda kalmışlardır. Dış baskılarla
başlatılan mahkeme süreci çeşitli
baskılarla anayasa ve yasalara aykırı bir biçimde tamamlanmaya çalışılmış ama tarikatçı
kadrolar yabancı oldukları Türk hukuk sistemi içinde emperyalist istekler doğrultusunda tam olarak
istenen sonuçları elde edememişler ve on bir yıllık bir dönem sanıkların beraat etmesiyle
birlikte geride kalırken, Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte yargı önüne çıkartılan sivil
toplum kuruluşları, meslek örgütleri, dernekler ve aydınlar bir kez daha
kamuoyu önünde suçsuzluklarıyla aklanmışlardır. Bir anlamda bütünüyle Türk
devleti ve Türk ulusu yeniden
aklanarak aydınlığa kavuşmuşlardır. Böylece bir takım dış planlar uğruna
Türk devletini ve devletin çekirdek kurumu olan Türk ordusunu ve de cumhuriyetçi
kuşakları suçlamanın kolay olmadığı ve
bütün oyunların tersine döndüğü bir kez daha kesinlik kazanmıştır.
Dünya
tarihi incelendiği zaman, tarihte ortaya çıkan önemli dönüşümleri hazırlayan
olayların öncesinde ülkeler i etkileyen bazı siyasal oluşumların devreye
girdikleri çokça görülmüştür. Türkiye’de bu gibi olayların yansımaları ile
zaman zaman karşı karşıya kalmıştır. Batıcı kadroların oyunu ile Balkan savaşı öncesinde ordunun yarısının
terhis edilmesi ya da Akdeniz dünyanın
önüne yeni bir gündem maddesi olarak
gelirken, Türk donanmasının Afrika kıyılarını dolaşmaya yönlendirilmesi gibi
ters gelişmeler, devletlerin çıkarlarına aykırı olduğu için hiçbir biçimde devlet merkezli olarak kabul
edilemeyecek durumlardır. Ergenekon
davası da tam Orta Doğu’da sıcak olaylar birbiri ardı sıra tırmanırken ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türk devletinin
ulusal çıkarları doğrultusunda sıcak çatışma noktası alanlara müdahale etmesi
gerekirken, böylesine bir misyonu yapamayacak duruma düşürülmesi Ergenekon davası aracılığı ile sağlanmaya
çalışılmıştır. Bölgenin en güçlü ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri savaş
alanlarından çekilerek mahkeme alanlarına sürüklenmiş ve Türkiye’nin Nato müttefikleri aracılığı ile göstermelik bir hukuk oyunu ile önce Türk
ordusu sonra da Türk devleti tasfiye
edilmek istenmiştir. Önceleri kuşku ile
karşılanan bu karmaşık durum aradan on iki yıl geçtikten sonra ortaya çıkan
olaylar, düzmece evraklar ve siyasal gelişmeler doğrultusunda daha iyi anlaşılmıştır.
Ne var ki, bu kadar uzun zaman içinde dünya değişirken ve Orta Doğu’da yeni durumlar ortaya çıkarken, Türkiye
aktif bir dış politika uygulayarak ulusal çıkarları doğrultusunda etkili
olamamıştır. Din ve mezhep çatışmaları ile Türkiye bir yandan savaşa doğru sürüklenirken,
diğer yandan da ordusu yargı önüne çıkartılan bir ülke olarak kendini koruma ve savunma gücü elinden
alınmak istenmiştir. Dış baskılarla siyaset hukuk alanına girince, Türkiye bir
çok açıdan haksızlıklar ülkesi konumuna sürüklenmiştir. On iki yıllık dava
sürecinin her yönü ile tamamlanmasıyla
Türkiye Cumhuriyeti, devleti, ordusu, milleti ve aydını ile tarih
önünde bir kez daha aklanmıştır. Batı
emperyalizmi Türkiye üzerinden doğuya
açılma şansını Ergenekon ihaneti yüzünden elinden kaçırmıştır.
Ergenekon
senaryosu ile Türk devleti hedef alınırken aslında cumhuriyet rejiminin ürünü olan bütün
aydınlar ve toplum kesimleri de dava
süreci boyunca hedef gösterilerek anti-cumhuriyetçi gidişin önü açılmaya çalışılmıştır. Atatürkçü, cumhuriyetçi ve ulusalcı toplum kesimlerine darbecilik ve terör çamuru
atılarak herkes Ergenekoncu yapılmak istenmiş ve böylece emperyalizmin
Türkiye’yi dönüştürme girişimlerine karşı devletin ve vatanın bağımsızlığını
savunacak ulusal güçler hapse atılmıştır . Türk devleti dünya
haritasından silinmeye çalışılırken ve Türkiye’yi
bölecek yeni devlet oluşumları milli
sınırları tehdit ederken, bu gibi emperyal senaryolara karşı direnecek ulusalcı, cumhuriyetçi ve Atatürkçü aydınlar haksız yere suçlanarak, hapislerde çürütülmüşlerdir.
Suçlanan herkesin beraat ettiği yeni aşamada suçsuz insanların çektikleri
çilelerin karşılığı olarak tazminat davalarının açılması hukuk devletinin bir gereğidir. Anayasal
düzen alt üst edilerek bir devletin ordusu hapse atılmış ve devletin kendini
koruması önlenmek istenmiştir. Bu
aşamada uydurma senaryolar ile kurgu davalar açma dönemi sona ererken, bu
ülkenin cumhuriyetçilerine yapılan
haksızlıkların faturası kendiliğinden gündeme gelmektedir. Haksız yere
tutuklananlar ve ceza alanların haklarına
kavuşması için, Türk devleti gereken önlemleri kesinlikle almak zorundadır. Yeni dönemde Türk ulusunun
haklı bir tepkisi olarak, Osmanlılar zamanında atalarımızın bir Türk kalesi
durumuna getirmiş olduğu Estergon kalesine doğru yeniden Türklerin yönelmesi
gündeme getirilebilir Hazar Türklerinin bugünkü temsilcisi olan Macarlar ile
Türkler arasında güçlü bir işbirliği geliştirilebilir Avrupa kıtasının tam
ortasında yer alan Estergon kalesinin, Türklerin ilgi alanına
girmesiyle birlikte bize
Ergenekon’u hedef gösteren emperyalist
güçlere karşı biz de Estergon’u karşı
hedef olarak devreye sokarak, ulusal çıkarlarımız doğrultusunda yeni dengelere
yönelebiliriz.
Prof .Dr. ANIL ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder