23 Mayıs 2023 Salı

YANLIŞ STRATEJİLER İLE SEÇİMLER KAZANILAMAZ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ 

YANLIŞ STRATEJİLER İLE SEÇİMLER KAZANILAMAZ

                Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun yüzüncü yıldönümünde yaşanmakta olan yoğun siyasal trafiğin yanı sıra bir de genel seçimler ile uğraşmak zorunda kalmıştır. İçinde bulunduğumuz yıl itibarıyla devletin ve siyasal rejimin yüzyıllık bir süreç içinde kendisini yenileyerek yoluna devam etme sürecinde Türkiye Cumhuriyeti kendisini var etmek ve bu doğrultuda ilelebet payidar kalabilmek uğrunda zorunlu olan adımları atmak zorunda kalmıştır. Yüzüncü yıl kutlamalarıyla dolu olan bir yılın aynı zamanda genel seçimlerle de birlikte hareket edilmesi yüzünden, devletin kamu kurumları aynı yıl içinde hem cumhuriyetin yüzüncü yıl kutlama törenlerinin işlemlerini tamamlamaya çaba göstermişler ve aynı zamanda da anayasal bir zorunluluk olarak genel seçimlerin zamanı geldiği için, bu çizgideki kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi doğrultusunda geleceğe dönük olarak bazı önemli adımlar atılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti birinci yüzyılını doldururken, aynı dönemde genel seçimlerin yenilenmesini başararak, cumhuriyetin yüzüncü yılına bir de demokrasinin yarım yüzyılını eklemesini sağlayarak geleceğin çağdaş rejimleri arasına girmesini bilmiştir. Böylece, kurucu önder Atatürk’ün Türk ulusuna armağanı olan Türkiye Cumhuriyeti devlet modelinin, uluslararası siyasal arenada ön planda yer alması gerçekleştirilebilmiştir. Giderek değişen ve yenilenen yirmi birinci yüzyıl dünyasında zamanla hızlanan bir yeni dünya düzeni arayışı, merkezi coğrafyanın tam da ortasında yer alan Türk devletinin uluslararası alandaki rolünü daha da öne çıkartarak, Atatürk Cumhuriyeti’nin bütün dünya ülkeleri için geçerli olabilecek özgün bir model durumuna gelmesini sağlamıştır. Türkiye bugünkü konumu ile Türk devletleri, İslam devletleri, Asya ve Afrika devletleri ile doğu bölgesinde yer alan bütün diğer devletler için geçerli olabilecek bir düzeyde, model olabilecek bir laik ulus devlet yapısı ile, gelecek için bir köprü oluşturabilecek çok ciddi bir siyasal potansiyeli gündeme getirmektedir.

                Yeni dünya düzeninde Türkiye’nin yeri ve rolü fazlasıyla artarak öne geçerken diğer devletler arasındaki rekabet düzeni ve bu çizgideki çekişmeler siyasal gündem içinde daha fazla yer alırken, Türk diplomasisinin hızlı bir değişim süreci içine girmiş olduğu görülmektedir. Bir yandan uluslararası konjonktürün öne çıkardığı sorunlar ile uğraşırken, bu doğrultuda bütün ulus devletler için zaman içinde tehdit yaratabilecek bazı yeniliklere uyum sağlayarak, var olan devlet yapılarının gelecek yüzyıla bir an önce geçişi için yeni bir mücadele hareketine kalkışmışlardır. Türk devleti gelmiş olduğu böylesine bir aşamada geçmişi ve geleceği birlikte ele alarak var olan devlet modelinin korunmasına ağırlık vermiştir. Geçen yüzyıldan gelen eski düzeninin yeni koşullar doğrultusunda zorlanması ulus devletleri sıkışık durumlara sürüklerken, büyük devletlerin kendi öncülüklerinde yeni düzenler oluşturma girişimleri birbiri ardı sıra devreye girmeye başlamıştır. Dünya haritası üzerinde yer alan beş kıta ve iki yüz devlet giderek yeni düzen arayışlarının gerçekleştirilme alanları olarak bölgesel anlamda harita üzerinde konum değiştirmeye başlamışlardır. Her kıta gibi ülkelerin ötesinde harita üzerinde yer bulabilen güçlü devletlerin de kendi komşularını yanlarına alarak birbirinden çok farklı özellikler ya da yenilikler ortaya koyan girişimler, dünya savaşları sonrasında içine girilen dünya savaşları döneminde ülkeleri etki altına almaya yönelmiştir. Dünya koşullarının sürekli olarak değişim içinde olması nedeniyle, tüm devletler bu gibi durumlardan etkilenerek kendilerini yeni durumlara göre uyarlamaya çaba göstermişlerdir. Bu tür girişimler ya da hareketli senaryolar devletlerin eski durumlarını etkilerken, var olan devlet yönetimlerinin içe ve dışa karşı izledikleri politikaları tümüyle etkileyerek izlenen yol, izlenen yöntem ve stratejiler konusunda da yeni durumlara göre kendilerini ayarlamalarını bir gereklilik olarak gündeme getirmiştir. Devletler arası rekabet düzeninde, her devlet diğerleriyle sürdürdüğü yarışları kazanarak daha iyi ve güçlü bir konumda olmaya çaba gösterirken, en son karşı karşıya kalınan yeni koşullar ve durumlar ciddi strateji değişiklikleri gerektirmektedir.

                Türkiye ulusal kurtuluş hareketini ve Atatürk’ü anma gününü Gençlik ve Spor Bayramı günlerinde kutlarken, karşı karşıya geldiği genel seçimler takvimi ile yakından ilgilenmek durumunda kalmıştır. Ulusal bayram günleri ile genel seçimler aynı döneme rastlayınca bir ortam karışıklığı aşaması yaşanmış ve bayram günleri geçip giderken, genel seçimler ile ilgili takvimin günleri de bu süreçte devreye girerek toplumdaki sosyal ve siyasal katmanların yeni bir hareketlilik aşamasına gelmesine yol açmıştır. Türk toplumunun cumhuriyetçi, ulusalcı ve vatansever kesimleri ulusal bayramı kutlarken, aynı önemi genel seçimlere de vermiş ve cumhurbaşkanı ile birlikte yeni parlamento üyelerini belirleyecek olan genel seçimler uygulamasına sahip çıkarak, Atatürk Cumhuriyetinin uzun süreli bir yönetim boşluğu sorunu ile karşılaşmasına izin vermemiştir. Seçim ve bayram günleri birlikte öne çıkarken bazı programlarda aksamalar ortaya çıkmış ya da yanlış yollara gidilerek, sahneye siyasal yapılanmalar açısından hatalı uygulamaların çıkmasına neden olunmuştur. Türkiye genel seçimlerinde ilk kez ittifaklarla seçimlere gitmek gibi bir uygulamaya yönelirken, siyasal partiler geride kalmış ve demokratik siyasal rejimlerin vazgeçilmez unsuru olan bu örgütlerin içine girilen yeni dönemde seçimlerin ana unsurları olmasına izin verilmemiştir. Son dönemin koşullarında Türkiye’de yüzden fazla parti kurulmasına rağmen beşli, dörtlü ya da üçlü ittifaklar aracılığı ile genel seçimlere gidilmiş ve yeni iktidarı belirleyecek kadroların partiler üzerinden değil ama siyasal ittifaklar kullanılarak, daha karışık bir siyasal ortam yaratılmak istenmiştir. Rejimi yönlendiren önde gelen siyasetçiler partiler arasında açıktan bir koalisyon oluşturulmasına karşı çıkarlarken, bir anlamda örtülü koalisyon adı verilen ittifak uygulamaları ile üstü kapalı bir koalisyon rejimine doğru Türkiye’yi yönlendirmeye çalışmışlardır. İki parti koalisyonundan şikâyet edenlerin beşli ve de altılı ittifakların öne geçtiği bir çizgide yeni bir tür koalisyon uygulamalarını onayan bir tarzda seçimlerin ittifaklar üzerinden tamamlanması gibi, çelişkili bir yeni durum stratejiler ile ortaya konulmuştur.

                Yılardır Türk seçim sistemi yüksek baraj uygulamaları ile korunurken, yeni gelinen aşamada yüzde onluk seçim barajının değiştirilmesi de ciddi bir güven sorunu yaratarak yeni tartışmaların uzayıp gitmesine neden olmuştur. Türk seçim sisteminde ittifaklar öne çıkartılırken ve siyasal partiler arka plana doğru itilirken, halkın içinden çıkan gerçek temsilciler ile günlük siyasetin yapılmasına üst düzeyde bir yönlendirme mekanizması getirilmeye çalışılmıştır. Kırktan fazla parti seçimlere girme hakkı kazanırken üç tane ittifaka öncelik tanınması ve partilerin devre dışı bırakılmasıyla da daha üst düzeyde bir parti gibi davranan yeni ittifaklar ile eskisinden farklı bir döneme doğru siyasal gelişmeler yönlendirilmeye çalışılmıştır. Yüz otuz parti kuracak kadar aktif bir konuma gelen Türk seçmeninin üç siyasal ittifakın tercihleri doğrultusunda sınırlandırılarak yönlendirilmesi siyaset alanında  ortaya çıkan gerçek temsil potansiyelinin görülmekten kaçınıldığını, yüzden fazla parti kurarak eskisine oranla daha geniş bir alanda siyasal temsil uygulamasını canlandırmaya çalışan Türk seçmeninin, demokrasiye sahip çıkan ve bu doğrultuda daha güçlü bir temsil gerçekleştirmek isteyen halk kitlelerinin, bu arzularına set çeken sınırlayıcı bir uygulama olarak, tam bu aşamada ittifak uygulamasının öncelikli bir biçimde  devreye sokulması, Türkiye’de siyasal partilerin demokratik sistemin vazgeçilmez unsurları  olduğuna dair tanımlamaları artık geride bırakmaktadır. Batı uygarlığının standartlarına uygun bir siyasal sistem olarak Türkiye demokrasisi parlamenter sistem ile birlikte modern dünya sistemine paralel bir düzeyde devam edip bugünlere gelirken, ani bir dönüşüm ile başkanlık sistemi gibi antidemokratik bir sisteme yönelinmesi parlamentoyu büyük oranda devre dışı bırakırken, meclise girmiş olan siyasal parti gruplarının ağırlığını da ortadan kaldırmıştır. Partiler siyasal alandan uzaklaştırılırken, koalisyonların da önü kesilmeye çalışılmış ve tam anlamıyla bir demokrasi arayışı içinde siyasal partiler meclis dışında olduğu kadar meclis içinde de sınırlanmaya çalışılmıştır. Meclis iç tüzüğünün değiştirilmesi de parlamento görüşmelerine ciddi anlamda sınırlamalar getirirken, Türk demokrasisi sınırlı bir rejim olarak başkanlık sistemine çanak tutmuştur. Tek adam diktatoryasına giden yolu açan sınırlı demokrasi uygulamasından dolayı, Türk devleti çağdaş demokrasisini kaybetmiş ve bu yüzden de Avrupa Birliği topluluğuna üye yapılmamıştır.

                Genel seçimler sırasında geçmişin ve bugünün ilkeleri birlikte uygulanmaya çalışılırken, yarı demokrasi yarı başkanlık sistemi gibi karma ve de karışık bir uygulamaya yönelindiği aşamada seçimler tamamlanmaya çalışılmıştır. Bu yüzden uygulama alanında birçok terslik ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bir devrimci atılım sonucunda kurulduğu için devletin temelini oluşturan cumhuriyet ilkelerinden birisi de devrimcilik ilkesi olmuştur. Fransız devrimi ile Sovyet devriminin gerçekleştirildiği siyasal alanın tam ortalarında yer alan Türk devleti, bu devrimci yapılanmasını iki büyük devrimin arasında yer aldığı jeopolitik konumu ile kazanmaktadır. Bu çerçevede Türkiye kuruluşu itibarıyla bir devrim sonrası örgütlenmedir. Çökmüş olan bir imparatorluğun orta çağdan gelen çağdışı siyasal yapılanması sona erdirilmeye çalışılırken, yapılan devrimci atılımlar aracılığı ile Türkiye bir devrim yaşarken, batı ve doğu dünyalarına yer veren Türk devriminin iki büyük devrimin temel ilkelerini benimseyerek ortaya bir sentez koymaya çalıştığı, artık tarih kitaplarında yazan gerçeklik konumuna gelmiştir. Bir siyasal devrim sonucunda kurulmuş olan Türk devleti laik, demokratik ve sosyal hukuk modeline dayanan yapılanması ile kurulduğu günden bu yana, devrimci ilkelerden ödün vermeden ve çağdaş bir siyasal devrim yapan yapılanması ile cumhuriyetin yüzüncü yılı dolarken devrimci tutumunu sürdürmüştür. Ne var ki, ilk kez bu dönem uygulanan ittifaklar sistemi içinde sosyalist ve devrimci partiler dışlanarak geride bırakılırken, değişime karşı çıkan tutucu, sağcı, dinci, muhafazakar kimliklerini koruyarak cumhuriyeti kuran devrimci partinin ittifak listesinde yer alarak, kendilerini başka bir partinin Millet Meclisinin yeni grupları olarak ilan etmeleri de son derece şaşırtıcı bir durumu ortaya çıkarmış ve ortada bir İslamcı parti iktidarı varken, bir de buna ek olarak ikinci ve üçüncü  İslamcı parti grupları  aynı çizgide meclise taşınmışlardır. Eski iktidar partisi kadroları içinden çıkartılmış olan iki yeni parti grubu eski yüzlerini iktidara paralel bir biçimde tekrar gündeme getirirlerken, Türk devletini kurmuş olan Atatürk’ün partisinin ideolojisi olarak cumhuriyetçi ulusalcı çizginin küçültülmesi sayesinde, kırk civarında yeni temsilci milletvekili alma şansını elde etmişlerdir.

                Türkiye Cumhuriyeti devleti devrimci yolunda ilerlerken, bu devrimi halk kitleleriyle bütünleşerek yapan Atatürk’ün partisi, laikliğe ve devrimlere karşı çıkan grupları kendi çatısı altına alarak parlamentoya taşımıştır. Yeni gelinen aşamada Atatürk devrimi geride bırakılarak unutulurken, devrime karşı çıkan gerici kadroların önü açılarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesi devre dışı bir çizgide geride tutulmaya çaba gösterilmiştir. Emperyalizmin ve Siyonizmin yıllardır ortadan kaldırmak istedikleri Atatürk Cumhuriyeti geride bırakılırken, küreselci emperyalistlerin ideolojisi olan neo-liberalizm sosyal demokrasi görünümünde bir aldatmaca ile halk kitlelerine benimsetilmeye çalışılmıştır. Orta çağ modeli bir din devleti arayışı emperyalizmin bölge yönetimi oluşturmak için devreye sokulmaya çalışılırken, çağdaş dünyanın Avrupa merkezli yapılanması çerçevesinde eski Osmanlı imparatorluğu gibi bir bölgesel federasyon, din üzerinden içinde bulunduğumuz yeni dönemde kurulmaya çalışılmaktadır. Tam bu aşamada ittifaklar üzerinden iki büyük grup oluşturulurken, Türkiye dinci partilerin birlikteliği ile yeni tür bir koalisyonu bir gruplaşmanın da ötesine giderek, kamplaşmaya doğru sürüklenilmiştir. İktidar partisinin ılımlı İslam görüşü siyaset sahnesinde devam ederken, buna bir de yeni kurulan dinci partilerin mecliste grup kurmasıyla ikinci bir oluşum eklenmektedir. Şimdiye kadar laikliğin kalkmasını açıkça destekleyenlere yeni grupların eklenmesiyle şimdiye kadar devrimci bir atılım ile gerçekleştirilen ve rejimin yüz yılı boyunca korunarak savunulan laik devlet düzeni ile çağdaş cumhuriyet yapılanmasının tehlikeye girebileceği görülmektedir. Eski meclis başkanı olan bir avukat milletvekilinin defalarca laikliğin kaldırılması için konuşmalar yapması, rejimin giderek daha fazla tehdit altında kalmasına neden olmaktadır. Yüzeyden fazla partinin faal olduğu Türk siyaset sahnesinde var olan ılımlı din partisine bir de tarikatçı ve kapitalist dinci partilerin de eklenmesiyle, yeni mecliste bir dinci partiler koalisyonu gündeme gelmektedir. Bu durumda Fransız devriminin mirası olan laik devlet her zaman için Türkiye’de devre dışı bırakılabilir duruma gelecektir. Seçimler sırasında uygulanan ittifaklar düzeni, cumhuriyeti kuran partinin içinden çıkan iki dinci partinin de katılacağı bir orta çağ koalisyonu modeline dönebilecektir.

                Bir devrim ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılını büyük bir başarıyla tamamlamıştır. Üç büyük tek tanrılı dinin kesişme noktasında yer alan Türk devleti şimdiye kadar son derece dikkatli bir yönetim uygulayarak, dinler arası çekişme ile cemaatler arasındaki rekabet gerçeklerine karşı hassas ve duyarlı bir yaklaşım izleyerek ve vicdan dünyasında uzun süreli bir barış düzenini kurarak bugünlere kadar getirmiştir. Bir devrim olgusu ile kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, devrimlere saygı gösteren ve onları her türlü saldırılara karşı koruyan bir cumhuriyetçi yönetime olan ihtiyacı, her geçen gün daha fazla artarken, genel seçimler üzerinden ülkede bir kamplaşma yaratılması, istenmedik bir biçimde Türkiye’nin geleceğini yeni bir dinci oluşuma doğru sürükleyerek açıkça bir kamplaşmanın önünü açmıştır. Millet adına ittifaka girenler dinci önceliklerine yer açtıkları çizgide etnik grupların bir ulusal ittifak çatısı altında toplanmasına öncelik vererek, Türk milletini içindeki etnik gruplarla bir araya getirerek bütünleştirecek bir düzeyde ulusalcı yaklaşımlar sergilememişler ama, cemaat tabanlı tarikatlar ile yakınlaşarak din ve mezhep çekişmelerine gidebilecek yolları öne çıkarmaya çaba göstermişlerdir. Bir demokratik devlete sahip olan Türk ulusunun genel seçimlerini yaparken dikkatli davranarak, devletin kuruluş modelini koruması gerekmektedir. Eğer kuruluştan gelen devlet modelinden vaz geçilirse, ya da bu modele ters düşen başka bir model devreye sokulmaya çalışılırsa, o zaman başka devlet projelerine inanan ya da o doğrultuda siyaset yapan toplum kesimlerinin var olan ortak rızaya dayanan devlet modelinden uzaklaşarak, başka modellerin savunuculuğunu yapmaya dönük yönelimler gösterdiği anlaşılmaktadır. Bir devrimin ürünü olan Türk devletinin kendisini yaratan devrimin koruyuculuğunu ve savunmasını yapmasını doğal karşılamak gerekmektedir. Ne var ki, 2023 yılında son seçimler sırasında gündeme getirilen yeni uygulama ile dinci ya da laik kutuplaşması yapılması, ülkede geleceğe dönük ciddi bir kamplaşma yaratırsa, işte o zaman Türk halkının birliğini korumak ya da savunmak mümkün olamaz durumlara gelebilir.

                Dünya devletlerinin uyguladığı demokratik rejimler tek tek ele alınarak incelenirse, daha çok sol ya da sağ partiler grupları yaratılarak, din ya da etnik kökenler üzerinden bir birliktelik ya da ortaklaşa siyaset oluşturma konusunda kesinlikle din ve etnik köken ayrılıkları dikkatli bir biçimde korunmuştur. Gruplar arasında çatışma ya da din kavgası veya etnik kimlik çekişmelerine yer verilmemekte ve bu gibi iç savaş yaratabilecek bütünleşmeleri kamu kurumları ile yargı organları önleyebilecek tutumlar almaktadır. Türkiye’de ise durum çok daha farklı bir ortamda gündeme gelmektedir. Türkiye devleti farklı dinlerin mezheplerin ve etnik kökenlerin bir araya gelerek birlikte yaşadıkları bir hukuk düzenine sahip bulunmaktadır. Bu çerçevede hiçbir din ya da mezhep yapılanması ile Türk toplumunun geleceği baskı altına alınamaz. Ayrıca toplumu bölebilecek düzeyde bir alt kimlik yapılanması ile sonucu bölünmeye gidebilecek bir çatışma ortamına seyirci kalınamaz. Bu gibi durumlarda karşı dengelerin devreye girerek sıcak olayların yaratabileceği gerginlik ve iç çatışma olaylarının acilen önlenmeleri gerekmektedir. Son genel seçimlerdeki gelişmelere ve gelinen son noktaya bakılırsa, Türkiye’nin önünü kapatacak bir dinci yapılanma laik devlet ve çağdaş hukuk düzenlerine aykırı biçimde gelişmektedir. Ayrıca anayasamızın giriş kısmında belirtilen cumhuriyet ilkeleri Türk devletinin temel değerleri olarak korunmaktadır. Bu nedenle Türk devrimini ya da cumhuriyet ilkelerini kamplaşma doğrultusunda kullanarak, geleceğe dönük bir kırılma ya da bölünmenin önünün açılmaması gerekmektedir. Halk oy vermeye giderken, anayasal hakları olan seçme ve seçilme özgürlüğüne temel haklar olarak sahiptir. Anayasa ve yasalar çerçevesinde sahip olunan bütün insan hak ve özgürlüklerine halk kitlelerinin serbestlik içinde ulaşması ve bunları hem ülkenin hem de kendi geleceğinin gerektirdiği yönlerde kullanılması hakkı her kesimin her toplumun ve tüm grupların en doğal haklarıdır. Genel seçimler yolu ile hiçbir biçimde halk kitlelerinin dinsel eğilimleri ya da çıkarları zorlanamaz. Temel hak ve özgürlükler doğrultusunda halk kitleleri istedikleri yönlerde hareket edebilirler. Ne var ki, siyasal çevrelerin çıkarları doğrultusunda bir saflaşma ya da kutuplaşmaların önlenmesi bir hukuk devletinin doğal gereğidir. Türkiye Cumhuriyeti bir devrimin sonucu kurulan bir ulus devlet olarak din ve milliyetçilik işlerinin karışmasına izin vermeyecektir.

                Türkiye’nin önde gelen dünya çapındaki bilim adamlarından birisi ittifaklar sistemi ile Türkiye’nin bir dinci yöne doğru çekildiğini öne sürmüş ve böylesine bir tek yönlü çekiştirme ile Türkiye’nin yönlendirilmesi sayesinde ortaya büyük bir dinci kanal oluşturma çabasının çıktığı açıklığa kavuşmuştur. Çeyrek yüzyıldır Türkiye’yi yöneten ılımlı İslam iktidarının karşısında laik devletçi ve ulusal birlikçi ya da çağdaş cumhuriyetçi bir muhalefet çıkacağına, eski ılımlı İslamcı yönetimin ikinci derecedeki kadrolarının, cumhuriyet devrimini gerçekleştiren kurucu partinin kontenjanından meclise taşındıkları görülmektedir. Böylesine bir yapılanma yüzünden geçmişten gelen eski kadrolarını devre dışı bırakan cumhuriyetçi partinin, giderek cumhuriyetçi çizgiden uzaklaşarak dinci, tutucu ve sağcı çizgilerde modası geçmiş siyaseti öne çıkardığı anlaşılmaktadır. Her cumhuriyet devletinde siyasal rejimleri devlet kurulurken oluşturulan ilkelerin bir bütünü olduklarını görmek gerekmektedir. Bu çerçevede ülke rejimlerinin arkasında devrimler olduğu kadar karşı devrimlerde yer almış ve böylece cumhuriyet rejimlerinde devrimcilik ile birlikte karşı devrimciliğinde önemli roller oynadığı görülmüştür. Emperyalist devletler küresel ya da bölgesel hegemonya yönetimi peşinde koşarlarken dayandıkları ilkelerine sarılarak varlıklarını koruyabilmektedirler. Bazen bu gibi durumlar daha da hareketli bir biçimde öne çıkarak, devrimlerin karşı devrimlere dönüşmeleri çizgisinde ciddi bir çizgi kayması ve sürüklenme gibi, olumsuz tavır ve tutumları da görülebilmektedir. Bir devrim sonrasında kurulmuş olan Türkiye gibi devlet düzenlerinde yönetimin yaptığı hatalar ya da iktidara gelen partilerin devlet düzenine ters gelen uygulamaları nedeniyle devrim ilkeleri çiğnenerek yok edilirken, böylesine bir dökülme sürecinin ana çizgisinde de devrimcilik birikiminin zamanla karşı devrimci oluşumlara giden kapıları açabildiği görülebilmektedir. Türkiye gibi bir devrim hareketi ile kurulmuş bulunan çağdaş cumhuriyet devletinin, zamanla karşı devrimci bir çizgiye kayması cumhuriyet rejimini tehdit eden olumsuz bir gelişme olarak siyasal gündeme gelmektedir.

                Türkiye’yi saflaşmaya götüren yeni kamplaşma oluşumunda Milliyetçi parti Cumhur ittifakı içinde yer alırken, Cumhuriyetçi parti de Millet ittifakı içinde konumlandırılarak her iki tarafta yeni bir yapılanma arayışı içine girilmiştir. Cumhuriyetçi parti laiklik karşıtlığı ile devrimcilikten uzaklaşırken, Milliyetçi toplum kesimlerinden gelen ve halen var olan devrimci yapının gerektirdiği noktada, devrimci arayışların ulus devlete sahip çıkan toplum kesimlerinde gündeme geldiği görülmektedir. Cumhuriyetçilerle Millet ittifakı kurmanın pek doğru olmadığı gibi, aynı zamanda Milliyetçilerle de  Cumhuriyetçi bir ittifaka yönelmenin benzer bir biçimde çok etkili sonuçlar vermediği görülmüş ve bu yöne dönük çalışmaların sonuçsuz kaldığı ortaya çıkmıştır. Toplumsal alanda belirleyici bir dincilik akımı üzerinden yeni yapılanmalar devreye sokulurken, cumhuriyetçi, devrimci, ulusalcı ve Atatürkçü toplum kesimleri ihmal edilerek, dincilik adına hareket eden mezhep ve tarikat yapılanmaları, devlet desteği ve küreselci emperyalistlerin finans destekleri ile ön plana çıkartılarak devrimci yapının tasfiyesinde kullanılmışlardır. Cumhuriyetin kurucusu olan Atatürk’ün partisi cumhuriyetçilikten uzaklaştırılırken, sağ kanat muhafazakâr dinci kadrolar emperyal projelerde kullanılmıştır. Bu duruma karşılık Millet ittifakı oluşturulurken Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Cumhuriyetçi parti bu alanda görevlendirilerek, ülkedeki siyasal kutuplaşma ya da kadrolaşmanın yeni dengeleri oluşturacak bir yönde tamamlanmasına yön verilmeye çalışılmıştır. Basın ve medya organları batı blokunun finans merkezlerinden fonlanırken, aynı biçimde Türkiye’nin siyasal kadroları da yardım programları doğrultusunda fonlanarak, bu bölgede ki yeni yapılanma neo-liberal politikalar üzerinden kapitalizmin finans destekleriyle tamamlanmaya çalışılmıştır. Kapitalist emperyalizm yeni bir dünya düzeni oluşturma hedefi doğrultusunda hareket ederken, devletleri, toplumları, partileri, dinleri, örgütleri, uluslararası kuruluşları her yönü ile ele alarak ya da inceleyerek bunları kendi planları doğrultusunda kullanmaya ağırlık vermektedir. Bu yüzden devletler bölünme çökme ve dağılma gibi önemli siyasal tehdit mekanizmalarıyla uğraşmak zorunda kalırken, cumhuriyeti yaratan siyasal devrim çizgisine açıkça ters düşmektedirler. Türkiye’de bir dinsel açılım yaparak dinci bir devrimi hedefleyenler bir süre sonra dincilik üzerinden bir karşı devrim çizgisine düşerek gerici çizgide tökezlemektedirler.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bütün dünya ülkelerinde sosyalizm bir ideoloji olarak geçmişten gelen gücünü ve uygulanma şansını elinden kaçırmıştır. Bunun üzerine batı ülkelerinden başlayan yeni bir tutum izlenerek, ideolojilere karşı çıkan bir hareket palazlanarak öne çıkartılmıştır. Özellikle, az gelişmiş ülkelerde ve yoksul toplumlarda kurtarıcı olarak kullanılan sosyalizm akımları, zamanla iyice zayıflamaya başlayınca, uluslararası alanda ideolojik çekişmeler ve kavgaların yerini ekonomik mücadele ve savaşlar almıştır. Küreselleşme akımları dünya ülkelerinde yayılırken, ideolojik mücadelelerin geride kaldığı şeklindeki bir kara propaganda yolu ile, her türlü antiemperyalist düşünce ve tutumların önleri kesilmeye çalışılmıştır. Küresel çizgide hareket eden emperyalizm sosyalist akımları darmadağın ederek ortadan kaldırmaya çalışırken, ulus devletler içinde zamanla zenginleşerek emperyal şirketlerin işbirlikçi ortağı konumuna gelmiştir. Küresel sermaye bir süre sonra yeni zengin burjuvazi ile ortaklıklar oluşturarak, ulusal burjuva sınıflarını ve işbirlikçi toplum katmanlarını yanlarına çekerek, rant dayanışmaları doğrultusunda ulus devletleri küresel şirketlerin kontrolü altına alabilecek yepyeni bir yapılanmayı, azgelişmiş ülkelere ve yoksul toplum yapılarına dönük bir saldırganlık olarak pazarlamaya başlamıştır. İki kutuplu dünyadan çok kutuplu yeni bir dünya düzenine yönelirken servetin el değiştirmesi, sermayenin kapitalist devletler ile azgelişmiş ülkeler arasında yeni bir iş birliği ve paylaşımın temel dayanağı haline gelmesi, uluslararası alanlarda önemli değişim ve gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Genel seçimler sırasında her zaman iktidar partilerinin devlet yapılarını, parti ya da şirket devletlerine dönüştürerek kendi çıkarları doğrultusunda kullanabildikleri görülebilmektedir. Bu durum en son noktada 2023 Türkiye genel seçimlerinde de ortaya çıkmış bir siyasal gerçek olarak öne çıkmaktadır. İdeolojik çatışmalardan giderek uzaklaşan dünya ülkelerinde yeni yetme sermaye sınıfları toplumu kontrol edebilmek için dine sarılarak siyasal amaçlı bir çizgide dinleri kullanmaya başlamışlardır. Şirketler ile tarikatlar arasında yeni kurulan ortaklıklar, Türkiye’de son olarak yapılan seçimlerdeki gibi dinci saflaşmalar yaratarak antidemokratik durumların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Türkiye seçimlerinde gündeme gelen kamplaşma, devrimci devlet yapısını ortadan kaldıran dinci bir karşı devrim olgusunu açıkça öne çıkarabilmektedir. Genel seçimler bu aşamada laik devlet düzenini geri plana itmektedir.

Din soslu sağ kanat politikaların giderek yeni dünya düzeninde dinci bir yapılanmayı ortaya çıkarması üzerine, bütün dünya devletlerinde iki binli yılların başından bu yana ciddi anlamda tartışmalar başlamıştır. Din faktörünün egemenlik düzenlerindeki yeri güçlendikçe ve bu alanda yükselişler öne çıktıkça, küresel sermaye ve din ilişkileri gündeme gelmektedir. Bu çerçevede çok uluslu küresel şirketlerle çok etnik yapılı tarikat örgütleri arasında yakınlıklar başlayarak ve toplumların yaşam düzenlerinde yirmi birinci yüzyıl değişim süreçleri devreye girerek, yeni orta çağ adı verilen gerici çizgide kendi hegemonyaları doğrultusunda dinci blok yapılanmalarını, var olan eski devlet düzenlerine karşı dayatabilmektedirler. Uluslararası zenginlik koalisyonları, tarikatların oluşturduğu dinci tabanların siyasal gücü sayesinde dünya pazarlarını ele geçirirken, sermaye rant ve çıkarlar konusunda öncelikli olarak yeni ittifaklara yönelmektedirler. Bu çerçevede finans kapitali oluşturan sermaye şirketleri ile halk kitlelerini uluslaşma olgusundan çekip çıkararak, gençlerin hacı-hoca takımının arkasından sürüklenerek dinsel arayışlara girdiği ve siyasal dinciliğin ön plana geçtiği bir yeni ortamın doğduğu bu aşamada, tarikatçı kontrol altındaki sosyolojik toplum tabanlı yeni siyasal oluşumlar toplum yaşamında öne geçmektedirler. İdeolojik mücadelelerin yerini ekonomik çekişmelerin alması nedeniyle eskisine oranla daha sert ve acımasız yeni bir toplum yapılanmasına doğru bugünün insanlığı hızla sürüklenmektedir. Devrimlerin giderek geride kaldığı bir aşamada, din olgusunun ve dinci kadroların kullanılmasıyla birlikte, yeni bir orta çağ ya da yepyeni bir dinsel düzen oluşturmak üzere küresel sermaye şirketleri, devletleri aşan bir güçlü yapılanma ile karşı devrimci bir geriye dönük devrimciliği, geleceğin kuşaklarına ve toplumsal yapılanmalarına dönük bir model   olarak dışarıdan dayatmaktadır. Bugünün dünyası toplumsal devrimlerle kurulurken yarının dünyası da dinci öze dayanan karşı devrimci siyasal yapılanmalarla öne çıkarılmaya çalışılmaktadır.

                Küresel sermayenin din örgütleri ile yakınlaşması üzerine yeni dünya düzeni sermaye ve din kesimleri arasında oluşturulan ortaklıklara dönüştürülmüştür. Dincilerin siyasal parti kurarak iktidara talip oldukları gibi, şirketlerin de siyasal partilerin içlerinin boşaltılması yüzünden ortaya çıkan siyasal boşlukların doldurulmasının hedeflendiği bugünkü koşullar altında , ya siyasal partileri satın alarak patronların çıkarlarının ulusal çıkarlara karşı öne çıkarıldığı siyasetlerin gündeme getirildiği  ya  da sermayenin kontrolü altında yeni oluşturulan cemaatlerin örgütleri olarak yeni tarikatların toplumsal yaşam ile birlikte kendi partilerini kurduğu siyasal oluşumların, giderek dünya siyaset alanında göze çarpan yeni girişimler olarak tarihsel süreçte yerlerini aldıkları artık açıkça belli olmuştur. Bu gidiş siyasal ve dinsel alanları karıştırmış, siyasal gelişmeler dinsel yorumlarla öne geçerken din alanındaki gelişmeler de hızla siyaset sahnesine yansıtılarak, dinci bir modele yönelen yeni dünya düzeni uluslarararası kamuoyuna yansıtılmaktadır. Din ve sermaye birlikteliği uluslararası alandaki bütün gelişmeleri yönlendirirken, tarikatlar örgütlendikleri devletlerin çatısı altındaki cemaatleri harekete geçirebilmektedir. Tarikatların kurduğu ya da ele geçirdiği siyasal partilerin daha sonraki aşamalarda kendi hegemonyaları çizgisinde yeni bir siyasal düzen kurmaya yönelirlerken, şirketlerin giderek küreselleşmesi çizgisinde ekonomik alanda ulusalcılık geride kalmakta ve bu yüzden ulusal toplumlar küresel şirketlerin at oynattığı ya da cirit attığı alanlara dönüşmektedir. Bütün ülkelerde genel ve yerel seçimler bu tür gerçekliklerin oluşturduğu ortamlarda meydana gelirken, siyasetin içinde olan partiler, sivil toplum kuruluşları ve diğer örgütlerin kendi çıkarları doğrultusunda bir strateji izlemeleri ve bu doğrultuda kendilerine yakın gördükleri partileri yönlendirmeleri, ya da iktidara getirmeleri gerekmektedir. Küresel emperyalizm dünya hegemonyası amacıyla, orta çağ din düzenini dayatırken, dünya uluslarının ve ulus devletlerin çağdaş dünyayı yarattığı bilimsel devrim potansiyelinin, bugün yeni orta çağ arayışlarına karşı daha güçlü bir biçimde devreye sokulması gerekli olmaktadır.

2023 tarihli genel seçimler Türkiye’yi çağdaş bir yeni dünyaya yönlendirmesi gerekirken, bunun tamamen tersi bir çizgide dinci kadroların siyasal yönlendirmeleri sayesinde orta çağda kalmış olan geçmişteki modeller ile yeniden uğraşmak zorunda kalması, Türkiye’nin geleceğinin dinci bir bloklaşma ile hesaplaşma içinde geçeceği anlamına gelmektedir. Modern dünyayı yaratan bilimsel bilgi birikiminin bugünün koşullarında yeniden daha güçlü bir biçimde öne geçerek insanlığa aydınlığın ışığını yansıtması gerekmektedir. Böylesine bir çağdaş atılım gündeme getirilmediği için emperyalizmin dinci kuşatması Türkiye’yi sarmış ve son genel seçimlerin de önünü kapatarak Türkiye’yi orta çağ karanlığının kapısına getirmiştir. Genel seçimler dinci bir bloklaşmaya doğru yönlendirilirken, Türkiye’nin ulusalcı, cumhuriyetçi ve Atatürkçü birikimi dağıtılmış, Atatürk’ün partisi Atatürkçü olmayan tarikatçı, ikinci cumhuriyetçi, neo-liberal, bölücü ve küreselci işbirlikçisi Atatürk karşıtı kadrolarla doldurulduğu için, dincilerin geleceğe yönelen yeni orta çağ programlarının alternatifi olacak düzeyde bir yeni modernleşme programının, ulusalcı ve cumhuriyetçi bir çizgide hazırlanarak devreye konulması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti bugün dünyanın orta yerinde bir Atatürk Cumhuriyeti olarak varlığını koruduğu için, geleceğin karanlık dünyasına sürüklenmemek için yeni  bir modernleşme programının uygulama alanına acilen getirilmesi zorunluluk göstermekte  ve bilimsel cumhuriyetçi ve ulusal milliyetçi çizgilerde  bir içeriğe sahip olacak bir gözden geçirme  operasyonu, daha doğrusu bir revizyon ya da restorasyon anlamında kurucu iradeyi bugüne taşıyacak yeni bir  cumhuriyetçi uluslaşma programının bir an önce Atatürk döneminde olduğu gibi uygulama alanına konulması, kaçınılmaz bir biçimde Türkiye’nin bu durumdan kurtulabilmesi için zorunlu görünmektedir. Siyaset bir güçler çekişmesi olduğu için genel seçimlerin orta çağ çizgisini getirmesine karşılık, yeni bir seçim sürecinde alternatif bir milli modernleşme programı uygulama alanına getirilmek zorundadır. Bugünün izlenen yanlış stratejileri orta çağ karanlığını getirerek seçim yenilgisi yaratırken, çağdaş aydınlığı gündeme getirecek bir geleceğin ışıklı yıllarını gerçekleştirecek devrimci bir yaklaşım, doğru stratejiler ile belirlenerek Türk ulusu hak ettiği uygarlığa kavuşturulmalıdır.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN 

8 Mayıs 2023 Pazartesi

SEÇİMLER, TÜRKİYE‘NİN EKSENİNİ BOZUYOR - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

ANKARA KALESİ 

SEÇİMLER, TÜRKİYE‘NİN EKSENİNİ BOZUYOR   

                 Türkiye son derece bir hızlı bir atmosferde pupa yelken genel seçimlere doğru sürüklenirken ortaya çıkan siyasal olayların ve bunlara bağlı olarak gündeme gelen gelişmelerin ne anlamlara geldiği ve bundan sonraki aşamalarda, ne gibi olaylar ve tepkilerle karşılaşılacağı konularında, kamuoyu önünde bir netleşme olmadığı gibi, bu durumun tamamen aksi yönlerde ortaya çıkacak belirsizlikler üzerinden kaos yaratan olaylarla birlikte, giderek her yönü kapsayan bir kaotik ortam öne çıkmaktadır. Dünyanın geleceği ile yakından ilgilenen batı dünyasının önde gelen bilim adamları ve siyaset araştırmacıları, yeryüzünde var olan haritaların gündeme getirdiği siyasal düzenin zaman içinde çöktüğünü ve bu doğrultuda giderek artacak karma karışık gelişmeler aracılığı ile, insanlığın yoğun bir biçimde kaotik ortama sürükleneceğini öne sürmektedirler. İnsanlığın geleceği için böylesine ağır bir kavramın yarattığı tedirginlik sürecinde giderek kaotik ortam tırmanmalar gösterirken, geleceğin giderek belirsizlik süreci yaratmasıyla kaotik koşullar artmakta ve zaten başlamış olan karmaşık gelişmeler birbirini izleyerek, daha büyük bir kaos ortamı üzerinden var olan yer yüzü haritalarını bozarak, on milyara yaklaşmakta olan dünya nüfusunu bir oldu bitti ile karşı karşıya bırakarak, geleceğin kaotik dünyasını tartışma ortamına getirmektedir. Birbirini izleyen olaylar ve bunlara bağlı olarak öne çıkan siyasal gelişmeler kaos yaratmaya devam ederken, geçmişten gelen bütün düzenlerin ve hukuk yapılanmalarının birbiri ardı sıra yıkıma doğru sürüklendikleri anlaşılmaktadır. Yeryüzü haritaları doğrultusunda kurulmuş olan devlet düzenleri ve hukuk yapılanmalarının geçici mahiyette oldukları, değişen koşullar ile birlikte bunlara bağlı bir biçimde düzen değişikliklerinin birbiri ardı sıra gündeme geldikleri ve böylece gerçekleşen değişim süreçleri sonucunda, zamanla yeni değişim programlarının da gündeme gelmesiyle birlikte, var olan toplum düzenlerinin ciddi değişim rüzgarlarının baskılarıyla sarsılarak, siyasal kaotik oluşumların önünün açıldığı görülmektedir.

                İnsanlık tarihi yirminci yüzyıla kadar belirli bir oluşum çizgisi izlemiş ve bunun sonucunda bugünkü dünya düzeni ortaya çıkmıştır. İnsanlığın tarih sahnesine çıkmış olduğu son on bin yıllık tarih içerisinde siyasal gelişmeler birbirini izlemiş ve olaylar ortaya çıkarken, birbirini tetikleyerek on bin yıllık tarihin ortaya çıkış, gelişim ve dönüşüm çizgilerini belirlemiştir. Yıllar geçtikçe artan nüfus ve insan sayısının artmasıyla birlikte, yeryüzü kıtalarına dağılan yeni nüfus yapılanmalarıyla bütün yeryüzü karalarına insanlar yayılmıştır. İlk ve Orta çağ dönemleri sonrasında yeni ve modern çağlara doğru insanlık yol alırken, kıtalara yayılan imparatorluklar dağınık durumda yaşam savaşı veren insan gruplarını beş yüz yıla yakın bir süre bir arada tutarak, bunlara dayalı bir biçimde ulusal toplumlar ile gene buna bağlı bir biçimde ulus devletlerin tarih sahnesine çıkışına giden yolun önü açılmıştır. Bu süreç yirminci yüzyıla kadar devam ederken insanlık önce imparatorluklara sonra ulus devletlere bağlı siyasal düzenler aracılığı ile yönetilmiş dünya savaşları sonrasında ortaya çıkan yeni dünya düzeni arayışları, yirmi birinci yüzyılda öne çıkarak ve insanları imparatorluk ile ulus devletlerden kurtararak, etnik, kültürel ve dinsel alt kimlikler aracılığı ile daha küçük devlet yapılanmalarına doğru yönlendirmişlerdir. Yirminci yüzyılın tamamlanmasıyla birlikte eski sömürgeler ulus devletlere dönüşmüş, yirmi birinci yüzyılda ise uzay ve teknolojik gelişmeler çizgisinde, daha küçük devlet arayışlarına doğru yönelme başlamıştır. Bir yanda din öne geçerken tarikatlar siyasal partilerin yerini almış, diğer yandan şirketler küresel devlere dönüşürken, devletler küçültülerek yavaş yavaş şehir devletleri ve eyaletler düzeyinde daha küçük devlet örgütlenmeleri öne çıkarılmaya başlanmıştır İnsanlık yirmi ikinci yüzyıla doğru giderken eyalet ve şehir devletleri daha da öne çıkmaya başlamış ve bu durumun sonucunda da iki yüz ulus devlet, iki bin eyalet ya da şehir devletine doğru değişim yaşamaya yönlendirilmişlerdir. Böylesine bir çözülme ve dağınıklık ortamına gidiş, bilinçli olarak yaratılan kaotik sürecin devamı olarak ortaya çıkınca, bütün ulus devletler bölünme riskiyle karşılaştı.

                Her devletin tarih sahnesine çıkışı ve yoluna devam etmesi, yönetim düzeni ve yönetici değişikliğine bağlı olduğu için, devletlerin devamlılığı ve siyasal rejimlerin cumhuriyet ve demokrasiler arasındaki siyasal dengeleri çerçevesinde, genel seçimler aracılığı ile ülkelerin ve devletlerin yönetim sorunları çözülmüştür. Bu doğrultuda ortaya çıkan bütün siyasal yapılanmaların geleceğe yönelen süreklilikleri, toplumsal ve siyasal boyutları çerçevesinde kurumsallaşma ile elde edilmeye çalışılmıştır. Bir anlamda, genel seçimler devletlerin kendisini yeniden yaratarak, geleceğe yönelen bir yenilenme aracı olarak ele alındığı zaman, birçok sorun birlikte çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır. Her devlet ya da her rejim kendisini yenileyerek kurmuş olduğu yönetim düzeninin de istikrarlı bir mekanizmaya dönüşmesini hedefleyerek ve geleceğin koşullarında sahip oldukları sistem ve düzenlerin sürekliliğini sağlayarak, kurumsal bir yapılanma aracılığı ile siyasetin sonsuzluk hedefini güvence altına alabilmiştir. Devletlerin sonsuza kadar yaşayabilmesi ve devamlılığın her aşamada güvence altına alınması doğrultusundaki yönelişlerinde, her devletin sonsuza kadar var olabilme şansını güvence altına alarak, diğer siyasal örgütlenme ve örgütler ile rekabet düzeni içinde yarışa kalkışmaları genel anlamda ortaya çıkmaktadır. Siyasetin beklenmeyen ya da önceden görülemeyen yeni koşulları dikkate alındığı zaman, tarihin ilk dönemlerinden başlayarak geleceğin sonsuzluğuna doğru gelişmeler gösteren siyasal alan ve ortamların ülkelerin ve devletlerin geleceğini açıkça belirledikleri görülmektedir. Bu durumun farkına varan ve bu doğrultularda siyaset yapan siyasal merkezler ile liderlerin, geçmişten gelen siyasal birikimin desteklerinden yararlanarak, yaşanmakta olan günleri ve dönemlerin perde arkasındaki yeni koşullarını anlamaya çalışarak ve yaklaşmakta olan geleceğin belirleyici koşulları üzerinden, yeni siyasal gelişmelerin öngörüsünü tamamlayarak siyasal alandaki yarışı kazanmaya çalışmaktadırlar. Bütün ülkelerdeki siyasal yapılar ve gelişmeler dikkatle izlendiği zaman aşağı yukarı benzer tablolar ve gelişmeler ile karşılaşılmaktadır.

                Tarihsel süreçler gelip geçerken bazı dönemler ve de bu dönemlerin içinde yer alan istisnai özel yıllar siyasal yaşamın akışında son derece etkili olmakta ve bazı köşe başlarını öne çıkararak hareket eden önemli merkezler, siyasal alana kendi damgalarını vurarak, beklenen gelişmelerden çok daha farklı çizgideki olayları sürpriz olarak yaratabilmektedirler. Böylesine girişimler siyasal alanı sarsarken beklenmeyen gelişmelerin gündeme gelmesi üzerine de siyasal gelişmeler önceden görüldüğü ya da beklendiği gibi değil, güç merkezleri arasındaki çekişme ve çatışmaların güç merkezlerinin elindeki olanaklar ve potansiyel kuvvetler aracılığı ile yönlendirildiği ve bu gibi durumlarda ortaya çıkan beklenmeyen gelişmelerin, birbiri ardı sıra gündeme gelerek siyasetin kaygan zemininde bazı oluşumları alan dışına doğru sürükleyerek , güç merkezlerinin istedikleri çizgide eskisinden daha farklı gelişmeleri öne çıkarabilmektedirler. Şimdiye kadar yaşanan süreçler ve birbirini izleyen olaylar dikkate alındığı zaman, genel siyaset bilimi açısından ortaya çıkan bu gibi gelişmeleri açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Siyasal alanda beklenmeyen olaylar olduğu gibi, çeşitli manevralar ya da komplolar olarak hazırlanan bazı uzun süreli hazırlıkların da farklı koşullar yaratarak, siyasal gelişmelere fazlasıyla etki ettikleri, ya da beklenmeyen durumların önlerini açarak siyaset dünyasına kendi çıkarlarına öncelik tanıyan bazı beklenmeyen ortamlar yaratarak, yarış alanında ön plana geçebildikleri görülebilmektedir. Genellikle komplolar beklenmeyen siyasal gelişmeler üzerinden tezgahlanırken, bunların birbiri ardı sıra devreye girmesiyle birlikte, kaotik ortamlar belirli süreçlerin sonrasında ortaya çıkarak siyasal yönlendirmelerde bulunabilmektedirler. Kaos ortamları zaman içerisindeki siyasal gelişmelerin ve siyasetin gündemini belirlemeye başlamasıyla, eskisinden çok daha farklı ve hiçbir biçimde beklenmeyen gelişmelerin siyasetin önüne olmayacak ya da beklenmeyen bir denklem koyabildiği görülebilmektedir. Bu gibi durumlarda reel politik koşulların gündeme getirdiği, normal siyasal ortam ile bu gibi gelişmelere karşı çıkacak derecede etkin olabilecek yeni adımların atılmasıyla birlikte ülkelerin ve devletlerin gelecekleri ile oynanabilmektedir. Böylesine durumlarda normal ve anormal koşullar birlikte gündeme gelirken, beraberlerinde bir çatışma ortamını da siyaset sahnesinin tam da göbeğine oturtabilmektedirler.

                Siyasal kaos ortamları kendiliğinden gündeme gelebildiği gibi, aynı zamanda çeşitli komplolar aracılığı ile yapay bir süreç içinde yaratılabilmektedirler. Emperyalist devletlere bu açıdan bakıldığı zaman, dünyaya hâkim olmak üzere karalara ve kıtalara yayılan emperyal devletlerin istihbarat işleriyle fazlasıyla uğraştıkları ve bu gibi konularda çalışmalar yürüten birçok güvenlik ve düşünce kuruluşlarını harekete geçirerek ve kendi hegemonya düzenlerinin temelinde sağlam bir altyapı örgütlenmesi yaparak, oluşturdukları hegemonya alanlarını devletin merkezine doğru, sağlam kamu örgütlenmeleriyle bağladıkları görülmektedir. Devletlerarası rekabet düzeni çerçevesinde her devlet kendi başının çaresine bakmaya çaba gösterirken, geçmişten gelen geleneksel kamu kurumları ile sonuç alabilmenin çok zor olduğu ve bu nedenle bütün devletlerin yeni ortaya çıkan elektronik devrimi çizgisinde yapılanmalar ile öne çıkmaya başladıkları anlaşılmaktadır. Güvenlik konuları eskiden kara-deniz-hava alanlarında üçlü birliktelik aracılığı ile yürütülürken, bugün gelinen aşamada insanlığın uzaya açılmasıyla birlikte, uzay boyutu da bu üç alana eklenerek dördüncü bir güvenlik kurumlaşması, ABD’nin uzay ordularını kurması üzerine gündeme gelmiştir. ABD’nin öncülüğünde elektronik devrim ve uzay alanında güvenlik yapılanmasının öne çıkmasıyla siyaset alanına da son yeniliklerin gelmesinin önünü açmıştır. Elektronik devriminin getirdikleriyle güvenlik alanında siber güvenlik diye yeni bir bilim dalı gelişerek, bilimsel gelişmelerde söz haklarının daha fazla bilim adamı ve düşünce merkezlerine doğru yönelmesine yol açmıştır. On bin yıllık bir geçmişe sahip olan dünya bilgi birikimi işin içine uzay alanı ve elektronik devriminin girmesiyle birlikte, daha da genişlemiş ve sibernetik bilimi bu aşamada sıçrama yaparak ve insanların içinde yaşadıkları toplumsal ve siyasal düzenleri de etkileyerek köklü yeniliklerin önünü açmıştır. Bilgi birikimine uzaysal ve elektronik yeniliklerin eklenmesiyle birlikte, dünya bir yönü ile daha tehlikeli diğer yönü ile de daha güvenli bir yaşam düzenine doğru ilerleme göstermiştir. Sibernetik bilimi terör amaçlı kullanılabildiği gibi aynı zamanda güvenlik amaçlı da kullanılarak yeni dengeler aranmaya çalışılmıştır.

                Elektronik devrimi bütün seçimlerde kullanılmaya başlanmış ama bu aşamadan sonra seçim sandıklarında güvenlik kalmamıştır. Sadece sandıklara elektronik bağlantılar sağlanmasıyla seçimlerin güvenliği her yönü ile tehlikeye girerken, Atlantik emperyalizmine karşı direnen ve mücadele eden üç büyük devletin devlet başkanları üzerlerinde, hiçbir biçimde elektronik alet taşımayarak bu alandaki tehlikeli durumu dünya halklarına göstermeye çalışmışlardır. Elektronik sistemi istihbarat amacıyla kullananlar hem sandıklardaki sonuçları etkileyerek kendi istediklerinin seçimleri kazanmalarını sağlamışlar, hem de uzay teknolojisinden yararlanarak geliştirdikleri, elektronik dinleme ve gözetleme merkezleri üzerinden bütün dünyayı ve de ülkeleri zorla baskı ve izlemeye başlamışlardır. Aynı zamanda hem bütün gelişmeleri izleyerek kontrol edecek hem de büyük emperyal devletlerin siyasal çıkarları doğrultusunda dünyanın genel gidişatını etkileyecek siyasal oyun, senaryo ve komploların birbiri ardı sıra uygulama alanına getirilerek kullanılması sayesinde, giderek dünya ülkeleri yer kürenin yeni sömürgeleri konumuna düşürülmüştür. Elektronik alanında ya da uzay teknolojisinin kullanılması doğrultusunda emperyalist ve hegemonyacı devletlerin kendi çıkar ve koşulları çizgisinde dünya ülkelerini hizaya sokmaya çalışmaları, beraberinde iç ve dış savaş senaryoları ile birlikte bölgesel sıcak olayları kışkırtabilmekte ve bugün gelinen yeni aşamada işi bütün dünyayı kaosa sürükleyecek derecede, karıştırıcılık misyonlarını büyük devletlerin ajanlarının sırtlarına yüklemektedir. Bütünüyle sosyal bilimlerin ve teknik bilimsel bilgilerin birlikte ele alınarak kullanıldığı siyasal senaryoların her türlü bilgi birikiminden yararlanılarak kullanılması sayesinde, bütün dünyanın küresel bir karışıklığa ya da kaos ortamına mahkûm edilmesini, Birleşmiş Milletler çatısı altında yer alan iki yüz den fazla devletin kabul etmesinin mümkün olamayacağını, yirminci yüzyıldaki siyasal senaryolar ortaya koymuştur. Bu aşamadan sonra yirmi birinci yüzyılda dünya yoluna devam ederken, insanlığın tarihten dersler aldığını, jeopolitik biliminin insanlığa yön gösteren ilkelerini artık herkesin öğrendiğini ve kütüphanelerdeki bilgi birikimini bütün devletlerin bilerek hareket ettiklerin, tüm dünya ülkelerindeki emperyalist merkezlerin birbirlerini izleyerek siyasal etkinlik yürüttükleri artık açıkça görülmektedir.

                Dünya kaosa doğru sürüklenirken ve bu aşamada bütün devletleri parçalayacak derecede güçlü bir çöküş senaryosu, batının önde gelen emperyalist devletleri aracılığı ile uygulama alanına getirilirken, yeryüzü ülkelerinde birbiri ardı sıra genel ve yerel seçimlere gidilerek seçimler yolu ile devletlerin yeni yönetim kadroları belirlenirken, Türkiye yeni bir genel seçimler sürecine girmiştir. Dünyadaki diğer genel seçimler ile karşılaştırılarak basında fazlasıyla yer alan Türkiye seçimleri sonucunda hem bir devlet başkanı hem de yeni yönetimi belirleyeceği için son derece önem taşımaktadır. Küresel basın-yayın organları tarafından geleceğin dünya yapılanmasının ilk adımlarının Türk seçimleri ile birlikte atılacağı açıklanmaktadır. Bu doğrultuda dünya barışı açısından Türk halkına çok önemli bir sorumluluk düştüğünü, Amerikan ve Avrupa gazeteleri önemli makaleler yayınlayarak, bu durumu dünya kamuoyunun bilgisine sunmaktadırlar. Son aşamada Türkiye genel seçimlere giderken, seçim sonuçlarının Türkiye ve dünyanın yeni dönem yapılanmasında birinci derecede etkili olacağı açıkça belirtilmektedir. Büyük devletlerde yapılan genel seçimler iktidara gelen partilerin programları ile sınırlı bir durumda iken, Türkiye’deki seçimlerin çok yönlülük koşulları nedeniyle herhangi bir ülke ile karşılaştırılarak değerlendirilmesi mümkün değildir, çünkü Türkiye tek boyutlu bir devlet değil aksine üç büyük kıtanın tam merkezinde yer alan çok boyutlu bir devlettir. Türk devleti dünyanın tam merkezinde çok önemli bir jeopolitik konuma sahip olan merkez ülke olarak, Avrupa, Asya ve Afrika gibi üç büyük kıtanın tam ortasındadır. Balkanlar-Kafkaslar-Akdeniz ve Karadeniz gibi dört çok önemli coğrafi alanın kesişme noktasında olduğu için, dünyanın bütün kıtalarından gelen yansımalar, orta dünya denen bu merkezde ya bütünleşmekte ya da çarpışarak sıcak çekişmelere yol açmaktadır. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın en önemli ve en hassas jeopolitik koşullarına sahip bir ülke olduğu ve bir ulus devlet olarak da diğer devletlerle ciddi bir stratejik komşuluk ilişkilerine sahip olduğu açıkça göze çarpmaktadır. Yeni bir dünya düzeni kurulurken ortaya çıkan kritik bölgeler, Türkiye’nin sınırları boyunca uzanmakta ve üç kıta ile dört önemli bölgenin ortasında yer alan jeopolitik yapılanmasıyla, Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en önemli jeopolitik örgütlenmesidir. Türkiye’nin batısı batı, doğusu doğu, kuzeyi kuzey ve güneyi güney jeopolitik alanlardır ve merkezi ülke olarak Türkiye bunların hepsi ile komşuluk bağlantısına sahip bulunmaktadır.

                Türkiye sahip olduğu jeopolitik koşulları ile bugün hem bütün hegemonyacı büyük devletlerin hem de üç kıta üzerinden gündeme gelen yeni büyük devlet yapılanmalarının hedefidir. Amerika’nın Büyük Orta Doğu ,İsrail’in Büyük İsrail ,İngiltere’nin Yeni Roma İmparatorluğu, Almanya’nın Avrasya İmparatorluğu, Rusya’nın Büyük Slav Birliği, Fransa’nın Akdeniz Birliği, Suudi Arabistan’ın İslam İmparatorluğu, Mısır’ın Afrika Birliği ve de Avrupa’nın Büyük Avrupa Birliği gibi  dünyanın merkezi alanını tek ve büyük bir devletin merkezi yapma hedefli emperyal projeler, Birinci Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelmiş ve Osmanlı hinterlandı bu projeler doğrultusunda bölünerek, Sevr haritası doğrultusunda oluşturulacak  küçük eyaletler üzerinden, bir merkezi coğrafya federasyonu hazırlanmıştır. Birinci ve İkinci dünya savaşları merkezi alana el koymayı hedefleyen emperyalist projeler olarak devreye sokulmuş ve yüz milyondan fazla insanın ölümüne giden bir sıcak savaş koridoru Rusya ve Çin sınırına kadar açılmaya çalışılmıştır. Böylesine bir siyasal kavganın dünyanın ortasını işgal ederek uygulanmak istenmesi yüzünden, çok cepheli bir emperyal savaş Osmanlı devletine karşı dayatılmış ama Türkiye Cumhuriyeti savaş sonrası dönemde, ulusal bir kurtuluş savaşını işgalci emperyalistlere karşı kazanarak yirmi birinci yüzyıla gelmiştir. Bugün emperyalistler üçüncü bir dünya savaşını yarım kalan cephelerde sürdürmek istemektedirler ama artık dünya halklarının ve ulus devletlerin bir araya gelerek örgütlenmeleri yüzünden bu isteklerini bir türlü gerçekleştirememektedirler. Asya’dan Cengiz Han, Timur devleti ve İlhanlılar devleti gibi oluşumlar merkezi ele geçirmek için gelmişler ama kalıcı olamamışlardır. Batı dünyasından ise Roma ve Bizans imparatorluklarının çöküşü üzerine on kez Haçlı seferleri düzenlenmiş ama bunlar başarısız kalmıştır. İngiltere ve ABD ile Atlantik’ten gelen emperyalistler ise, geri dönmek zorunda kalmışlardır.

                Devletlerin tarihsel süreçte büyümeleri ve güçlenmeleri ile aktif dış politikalara yönelmeleri ulus devletler rekabeti doğrultusunda yirminci yüzyıla doğru güçlenmeleri yüzünden, dünya savaşları çıkınca imparatorluklar parçalanarak ulus devletler ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliğini oluşturan sosyalizm ideolojisinin desteği ile uluslararası bir imparatorluk oluşturulurken, Berlin merkezli bir Alman imparatorluğu tüm Avrupa ve Asya’yı içine alacak düzeyde hedeflenerek, Avrasya merkezi bölgesi Germen emperyalizminin hedefleri doğrultusunda kurulmaya çalışılmış ama sosyalist yapılanma Rusya ile sınırlı kalınca, Berlin tüm Avrupa ve Avrasya bölgelerini sosyalist bir imparatorluk çatısı altında birleştirememiştir. İki bin yıllık bir kavgada Avrupa kıtasında bir Yahudi devleti kurulamayınca, çökmekte olan Osmanlı toprakları üzerinde ve bu ülkenin Avrupa toprakları üzerinde Avrupa’da kurulamayan bir Musevi devleti kurulmaya çalışılmış, ama Alman komutanların yönetiminde Balkan Savaşları direnişi gündeme gelince, Almanların askeri desteği ile daha sonra Çanakkale Savaşı yapılarak bu projeler önlenmiştir. İkinci Dünya Savaşı ile Doğu Avrupa’da  kazanılamayan savaş yeniden gündeme getirilmek istenmiş ve bu doğrultuda bir Hitler efsanesi yaratılarak, İsrail’e giden yol açılmış ve ikinci savaşın sonucunda İngiltere, ABD ve Nato desteği ile  İsrail kurulmuş, Sovyetler Birliği rejimi de bir ideolojik diktatörlük olarak bu oluşuma seyirci kalarak, Rus Çarlığı döneminden kalan Rus emperyalizmi çizgisinde, herhangi bir  siyasal tepki gösterilmeyerek ABD’yi teslim alan Siyonizm’in getirdiği yeni  emperyal düzen bölgeye dayatılmıştır. Yüz yıl önce birinci dünya savaşı ile başlatılan Avrasya hegemonya savaşı, Hitler’in Hazar macerası ile sonuçlandırılmak istenmiş ama Rus ordusunun gösterdiği tepkiler ve direniş üzerine, Hitler Avrasya macerasından geri dönmek zorunda kalmıştır. Daha sonra da bir Rus saldırısı sayesinde, Rusların Almanya’yı işgal etmeleri üzerine, birinci aşamada yarım kalan dünya savaşı ikinci aşamada Ruslar ile Almanların çatışmaları sağlanarak tamamlanmıştır. Hitler’in Hazar’a doğru yönlenmesiyle dünya savaşı bir Avrasya savaşına dönüşmüş ama İsrail’in kurulabilmesi için savaşın Orta -Doğu bölgesine girişine izin verilmemiş ve bu nedenle Nazı orduları Türkiye’yi işgale kalkışmayınca, Türkiye de ikinci dünya savaşına girmekten kurtulmuştur.

                Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı sonrasında bu imparatorluğun merkezi topraklarında kurulmuş olan bir ulus devlettir. Ulusçuluk hareketleri Avrupa merkezli ve de Fransız devrimi kaynaklı olunca Avrupa’nın komşusu konumundaki Osmanlı imparatorluğu, dışarıdan beslenen ulusculuk hareketlerinin etkileriyle fazlasıyla sarsılmış, hemen hemen her bölgesinde etnik ve dinsel ayırımcılığa dayanan yeni küçük ve orta boy devletler tarih sahnesine çıkmıştır. Bugün gelinen noktada Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki harita büyük oranda korunmuş ve Osmanlı devleti sonrasında eski Osmanlı hinterlandı üzerinde kurulmuş olan yirmiden fazla devlet, bugün Birleşmiş Milletler üyesi olarak tam bağımsız devlet statüsünde yollarına devam etmektedirler. Ne var ki, dünyanın merkezi konumundaki Osmanlı imparatorluğu, Roma ve Bizans imparatorlukları gibi merkezi alanda yeni bir büyük devlet kurulamadığı için, üç kıtanın ortasında bir orta boy ulus devleti olarak var olan Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan emperyalist girişimler bugün de devam etmektedir. ABD ve İngiltere, Nato ve İsrail’in de katılımlarıyla Almanya, Rusya, Fransa, Arabistan, Rusya gibi büyük emperyalist güçlerin emperyalist planları doğrultusunda, merkezi coğrafya yeniden Birinci Dünya Savaşı koşullarına geri dönerken, bazı dinci çevreler bir Üçüncü Dünya Savaşını gündeme getirecek derecede hem Mescidi Aksa’nın yıkımı ile hem de Suriye’nin kuzey sınırları içinde bir üçüncü dünya savaşını çıkartabilecek Armegeddon senaryosunu zorlamaya çalışmaktadırlar. Uluslararası silah fabrikatörleri, büyük askeri güce sahip olan devletler ile birlikte Büyük İsrail peşinde koşan Siyonistlerin de katılımlarıyla, savaş cephesi bugün yavaş yavaş hazırlanmaktadır. Türkiye tıpkı Osmanlı devleti gibi böylesine bir emperyalist kıskacın içine çekilerek başlatılacak bir Üçüncü dünya savaşı aracılığı ile komşu devletlerle birlikte yok edilmek istenmektedir. O zaman Osmanlının yapamadığı karşı çıkış ve direnişi sonraki dönemde Atatürk yaparak tarihi değiştirmiştir. Dünya devletini temsil eden İngilizler o zaman her şeyi hazırladıklarını ama Atatürk’ün karşı çıkışını hesaplayamadıklarını açıkça dile getirmişlerdir.

                Bugünkü konjonktürde bütün dünya üçüncü cihan savaşına giderken, Türkiye ise genel seçimlere gitmektedir. Burada büyük bir çelişki var gibi görünse de dünya tarihinde savaşların barışları barışların da savaşları izlediğini artık iyi öğrenen dünya kamuoyu, uzun süren bir soğuk savaş dönemi sonrasında sıcak savaşları yeniden gündeme getiren emperyalist küreselleşme saldırıları karşısında, tüm dünya devletleri ve halkları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti de Üçüncü dünya savaşına karşı çıkarak direnmektedir. Bu dönemde bir dinler arası savaş ortamı yaratmayı hedefleyen Armegeddon savaşı ya da Mescidi Aksa saldırısı gibi bazı oldu bittiler ile merkezi coğrafya saldırıları üzerinden bir büyük savaşın çıkartılmasına karşı, Türkiye bütün komşu devletlerle bir araya gelerek ciddi anlamda bir bölgesel direnişin öncüsü olacaktır. Yüz yıl önce bu planları görerek her türlü  batı emperyalizmine ve Siyonizme karşı çıkan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu önderi Atatürk, Avrupa emperyalizmine karşı çıkarak Balkan Paktını ve Kuzey yarı küreyi işgal eden Sovyetler Birliğinin orta dünya bölgesine inerek bir  Avrasya bölgesi işgali ile Sovyet sosyal emperyalizmine yönelmesini önlemek üzere, Türk-İran ortaklığına dayanan Sadabat Paktı oluşumlarını merkezi coğrafyanın batı ve doğu bölgelerini her türlü saldırılara karşı koruyabilmek üzere, bir ulus devlet savunma stratejisi olarak uygulama alanına getirmiştir. Büyük önderin geleceği görerek, Birinci Dünya Savaşı sürecinde her türlü emperyalist saldırılara karşı çıkması ve her cephede direnerek sıcak çatışmalar ile cephe savaşlarını kazanması, bugünün Türk devleti için yol gösterici dış politika örnekleri olarak gündeme gelmektedir. Yüz yıl önceki büyük emperyalist saldırıları bertaraf etme gücünü ortaya koyarak bulunduğu ülkenin ve bölgenin korumasıyla güvenliğini üzerine alan Türk devleti, gene yüz yıl sonra bir büyük sınava sıcak savaş alanları üzerinden mahkûm edilmek istenmektedir. Bugünkü siyasal gelişmeler yirminci yüzyılın başındaki jeopolitik konumlara paralel bir yapılanmayı bu bölgeye dayattığı  geçmişin batı ittifakı üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni; ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve Çin gibi büyük emperyalist devletlerle karşı karşıya getirirken, ayrıca bu aşamada yeni kurulan Siyonist devlet olarak da İsrail’i bir cephe ülkesi olarak devreye sokarken, Türkiye toprakları İsrail’li yazarların kitaplarında ortaya koyduğu üzere, Türk ülkesini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni savaşın merkezi alanı ve çatışma bölgesi haline getirmektedir.

                Seçimlerin başlık olarak yer aldığı bir makalenin savaş ağırlıklı olarak devam etmesi bu durumda büyük bir çelişkiyi değil ama iç politikanın dış politikanın devamı olduğu gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. Yüz yıldır Türkiye’de seçimler var olan siyasal partilerin katılımı ile normal koşullarda yapılırken, son seçimlerde partilerin devre dışı kalması ve var olan partilerin iki ayrı gruba ayrılarak, siyasal kavramlara dayalı siyasal ittifaklarla iktidarın bir ucunu tutmaya çalışmaları, Türkiye politikasının tümüyle merkezi alan üzerindeki hegemonya mücadelesini yansıtmaktadır. ABD öncülüğünde bir Atlantik ittifakı, Almanya öncülüğünde bir Avrupa ittifakı biçiminde batı bloku bölünürken, merkezdeki küçük devlet İsrail’in de ABD’ye yakın durarak Atlantik ittifakı içinde kendine yer aradığı göze çarpmaktadır. Batı dünyasından çıkan iki ittifak Türkiye’de farklı isimlerle adlandırılırken, Rusya, Çin ve Hindistan gibi siyasal alanın yeni büyükleri olarak dünya sahnesine çıkan üç yeni kutup başı, tam bu aşamada dünya politikasına ağırlıklarını koyarak ikiye bölünen batı blokuna karşı bütünleşen bir doğu bloku oluşumunu gündeme getirmektedirler. Yüz yıl önce olmayan bu yeni blok, beş yüz yıldır devam eden batı emperyalist düzenine karşı, bir doğu birliği hazırlayarak, her türlü emperyalist saldırı ve işgal girişimlerine karşı bütün dünya devletleri ve halklarını güvence altına alabilecek, bir büyük antiemperyalist yapılanmayı dünya gündemine taşırken, aynı zamanda çökmekte olan batı uygarlığı ve hegemonyasına karşı alternatif bir uluslararası hukuk, ekonomi ve yönetim sistemlerini bir an önce devreye sokmak zorundadır. Birleşmiş Milletlerin yönetemediği dünyada artık “Birleşmiş Halklar Örgütü“ ya da “Ulus Devletler Birliği “ adı altında  bir araya gelerek daha adil, eşitlikçi ve barışçı çizgide halklar ve ulusların ortak güçleriyle kurulacak ve emperyalistlerin her türlü hegemonyasına karşı direnerek yeni bir küresel dayanışma girişimi olarak örgütlenecek uluslararası bir kuruluşun savaş sürecini önlemek üzere acilen kurulması gerekmektedir.

                Uluslararası alanda yukarıda belirtilen gelişmeler ve yenilikler dikkatle izlendiği zaman, son zamanlarda yapılan bütün ülke seçimlerinde yeni büyük devletler ve bloklaşma girişimlerinin ortaya çıkardığı sıcak çatışma ortamının daha da tırmandığı görülmektedir. Batılı yayın organları bütün seçimlere ilgi gösterirken, Türkiye’nin genel seçimlerine karşı daha fazla ilgi göstermiş ve seçim sonuçlarıyla ilgili olarak kamuoyunda ağır baskı rüzgarları estiren haber ve yayınlara öncelik verilmiştir. Batı blokundaki ikili kutuplaşmanın Avrasya bölgesinde Avrupa ya da Amerika’nın kutupsal çizgideki hegemonyaları arasındaki çekişmeler, zamanla Türk kamuoyuna da yansımış ve bu doğrultuda basın ve medya kuruluşlarının yabancı sermaye ile yönlendirilmesi sayesinde, Türkiye’de de ikili bir yarış ve kutuplaşma seçim ortamının tam ortasına düşmüştür. Diğer ülkelerdeki seçimlerin sonuçlanmasıyla ülkesel ya da bölgesel siyasi yansımalar ortaya çıkarken, Türkiye’deki Avrupa-Amerika çekişmeleri yüzünden Türk seçimleri küresel boyutta bir anlam kazanmıştır. ABD eskisi gibi dünyadaki küresel hegemonyasını sürdürmeye çaba gösterirken, Almanya Avrupa’nın patronu olarak kendi kontrolu altındaki Avrupa Birliği oluşumunu, tıpkı ABD gibi Avrupa Birleşik Devletleri adı altında ortaya çıkarmak istemektedir. Atlantik bloku İsrail ağırlıklı politikalar ile din meselesine öncelik verirken, Avrupa bloku ise ulus devletlerin doğduğu bu bölgede etnik sorunlara ve kimliklere ağırlık vererek yerel yönetimler özerklik şartının tümüyle kabul edilmesini dayatmaktadır. Bir anlamda, genel seçimlere giderken iktidar bloku din olgusuna öncelik verirken, muhalefet bloku da bir ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında ulusal kimliği arkada bırakarak ve Anayasanın giriş bölümünde yer alan Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerini görmezden gelerek, yerel yönetimcilikle bölünmeye giden yolu açmaya çaba göstermektedirler. Din ağırlıklı politikalarla, Türkiye Osmanlı Hinterlandında Başyücelik makamı örgütlenmesi çizgisinde bir Halifelik ile, yerel yönetimler özerklik şartı üzerinden de Avrupa Birliği çatısı altında ortaçağ da olduğu gibi şehir devletleri ya da  emperyalist baskılarla bölgesel kıta devleti federasyonu kurma girişimleri çizgisinde oluşturulacak eyalet devletçiklerininin koruyucusu konumuna gelerek, çok uluslu, çok kültürlü ve çok etnisiteli bir kıtasal federasyon oluşumunun destekçisi durumuna gelecektir. Bir tarafta Türkiye’nin Müslüman komşularıyla kuracağı din devleti çağdaş laiklik düzenine son verirken, öbür taraftan Avrupa Birliğinin desteklediği alt kimlikçi bölünme politikalarına angaje olan seçimlerdeki muhalefet cephesi, giderek bölücü politikalarla yakınlaşarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk’ün ulusal, üniter, merkezi, bilimsel ve modern devlet modeli yapılanmasından uzaklaşmaktadır.

                Bütün dünya basını ve medyası diğer seçimleri bir yana bırakarak, Türkiye’nin ekseni ve genel seçimleriyle uğraşmasının nedeni, dünya jeopolitik koşullarında yeni meydana gelen gelişmelerdir Bugün sandıklara giderken Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak için, Türk devleti kadar Türk ulusu da bu değişiklikleri bilerek hareket etmek zorundadır. Türk devletinin ve toplumunun iç yapılanması çerçevesinde yabancı işbirlikçisi kesimlerin iyi izlenmesi ve bunların Türkiye’de provakasyonlara yönelerek karışıklık yaratmalarına izin verilmemesi gerekmektedir. Her durumda kışkırtmaların   çatışmalara yönelmeleri kesinlikle önlenmelidir. Türk ulusu bugün gelinen yeni dönemde, iki yüz den fazla üniversitesi ve yığınla araştırma ve yayınlarla dolu olan kütüphaneleriyle, Atatürk’ün dile getirdiği gibi en gerçek yol gösterici olarak, bilimi ve bilimsel kuralları benimsemiş olan bir ulusal devlet ve yapılanma düzeni ile, Türkiye geleceğin dünyasına doğru etkili bir biçimde açılım sağlamaktadır. Türk devletinin geçmişten gelen Atatürkçü ekseninin günümüzdeki tehlikeli gidişlere karşı, geçmişe oranla daha fazla korunması ve gereğinin yapılması gerekmektedir. Genel seçimlere doğru giderken Türk ulusu, iç ve dış koşulları daha iyi izleyerek ve hiçbir dış müdahale ya da baskıya teslim olmayarak hareket etmelidir. Türkler devleti ve ulusu kurucu önderi Atatürk gibi özgürlük ve bağımsızlığına öncelik veren bir çizgide vatanını düşünerek hareket etmelidir. Seçmenler  emperyalistlerin kendi aralarında yürüttükleri eksen ya da yön tartışmalarına dikkat ederek oylarını kullanmalı ve buralardan gelecek tehditlere karşı hazırlıklı olarak, Türk demokrasisinin bir daha ara rejimlere sürüklenmesi gibi olumsuz senaryo ve planlara açıkça karşı çıkarak kutuplaşma dayatmalarına direnmelidirler.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN