ANKARA KALESİ
YANLIŞ STRATEJİLER İLE SEÇİMLER KAZANILAMAZ
Türkiye
Cumhuriyeti kuruluşunun yüzüncü yıldönümünde yaşanmakta olan yoğun siyasal
trafiğin yanı sıra bir de genel seçimler ile uğraşmak zorunda kalmıştır. İçinde
bulunduğumuz yıl itibarıyla devletin ve siyasal rejimin yüzyıllık bir süreç
içinde kendisini yenileyerek yoluna devam etme sürecinde Türkiye Cumhuriyeti
kendisini var etmek ve bu doğrultuda ilelebet payidar kalabilmek uğrunda zorunlu
olan adımları atmak zorunda kalmıştır. Yüzüncü yıl kutlamalarıyla dolu olan bir
yılın aynı zamanda genel seçimlerle de birlikte hareket edilmesi yüzünden,
devletin kamu kurumları aynı yıl içinde hem cumhuriyetin yüzüncü yıl kutlama törenlerinin
işlemlerini tamamlamaya çaba göstermişler ve aynı zamanda da anayasal bir
zorunluluk olarak genel seçimlerin zamanı geldiği için, bu çizgideki kamu
hizmetlerinin yerine getirilmesi doğrultusunda geleceğe dönük olarak bazı önemli
adımlar atılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti birinci yüzyılını doldururken, aynı
dönemde genel seçimlerin yenilenmesini başararak, cumhuriyetin yüzüncü yılına
bir de demokrasinin yarım yüzyılını eklemesini sağlayarak geleceğin çağdaş
rejimleri arasına girmesini bilmiştir. Böylece, kurucu önder Atatürk’ün Türk
ulusuna armağanı olan Türkiye Cumhuriyeti devlet modelinin, uluslararası
siyasal arenada ön planda yer alması gerçekleştirilebilmiştir. Giderek değişen
ve yenilenen yirmi birinci yüzyıl dünyasında zamanla hızlanan bir yeni dünya
düzeni arayışı, merkezi coğrafyanın tam da ortasında yer alan Türk devletinin
uluslararası alandaki rolünü daha da öne çıkartarak, Atatürk Cumhuriyeti’nin
bütün dünya ülkeleri için geçerli olabilecek özgün bir model durumuna gelmesini
sağlamıştır. Türkiye bugünkü konumu ile Türk devletleri, İslam devletleri, Asya
ve Afrika devletleri ile doğu bölgesinde yer alan bütün diğer devletler için
geçerli olabilecek bir düzeyde, model olabilecek bir laik ulus devlet yapısı
ile, gelecek için bir köprü oluşturabilecek çok ciddi bir siyasal potansiyeli gündeme
getirmektedir.
Yeni
dünya düzeninde Türkiye’nin yeri ve rolü fazlasıyla artarak öne geçerken diğer
devletler arasındaki rekabet düzeni ve bu çizgideki çekişmeler siyasal gündem
içinde daha fazla yer alırken, Türk diplomasisinin hızlı bir değişim süreci
içine girmiş olduğu görülmektedir. Bir yandan uluslararası konjonktürün öne
çıkardığı sorunlar ile uğraşırken, bu doğrultuda bütün ulus devletler için
zaman içinde tehdit yaratabilecek bazı yeniliklere uyum sağlayarak, var olan
devlet yapılarının gelecek yüzyıla bir an önce geçişi için yeni bir mücadele
hareketine kalkışmışlardır. Türk devleti gelmiş olduğu böylesine bir aşamada
geçmişi ve geleceği birlikte ele alarak var olan devlet modelinin korunmasına
ağırlık vermiştir. Geçen yüzyıldan gelen eski düzeninin yeni koşullar
doğrultusunda zorlanması ulus devletleri sıkışık durumlara sürüklerken, büyük
devletlerin kendi öncülüklerinde yeni düzenler oluşturma girişimleri birbiri
ardı sıra devreye girmeye başlamıştır. Dünya haritası üzerinde yer alan beş
kıta ve iki yüz devlet giderek yeni düzen arayışlarının gerçekleştirilme
alanları olarak bölgesel anlamda harita üzerinde konum değiştirmeye
başlamışlardır. Her kıta gibi ülkelerin ötesinde harita üzerinde yer bulabilen
güçlü devletlerin de kendi komşularını yanlarına alarak birbirinden çok farklı
özellikler ya da yenilikler ortaya koyan girişimler, dünya savaşları sonrasında
içine girilen dünya savaşları döneminde ülkeleri etki altına almaya yönelmiştir.
Dünya koşullarının sürekli olarak değişim içinde olması nedeniyle, tüm
devletler bu gibi durumlardan etkilenerek kendilerini yeni durumlara göre
uyarlamaya çaba göstermişlerdir. Bu tür girişimler ya da hareketli senaryolar
devletlerin eski durumlarını etkilerken, var olan devlet yönetimlerinin içe ve
dışa karşı izledikleri politikaları tümüyle etkileyerek izlenen yol, izlenen yöntem
ve stratejiler konusunda da yeni durumlara göre kendilerini ayarlamalarını bir
gereklilik olarak gündeme getirmiştir. Devletler arası rekabet düzeninde, her
devlet diğerleriyle sürdürdüğü yarışları kazanarak daha iyi ve güçlü bir
konumda olmaya çaba gösterirken, en son karşı karşıya kalınan yeni koşullar ve
durumlar ciddi strateji değişiklikleri gerektirmektedir.
Türkiye
ulusal kurtuluş hareketini ve Atatürk’ü anma gününü Gençlik ve Spor Bayramı
günlerinde kutlarken, karşı karşıya geldiği genel seçimler takvimi ile yakından
ilgilenmek durumunda kalmıştır. Ulusal bayram günleri ile genel seçimler aynı
döneme rastlayınca bir ortam karışıklığı aşaması yaşanmış ve bayram günleri
geçip giderken, genel seçimler ile ilgili takvimin günleri de bu süreçte
devreye girerek toplumdaki sosyal ve siyasal katmanların yeni bir hareketlilik
aşamasına gelmesine yol açmıştır. Türk toplumunun cumhuriyetçi, ulusalcı ve
vatansever kesimleri ulusal bayramı kutlarken, aynı önemi genel seçimlere de
vermiş ve cumhurbaşkanı ile birlikte yeni parlamento üyelerini belirleyecek
olan genel seçimler uygulamasına sahip çıkarak, Atatürk Cumhuriyetinin uzun
süreli bir yönetim boşluğu sorunu ile karşılaşmasına izin vermemiştir. Seçim ve
bayram günleri birlikte öne çıkarken bazı programlarda aksamalar ortaya çıkmış
ya da yanlış yollara gidilerek, sahneye siyasal yapılanmalar açısından hatalı
uygulamaların çıkmasına neden olunmuştur. Türkiye genel seçimlerinde ilk kez
ittifaklarla seçimlere gitmek gibi bir uygulamaya yönelirken, siyasal partiler
geride kalmış ve demokratik siyasal rejimlerin vazgeçilmez unsuru olan bu
örgütlerin içine girilen yeni dönemde seçimlerin ana unsurları olmasına izin
verilmemiştir. Son dönemin koşullarında Türkiye’de yüzden fazla parti
kurulmasına rağmen beşli, dörtlü ya da üçlü ittifaklar aracılığı ile genel
seçimlere gidilmiş ve yeni iktidarı belirleyecek kadroların partiler üzerinden
değil ama siyasal ittifaklar kullanılarak, daha karışık bir siyasal ortam
yaratılmak istenmiştir. Rejimi yönlendiren önde gelen siyasetçiler partiler
arasında açıktan bir koalisyon oluşturulmasına karşı çıkarlarken, bir anlamda
örtülü koalisyon adı verilen ittifak uygulamaları ile üstü kapalı bir koalisyon
rejimine doğru Türkiye’yi yönlendirmeye çalışmışlardır. İki parti
koalisyonundan şikâyet edenlerin beşli ve de altılı ittifakların öne geçtiği
bir çizgide yeni bir tür koalisyon uygulamalarını onayan bir tarzda seçimlerin
ittifaklar üzerinden tamamlanması gibi, çelişkili bir yeni durum stratejiler
ile ortaya konulmuştur.
Yılardır
Türk seçim sistemi yüksek baraj uygulamaları ile korunurken, yeni gelinen
aşamada yüzde onluk seçim barajının değiştirilmesi de ciddi bir güven sorunu
yaratarak yeni tartışmaların uzayıp gitmesine neden olmuştur. Türk seçim
sisteminde ittifaklar öne çıkartılırken ve siyasal partiler arka plana doğru
itilirken, halkın içinden çıkan gerçek temsilciler ile günlük siyasetin
yapılmasına üst düzeyde bir yönlendirme mekanizması getirilmeye çalışılmıştır. Kırktan
fazla parti seçimlere girme hakkı kazanırken üç tane ittifaka öncelik tanınması
ve partilerin devre dışı bırakılmasıyla da daha üst düzeyde bir parti gibi
davranan yeni ittifaklar ile eskisinden farklı bir döneme doğru siyasal
gelişmeler yönlendirilmeye çalışılmıştır. Yüz otuz parti kuracak kadar aktif
bir konuma gelen Türk seçmeninin üç siyasal ittifakın tercihleri doğrultusunda sınırlandırılarak
yönlendirilmesi siyaset alanında ortaya
çıkan gerçek temsil potansiyelinin görülmekten kaçınıldığını, yüzden fazla
parti kurarak eskisine oranla daha geniş bir alanda siyasal temsil uygulamasını
canlandırmaya çalışan Türk seçmeninin, demokrasiye sahip çıkan ve bu doğrultuda
daha güçlü bir temsil gerçekleştirmek isteyen halk kitlelerinin, bu arzularına
set çeken sınırlayıcı bir uygulama olarak, tam bu aşamada ittifak uygulamasının
öncelikli bir biçimde devreye sokulması,
Türkiye’de siyasal partilerin demokratik sistemin vazgeçilmez unsurları olduğuna dair tanımlamaları artık geride
bırakmaktadır. Batı uygarlığının standartlarına uygun bir siyasal sistem olarak
Türkiye demokrasisi parlamenter sistem ile birlikte modern dünya sistemine
paralel bir düzeyde devam edip bugünlere gelirken, ani bir dönüşüm ile
başkanlık sistemi gibi antidemokratik bir sisteme yönelinmesi parlamentoyu
büyük oranda devre dışı bırakırken, meclise girmiş olan siyasal parti
gruplarının ağırlığını da ortadan kaldırmıştır. Partiler siyasal alandan
uzaklaştırılırken, koalisyonların da önü kesilmeye çalışılmış ve tam anlamıyla
bir demokrasi arayışı içinde siyasal partiler meclis dışında olduğu kadar
meclis içinde de sınırlanmaya çalışılmıştır. Meclis iç tüzüğünün değiştirilmesi
de parlamento görüşmelerine ciddi anlamda sınırlamalar getirirken, Türk
demokrasisi sınırlı bir rejim olarak başkanlık sistemine çanak tutmuştur. Tek
adam diktatoryasına giden yolu açan sınırlı demokrasi uygulamasından dolayı, Türk
devleti çağdaş demokrasisini kaybetmiş ve bu yüzden de Avrupa Birliği
topluluğuna üye yapılmamıştır.
Genel
seçimler sırasında geçmişin ve bugünün ilkeleri birlikte uygulanmaya
çalışılırken, yarı demokrasi yarı başkanlık sistemi gibi karma ve de karışık
bir uygulamaya yönelindiği aşamada seçimler tamamlanmaya çalışılmıştır. Bu
yüzden uygulama alanında birçok terslik ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti
bir devrimci atılım sonucunda kurulduğu için devletin temelini oluşturan
cumhuriyet ilkelerinden birisi de devrimcilik ilkesi olmuştur. Fransız devrimi
ile Sovyet devriminin gerçekleştirildiği siyasal alanın tam ortalarında yer
alan Türk devleti, bu devrimci yapılanmasını iki büyük devrimin arasında yer
aldığı jeopolitik konumu ile kazanmaktadır. Bu çerçevede Türkiye kuruluşu
itibarıyla bir devrim sonrası örgütlenmedir. Çökmüş olan bir imparatorluğun
orta çağdan gelen çağdışı siyasal yapılanması sona erdirilmeye çalışılırken,
yapılan devrimci atılımlar aracılığı ile Türkiye bir devrim yaşarken, batı ve
doğu dünyalarına yer veren Türk devriminin iki büyük devrimin temel ilkelerini
benimseyerek ortaya bir sentez koymaya çalıştığı, artık tarih kitaplarında
yazan gerçeklik konumuna gelmiştir. Bir siyasal devrim sonucunda kurulmuş olan
Türk devleti laik, demokratik ve sosyal hukuk modeline dayanan yapılanması ile
kurulduğu günden bu yana, devrimci ilkelerden ödün vermeden ve çağdaş bir
siyasal devrim yapan yapılanması ile cumhuriyetin yüzüncü yılı dolarken
devrimci tutumunu sürdürmüştür. Ne var ki, ilk kez bu dönem uygulanan ittifaklar
sistemi içinde sosyalist ve devrimci partiler dışlanarak geride bırakılırken, değişime
karşı çıkan tutucu, sağcı, dinci, muhafazakar kimliklerini koruyarak
cumhuriyeti kuran devrimci partinin ittifak listesinde yer alarak, kendilerini
başka bir partinin Millet Meclisinin yeni grupları olarak ilan etmeleri de son
derece şaşırtıcı bir durumu ortaya çıkarmış ve ortada bir İslamcı parti
iktidarı varken, bir de buna ek olarak ikinci ve üçüncü İslamcı parti grupları aynı çizgide meclise taşınmışlardır. Eski
iktidar partisi kadroları içinden çıkartılmış olan iki yeni parti grubu eski
yüzlerini iktidara paralel bir biçimde tekrar gündeme getirirlerken, Türk
devletini kurmuş olan Atatürk’ün partisinin ideolojisi olarak cumhuriyetçi ulusalcı
çizginin küçültülmesi sayesinde, kırk civarında yeni temsilci milletvekili alma
şansını elde etmişlerdir.
Türkiye
Cumhuriyeti devleti devrimci yolunda ilerlerken, bu devrimi halk kitleleriyle
bütünleşerek yapan Atatürk’ün partisi, laikliğe ve devrimlere karşı çıkan
grupları kendi çatısı altına alarak parlamentoya taşımıştır. Yeni gelinen
aşamada Atatürk devrimi geride bırakılarak unutulurken, devrime karşı çıkan gerici
kadroların önü açılarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesi devre dışı bir
çizgide geride tutulmaya çaba gösterilmiştir. Emperyalizmin ve Siyonizmin yıllardır
ortadan kaldırmak istedikleri Atatürk Cumhuriyeti geride bırakılırken,
küreselci emperyalistlerin ideolojisi olan neo-liberalizm sosyal demokrasi görünümünde
bir aldatmaca ile halk kitlelerine benimsetilmeye çalışılmıştır. Orta çağ
modeli bir din devleti arayışı emperyalizmin bölge yönetimi oluşturmak için
devreye sokulmaya çalışılırken, çağdaş dünyanın Avrupa merkezli yapılanması
çerçevesinde eski Osmanlı imparatorluğu gibi bir bölgesel federasyon, din
üzerinden içinde bulunduğumuz yeni dönemde kurulmaya çalışılmaktadır. Tam bu
aşamada ittifaklar üzerinden iki büyük grup oluşturulurken, Türkiye dinci
partilerin birlikteliği ile yeni tür bir koalisyonu bir gruplaşmanın da ötesine
giderek, kamplaşmaya doğru sürüklenilmiştir. İktidar partisinin ılımlı İslam
görüşü siyaset sahnesinde devam ederken, buna bir de yeni kurulan dinci
partilerin mecliste grup kurmasıyla ikinci bir oluşum eklenmektedir. Şimdiye
kadar laikliğin kalkmasını açıkça destekleyenlere yeni grupların eklenmesiyle şimdiye
kadar devrimci bir atılım ile gerçekleştirilen ve rejimin yüz yılı boyunca
korunarak savunulan laik devlet düzeni ile çağdaş cumhuriyet yapılanmasının
tehlikeye girebileceği görülmektedir. Eski meclis başkanı olan bir avukat
milletvekilinin defalarca laikliğin kaldırılması için konuşmalar yapması, rejimin
giderek daha fazla tehdit altında kalmasına neden olmaktadır. Yüzeyden fazla
partinin faal olduğu Türk siyaset sahnesinde var olan ılımlı din partisine bir
de tarikatçı ve kapitalist dinci partilerin de eklenmesiyle, yeni mecliste bir
dinci partiler koalisyonu gündeme gelmektedir. Bu durumda Fransız devriminin
mirası olan laik devlet her zaman için Türkiye’de devre dışı bırakılabilir
duruma gelecektir. Seçimler sırasında uygulanan ittifaklar düzeni, cumhuriyeti
kuran partinin içinden çıkan iki dinci partinin de katılacağı bir orta çağ
koalisyonu modeline dönebilecektir.
Bir
devrim ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılını büyük bir başarıyla
tamamlamıştır. Üç büyük tek tanrılı dinin kesişme noktasında yer alan Türk
devleti şimdiye kadar son derece dikkatli bir yönetim uygulayarak, dinler arası
çekişme ile cemaatler arasındaki rekabet gerçeklerine karşı hassas ve duyarlı
bir yaklaşım izleyerek ve vicdan dünyasında uzun süreli bir barış düzenini
kurarak bugünlere kadar getirmiştir. Bir devrim olgusu ile kurulmuş olan
Türkiye Cumhuriyeti’nin, devrimlere saygı gösteren ve onları her türlü
saldırılara karşı koruyan bir cumhuriyetçi yönetime olan ihtiyacı, her geçen
gün daha fazla artarken, genel seçimler üzerinden ülkede bir kamplaşma
yaratılması, istenmedik bir biçimde Türkiye’nin geleceğini yeni bir dinci
oluşuma doğru sürükleyerek açıkça bir kamplaşmanın önünü açmıştır. Millet adına
ittifaka girenler dinci önceliklerine yer açtıkları çizgide etnik grupların bir
ulusal ittifak çatısı altında toplanmasına öncelik vererek, Türk milletini
içindeki etnik gruplarla bir araya getirerek bütünleştirecek bir düzeyde
ulusalcı yaklaşımlar sergilememişler ama, cemaat tabanlı tarikatlar ile
yakınlaşarak din ve mezhep çekişmelerine gidebilecek yolları öne çıkarmaya çaba
göstermişlerdir. Bir demokratik devlete sahip olan Türk ulusunun genel
seçimlerini yaparken dikkatli davranarak, devletin kuruluş modelini koruması
gerekmektedir. Eğer kuruluştan gelen devlet modelinden vaz geçilirse, ya da bu
modele ters düşen başka bir model devreye sokulmaya çalışılırsa, o zaman başka
devlet projelerine inanan ya da o doğrultuda siyaset yapan toplum kesimlerinin
var olan ortak rızaya dayanan devlet modelinden uzaklaşarak, başka modellerin
savunuculuğunu yapmaya dönük yönelimler gösterdiği anlaşılmaktadır. Bir
devrimin ürünü olan Türk devletinin kendisini yaratan devrimin koruyuculuğunu
ve savunmasını yapmasını doğal karşılamak gerekmektedir. Ne var ki, 2023
yılında son seçimler sırasında gündeme getirilen yeni uygulama ile dinci ya da
laik kutuplaşması yapılması, ülkede geleceğe dönük ciddi bir kamplaşma
yaratırsa, işte o zaman Türk halkının birliğini korumak ya da savunmak mümkün
olamaz durumlara gelebilir.
Dünya devletlerinin
uyguladığı demokratik rejimler tek tek ele alınarak incelenirse, daha çok sol
ya da sağ partiler grupları yaratılarak, din ya da etnik kökenler üzerinden bir
birliktelik ya da ortaklaşa siyaset oluşturma konusunda kesinlikle din ve etnik
köken ayrılıkları dikkatli bir biçimde korunmuştur. Gruplar arasında çatışma ya
da din kavgası veya etnik kimlik çekişmelerine yer verilmemekte ve bu gibi iç
savaş yaratabilecek bütünleşmeleri kamu kurumları ile yargı organları
önleyebilecek tutumlar almaktadır. Türkiye’de ise durum çok daha farklı bir
ortamda gündeme gelmektedir. Türkiye devleti farklı dinlerin mezheplerin ve
etnik kökenlerin bir araya gelerek birlikte yaşadıkları bir hukuk düzenine
sahip bulunmaktadır. Bu çerçevede hiçbir din ya da mezhep yapılanması ile Türk
toplumunun geleceği baskı altına alınamaz. Ayrıca toplumu bölebilecek düzeyde
bir alt kimlik yapılanması ile sonucu bölünmeye gidebilecek bir çatışma
ortamına seyirci kalınamaz. Bu gibi durumlarda karşı dengelerin devreye girerek
sıcak olayların yaratabileceği gerginlik ve iç çatışma olaylarının acilen
önlenmeleri gerekmektedir. Son genel seçimlerdeki gelişmelere ve gelinen son
noktaya bakılırsa, Türkiye’nin önünü kapatacak bir dinci yapılanma laik devlet
ve çağdaş hukuk düzenlerine aykırı biçimde gelişmektedir. Ayrıca anayasamızın
giriş kısmında belirtilen cumhuriyet ilkeleri Türk devletinin temel değerleri
olarak korunmaktadır. Bu nedenle Türk devrimini ya da cumhuriyet ilkelerini
kamplaşma doğrultusunda kullanarak, geleceğe dönük bir kırılma ya da bölünmenin
önünün açılmaması gerekmektedir. Halk oy vermeye giderken, anayasal hakları
olan seçme ve seçilme özgürlüğüne temel haklar olarak sahiptir. Anayasa ve
yasalar çerçevesinde sahip olunan bütün insan hak ve özgürlüklerine halk
kitlelerinin serbestlik içinde ulaşması ve bunları hem ülkenin hem de kendi
geleceğinin gerektirdiği yönlerde kullanılması hakkı her kesimin her toplumun
ve tüm grupların en doğal haklarıdır. Genel seçimler yolu ile hiçbir biçimde
halk kitlelerinin dinsel eğilimleri ya da çıkarları zorlanamaz. Temel hak ve
özgürlükler doğrultusunda halk kitleleri istedikleri yönlerde hareket
edebilirler. Ne var ki, siyasal çevrelerin çıkarları doğrultusunda bir saflaşma
ya da kutuplaşmaların önlenmesi bir hukuk devletinin doğal gereğidir. Türkiye
Cumhuriyeti bir devrimin sonucu kurulan bir ulus devlet olarak din ve
milliyetçilik işlerinin karışmasına izin vermeyecektir.
Türkiye’nin
önde gelen dünya çapındaki bilim adamlarından birisi ittifaklar sistemi ile
Türkiye’nin bir dinci yöne doğru çekildiğini öne sürmüş ve böylesine bir tek
yönlü çekiştirme ile Türkiye’nin yönlendirilmesi sayesinde ortaya büyük bir
dinci kanal oluşturma çabasının çıktığı açıklığa kavuşmuştur. Çeyrek yüzyıldır
Türkiye’yi yöneten ılımlı İslam iktidarının karşısında laik devletçi ve ulusal
birlikçi ya da çağdaş cumhuriyetçi bir muhalefet çıkacağına, eski ılımlı
İslamcı yönetimin ikinci derecedeki kadrolarının, cumhuriyet devrimini
gerçekleştiren kurucu partinin kontenjanından meclise taşındıkları
görülmektedir. Böylesine bir yapılanma yüzünden geçmişten gelen eski
kadrolarını devre dışı bırakan cumhuriyetçi partinin, giderek cumhuriyetçi
çizgiden uzaklaşarak dinci, tutucu ve sağcı çizgilerde modası geçmiş siyaseti
öne çıkardığı anlaşılmaktadır. Her cumhuriyet devletinde siyasal rejimleri
devlet kurulurken oluşturulan ilkelerin bir bütünü olduklarını görmek
gerekmektedir. Bu çerçevede ülke rejimlerinin arkasında devrimler olduğu kadar
karşı devrimlerde yer almış ve böylece cumhuriyet rejimlerinde devrimcilik ile
birlikte karşı devrimciliğinde önemli roller oynadığı görülmüştür. Emperyalist
devletler küresel ya da bölgesel hegemonya yönetimi peşinde koşarlarken
dayandıkları ilkelerine sarılarak varlıklarını koruyabilmektedirler. Bazen bu
gibi durumlar daha da hareketli bir biçimde öne çıkarak, devrimlerin karşı
devrimlere dönüşmeleri çizgisinde ciddi bir çizgi kayması ve sürüklenme gibi,
olumsuz tavır ve tutumları da görülebilmektedir. Bir devrim sonrasında kurulmuş
olan Türkiye gibi devlet düzenlerinde yönetimin yaptığı hatalar ya da iktidara
gelen partilerin devlet düzenine ters gelen uygulamaları nedeniyle devrim
ilkeleri çiğnenerek yok edilirken, böylesine bir dökülme sürecinin ana
çizgisinde de devrimcilik birikiminin zamanla karşı devrimci oluşumlara giden
kapıları açabildiği görülebilmektedir. Türkiye gibi bir devrim hareketi ile
kurulmuş bulunan çağdaş cumhuriyet devletinin, zamanla karşı devrimci bir
çizgiye kayması cumhuriyet rejimini tehdit eden olumsuz bir gelişme olarak
siyasal gündeme gelmektedir.
Türkiye’yi saflaşmaya götüren yeni kamplaşma oluşumunda Milliyetçi parti Cumhur ittifakı içinde yer alırken, Cumhuriyetçi parti de Millet ittifakı içinde konumlandırılarak her iki tarafta yeni bir yapılanma arayışı içine girilmiştir. Cumhuriyetçi parti laiklik karşıtlığı ile devrimcilikten uzaklaşırken, Milliyetçi toplum kesimlerinden gelen ve halen var olan devrimci yapının gerektirdiği noktada, devrimci arayışların ulus devlete sahip çıkan toplum kesimlerinde gündeme geldiği görülmektedir. Cumhuriyetçilerle Millet ittifakı kurmanın pek doğru olmadığı gibi, aynı zamanda Milliyetçilerle de Cumhuriyetçi bir ittifaka yönelmenin benzer bir biçimde çok etkili sonuçlar vermediği görülmüş ve bu yöne dönük çalışmaların sonuçsuz kaldığı ortaya çıkmıştır. Toplumsal alanda belirleyici bir dincilik akımı üzerinden yeni yapılanmalar devreye sokulurken, cumhuriyetçi, devrimci, ulusalcı ve Atatürkçü toplum kesimleri ihmal edilerek, dincilik adına hareket eden mezhep ve tarikat yapılanmaları, devlet desteği ve küreselci emperyalistlerin finans destekleri ile ön plana çıkartılarak devrimci yapının tasfiyesinde kullanılmışlardır. Cumhuriyetin kurucusu olan Atatürk’ün partisi cumhuriyetçilikten uzaklaştırılırken, sağ kanat muhafazakâr dinci kadrolar emperyal projelerde kullanılmıştır. Bu duruma karşılık Millet ittifakı oluşturulurken Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Cumhuriyetçi parti bu alanda görevlendirilerek, ülkedeki siyasal kutuplaşma ya da kadrolaşmanın yeni dengeleri oluşturacak bir yönde tamamlanmasına yön verilmeye çalışılmıştır. Basın ve medya organları batı blokunun finans merkezlerinden fonlanırken, aynı biçimde Türkiye’nin siyasal kadroları da yardım programları doğrultusunda fonlanarak, bu bölgede ki yeni yapılanma neo-liberal politikalar üzerinden kapitalizmin finans destekleriyle tamamlanmaya çalışılmıştır. Kapitalist emperyalizm yeni bir dünya düzeni oluşturma hedefi doğrultusunda hareket ederken, devletleri, toplumları, partileri, dinleri, örgütleri, uluslararası kuruluşları her yönü ile ele alarak ya da inceleyerek bunları kendi planları doğrultusunda kullanmaya ağırlık vermektedir. Bu yüzden devletler bölünme çökme ve dağılma gibi önemli siyasal tehdit mekanizmalarıyla uğraşmak zorunda kalırken, cumhuriyeti yaratan siyasal devrim çizgisine açıkça ters düşmektedirler. Türkiye’de bir dinsel açılım yaparak dinci bir devrimi hedefleyenler bir süre sonra dincilik üzerinden bir karşı devrim çizgisine düşerek gerici çizgide tökezlemektedirler.
Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra bütün dünya ülkelerinde sosyalizm bir ideoloji olarak
geçmişten gelen gücünü ve uygulanma şansını elinden kaçırmıştır. Bunun üzerine
batı ülkelerinden başlayan yeni bir tutum izlenerek, ideolojilere karşı çıkan
bir hareket palazlanarak öne çıkartılmıştır. Özellikle, az gelişmiş ülkelerde ve
yoksul toplumlarda kurtarıcı olarak kullanılan sosyalizm akımları, zamanla
iyice zayıflamaya başlayınca, uluslararası alanda ideolojik çekişmeler ve
kavgaların yerini ekonomik mücadele ve savaşlar almıştır. Küreselleşme akımları
dünya ülkelerinde yayılırken, ideolojik mücadelelerin geride kaldığı şeklindeki
bir kara propaganda yolu ile, her türlü antiemperyalist düşünce ve tutumların
önleri kesilmeye çalışılmıştır. Küresel çizgide hareket eden emperyalizm
sosyalist akımları darmadağın ederek ortadan kaldırmaya çalışırken, ulus
devletler içinde zamanla zenginleşerek emperyal şirketlerin işbirlikçi ortağı
konumuna gelmiştir. Küresel sermaye bir süre sonra yeni zengin burjuvazi ile
ortaklıklar oluşturarak, ulusal burjuva sınıflarını ve işbirlikçi toplum katmanlarını
yanlarına çekerek, rant dayanışmaları doğrultusunda ulus devletleri küresel
şirketlerin kontrolü altına alabilecek yepyeni bir yapılanmayı, azgelişmiş
ülkelere ve yoksul toplum yapılarına dönük bir saldırganlık olarak pazarlamaya
başlamıştır. İki kutuplu dünyadan çok kutuplu yeni bir dünya düzenine
yönelirken servetin el değiştirmesi, sermayenin kapitalist devletler ile
azgelişmiş ülkeler arasında yeni bir iş birliği ve paylaşımın temel dayanağı
haline gelmesi, uluslararası alanlarda önemli değişim ve gelişmeleri
beraberinde getirmiştir. Genel seçimler sırasında her zaman iktidar
partilerinin devlet yapılarını, parti ya da şirket devletlerine dönüştürerek kendi
çıkarları doğrultusunda kullanabildikleri görülebilmektedir. Bu durum en son noktada
2023 Türkiye genel seçimlerinde de ortaya çıkmış bir siyasal gerçek olarak öne
çıkmaktadır. İdeolojik çatışmalardan giderek uzaklaşan dünya ülkelerinde yeni
yetme sermaye sınıfları toplumu kontrol edebilmek için dine sarılarak siyasal
amaçlı bir çizgide dinleri kullanmaya başlamışlardır. Şirketler ile tarikatlar
arasında yeni kurulan ortaklıklar, Türkiye’de son olarak yapılan seçimlerdeki
gibi dinci saflaşmalar yaratarak antidemokratik durumların ortaya çıkmasına
neden olmaktadır. Türkiye seçimlerinde gündeme gelen kamplaşma, devrimci devlet
yapısını ortadan kaldıran dinci bir karşı devrim olgusunu açıkça öne
çıkarabilmektedir. Genel seçimler bu aşamada laik devlet düzenini geri plana
itmektedir.
Din soslu sağ kanat politikaların
giderek yeni dünya düzeninde dinci bir yapılanmayı ortaya çıkarması üzerine,
bütün dünya devletlerinde iki binli yılların başından bu yana ciddi anlamda
tartışmalar başlamıştır. Din faktörünün egemenlik düzenlerindeki yeri
güçlendikçe ve bu alanda yükselişler öne çıktıkça, küresel sermaye ve din
ilişkileri gündeme gelmektedir. Bu çerçevede çok uluslu küresel şirketlerle çok
etnik yapılı tarikat örgütleri arasında yakınlıklar başlayarak ve toplumların
yaşam düzenlerinde yirmi birinci yüzyıl değişim süreçleri devreye girerek, yeni
orta çağ adı verilen gerici çizgide kendi hegemonyaları doğrultusunda dinci
blok yapılanmalarını, var olan eski devlet düzenlerine karşı
dayatabilmektedirler. Uluslararası zenginlik koalisyonları, tarikatların
oluşturduğu dinci tabanların siyasal gücü sayesinde dünya pazarlarını ele
geçirirken, sermaye rant ve çıkarlar konusunda öncelikli olarak yeni
ittifaklara yönelmektedirler. Bu çerçevede finans kapitali oluşturan sermaye
şirketleri ile halk kitlelerini uluslaşma olgusundan çekip çıkararak, gençlerin
hacı-hoca takımının arkasından sürüklenerek dinsel arayışlara girdiği ve siyasal
dinciliğin ön plana geçtiği bir yeni ortamın doğduğu bu aşamada, tarikatçı
kontrol altındaki sosyolojik toplum tabanlı yeni siyasal oluşumlar toplum
yaşamında öne geçmektedirler. İdeolojik mücadelelerin yerini ekonomik
çekişmelerin alması nedeniyle eskisine oranla daha sert ve acımasız yeni bir
toplum yapılanmasına doğru bugünün insanlığı hızla sürüklenmektedir. Devrimlerin
giderek geride kaldığı bir aşamada, din olgusunun ve dinci kadroların
kullanılmasıyla birlikte, yeni bir orta çağ ya da yepyeni bir dinsel düzen
oluşturmak üzere küresel sermaye şirketleri, devletleri aşan bir güçlü
yapılanma ile karşı devrimci bir geriye dönük devrimciliği, geleceğin
kuşaklarına ve toplumsal yapılanmalarına dönük bir model olarak dışarıdan dayatmaktadır. Bugünün
dünyası toplumsal devrimlerle kurulurken yarının dünyası da dinci öze dayanan
karşı devrimci siyasal yapılanmalarla öne çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Küresel
sermayenin din örgütleri ile yakınlaşması üzerine yeni dünya düzeni sermaye ve
din kesimleri arasında oluşturulan ortaklıklara dönüştürülmüştür. Dincilerin
siyasal parti kurarak iktidara talip oldukları gibi, şirketlerin de siyasal
partilerin içlerinin boşaltılması yüzünden ortaya çıkan siyasal boşlukların
doldurulmasının hedeflendiği bugünkü koşullar altında , ya siyasal partileri
satın alarak patronların çıkarlarının ulusal çıkarlara karşı öne çıkarıldığı
siyasetlerin gündeme getirildiği ya da sermayenin kontrolü altında yeni
oluşturulan cemaatlerin örgütleri olarak yeni tarikatların toplumsal yaşam ile
birlikte kendi partilerini kurduğu siyasal oluşumların, giderek dünya siyaset
alanında göze çarpan yeni girişimler olarak tarihsel süreçte yerlerini
aldıkları artık açıkça belli olmuştur. Bu gidiş siyasal ve dinsel alanları
karıştırmış, siyasal gelişmeler dinsel yorumlarla öne geçerken din alanındaki
gelişmeler de hızla siyaset sahnesine yansıtılarak, dinci bir modele yönelen
yeni dünya düzeni uluslarararası kamuoyuna yansıtılmaktadır. Din ve sermaye
birlikteliği uluslararası alandaki bütün gelişmeleri yönlendirirken, tarikatlar
örgütlendikleri devletlerin çatısı altındaki cemaatleri harekete
geçirebilmektedir. Tarikatların kurduğu ya da ele geçirdiği siyasal partilerin
daha sonraki aşamalarda kendi hegemonyaları çizgisinde yeni bir siyasal düzen
kurmaya yönelirlerken, şirketlerin giderek küreselleşmesi çizgisinde ekonomik
alanda ulusalcılık geride kalmakta ve bu yüzden ulusal toplumlar küresel
şirketlerin at oynattığı ya da cirit attığı alanlara dönüşmektedir. Bütün
ülkelerde genel ve yerel seçimler bu tür gerçekliklerin oluşturduğu ortamlarda
meydana gelirken, siyasetin içinde olan partiler, sivil toplum kuruluşları ve
diğer örgütlerin kendi çıkarları doğrultusunda bir strateji izlemeleri ve bu doğrultuda
kendilerine yakın gördükleri partileri yönlendirmeleri, ya da iktidara
getirmeleri gerekmektedir. Küresel emperyalizm dünya hegemonyası amacıyla, orta
çağ din düzenini dayatırken, dünya uluslarının ve ulus devletlerin çağdaş
dünyayı yarattığı bilimsel devrim potansiyelinin, bugün yeni orta çağ
arayışlarına karşı daha güçlü bir biçimde devreye sokulması gerekli olmaktadır.
2023 tarihli genel seçimler
Türkiye’yi çağdaş bir yeni dünyaya yönlendirmesi gerekirken, bunun tamamen
tersi bir çizgide dinci kadroların siyasal yönlendirmeleri sayesinde orta çağda
kalmış olan geçmişteki modeller ile yeniden uğraşmak zorunda kalması,
Türkiye’nin geleceğinin dinci bir bloklaşma ile hesaplaşma içinde geçeceği
anlamına gelmektedir. Modern dünyayı yaratan bilimsel bilgi birikiminin bugünün
koşullarında yeniden daha güçlü bir biçimde öne geçerek insanlığa aydınlığın
ışığını yansıtması gerekmektedir. Böylesine bir çağdaş atılım gündeme
getirilmediği için emperyalizmin dinci kuşatması Türkiye’yi sarmış ve son genel
seçimlerin de önünü kapatarak Türkiye’yi orta çağ karanlığının kapısına
getirmiştir. Genel seçimler dinci bir bloklaşmaya doğru yönlendirilirken, Türkiye’nin
ulusalcı, cumhuriyetçi ve Atatürkçü birikimi dağıtılmış, Atatürk’ün partisi
Atatürkçü olmayan tarikatçı, ikinci cumhuriyetçi, neo-liberal, bölücü ve
küreselci işbirlikçisi Atatürk karşıtı kadrolarla doldurulduğu için, dincilerin
geleceğe yönelen yeni orta çağ programlarının alternatifi olacak düzeyde bir
yeni modernleşme programının, ulusalcı ve cumhuriyetçi bir çizgide hazırlanarak
devreye konulması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti bugün dünyanın orta
yerinde bir Atatürk Cumhuriyeti olarak varlığını koruduğu için, geleceğin
karanlık dünyasına sürüklenmemek için yeni
bir modernleşme programının uygulama alanına acilen getirilmesi
zorunluluk göstermekte ve bilimsel
cumhuriyetçi ve ulusal milliyetçi çizgilerde
bir içeriğe sahip olacak bir gözden geçirme operasyonu, daha doğrusu bir revizyon ya da
restorasyon anlamında kurucu iradeyi bugüne taşıyacak yeni bir cumhuriyetçi uluslaşma programının bir an
önce Atatürk döneminde olduğu gibi uygulama alanına konulması, kaçınılmaz bir
biçimde Türkiye’nin bu durumdan kurtulabilmesi için zorunlu görünmektedir.
Siyaset bir güçler çekişmesi olduğu için genel seçimlerin orta çağ çizgisini
getirmesine karşılık, yeni bir seçim sürecinde alternatif bir milli modernleşme
programı uygulama alanına getirilmek zorundadır. Bugünün izlenen yanlış
stratejileri orta çağ karanlığını getirerek seçim yenilgisi yaratırken, çağdaş
aydınlığı gündeme getirecek bir geleceğin ışıklı yıllarını gerçekleştirecek devrimci
bir yaklaşım, doğru stratejiler ile belirlenerek Türk ulusu hak ettiği
uygarlığa kavuşturulmalıdır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN