ANKARA KALESİ
İRADE-İ MİLLİYE’DEN
HAKİMİYET-İ MİLLİYE’YE
Bu makalenin başlığında yer alan İrade-İ
Milliye’den, Hakimiyet-İ Milliye’ye geçiş olgusu, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin kuruluş aşamasındaki büyük oluşumu ve sonraki değişimi ifade
etmektedir. Yer yüzünde var olan ve değişik insan gruplarının bir araya gelerek
oluşturduğu ve hukuk yapıları olarak öne çıkan ulus devletler ya da diğer
devlet yapılanmalarının birer sosyal organizasyonları olarak gündeme gelmiştir.
Binlerce ya da milyonlarca yıl olarak var olarak, dünya tarihi içindeki
yerlerini elde eden büyük dünya devletleri, siyaset ve tarih alanlarındaki
gelişmeler ve de yenilikler olarak öne çıktıktan sonra, siyaset dünyası ve
tarihsel alanlarda beraberlerinde yenilikler ve değişimler getirerek, daha
sonraki aşamalarda gündeme gelen siyaset ve tarih oluşumlarının önlerini açıyordu.
Bu doğrultuda hareket ederek dünya tarihi içinde yer alan çeşitli dünya
devletleri, tarihsel ve siyasal gelişmelerin önde gelen aktörleri olarak, insanlığın
ortak yazgısında kazandıkları yeni roller üzerinden, insanlık için önde gelen
vizyonlarla uğraşmışlar ve daha sonraki aşamalarda da kazandıkları yeni
vizyonların her çağın koşullarının belirlenmesinde çeşitli rolleri üstlenerek, yeryüzü
üzerinde insanlığın gerçek karakterinin belirlenmesinde, hareketli bir misyon
üstlenerek, en ileri vizyonun gerçeklik kazanmasında etkin bir faktör olmuştur.
Türkiye
Cumhuriyeti ve Türk Milleti tarihin büyük dönüşümü aşamasında hem millet olarak
hem de devlet olarak ikili bir büyük değişimin kahramanları görünümünde öne
çıkarken bugüne kadar gelen 100 yıllık zaman dilimi biçimlenmeler açısından
önemli etkiler yaratmış ve böylece yirmi birinci yüzyılın yeni kuşaklarına
değişimin yönlerini belirleyerek, geleceğin dünyasında gündeme gelebilecek
yeniliklerin öncüsü olmuştur. İçinde bulunduğumuz 2023 yılı cumhuriyetin
yüzüncü yılını günümüze taşıyarak, tarihin başlangıçtan bugüne gelen
sürekliliğinin yeni bir yansıması olmuştur. Türk devletinin kurucu iradesi
Sivas kongresi çatısı altında ortaya çıkarken, 4-EYLÜL -1919 yılında Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucu iradesinin Anayasa kitaplarında anlatılan temel hukuk ve
devlet ilkelerine uygun olarak gündeme getirildiği anlaşılmaktadır. Ülkenin
batı, kuzey, güney bölgelerinde yeni devlet kuruluşu ile ilgili toplantılar
yapıldıktan sonra, sıra doğu bölgesine gelmiş ve bu doğrultuda Erzurum ve Sivas
kongreleri yapılarak dünyanın siyasal çekişmesinin ana aktörleri Misakı Milli
sınırları adı verilen ülke topraklarının dış güçlere açılması gibi bir yeni
durumu öne çıkarmıştır. Türk halkı böylesine bir siyasal süreç ile karşı
karşıya getirilirken, dış güçlerin emperyalist saldırılarına karşı vatanın
merkezi noktalarında iç cepheler ile ilgili hazırlıklar tamamlanmaya
çalışılıyordu. Daha önceki aşamada
ülkenin her il ve ilçesinde hareketler ve toplantılar birbiri ardı sıra
gerçekleştirilirken, bu toplantılar sonucunda elde edilen bilgiler ve detaylı
görüşler ortak bir çatı altında bir araya toparlanarak, geleceğin ulusal devletinin çekirdek yapılanmasını öne
çıkaracak resmi organizasyonu, Kuvay-ı Milliye adı verilen ulusal kurtuluş
savaşının ilk kongresi olarak, doğu Anadolu bölgesinin merkezi vilayeti olarak
kabul edilen Sivas şehrinde yurdun dört bir yanından gelen diğer kongrelerin temsilcileri ile ortak
bir çatı altında toplanılıyordu. Yabancı emperyalist devletlerin saldırı
ve işgal girişimleri karşısında Anadolu ve Rumeli halkı öne çıkarken, hem
ulusal direnişin başlangıç tohumları atılıyor hem de geleceğe dönük bir siyasal
çıkış güçlü bir biçimde gerçekleştirilerek, adım adım Türk istiklal ve
istikbalinin temelleri atılıyordu. Sonsuza kadar yaşayacak Türkiye Cumhuriyeti’nin
temelleri birbiri ardı sıra atılırken, Kuvay-ı Milliye hareketinin hem önde
gelen yönetici kadroları hem de ulusal önderi olarak Mustafa Kemal Atatürk, liderlik
sandalyesi üzerinden bütün Türkleri selamlayarak, geleceğin anti emperyalist
savaşlarının ilk önderi olarak dünya haritasında fazlasıyla yer etmiş olan
mazlum ulusları ve devletleri bu durumdan kurtarabilmek için büyük bir siyasal
mücadeleye kalkışıyorlardı.
Dünya yirmi
birinci yüzyıla girerken, Türkiye Cumhuriyeti de yüzüncü yılını idrak ederek
geleceğin dünyasında yer alan yolunu tamamlamaya çaba gösteriyordu. Başkent
Ankara merkezli ulusal kurtuluş savaşı ülke merkezli bir ayağa kalkışı
örgütlerken, yedi ayrı bölge olarak harita üzerinde yer alan Türk devletinin
ana vatanının vazgeçilemeyecek parçaları olarak öne çıkıyordu. Her bölge
bulunduğu konumunun gerektirdiği gibi ortak çizgi doğrultusunda hareket ederken, birbirinden farklı konumlarda bulunan büyük şehirler öne çıkarak yeni ulus
devletin gereksinmeleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyorlardı. Sahil
kentleri ticarete yönelirken, merkezi konumda bulunan iç bölgelerdeki kentler
tarım, endüstri ve savunma hizmetlerine daha fazla yerler ayırarak, her yönü
ile kendine yeten bir ulus devletin ortaya çıkışını dünya halklarına göstermek
istemişlerdir. Misakı Milli sınırları içinde bulunan Türk devletinin önceliği
kendi gereksinmelerine vererek ayakta kalmaya çaba göstermesi, kısa zamanda
toparlanma ve harekete geçme şanslarını beraberinde getirmiştir. Böylece vatan
savunması aşamalarında ülkenin güneyi, doğusu, batısı ve sonunda merkezi
toprakları savaş alanına dönüşürken, dünyanın en merkezi imparatorluğu olan
Osmanlı İmparatorluğu parçalanarak ve bir çöküş senaryosunun tam ortalarına
sürüklenerek, tam anlamıyla içinden çıkılmaz derecede yeni bir batma noktasına
gelmiştir. Osmanlı devleti bir yandan emperyalizm ile savaşırken, diğer yandan
da içerdeki gayri müslim toplulukların silahlı örgütlenmeleri yüzünden isyanlar
ve terör gibi olumsuz anlamda düşmanın öne çıkarttığı kaos ve karışıklık
yaratma girişimleri ile Türk devletinin kendisini yenilemesi çabasına izin
verilmemiştir. Daha çok Osmanlı devleti sonrasında merkezi coğrafyanın, yeniden
bütünleştirilmesini öne süren büyük bölge projeleri doğrultusunda, Osmanlı
sonrası Orta Doğuyu yeniden kurmak amacıyla, Ermeni-Fransız desteği ile yeni
bir Ortadoks devleti arayışı öne çıkarılmıştır. Amerikalıların ise Yahudi
kimlikli Osmanlı vatandaşlarıyla, Büyük İsrail veya Büyük Orta Doğu planlarını
gerçekleştirmek için harekete geçtikleri anlaşılmıştır. Rum asıllı vatandaşlar
ile İngiliz asıllı kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları birliktelik ile
yeni Orta Doğu bölgesinin sınırları belirlenmeye çalışılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti birinci dünya
savaşı sonrasında kurulurken, bir yandan halk kitleleri uluslaşma sürecine
dahil edilmeye çalışılmış, diğer yandan da geçmişten gelen şehirler
bulundukları bölgelerde toplantı merkezleri ve siyasal dayanışma noktaları
olarak ülke düzeyinde ve halk katmanları içinde örgütlü bir cumhuriyetçi
hazırlığa girişilerek, gelecekte sonsuza kadar yaşayacak güçlü ve çağdaş bir
cumhuriyet devletinin kuruluş aşamasında, Sivas kenti Türkiye Cumhuriyeti
devletinin kurucu vilayeti olarak seçilmiş ve bu doğrultuda milli mücadelenin
ilk adımları atılmıştır. Samsun’a çıkış sonrasında gündeme getirilen Erzurum ve
Sivas kongreleri doğrultusunda çalışmalar sürdürülerek, bir ulus devletin
temelleri atılmış ve çatı yapısı oluşturulmuştur. Ülkede var olan eski Osmanlı
ahalisinden çağdaş anlamda bir modern
ulusal yapı yaratabilmenin sırrının, Erzurum ve Sivas Kongreleri
sırasında alınan kararlar ve atılan adımlar olduğu görülmüştür .Kongreler
sırasında halk temsilcilerinin inisiyatifleri öne çıkarak yol gösterici olunca,
Sivas Kongresi delegelerinin katılımıyla yapılan toplantılarda önce bir Heyeti
Temsiliye oluşumu, halk kitlelerinin geniş katılımlarıyla kurularak göreve
getirilmiştir .Sivas Kongresi sonrasında Heyeti Temsiliye kurulu üyeleri
Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında iç Anadolu bölgesini ziyaret ederek ve
Hacıbektaş ilçesine uğrayarak alınan görüşler çizgisinde yeni bir anayasa
hazırlamak ve devletin temeli olacak, Büyük Millet Meclisi’nin yeni başkent
olarak öne çıkacak Ankara vilayetinin merkezi yapısında örgütlenerek devlet
öncesi devletleşme döneminin hazırlıkları tamamlanmaya çalışılmıştır. Sivas
Kongresi sırasında 14 Eylül I919 tarihinde, genel kurul yapısını halk
kitleleriyle kaynaştırmak üzere İRADE-İ MİLLİYE gazetesi Atatürk’ün önderliğinde
yayınlanarak Türk devletine, Türk ulusuna ve de Türklük dünyasına hizmet
doğrultusunda, Türklerin kendi kaderlerine sahip çıktıklarını ve bu doğrultuda
her türlü engel, saldırı ve işgal gibi askeri ya da siyasi baskılara boyun
eğmek zorunda kalacaklarını dünya kamuoyuna açıkça duyurmuşlardır.
Osmanlı imparatorluğunun çöküşü
ile birlikte ortaya çıkan Türk inisiyatifi, Türk ulusunun geleceğini güvence
altına alabilmek için mücadele ederken, kongreler sonrasında toplantılar ve
kararlar aşamasına geçilerek alınan kararlar yönünde, bütün Anadolu ve Trakya
vilayetlerinden temsilciler davet edilmiş ve bunların katılımlarıyla da Türkiye
Büyük Millet Meclisi ulus devletin çekirdek yapısını oluşturarak kendi içinden
seçilecek olan yönetimler ve hükümetler aracılığı ile 23 NİSAN 1923 tarihinde
açılış törenini bir ulusal bayram biçiminde kutlayarak, Osmanlı devleti
sonrasındaki devletsizlik dönemine son vermişlerdir. Bu açıdan Sivas Kongresi
Osmanlı devleti için devletsizlik durumunun sona erdirilmesi anlamında atılan
çok önemli bir adımdır. Mudanya mütarekesi ile içine girilen ara dönem Sivas
Kongresinde alınan kararlar ile sona erdirilmiştir. Tam bu noktada Türkiye’de
yaşamakta olan Türk ulusunun bireylerinin katılımı ile yapılan milli kongre
uluslaşma açısından son derece etkili olmuş ve böylesine bir aşamada
Cumhuriyet’in bir ulus devlet olarak ilan edilmesi daha da kolaylaşmıştır. Milli
mücadele döneminin en önde gelen hedefi bağımsız bir devlet olarak cumhuriyet
rejiminin ilan edilmesi olduğu için, Sivas Kongresi aynı zamanda cumhuriyetin
ilanına kadar uzanan bir siyasal yolun başlangıcı olarak devreye girmiştir. Sivas
Belediyesinin cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutlamak amacıyla yayınlanan milli
mücadele döneminin İRADE-İ MİLLİYE GAZETESİ ‘nin100 yıl sonra yayınlanan eski
nüshalarıyla, bugünün koşullarında kongre ve sonrası için genel bir bakış ve
değerlendirme yapmak, Türkler için son derece öğretici olmaktadır. Milli
mücadelenin tek resmi gazetesi olarak yayınlanan İRADE-İ MİLLİYE gazetesi, ulus
devletin yaratıcısı ve göstergesi olarak Türk halkına ulus devletin yolunu
göstermektedir. Daha sonraki aşamada ise Atatürk’ün kurmuş olduğu bu gazete
çağdaş cumhuriyet yolunun aydınlatıcısı ve okulu olmuştur.
Gazetenin 14 EYLÜL 1919 tarihli
birinci sayısı haftada iki sayı olarak yayınlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
milli emelleri ile halkın gereksinmelerini savunduğu bir ilke olarak ve
gazetenin başlığının alt kısımlarında dile getirilerek savunulmuştur. Gazetenin
birinci sayısının kapak yazısı olarak yayınlanan “MİLLİ HAREKATIN SEBEPLERİ
BAŞLIKLI” makalenin içinde Türkiye’nin kalkıştığı milli hareketin sebepleri
açıklanırken, birinci dünya savaşı sırasında Almanya ve Bulgaristan gibi
devletler ile iş birliği tartışılmış. Arap ülkelerinin Osmanlı devletinin
elinden alınması sert bir biçimde konuşulmuştur. Irak, Hicaz ve Yemen gibi Müslümanların
yaşadığı ülkelerin elden çıkmasına karşı durulmuştur. Sivas Kongresi
toplanırken, Osmanlı devleti hükümetinin tencereler içinde yüklü miktarlarda
altın almasına da açıktan karşı çıkılmıştır. Yabancılara ve emperyalistlere
hizmet eden işbirlikçi kadroların geçmişten gelen bütün kutsal değerlerin
terkedilerek sadece Ermeni asıllı toplulukların göç meseleleriyle uğraşmalarına
da karşı çıkılmıştır. Yüzbinlerce Ermeni asıllı insanların göçleri ile
uğraşılırken Ermeni Patriğinin sözleri ön plana alınmıştır. Büyük savaşta
yenilmiş olan Ermeni devleti geleceğin koşulları altında incelenirken,
desteklenmeye çalışılmış ve aynı biçimde Rum asıllı Osmanlı vatandaşları özgür
vatandaşlar olarak Yunanistan’a gönderilmişlerdir. İZMİR’in işgali Yunanlıları
güçlü kılarken Türklerin durumlarının belirsizliğe bırakıldığı görülmektedir. Vatan
hainliğine devam eden son başbakan olarak Damat Ferit Paşa Anadolu’daki milli
coşkuyu görmezden gelerek Türk insanını Bolşeviklik ve İttihatçılık akımlarının
içine sokmaya çalışması da normal olmayan bir tutum olarak görülüyordu. Doğu
Anadolu toprakları üzerinde var olan Urfa, Maraş ve Adana vilayetlerinin
bırakılması açıkça talep ediliyordu. Osmanlının çöküşü sonrasında ortaya çıkan
boşluk ortamında Ermeni devletinin kurulması dikkate alınırken sonradan
padişahın onayı da alınıyordu. Harput valisinin kendi bölgesinde yeni bir Kürt
devleti kurmaya çalışırken, ülkeyi kurtarmak üzere kurulmuş bulunan Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti, padişah ve hükümet tarafından onaylanmasına rağmen, bir eşkiya
çetesi olarak gösterilmeye çalışılmıştır. İrade-i Milliye gazetesi bu gibi
yanlışları ve vatan hainliği konumuna sürüklenen siyasal kadroların, Türk
kamuoyuna tanıtılmasına öncelik verileceği gene gazetenin birinci sayısında
açıklanmıştır. Ayrıca Anadolu’daki örgütlenmenin padişah tarafından
desteklenmesi de acilen istenmiştir.
Sivas Kongresinin ilk
toplantısının yapıldığı başkanlık divanı başkanı olarak Mustafa Kemal yeni
seçilen meclis üyelerine hitaben bir konuşma yaparak, toplantı öncesinde önemli
bilgilendirmeli açıklamalar yaparak, yasama organını güçlendirmeye çaba
göstermiştir. Milliyetler ilkesi çerçevesinde savaş sonrası antlaşmalar
yapılarak batı Anadolu bölgesinde Yunanlılara önemli ölçülerde ayrıcalıklar
sağlandı. Saltanat ve Hilafet isteyen emperyalistler, bu kurumları Türkler ve
Türkçülüğün zararına kullanmışlardır. Ülkede hem hukuk devletinin korunması, hak
ve hukuk düzenlerinin korunması için de yeni bir örgütlenmeye gerek olduğunu
Atatürk açıkça söylemiştir. Milli cemiyetlerin devletçe desteklenmesi,
Atatürk’e göre ulusal kurtuluş için gerekli olmaktadır. Düşmanların saldırı ve işgallerine karşı çıkan
toplum kesimleri, acilen vatan savunmasını güçlü bir biçimde yapmaları
gerekmektedir. Milli cemiyetlerin milli vicdan ve milli cemiyetlerin hem
koruyucusu hem de sesi olarak, ülkenin her köşesinde öne çıkmaları sayesinde
daha kuvvetli bir devlet gücü ile sağlandığı aşamada vatan hainliği yaparak
ülkeye zarar verenlerin önü kesilecek ve bunlara kesinlikle açıktan saldırı
şansı tanınmayacaktır. Düşman devletlerin merkezi hükümete saldırması ve ülke
topraklarını işgal etmesi, vatan üzerinde şiddetli bir uyanışa yol açmıştır. Ülkede
yaşanan olumsuzluklar devleti ve milleti hızla yok olma çizgisine getirdiği
için, itilaf devletleri bu vatanda kutsal değerler, kudret ve milli irade gibi
unsurların tartışma konusu olmasından sonra, halk kitlelerinin vatandaşlara
saygısı ve güvenliğinin kalmadığı anlaşılmıştır. Yönetimin zaafları ve milli
hükümetin merkezi alanda güçsüzlükleri ile ilgili beceriksizlikleri karşısında
millet varlığını kanıtlamak, hak ve özgürlüklerini de sonuna kadar savunmak
zorunda kalınca, devletin aleyhine işlenen suçlar gibi vatandaşların hak ve
özgürlüklerinin daha da güçlendirilerek, normal koşullarda bir savunma ve
koruma düzeni oluşturmak üzere harekete geçilmesi gerekliliği uygun
görülmüştür.
Ülke içinde var olan milli
vicdanın bir tepki olarak öne çıkardığı sorunların aşılabilmesi için hak, hukuk,
adalet ve sosyal barış arayışlarının öne çıkmaları sağlanmış ve bu doğrultuda
devletin çatısı altında halk kitleleri için koruyucu şemsiyesinin kurulması
gerektiği meclisteki tartışmalarda gündeme getirilmiştir. Emperyalizm
karşısında çok zor durumlarla karşı karşıya kalan milletler kendi ruhsal
durumlarının içinden çıkarılacak ve kendi örgütlenmeleriyle toplum içinde
kurumsal bir yapılanma kazanacak derecede, ülkelerin ve toplumların önde gelen
kutsallıklarına sahip çıkacak bir çıkış noktasına dikkat etmek gerekmektedir
.Ortak milli değerler öne çıkarılırken milli değerleri korumak konusunda güçsüz
ve beceriksiz bırakılan halk kitlelerinin sesini boğmak ya da boş bırakmak gibi
beklenmedik olumsuz durumlara yönelen gelişmeleri ortaya koyuyordu. Atatürk’ün
meclisi açış konuşması sırasında Türk ordusunun üzerine düşen sorumlulukların
bilincine varılmış ve bu doğrultuda gerekli olan koruma ile savunma mekanizmaları
devreye sokulmaya çaba gösterilmiştir. Atatürk, Erzurum ve Sivas kongreleri ile
ilgili olarak meclise açıklamalar yaparken, kongrelere yönelen devlet oluşturma
çabalarının nereye kadar yeterli nereden sonra yetersiz kaldıklarını da genel
kurula açıklamak zorunda idi. Sivas Kongresi sırasında alınan kararlar
doğrultusunda Heyeti Temsiliye içinde düzenlenen Anadolu ve Rumeli Müdafai
Hukuk Cemiyetinin kurulmasına genel bir olumlu yaklaşım gündeme getiriliyordu. Ülke
içinde bakanlar kurulunun milli emeller doğrultusunda çalışmalar yürütülürken,
toplumların diğer yanlardan yara almaması ve böylece sağlanabilecek uyumluluk
çizgisi içinde kalarak, çözümlerin öne çıkarılabileceği olayların izlenmesiyle
ortaya çıkabilmektedir. Kongreler sırasında gerek meclis üyeleri gerekse de
Heyeti Temsiliye kurulu başkanı olarak Mustafa Kemal son Osmanlı padişahına
mektuplar yazarak, taraflar arasında bir uzlaşma köprüsü ortaya çıkabilmenin arayışları içinde
olmuştur. Ne var ki, mektuplaşma ve karşılıklı hazırlıklar içinde yapılan
çalışmalar daha sonraki aşamalarda eskisi gibi yürütülememiş ve bu noktadan
sonra kurulmuş olan yeni devletin çatısı altında taraflar arasında görüşmeler
ve çalışmalar, toplantı ve belgelerde yer aldığı gibi sürdürülmeye
çalışılmıştır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti içinde bulunduğu merkezi bölgenin
temsilcisi olarak, devletler arası düzende çağdaş gelişmelere paralel biçimde
yer almış bir ulus devlettir.
Sivas Kongresi sırasında İrade-i
Milliye ile başlayan Türkiye Cumhuriyeti serüveni, daha sonraki aşamalarda ulus
devletin kurularak devreye girmesiyle birlikte HAKİMİYET’İ MİLLİYE olarak
benimsenmiştir. İmparatorluk sonrasında çağdaş bir ulus devlet yaratmak hedefi
ile öne çıkan Türk ulus devleti, daha sonraki aşamalarda hem uluslaşmanın hem
de devletleşmenin etki, tepki ve katkılarıyla çağdaş gelişmeler doğrultusunda
karşı karşıya gelerek, uluslararası gelişmeler çizgisinde dünya uygarlık
ailesinin onurlu bir üyesi olarak öne çıkmak için, Atatürk’ün çağdaş devlet
modeli ile yeni bir yolda yürümeye girişmek üzere öne çıkan bir alternatif
düzen söz konusu olabilecektir. İrade-i Milliye çıkış noktası olarak gündeme
gelirken, Hakimiyeti Milliye adı altında da yeni bir hedef noktası öne
gelmektedir. İrade-i Milliye kavramı bugün uluslaşmanın anahtarı olarak
düşünülürken, Hakimiyet-i Milliye de ulus devletin hem çekirdeği hem de hedef
tahtası olarak gündemdeki yerini sağlamlaştırmaktadır. Kişisel iradeden
başlayarak toplumsal iradeye geçişin köprüsü olarak da yeni Türkçedeki
kullanılış biçimi olarak ulusal egemenlik kavramı sınırları içinde yer
alabilir. Bir ulus devletin kurulması için nasıl ki o ulusun evlatlarından
oluşan bir ulusçuluğa gereksinme varsa ve aynı çizgide kişisel iradenin daha
geniş tabanlara yayılabilmesi çizgisinde, milli sınırlar içindeki ulusal
egemenliğin ulus devletler için yeni duruma paralel bir biçimde devreye
girmektedir. İrade-i Milliye’nin, yeni dönemde öne çıkışı bugünün uluslararası
dünyasında ulusal egemenlik çizgisinde yeni bir içerik ve çerçeveye doğru
gelişirken, İrade- milliye oluşumları yeni bir yapı değişikliğine doğru
gelişmeler göstermekte ve bu açıdan siyasal rejimleri ciddi boyutlarda
sarsmaktadır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz yüz yılın etkileriyle hem bireysel
iradenin hem de ulusal iradenin tartışılması bugün için eskisinden daha fazla
önem kazanmıştır. Cumhuriyet rejimlerinde bireysel irade öne çıkarılırken, demokratik
toplum yapılarında halk egemenliği esas olmaktadır.
Yirminci yüzyılın demokratik
rejimlerine bakıldığı zaman halk kitleleri önem kazanmakta ve bu açıdan devlet
bir halk örgütlenmesi olarak öne çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu
önderi Atatürk yeni rejimin içeriğini belirlerken, önce Türk kavramına dayalı
ulus devleti kurmuş ve daha sonra da yirminci yüzyılın halklar çağı olduğunu
görerek halkçılık kavramına dayanan bir cumhuriyet sistemi oluşturmuştur. Yeni
devletin içeriğinin halkçı cumhuriyet olarak tanımına göre temel ilkelerin
belirlenmesi ve ulus devlet ile halkçı cumhuriyet birlikteliği Türkiye’nin
jeopolitik yapılanması ile de sentezci arayışa doğru geliştiği zaman Atatürk’ün
devlet modeli gerçek boyutlarıyla ele alınabilmektedir. Böylesine çağdaş bir
sentezci yaklaşım Türkiye’nin sentezi olarak ele alındığı zaman, anayasanın
giriş kısmında yer alan altı temel ilkenin birlikte değerlendirilmesi
yapılabilmektedir. Demokratik rejimler bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence
altına alırken milletin iradesi esas olarak ele alınmaktadır. Daha sonraki
aşamada cumhuriyet devletlerinin çatısı altında bireylerin hak ve özgürlükleri
siyasal rejimlerin ulusçu ve halkçı yaklaşımları aracılığı ile bir senteze
yönlendirilebilmektedir. Devletlerin kuruluş aşamasında temel hak ve
özgürlükler esas alınmaktadır. Devletlerin kuruluş dönemi sonrasında kurumlaşma
açısından konuya yaklaşılması ise İrade-i Milliyeden Hakimiyeti -Milliye
ilkesine doğru adım atmaktır. Halk kitlelerinin temsilcilerinin Sivas
Kongresinde olduğu gibi kuruluşa katılmasıyla devlet aşamasının birinci aşaması
tamamlanmakta, ama daha sonraki adımlar atılırken kişi hakları yerine
toplumların hak ve özgürlükleri öne çıkmaktadır. Toplumların her yönü ile ele
alınarak bir yönetim düzeni kurulabilmesi açısından toplumlara hâkim olunması
gerekmektedir. Bu tür bir aşamada toplumların siyasal anlamda yapılandırılması
için bir egemenlik düzeninin ulusal çizgide kurulması gerekmektedir. Bu nedenle
normal olarak İrade-i Milliye çıkış noktasından yola çıkılarak Hakimiyet-i
Milliye adı verilen hedef noktasına ulaşılacaktır. Millet kendi iradesini
kullanmaya başladıktan sonra toplum içinde yaşayan herkes benzer bir biçimde
davranarak, toplumsal bütünün tamamlanmasını sağlayacaktır. Böylece sağlanan
tam katılım düzeyindeki ortak hareketler, ülke içinde ulus ve halk kitlelerinin
kaynaşarak dayanışma içinde yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacaktır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN