15 Aralık 2024 Pazar

İRADE-İ MİLLİYE’DEN HAKİMİYET-İ MİLLİYE’YE - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

İRADE-İ MİLLİYE’DEN 

HAKİMİYET-İ MİLLİYE’YE

             Bu makalenin başlığında yer alan İrade-İ Milliye’den, Hakimiyet-İ Milliye’ye geçiş olgusu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş aşamasındaki büyük oluşumu ve sonraki değişimi ifade etmektedir. Yer yüzünde var olan ve değişik insan gruplarının bir araya gelerek oluşturduğu ve hukuk yapıları olarak öne çıkan ulus devletler ya da diğer devlet yapılanmalarının birer sosyal organizasyonları olarak gündeme gelmiştir. Binlerce ya da milyonlarca yıl olarak var olarak, dünya tarihi içindeki yerlerini elde eden büyük dünya devletleri, siyaset ve tarih alanlarındaki gelişmeler ve de yenilikler olarak öne çıktıktan sonra, siyaset dünyası ve tarihsel alanlarda beraberlerinde yenilikler ve değişimler getirerek, daha sonraki aşamalarda gündeme gelen siyaset ve tarih oluşumlarının önlerini açıyordu. Bu doğrultuda hareket ederek dünya tarihi içinde yer alan çeşitli dünya devletleri, tarihsel ve siyasal gelişmelerin önde gelen aktörleri olarak, insanlığın ortak yazgısında kazandıkları yeni roller üzerinden, insanlık için önde gelen vizyonlarla uğraşmışlar ve daha sonraki aşamalarda da kazandıkları yeni vizyonların her çağın koşullarının belirlenmesinde çeşitli rolleri üstlenerek, yeryüzü üzerinde insanlığın gerçek karakterinin belirlenmesinde, hareketli bir misyon üstlenerek, en ileri vizyonun gerçeklik kazanmasında etkin bir faktör olmuştur.

            Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti tarihin büyük dönüşümü aşamasında hem millet olarak hem de devlet olarak ikili bir büyük değişimin kahramanları görünümünde öne çıkarken bugüne kadar gelen 100 yıllık zaman dilimi biçimlenmeler açısından önemli etkiler yaratmış ve böylece yirmi birinci yüzyılın yeni kuşaklarına değişimin yönlerini belirleyerek, geleceğin dünyasında gündeme gelebilecek yeniliklerin öncüsü olmuştur. İçinde bulunduğumuz 2023 yılı cumhuriyetin yüzüncü yılını günümüze taşıyarak, tarihin başlangıçtan bugüne gelen sürekliliğinin yeni bir yansıması olmuştur. Türk devletinin kurucu iradesi Sivas kongresi çatısı altında ortaya çıkarken, 4-EYLÜL -1919 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesinin Anayasa kitaplarında anlatılan temel hukuk ve devlet ilkelerine uygun olarak gündeme getirildiği anlaşılmaktadır. Ülkenin batı, kuzey, güney bölgelerinde yeni devlet kuruluşu ile ilgili toplantılar yapıldıktan sonra, sıra doğu bölgesine gelmiş ve bu doğrultuda Erzurum ve Sivas kongreleri yapılarak dünyanın siyasal çekişmesinin ana aktörleri Misakı Milli sınırları adı verilen ülke topraklarının dış güçlere açılması gibi bir yeni durumu öne çıkarmıştır. Türk halkı böylesine bir siyasal süreç ile karşı karşıya getirilirken, dış güçlerin emperyalist saldırılarına karşı vatanın merkezi noktalarında iç cepheler ile ilgili hazırlıklar tamamlanmaya çalışılıyordu. Daha önceki aşamada  ülkenin her il ve ilçesinde hareketler ve toplantılar birbiri ardı sıra gerçekleştirilirken, bu toplantılar sonucunda elde edilen bilgiler ve detaylı görüşler ortak bir çatı altında bir araya toparlanarak, geleceğin ulusal  devletinin çekirdek yapılanmasını öne çıkaracak resmi organizasyonu, Kuvay-ı Milliye adı verilen ulusal kurtuluş savaşının ilk kongresi olarak, doğu Anadolu bölgesinin merkezi vilayeti olarak kabul edilen Sivas şehrinde yurdun dört bir yanından gelen  diğer kongrelerin temsilcileri ile  ortak  bir çatı altında toplanılıyordu. Yabancı emperyalist devletlerin saldırı ve işgal girişimleri karşısında Anadolu ve Rumeli halkı öne çıkarken, hem ulusal direnişin başlangıç tohumları atılıyor hem de geleceğe dönük bir siyasal çıkış güçlü bir biçimde gerçekleştirilerek, adım adım Türk istiklal ve istikbalinin temelleri atılıyordu. Sonsuza kadar yaşayacak Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri birbiri ardı sıra atılırken, Kuvay-ı Milliye hareketinin hem önde gelen yönetici kadroları hem de ulusal önderi olarak Mustafa Kemal Atatürk, liderlik sandalyesi üzerinden bütün Türkleri selamlayarak, geleceğin anti emperyalist savaşlarının ilk önderi olarak dünya haritasında fazlasıyla yer etmiş olan mazlum ulusları ve devletleri bu durumdan kurtarabilmek için büyük bir siyasal mücadeleye kalkışıyorlardı.

            Dünya yirmi birinci yüzyıla girerken, Türkiye Cumhuriyeti de yüzüncü yılını idrak ederek geleceğin dünyasında yer alan yolunu tamamlamaya çaba gösteriyordu. Başkent Ankara merkezli ulusal kurtuluş savaşı ülke merkezli bir ayağa kalkışı örgütlerken, yedi ayrı bölge olarak harita üzerinde yer alan Türk devletinin ana vatanının vazgeçilemeyecek parçaları olarak öne çıkıyordu. Her bölge bulunduğu konumunun gerektirdiği gibi ortak çizgi doğrultusunda hareket ederken, birbirinden farklı konumlarda bulunan büyük şehirler öne çıkarak yeni ulus devletin gereksinmeleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyorlardı. Sahil kentleri ticarete yönelirken, merkezi konumda bulunan iç bölgelerdeki kentler tarım, endüstri ve savunma hizmetlerine daha fazla yerler ayırarak, her yönü ile kendine yeten bir ulus devletin ortaya çıkışını dünya halklarına göstermek istemişlerdir. Misakı Milli sınırları içinde bulunan Türk devletinin önceliği kendi gereksinmelerine vererek ayakta kalmaya çaba göstermesi, kısa zamanda toparlanma ve harekete geçme şanslarını beraberinde getirmiştir. Böylece vatan savunması aşamalarında ülkenin güneyi, doğusu, batısı ve sonunda merkezi toprakları savaş alanına dönüşürken, dünyanın en merkezi imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu parçalanarak ve bir çöküş senaryosunun tam ortalarına sürüklenerek, tam anlamıyla içinden çıkılmaz derecede yeni bir batma noktasına gelmiştir. Osmanlı devleti bir yandan emperyalizm ile savaşırken, diğer yandan da içerdeki gayri müslim toplulukların silahlı örgütlenmeleri yüzünden isyanlar ve terör gibi olumsuz anlamda düşmanın öne çıkarttığı kaos ve karışıklık yaratma girişimleri ile Türk devletinin kendisini yenilemesi çabasına izin verilmemiştir. Daha çok Osmanlı devleti sonrasında merkezi coğrafyanın, yeniden bütünleştirilmesini öne süren büyük bölge projeleri doğrultusunda, Osmanlı sonrası Orta Doğuyu yeniden kurmak amacıyla, Ermeni-Fransız desteği ile yeni bir Ortadoks devleti arayışı öne çıkarılmıştır. Amerikalıların ise Yahudi kimlikli Osmanlı vatandaşlarıyla, Büyük İsrail veya Büyük Orta Doğu planlarını gerçekleştirmek için harekete geçtikleri anlaşılmıştır. Rum asıllı vatandaşlar ile İngiliz asıllı kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları birliktelik ile yeni Orta Doğu bölgesinin sınırları belirlenmeye çalışılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti birinci dünya savaşı sonrasında kurulurken, bir yandan halk kitleleri uluslaşma sürecine dahil edilmeye çalışılmış, diğer yandan da geçmişten gelen şehirler bulundukları bölgelerde toplantı merkezleri ve siyasal dayanışma noktaları olarak ülke düzeyinde ve halk katmanları içinde örgütlü bir cumhuriyetçi hazırlığa girişilerek, gelecekte sonsuza kadar yaşayacak güçlü ve çağdaş bir cumhuriyet devletinin kuruluş aşamasında, Sivas kenti Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu vilayeti olarak seçilmiş ve bu doğrultuda milli mücadelenin ilk adımları atılmıştır. Samsun’a çıkış sonrasında gündeme getirilen Erzurum ve Sivas kongreleri doğrultusunda çalışmalar sürdürülerek, bir ulus devletin temelleri atılmış ve çatı yapısı oluşturulmuştur. Ülkede var olan eski Osmanlı ahalisinden çağdaş anlamda bir modern  ulusal yapı yaratabilmenin sırrının, Erzurum ve Sivas Kongreleri sırasında alınan kararlar ve atılan adımlar olduğu görülmüştür .Kongreler sırasında halk temsilcilerinin inisiyatifleri öne çıkarak yol gösterici olunca, Sivas Kongresi delegelerinin katılımıyla yapılan toplantılarda önce bir Heyeti Temsiliye oluşumu, halk kitlelerinin geniş katılımlarıyla kurularak göreve getirilmiştir .Sivas Kongresi sonrasında Heyeti Temsiliye kurulu üyeleri Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında iç Anadolu bölgesini ziyaret ederek ve Hacıbektaş ilçesine uğrayarak alınan görüşler çizgisinde yeni bir anayasa hazırlamak ve devletin temeli olacak, Büyük Millet Meclisi’nin yeni başkent olarak öne çıkacak Ankara vilayetinin merkezi yapısında örgütlenerek devlet öncesi devletleşme döneminin hazırlıkları tamamlanmaya çalışılmıştır. Sivas Kongresi sırasında 14 Eylül I919 tarihinde, genel kurul yapısını halk kitleleriyle kaynaştırmak üzere İRADE-İ MİLLİYE gazetesi Atatürk’ün önderliğinde yayınlanarak Türk devletine, Türk ulusuna ve de Türklük dünyasına hizmet doğrultusunda, Türklerin kendi kaderlerine sahip çıktıklarını ve bu doğrultuda her türlü engel, saldırı ve işgal gibi askeri ya da siyasi baskılara boyun eğmek zorunda kalacaklarını dünya kamuoyuna açıkça duyurmuşlardır.

Osmanlı imparatorluğunun çöküşü ile birlikte ortaya çıkan Türk inisiyatifi, Türk ulusunun geleceğini güvence altına alabilmek için mücadele ederken, kongreler sonrasında toplantılar ve kararlar aşamasına geçilerek alınan kararlar yönünde, bütün Anadolu ve Trakya vilayetlerinden temsilciler davet edilmiş ve bunların katılımlarıyla da Türkiye Büyük Millet Meclisi ulus devletin çekirdek yapısını oluşturarak kendi içinden seçilecek olan yönetimler ve hükümetler aracılığı ile 23 NİSAN 1923 tarihinde açılış törenini bir ulusal bayram biçiminde kutlayarak, Osmanlı devleti sonrasındaki devletsizlik dönemine son vermişlerdir. Bu açıdan Sivas Kongresi Osmanlı devleti için devletsizlik durumunun sona erdirilmesi anlamında atılan çok önemli bir adımdır. Mudanya mütarekesi ile içine girilen ara dönem Sivas Kongresinde alınan kararlar ile sona erdirilmiştir. Tam bu noktada Türkiye’de yaşamakta olan Türk ulusunun bireylerinin katılımı ile yapılan milli kongre uluslaşma açısından son derece etkili olmuş ve böylesine bir aşamada Cumhuriyet’in bir ulus devlet olarak ilan edilmesi daha da kolaylaşmıştır. Milli mücadele döneminin en önde gelen hedefi bağımsız bir devlet olarak cumhuriyet rejiminin ilan edilmesi olduğu için, Sivas Kongresi aynı zamanda cumhuriyetin ilanına kadar uzanan bir siyasal yolun başlangıcı olarak devreye girmiştir. Sivas Belediyesinin cumhuriyetin 100. yıldönümünü kutlamak amacıyla yayınlanan milli mücadele döneminin İRADE-İ MİLLİYE GAZETESİ ‘nin100 yıl sonra yayınlanan eski nüshalarıyla, bugünün koşullarında kongre ve sonrası için genel bir bakış ve değerlendirme yapmak, Türkler için son derece öğretici olmaktadır. Milli mücadelenin tek resmi gazetesi olarak yayınlanan İRADE-İ MİLLİYE gazetesi, ulus devletin yaratıcısı ve göstergesi olarak Türk halkına ulus devletin yolunu göstermektedir. Daha sonraki aşamada ise Atatürk’ün kurmuş olduğu bu gazete çağdaş cumhuriyet yolunun aydınlatıcısı ve okulu olmuştur.

Gazetenin 14 EYLÜL 1919 tarihli birinci sayısı haftada iki sayı olarak yayınlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin milli emelleri ile halkın gereksinmelerini savunduğu bir ilke olarak ve gazetenin başlığının alt kısımlarında dile getirilerek savunulmuştur. Gazetenin birinci sayısının kapak yazısı olarak yayınlanan “MİLLİ HAREKATIN SEBEPLERİ BAŞLIKLI” makalenin içinde Türkiye’nin kalkıştığı milli hareketin sebepleri açıklanırken, birinci dünya savaşı sırasında Almanya ve Bulgaristan gibi devletler ile iş birliği tartışılmış. Arap ülkelerinin Osmanlı devletinin elinden alınması sert bir biçimde konuşulmuştur. Irak, Hicaz ve Yemen gibi Müslümanların yaşadığı ülkelerin elden çıkmasına karşı durulmuştur. Sivas Kongresi toplanırken, Osmanlı devleti hükümetinin tencereler içinde yüklü miktarlarda altın almasına da açıktan karşı çıkılmıştır. Yabancılara ve emperyalistlere hizmet eden işbirlikçi kadroların geçmişten gelen bütün kutsal değerlerin terkedilerek sadece Ermeni asıllı toplulukların göç meseleleriyle uğraşmalarına da karşı çıkılmıştır. Yüzbinlerce Ermeni asıllı insanların göçleri ile uğraşılırken Ermeni Patriğinin sözleri ön plana alınmıştır. Büyük savaşta yenilmiş olan Ermeni devleti geleceğin koşulları altında incelenirken, desteklenmeye çalışılmış ve aynı biçimde Rum asıllı Osmanlı vatandaşları özgür vatandaşlar olarak Yunanistan’a gönderilmişlerdir. İZMİR’in işgali Yunanlıları güçlü kılarken Türklerin durumlarının belirsizliğe bırakıldığı görülmektedir. Vatan hainliğine devam eden son başbakan olarak Damat Ferit Paşa Anadolu’daki milli coşkuyu görmezden gelerek Türk insanını Bolşeviklik ve İttihatçılık akımlarının içine sokmaya çalışması da normal olmayan bir tutum olarak görülüyordu. Doğu Anadolu toprakları üzerinde var olan Urfa, Maraş ve Adana vilayetlerinin bırakılması açıkça talep ediliyordu. Osmanlının çöküşü sonrasında ortaya çıkan boşluk ortamında Ermeni devletinin kurulması dikkate alınırken sonradan padişahın onayı da alınıyordu. Harput valisinin kendi bölgesinde yeni bir Kürt devleti kurmaya çalışırken, ülkeyi kurtarmak üzere kurulmuş bulunan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, padişah ve hükümet tarafından onaylanmasına rağmen, bir eşkiya çetesi olarak gösterilmeye çalışılmıştır. İrade-i Milliye gazetesi bu gibi yanlışları ve vatan hainliği konumuna sürüklenen siyasal kadroların, Türk kamuoyuna tanıtılmasına öncelik verileceği gene gazetenin birinci sayısında açıklanmıştır. Ayrıca Anadolu’daki örgütlenmenin padişah tarafından desteklenmesi de acilen istenmiştir.

Sivas Kongresinin ilk toplantısının yapıldığı başkanlık divanı başkanı olarak Mustafa Kemal yeni seçilen meclis üyelerine hitaben bir konuşma yaparak, toplantı öncesinde önemli bilgilendirmeli açıklamalar yaparak, yasama organını güçlendirmeye çaba göstermiştir. Milliyetler ilkesi çerçevesinde savaş sonrası antlaşmalar yapılarak batı Anadolu bölgesinde Yunanlılara önemli ölçülerde ayrıcalıklar sağlandı. Saltanat ve Hilafet isteyen emperyalistler, bu kurumları Türkler ve Türkçülüğün zararına kullanmışlardır. Ülkede hem hukuk devletinin korunması, hak ve hukuk düzenlerinin korunması için de yeni bir örgütlenmeye gerek olduğunu Atatürk açıkça söylemiştir. Milli cemiyetlerin devletçe desteklenmesi, Atatürk’e göre ulusal kurtuluş için gerekli olmaktadır.  Düşmanların saldırı ve işgallerine karşı çıkan toplum kesimleri, acilen vatan savunmasını güçlü bir biçimde yapmaları gerekmektedir. Milli cemiyetlerin milli vicdan ve milli cemiyetlerin hem koruyucusu hem de sesi olarak, ülkenin her köşesinde öne çıkmaları sayesinde daha kuvvetli bir devlet gücü ile sağlandığı aşamada vatan hainliği yaparak ülkeye zarar verenlerin önü kesilecek ve bunlara kesinlikle açıktan saldırı şansı tanınmayacaktır. Düşman devletlerin merkezi hükümete saldırması ve ülke topraklarını işgal etmesi, vatan üzerinde şiddetli bir uyanışa yol açmıştır. Ülkede yaşanan olumsuzluklar devleti ve milleti hızla yok olma çizgisine getirdiği için, itilaf devletleri bu vatanda kutsal değerler, kudret ve milli irade gibi unsurların tartışma konusu olmasından sonra, halk kitlelerinin vatandaşlara saygısı ve güvenliğinin kalmadığı anlaşılmıştır. Yönetimin zaafları ve milli hükümetin merkezi alanda güçsüzlükleri ile ilgili beceriksizlikleri karşısında millet varlığını kanıtlamak, hak ve özgürlüklerini de sonuna kadar savunmak zorunda kalınca, devletin aleyhine işlenen suçlar gibi vatandaşların hak ve özgürlüklerinin daha da güçlendirilerek, normal koşullarda bir savunma ve koruma düzeni oluşturmak üzere harekete geçilmesi gerekliliği uygun görülmüştür.

Ülke içinde var olan milli vicdanın bir tepki olarak öne çıkardığı sorunların aşılabilmesi için hak, hukuk, adalet ve sosyal barış arayışlarının öne çıkmaları sağlanmış ve bu doğrultuda devletin çatısı altında halk kitleleri için koruyucu şemsiyesinin kurulması gerektiği meclisteki tartışmalarda gündeme getirilmiştir. Emperyalizm karşısında çok zor durumlarla karşı karşıya kalan milletler kendi ruhsal durumlarının içinden çıkarılacak ve kendi örgütlenmeleriyle toplum içinde kurumsal bir yapılanma kazanacak derecede, ülkelerin ve toplumların önde gelen kutsallıklarına sahip çıkacak bir çıkış noktasına dikkat etmek gerekmektedir .Ortak milli değerler öne çıkarılırken milli değerleri korumak konusunda güçsüz ve beceriksiz bırakılan halk kitlelerinin sesini boğmak ya da boş bırakmak gibi beklenmedik olumsuz durumlara yönelen gelişmeleri ortaya koyuyordu. Atatürk’ün meclisi açış konuşması sırasında Türk ordusunun üzerine düşen sorumlulukların bilincine varılmış ve bu doğrultuda gerekli olan koruma ile savunma mekanizmaları devreye sokulmaya çaba gösterilmiştir. Atatürk, Erzurum ve Sivas kongreleri ile ilgili olarak meclise açıklamalar yaparken, kongrelere yönelen devlet oluşturma çabalarının nereye kadar yeterli nereden sonra yetersiz kaldıklarını da genel kurula açıklamak zorunda idi. Sivas Kongresi sırasında alınan kararlar doğrultusunda Heyeti Temsiliye içinde düzenlenen Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetinin kurulmasına genel bir olumlu yaklaşım gündeme getiriliyordu. Ülke içinde bakanlar kurulunun milli emeller doğrultusunda çalışmalar yürütülürken, toplumların diğer yanlardan yara almaması ve böylece sağlanabilecek uyumluluk çizgisi içinde kalarak, çözümlerin öne çıkarılabileceği olayların izlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Kongreler sırasında gerek meclis üyeleri gerekse de Heyeti Temsiliye kurulu başkanı olarak Mustafa Kemal son Osmanlı padişahına mektuplar yazarak, taraflar arasında bir uzlaşma  köprüsü ortaya çıkabilmenin arayışları içinde olmuştur. Ne var ki, mektuplaşma ve karşılıklı hazırlıklar içinde yapılan çalışmalar daha sonraki aşamalarda eskisi gibi yürütülememiş ve bu noktadan sonra kurulmuş olan yeni devletin çatısı altında taraflar arasında görüşmeler ve çalışmalar, toplantı ve belgelerde yer aldığı gibi sürdürülmeye çalışılmıştır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti içinde bulunduğu merkezi bölgenin temsilcisi olarak, devletler arası düzende çağdaş gelişmelere paralel biçimde yer almış bir ulus devlettir.

Sivas Kongresi sırasında İrade-i Milliye ile başlayan Türkiye Cumhuriyeti serüveni, daha sonraki aşamalarda ulus devletin kurularak devreye girmesiyle birlikte HAKİMİYET’İ MİLLİYE olarak benimsenmiştir. İmparatorluk sonrasında çağdaş bir ulus devlet yaratmak hedefi ile öne çıkan Türk ulus devleti, daha sonraki aşamalarda hem uluslaşmanın hem de devletleşmenin etki, tepki ve katkılarıyla çağdaş gelişmeler doğrultusunda karşı karşıya gelerek, uluslararası gelişmeler çizgisinde dünya uygarlık ailesinin onurlu bir üyesi olarak öne çıkmak için, Atatürk’ün çağdaş devlet modeli ile yeni bir yolda yürümeye girişmek üzere öne çıkan bir alternatif düzen söz konusu olabilecektir. İrade-i Milliye çıkış noktası olarak gündeme gelirken, Hakimiyeti Milliye adı altında da yeni bir hedef noktası öne gelmektedir. İrade-i Milliye kavramı bugün uluslaşmanın anahtarı olarak düşünülürken, Hakimiyet-i Milliye de ulus devletin hem çekirdeği hem de hedef tahtası olarak gündemdeki yerini sağlamlaştırmaktadır. Kişisel iradeden başlayarak toplumsal iradeye geçişin köprüsü olarak da yeni Türkçedeki kullanılış biçimi olarak ulusal egemenlik kavramı sınırları içinde yer alabilir. Bir ulus devletin kurulması için nasıl ki o ulusun evlatlarından oluşan bir ulusçuluğa gereksinme varsa ve aynı çizgide kişisel iradenin daha geniş tabanlara yayılabilmesi çizgisinde, milli sınırlar içindeki ulusal egemenliğin ulus devletler için yeni duruma paralel bir biçimde devreye girmektedir. İrade-i Milliye’nin, yeni dönemde öne çıkışı bugünün uluslararası dünyasında ulusal egemenlik çizgisinde yeni bir içerik ve çerçeveye doğru gelişirken, İrade- milliye oluşumları yeni bir yapı değişikliğine doğru gelişmeler göstermekte ve bu açıdan siyasal rejimleri ciddi boyutlarda sarsmaktadır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz yüz yılın etkileriyle hem bireysel iradenin hem de ulusal iradenin tartışılması bugün için eskisinden daha fazla önem kazanmıştır. Cumhuriyet rejimlerinde bireysel irade öne çıkarılırken, demokratik toplum yapılarında halk egemenliği esas olmaktadır.

Yirminci yüzyılın demokratik rejimlerine bakıldığı zaman halk kitleleri önem kazanmakta ve bu açıdan devlet bir halk örgütlenmesi olarak öne çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk yeni rejimin içeriğini belirlerken, önce Türk kavramına dayalı ulus devleti kurmuş ve daha sonra da yirminci yüzyılın halklar çağı olduğunu görerek halkçılık kavramına dayanan bir cumhuriyet sistemi oluşturmuştur. Yeni devletin içeriğinin halkçı cumhuriyet olarak tanımına göre temel ilkelerin belirlenmesi ve ulus devlet ile halkçı cumhuriyet birlikteliği Türkiye’nin jeopolitik yapılanması ile de sentezci arayışa doğru geliştiği zaman Atatürk’ün devlet modeli gerçek boyutlarıyla ele alınabilmektedir. Böylesine çağdaş bir sentezci yaklaşım Türkiye’nin sentezi olarak ele alındığı zaman, anayasanın giriş kısmında yer alan altı temel ilkenin birlikte değerlendirilmesi yapılabilmektedir. Demokratik rejimler bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alırken milletin iradesi esas olarak ele alınmaktadır. Daha sonraki aşamada cumhuriyet devletlerinin çatısı altında bireylerin hak ve özgürlükleri siyasal rejimlerin ulusçu ve halkçı yaklaşımları aracılığı ile bir senteze yönlendirilebilmektedir. Devletlerin kuruluş aşamasında temel hak ve özgürlükler esas alınmaktadır. Devletlerin kuruluş dönemi sonrasında kurumlaşma açısından konuya yaklaşılması ise İrade-i Milliyeden Hakimiyeti -Milliye ilkesine doğru adım atmaktır. Halk kitlelerinin temsilcilerinin Sivas Kongresinde olduğu gibi kuruluşa katılmasıyla devlet aşamasının birinci aşaması tamamlanmakta, ama daha sonraki adımlar atılırken kişi hakları yerine toplumların hak ve özgürlükleri öne çıkmaktadır. Toplumların her yönü ile ele alınarak bir yönetim düzeni kurulabilmesi açısından toplumlara hâkim olunması gerekmektedir. Bu tür bir aşamada toplumların siyasal anlamda yapılandırılması için bir egemenlik düzeninin ulusal çizgide kurulması gerekmektedir. Bu nedenle normal olarak İrade-i Milliye çıkış noktasından yola çıkılarak Hakimiyet-i Milliye adı verilen hedef noktasına ulaşılacaktır. Millet kendi iradesini kullanmaya başladıktan sonra toplum içinde yaşayan herkes benzer bir biçimde davranarak, toplumsal bütünün tamamlanmasını sağlayacaktır. Böylece sağlanan tam katılım düzeyindeki ortak hareketler, ülke içinde ulus ve halk kitlelerinin kaynaşarak dayanışma içinde yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacaktır. 

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

1 Aralık 2024 Pazar

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER VE ACİL BARIŞ - Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

 ANKARA KALESİ

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER VE ACİL BARIŞ

                        Dünya pupa yelken yeni bir düzene kavuşabilmek için uğraşırken, bu süreci kesebilecek derecede güçlü bir çizgide üçüncü dünya savaşı süreci ile karşı karşıya kalmıştır. Bir yandan soğuk savaş düzeninin çöküşü yüzünden bozulan dünya düzeni yeniden kurulmaya çalışılırken, öbür yandan da yerküre çapında yeni bir cihan savaşı komploları ile insanlığın önü kesilmeye çalışılmaktadır. Sovyetler Birliğinin dağıtılmasından sonra içine girilmiş olan küreselleşme dönemi geçmişten gelen eski düzeni sarsmaya başladığı noktaya gelindiğinde modern çağlara geçiş ile birlikte büyük imparatorluklar ve ulus devletler çağı gündeme gelmiştir. Orta çağ sonrası dönemde bir yandan kurulmuş olan ulus devletlerin kendi aralarında oluşturdukları rekabet düzeni çerçevesinde büyüme çekişmeleri, diğer yandan da büyük imparatorluklar arasında yaşadıkları çatışmalar ve savaşlar yeni bir dünya düzeni arayışını hızlandırmış ama böylesine öne çıkan devletleşme ve büyüme süreçleri ile birlikte, büyük bir kargaşa ve düzensizlik çizgisinde yeni bir kaos ortamı öne çıkartılmıştır. Din ağırlıklı Orta çağ dönemi sonrasında batı bölgesinde çağdaş uygarlık düzeni oluşturulurken, bu doğrultuda tek merkezli bir siyasal düzen kurma çabaları öne geçmiştir. Ne var ki, zaman içerisinde bazı yeni devletlerin kurulması ve bazı büyük devletlerin imparatorluk düzeyinde kendilerine yepyeni bir hegemonya arayışlarına girmesi ile birlikte, yirmi birinci yüzyıla doğru uzanan bir modernizm çağı küresel alanlardaki çekişmelerin yeniden biçimlenerek insanlığın yeni bir yön arayışında giderek birleşmelerini sağlamıştır. İnsanlık savaş ve barış dönemlerinin sıralı bir biçimde öne geçmesiyle birlikte, bir anlamda çamurlu yollarda bata çıka günümüze kadar gelebilmiştir.

İnsanlık son yüzyıllarda sağlam ve etkin bir biçimde kalıcı bir güvenlik şemsiyesi oluşturabilmek amacıyla birçok girişimlerde bulunulmuş amma, gene de böylesine güçlü bir güvenlik şemsiyesi yaratılamadığı görülmüştür. Büyük emperyalist devletlerin sahip oldukları nükleer güç bomba ve füzeleri aracılığı ile kendi düzenlerini geliştirmek için kullanılmış ama küresel alanın her tarafında sürdürülmekte olan hegemonya arayışlarının kalıcı ve güçlü bir güvenlik sistemi oluşturulması sağlanamamıştır. Dünyanın beş kıtası üzerinde kurulmak istenen kalıcı bir siyasal sistem arayışı, emperyalist ve siyonist siyasal güçlerin planları doğrultusunda oluşturulmaya çalışılırken, büyük devletlerin çok büyük baskı ve kaos ortamları yaratarak insanlığı yok olmaya mahkûm edecek bir büyük cihan savaşının, üçüncü kez bir dünya savaşı macerası ile sonuçlanması, hegemonya çekişmelerinin insan toplumlarını savaşlara alet olabilecek çizgilere doğru sürükledikleri görülmüştür. Uluslararası sistemin içinde yer alan devletlerin yavaş yavaş zaman içerisinde farklı alan ve çizgilerde ortaya koyduğu güvenlikçi arayışlar, hegemonya arayışı çabalarının daha da önüne geçerek, bütün dünyayı üçüncü kez küresel savaş senaryolarıyla karşı karşıya getirmiştir. Modern çağların getirdiği bilimsel devrimler ve çağdaş bir rönesans arayışı içinde de uygarlık yolundaki arayışları ile sonuç alamayan bir insanlık oluşumu, dünya kamuoyu ile zaman içerisinde karşı karşıya gelmiştir. Bu durum daha sonraki aşamada soğuk savaş döneminin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Soğuk savaş döneminin sona ermesiyle birlikte, gündeme gelen tek kutuplu bir dünya yaratma çabaları beklendiği gibi, bir barış ortamı getirmemiş aksine devletler ve şirketler arasındaki çekişmelerin öne geçtiği bir yeni sürecin başlangıcı olmuştur. Sıcak olayların ya da çatışmaların sonraki aşamada bir kıyamet senaryosuna dönüşmemesi için insanlığı ve uygarlığı kurtaracak çizgide yepyeni barış girişimlerine ve çözümlere olan gereksinme her geçen gün daha da ön plana çıkmaktadır. Gelinen bu aşamada acil bir dünya barışı için Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde güncel bir plan ve programa olan gereksinme, her geçen gün daha da önem kazanmaktadır.

1-Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin alacağı kararlar doğrultusunda, Asya, Avrupa ve de Orta Doğu bölgelerinde halen sürmekte olan bütün sıcak çatışmalara son verilmesi ve bu bölgelerin geleceğinde yer alabilecek yeni anlaşmazlık konularının belirlenerek, bu gibi anlaşmazlık konularının Birleşmiş Milletler barış şemsiyesi altına alınmaları sağlanmalıdırlar. Bu durum eğer gerçekleştirilemezse, o zaman sadece nükleer silahların yasak altına alınmasını sağlayacak bir yeni hukuk düzeni, gene Birleşmiş Milletler kararları ile kurulmalıdır.

2-Savaş söylentilerinin başlamasıyla birlikte büyük devletlerin elinde bulunan nükleer silahların ve bunlarla ilgili depo ve malzemelerin ortaya çıkarılarak kullanılmaya çalışılması, her açıdan büyük bir tehlike ile bütün dünyayı ve insanlığı yok etmeye doğru, yeni bir çekişme ve çatışma süreçleri ile karşı karşıya getirmektedir. Var olan Birleşmiş Milletler düzeni bugün için böylesine bir tehlikeyi önleyebilecek konuma gelmemiştir. Acilen Birleşmiş Milletler çatısı altında nükleer silahların kontrol altına alınması, en öncelikli mesele olarak, uluslararası hukuk düzeni içinde ve her devletin kabul edeceği biçimde karar altına alınmalıdır. Yer küre üzerinde nükleer bir tehdit oluşturabilecek bütün girişimlerin öncelikle önlenebilmesi için, Başta Birleşmiş Milletler ve bu örgüte bağlı diğer beynelmilel örgütlerin bu alandaki tüm girişimlerinin önü kesilmeli ve dünya barışı için, acilen güvenlikli bir biçimde yeni ve güçlü bir hukuk düzeni oluşturulmalıdır.

3- Bir Üçüncü dünya savaşı oluşumunu önleyemeyen Birleşmiş Milletlerin küresel bir örgüt reformu girişimi ile yeniden kurulması ve daha etkili bir çalışma düzenine sahip kılınması acilen sağlanmalıdır. Bu doğrultuda Birleşmiş Milletler genel kurulu, Güvenlik konseyi ve Adalet divanı günümüz koşullarında daha kesin kurallar aracılığı ile yeniden ele alınmalı ve giderek büyüyen gereksinmeler dikkate alınarak, ortaya Nükleer savaşları hemen önleyebilecek derecede çok güçlü bir Birleşmiş Milletler reformu yapılmalıdır. Yeni dünya düzeninde devletlerin birbirlerine karşı kullanacakları füze, bomba ve diğer silahları devre dışı bırakacak ve bir yasaklama düzenini öne çıkaracak biçimde, yeni bir Nükleer silahlar kontrol kurumu mekanizması, bu alanda tam yetki ile çalışmalı ve bir dünya barış konseyi küresel alanda yetkili kılınmalıdır.

4-Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve diğer küresel siyasi, sosyal ve ekonomik kuruluşlar doğrudan Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine bağlanmalı ve bu gibi kuruluşların mutlak yönetimi ile birlikte denetim ve kontrolleri, Birleşmiş Milletler genel sekreterliğince merkezi bir sistem çerçevesinde yürütülerek genel kurul kararları ile sağlanmalıdır. Birleşmiş Milletler çatısı altında çalışmalarını sürdürmekte olan diğer evrensel örgütler ya da kuruluşlar böylesine büyük bir misyonu yerine getirmeye yöneldikleri zaman, yeni bir dünya düzenine giden yolda, daha etkin ve güvenlikli bir dünya kurabilmenin çabası içinde olabilmelidirler. Güçlendirilecek merkezi yapılanmasıyla Birleşmiş Milletler Genel sekreterliğinin bütün örgütlere ve diğer uluslararası kuruluşlara denetim mekanizmaları geliştirerek, küresel dünyanın son zamanlarda içine sürüklenmiş olduğu kaos ortamının ortadan kaldırılmasında etkin düzenlemelerde acilen bulunması gerekmektedir. On milyar insanın iki yüzden fazla ulus devletin çatısı altında yaşadığı bugünkü dünya düzeninde, giderek artan küresel düzen arayış ve gereksinmeleri ancak güçlü bir Birleşmiş Milletler düzeni ile karşılanabilecektir.

5- Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan Milletler Cemiyetinin yetersiz kalması ve daha sonraki aşamada da  çökerek dağılması gibi olumsuz bir durumun yeniden  Birleşmiş Milletler çatısı altında ikinci kez meydana gelmemesi için, bu örgütün bütün yönleri ile yenilenmesi ve bir reform atılımı ile de daha güçlü bir yapılanma, uluslararası alanda bütün sorunları çözüme kavuşturacak  düzeyde, en etkin biçimlerde atılacak adımlar sonrasında, küresel alanda devreye girecek olan  yeni Birleşmiş Milletler iki yüz ulus devletin beklentilerini karşılayacak bir potansiyeli yaratırsa, o zaman dünya devletleri beş büyük devletin denetim mekanizmalarından kurtulacaktır. Güvenlik konseyinin geçici ve kalıcı üyelerden oluşan yapılanması bu nedenle beş büyük devletin çıkarları doğrultusunda yönlendirilerek siyasal bir kaos yaratılmaktadır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bugün ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin gibi beş büyük devletin katılımı ile kurulmuştur. Birleşmiş Milletler örgütünün bugün iki yüz den fazla devletin üyeliği ile devam ettiği için, Güvenlik Konseyinin sürekli üyesi olan 5 büyük devlet bir araya gelerek ve bütün savaş, çekişme ya da çatışma düzeyindeki sorunları ele alarak ayrıca bütün örgütleri, devletler ile uluslararası kamuoyunu gelecekte bağlayacak kesin ve bağlayıcı kararları alabilmektedir. Devletlerin üyeliği genel kurul üzerinden sağlanırken, büyük devletlerin örgüt içindeki hegemonyaları da Güvenlik Konseyi daimi üyeliği üzerinden oluşturulmuştur. Büyük devletlerin aynı zamanda geçmişten gelen sömürgeci kuruluşlar olduğu için, on beşinci yüzyıldan bu yana sürdürdükleri bu beraberinde kaotik bir durum yaratarak küçük ve orta boy devletlere karşı büyük haksızlıklara yol açılmaktadır. Beş yüzyıllık emperyalizm ve faşizm gibi insanlık dışı uygulamalara devam etmelerine yol açmakta ve Orta çağ döneminden gelme dinci ve siyasi baskı, yolsuzluk ve sömürgeci talancılıklar sürüp giderken, konseyin sürekli üyeleri bu gibi olumsuzlukları ciddiye almamakta ve bu yüzden de büyük haksızlıklar, eşitsizlikler ve insan haklarına ters düşen ve aynı zamanda kamu düzenleri ve hukuk devletleri çatısı altında da çok büyük olumsuzlar çıkmaktadır. Bu nedenle orta boy ve küçük boy dünya devletleri beş büyük hegemon devletin emperyalist baskıları ile uğraşmak zorunda kalmaktadırlar. Ayrı dünyaların kutup başları olan beş büyük devletin dünya halklarına karşı kaotik uygulamaları dayatmaları yüzünden binlerce yıllık dünya tarihinin son dönemlerinde, beş büyük devletin hegemonyası yüzünden geçmişten bugüne gelmiş olan haksızlıklar zinciri bugün de devam etmekte ve sonrasındaki yakın geleceği de şimdiden karartmaktadır. Dünya 5 ten büyüktür sloganı ile ortaya çıkan küçük ve orta boy devletler günümüzde, haksızlıklara karşı mücadele ederek daha adil, eşitlikçi ve barışçı bir dünyaya haklılık çizgisinde ulaşabilmek üzere küresel düzeyde Adalet, Barış ve Eşitlik konseyleri ülkeler içinde kurulmuştur. Demokratik toplum kuruluşlarının destekleri ile isimlerine bağlı olan örgütlenme çalışmalarını, dünya ülkeleri çizgisinde temsil etmeye ve geleceğin dünyası yeniden kurulurken, bugünkü haksızlık, eşitsizlik ve sömürgecilik görüntüsü veren bozuk düzenlerin küçük ve orta boy ülkelerden kaldırılmasına acilen öncelik tanınmalıdır. Açlık ve işsizlik gibi iki büyük olumsuzluk milyarlarca insanın daha hakkaniyete uygun bir çizgide, demokratik hukuk devletleri çatısı altında toparlanması ve böylesine bir başlangıç sonrasında da daha adil, özgürlükçü ve eşitlikçi yapılanmaların küçük ya da büyük tüm dünya devletleri için ortak bir gelecek oluşturulması önem kazanmaktadır. Böyle bir dünya çapında bir devrimin öncüsü olacak dünya devletlerinin temsilcilerinden oluşan Birleşmiş Milletler örgütü, gerekli olan yenilikleri yaparak bir dünya devrimi gerçekleştirmelidir.

6-Bugünkü dünya düzeni Türk devletlerinin topluca yer aldığı Asya dönemleri bittikten sonra dünyaya açılırken, Atlantik kökenli yeni yapılanmaları öne çıkarmıştır. Bu çerçevede konu ele alındığı zaman orta çağ sonrasında öne çıkan şehir devletleri dünyanın her bölgesine yayılmış ve daha sonra da sömürgeci emperyalistlerin saldırıları ile beş büyük kıtanın hemen hemen her bölgesinde devletler kurulmuştur. On beşinci yüzyıl sonrasında bir ada devleti olarak İngiltere öne çıkınca ilk oluşan büyük dünya devleti olarak İngiltere, kuzey Avrupa’dan yola çıkarak Londra merkezli bir şehir devletinin önce kendi bölgesine sonra çevre bölgelere ve daha sonra da orta çağ şehir devletlerini kullanarak, büyük alanlara egemen olan imparatorlukları ortaya çıkarmıştır gündeme. Devleti kurduktan sonra İngilizler önce bulundukları adanın üç bölgesini işgal ederek İskoçya, İrlanda ve Galler devletlerini işgal ettikleri topraklar üzerinde kurmuşlar ve daha sonra da UNİTED KİNGDOM adı altında ada devletlerini birleştirerek Atlantik adası üzerinden yeni bir krallık devleti kurmuşlardır. BİRLEŞİK KRALLIK adı ile Türkçeye çevrilen bu devletin adı ve bayrağı altında önce Avrupa, sonra da Amerika, Asya ve Afrika kıtalarında çeşitli işgaller sonrasında yeni yerler işgal edilerek, bunların üzerinde önce sömürgeler kurulmuş daha sonra da sömürgeler Birleşmiş Milletler çatısı altında bağımsız devletler olarak örgütlenerek bugünkü sayıları iki yüzü geçen ulus ve ülke devletlerini kurmuşlardır. Bugünkü Birleşmiş Milletler eski BİRLEŞİK KRALLIK’ın kurduğu bir dünya devleti projesidir ama bugün dünyayı yönetemediği için geride kalmış bir modeldir. Birinci ve İkinci dünya savaşlarından dünyayı kurtaramayan İngiltere ve müttefikleri, daha sonraki dönemlerde farklı modelleri gündeme getirmişler ama bu durumu bir Avrupa potansiyeli olarak bütün dünya da egemen ve geçerli kılamamışlardır. Eski bir İngiliz sömürgesi olan Amerika Birleşik Devletleri zamanla öne geçerek ve İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşı vererek önce Amerikan kıtasında daha sonra da diğer kıtalarda ve eski İngiliz sömürgelerinin üzerinde örgütlenerek, Birleşik Krallık adı verilen İngiliz imparatorluğunun dünyadaki yerini almaya yönelmiştir. Böylece Birleşik Krallığın yerini bir başka birleşik devlet olarak Birleşik Devletler adı ile ABD almış ve ikinci dünya savaşında galip gelerek Birinci dünya savaşının galip tarafı olan Birleşik Krallık yapılanmasını geride bırakmıştır. Avrupa kıtasında İngiltere’nin komşusu olan Fransa’da sömürgeciliğe soyunduğu zaman, Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler yapılanmaları bir araya gelerek Birleşmiş Milletler örgütünü kurmuşlardır. Doğu bölgesinin iki büyük devleti olarak dünya barışını kurmak üzere yeni aşamada Rusya ve Çin devletleri de Birleşmiş Milletler çatısı altında yerlerini almışlardır. Avrupa’dan iki Amerika’dan bir ve Asya’dan iki büyük devletin katılmasıyla geleceğin dünya devleti için önemli adımlar atılmıştır. Kıtaların üzeri boşken beş dünya devleti bir araya gelerek yeni bir birliğin adını Birleşmiş Milletler olarak kabul etmelerine rağmen, yeni bir küresel hegemonya düzeni oluşturamamışlardır. Bileşik Krallık ile bir araya gelen Birleşmiş Milletler gelecek için güçlü bir dünya devleti olamayınca, bu kez diğer devletlerin de devreye girdiği ve onların da katkıları ile yeni bir dünya düzeni arayışlarının başladığı yeni döneme geçilmiştir. Bugünkü aşamada yeni bir birlik çatısı altında tartışmalar sürerken, İngiltere ve ABD karşı karşıya gelerek Krallık birliği ya da eyaletler birliğinden oluşacak yeni bir modeli geçerli kılmaya çalışmaktadırlar. Beş büyük devletin arasındaki çekişmelere dünya devletleri de girince iş iyice içinden çıkılamaz bir duruma gelmiştir. Dünya geleceği için birlik oluşturmanın gerekli olduğunda herkes paralel düşünce içindeyken, birleşecek eski devletlerin  krallıklar birliği mi yoksa eyaletler  federasyonu mu  olacağı konusunda tartışmalar devam etmek de ve bu yüzden de Orta Doğu ve Avrupa toprakları üzerinde başlamış olan savaşlara karşı önlemler bir türlü alınamamakta ve  dünya üçüncü kez bir cihan savaşına sahne olmaktadır.   

Daha büyük birleşme arayan çeşitli ülkeler ve ulusların bir kısmı devletlerin tasfiyesi ve bunların yerine daha büyük birlikteliklere gidilmesi çizgisinde şirketlerin bir araya gelmesini savunmaktadırlar. Bu öneriye göre büyük şirketler dünya devletini bankalar ya da sermaye kuruluşlarının birliği olarak görmektedirler. Bu yüzden yeni dünya düzeni oluşturmak için devletler ile şirketler karşı karşıya gelmektedirler. İngiltere’nin öncülüğünde Birleşik Krallık olarak başlayan tek dünya devleti hedefi, ABD ile Birleşik Devletler görünümünde birleşik federasyonculuğa doğru yönlendirilerek İngiliz ve ABD modellerini devre dışı bırakmaktadır. Bugün ki Birleşmiş milletlerin krallıklar ya da eyaletler üzerinden birleşmeye yönelmesi kesinlik kazanmamış aksine bir başka model üzerinden birleşik dünya devleti arayışları öne çıkarken, ülkeler üzerinde kurulu bulanan devletlerin geleceği tehlike altına girmektedir. Böylesine bir arayış döneminde ülkeleri temsil eden devletlerin yerini giderek halklar almaktadır. Küreselleşen sermaye, şirketlerin ya da bankaların birlikteliği olarak öne çıkarlarken, ulus devletlerin, ulusal başkentlerin ve büyük sermaye merkezlerinin karşı çıkışları ile karşılaşmaktadırlar. Bu nedenle, yeni bir dünya birlikteliği arayanlar, krallık ile eyalet birlikteliği yerine şirket ve bankalar birlikteliğini arayanlar, istedikleri küresel yapılanmaları böylesine birliktelikler ile örgütlenme aşamasına tam olarak getirememişlerdir. Devletlerin birliği yerine şirketlerin birliğinin getirilmesine ise dünya halkları bir araya gelerek ”UNİTED POPULAR of WORLD“ adı altında  yeni bir, dünya halkları birlikteliğini, geleceğin dünya devleti olarak siyasal  gündeme getirmeye çalışmaktadırlar. Küreselleşme aşamasında, Birleşmiş Milletler yapılanmasından Dünya Halklarının Birliği’ne doğru bir geçiş sürecinin uzunca bir zaman alacağı, devletler arası çekişme ve savaş risklerinin giderek tırmanmasıyla anlaşılmaktadır. Bugün kuzeyde Ukrayna’da ve güneyde Filistin’de ortaya çıkan sıcak savaş senaryoları, İngiltere ve ABD ile bunların dünya devleti anlayışlarını ortadan kaldırmak isteyen küresel şirketlerin çatışması ile İslam’a ve Vatikan’a karşı sürdürülen Siyonist din devleti  savaş senaryoları kendiliğinden  öne çıkmaktadır .Devletlerin anlaşamadığı, şirketlerin çatışma içine girdiği ,etnik gruplar ve ulusların savaş kışkırtıcılığına doğru yönlendirildiği yeni bir aşamada, dünya halkları ve insanlık, geleceğin güvenliği için DÜNYA HALKLARI BİRLİĞİ’ni düşünmek zorundadırlar.

7-Birleşmiş Milletler örgütlenmesi çerçevesinde güvenlik konseyinde bir araya gelen Amerika ve İngiltere devletleri Birleşmiş Milletler çatısı altında kendi modelleri üzerinde ısrarcı oldukları için anlaşamamakta ve bu yüzden kendi kontrolleri altındaki devletler üzerinde kendi güçlerini artıracak bir biçimde, geleceğe doğru tek dünya devletini ya krallıklar ya da eyaletler üzerinden kurabilmenin yollarını aramaktadırlar. Bu büyük devletlerin kendi hegemonya alanlarını geliştirmek için her türlü bölücü, parçalayıcı, çökertici ve özel çıkarcı senaryoları dünya devletlerine baskı ile benimsetmeye çalışmaktadırlar. Millet kavramı Birleşmiş Milletler çatısı altında krallıklar ya da eyaletlerin birliğinden oluşturulacak muhtemel bir dünya devleti modelini var olan ulus devletler yapılanması üzerinden gerçekleştiremediği aşamada, şirketlerin bankalar birliği ya da  sivil toplumlar ile  demokratik kuruluşların kendi toplumlarını temsil etmeleri durumunda, dünya barışına destek gerçekleştirecek olan girişimleri, dünya halklarının arasından çıkarak ,devletlerin örgütü içinde, uluslar ya da uluslararası birlikteliğe yönelecek yeni bir arayışın gündeme gelmesi söz konusu olabilir. UNİTED   POPULAR, yani birleşik halklar ya da birleşmiş toplumların ortaya çıkışı popüler kültürlerin birlikteliği ile değil, doğrudan doğruya halk kitlelerinin kendisini temsil etmek üzere seçimlerle işbaşına gelen demokratik örgütler  ,meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütleri, insanlığın birliği ve aracılığıyla diğer toplumları hedef haline getirerek, bu doğrultuda savaş senaryolarına doğru yönlendirilmelerini önleyerek; halkları, ulusları ve sivil toplumları karşı karşıya getirecek savaş senaryolarına sürüklenmelerini önleyecek politikaları güncelleştirerek, uluslararası bir savaş konjonktürünün önünü kesecektir .Birleşik krallık, Birleşik devletler, Birleşmiş Milletler kavramlarının geleceğin dünya devletine doğru gelişmeleri yönlendirmesi zorlanınca, ortaya devletler, dinler, uluslar ve halkların savaştırılmaları gibi bir olumsuz durumlar çıkarmaktadır. Böylesine bir süreç içinde uluslaştırılmak istenen toplumların, Siyonizm aracılığı ile giderek bu noktadan geri çevrilmeye ve orta çağ benzeri parçalı yapılara dönüştürülmeye çalışıldıkları görülmektedir. Yeni dünya düzeninde ulus devletler ulusal olmaktan çıkarılırken, halk kitleleri müşteri adı altında bir çeşit ekonomik yurttaşlığa doğru yönlendirilmeye çalışıldıkları görülmektedir. Bu gibi nedenlerden dolayı eyalet ve krallık kavramları üzerinden, küresel bir dünya devletinin ortaya çıkamayacağı açıkça belli olmuştur. Şimdi bu yüzden şirketlerin birliği zorlanıyor ama alternatif bir devlet yapılanması şirketler düzeninden ortaya çıkamamaktadır. Geriye sivil toplumcu bir yapılanma üzerinden dünya devletine gidiş kalmaktadır. Bu nedenle yeni dönemde sivil toplum ve demokrasi kuruluşları ile birlikte halk kitlelerinin temsilcisi olarak öne çıkacak bir sivil toplumcu dönemde, geleceğin dünya devleti halk kitlelerinin geniş ve kapsayıcı çatıları altında gündeme gelecektir. Bütün dünya halklarının eşit koşullarda katılımı ile DÜNYA HALKLARI BİRLİĞİ bir türlü kurulamayan dünya devletini Birleşmiş Milletlerin yerini alacak bir düzende sivil toplumcu bir anlayış ile kurulabilecektir. Devletlerin kavgaları faşizme giderken, etnik kavgalar ve dinsel savaşlar ülke coğrafyalarını bozarken, terör ve komplolar iç savaşları ortaya çıkarırken, dış müdahaleler ülkeleri kaosa sürüklerken, bütün bunlara karşı çıkacak bir çizgide UNİTAD POPÜLER ya da DÜNYA HALKLARI BİRLİĞİ bu dünya üzerinde yaşamakta olan bütün halk kitleleri ve ezilen ulusal yapıların öncülüğünde bir an önce kurulmalı ve dünya üçüncü cihan savaşına doğru sürüklenirken, insanlık bu gidişin önünü kesmelidir.

8-Bugünkü Birleşmiş Milletlerdeki örgütündeki en önemli konu Güvenlik Konseyi’nin kurucu beş üyesinin gelecek için dayatmaları yüzünden, ayrı devlet modellerinin çatışma ve çekişmeleri olarak öne çıktığı görülmektedir. Ne var ki, Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin sayısının az olduğu, bu yüzden yeni dönemdeki dünya dengelerinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde dengesiz durumların ortaya çıktığı açıkça belirginleşmektedir. Dünya beşten büyüktür ama bu hakkaniyete dayanan yeni bir Birleşmiş Milletler örgütlenmesinin bir büyük barış düzeni için DÜNYA HALKLARI BİRLİĞİ’nin  ortaya çıkartılması açısından yeterli olmamakta, diğer alanlardaki sorunların aşılarak yeni kurulacak UNİTED POPULAR örgütünün yetersiz kalan Birleşmiş Milletlerin yerine alacak yeni bir merkezi örgüt olabilmesi için yetersiz bir durum yaratmaktadır. Devletlerin büyüklüğü ve etkinliği açısından konu ele alınarak incelendiğinde, Almanya, Japonya, Brezilya, Arjantin, Hindistan, Endonezya, Türkiye, Avustralya, Kanada ve Kazakistan’ın gibi büyük devletlerin sürekli görev yapan daimi konsey üyeliklerine seçilmelerinde büyük yarar vardır. Dünya dengeleri daimi üye sayısının beşten on beşe çıkmasının  bu doğrultuda  Birleşmiş Milletler içindeki dengelerin yeniden kurulmasına  yardımcı olacağını göstermektedir. Türkiye yeni dönemde Güvenlik Konseyi daimi üyesi olmayı ana bir hedef olarak ortaya koymalıdır. Ayrıca BM genel kurulunun statüsünün de yeniden belirlenerek, kararların yaptırımlara bağlanması gerekmektedir. Genel Kurul kararlarına uygun davranmayan üyelerin, kalıcı yaptırımlar ile yönlendirilmeleri örgütün yönetim üzerindeki etkinliğini artıracaktır. Acil dünya barışı için Birleşmiş Milletler’in ya önerilen çalışmaları yapması ya da bu doğrultuda yeni girişimlere öncülük yaparak, bir an önce uluslararası alandaki dünya halkları inisiyatifinin küresel düzeyde etkin bir düzeye getirilmesi sağlanmalıdır.

Asya, Avrupa ve Afrika gibi üç kıta üzerinde son zamanlarda ortaya çıkmış olan savaş süreçlerinin durdurulabilmesi için Birleşmiş Milletler üyesi olan bütün devletlerin bir araya gelerek ortak hareket etmesi ve insanlık ile dünya barışını kurtarmak üzere ULUSLARARASI HALKLAR BİRLİĞİNİ bir an önce kurmalıdırlar. Birinci Dünya Savaşını kazananlar o dönemin koşullarında Cemiyeti Akvam’ın kuramadığı dünya barışını ne yazıktır ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında da Birleşmiş Milletler örgütü de kuramamıştır. Bugün gelinen aşamada bütün dünya Siyonizmin komploları ile üçüncü cihan savaşına giderken, Birleşmiş Milletler çok zayıf kalırken, başarısız bırakılan bu örgütün yerine DÜNYA HALKLARI BİRLİĞİNİ dünya ülkeleri, devletleri ve halkları ortak bir kader için dayanışma ruhu ile bir an önce kurabilmelidirler. Bu aşamada kurulacak yeni bir dayanışma ve barış örgütü olarak, başlamış olan üçüncü dünya savaşının durdurulması, bunun yerine tüm dünyayı kapsayacak bir geniş ve kalıcı bir barış ortamının köklü bir biçimde örgütlenmesi, insanlığın ortak beklentisi olarak, dünyanın büyük devletlerini yönetmekte olan ilgili ve yetkili üst düzey yöneticilere çağrı olarak burada dile getirilmektedir. Halen dünyada yaşayan ve var olan bütün sivil toplumlarının böylesine geniş bir barış düzeni kurabilmeleri için, öncelikle sivil toplum kuruluşlarının her açıdan harekete geçmeleri zorunlu görünmektedir. Kutsal topraklarda insanlığı yok edecek bir Siyonist savaşa karşı çıkarken, yeryüzünde yaşayan bütün sivil toplum kuruluşlarını savaş makinalarına karşı çıkacak çizgide, örgütlemek hem Birleşmiş Milletlerin hem de tüm uluslararası kuruluşların omuzlarında olan haksızlığa karşı direnişin bir ön adımıdır. Hiç beklenmeden gündeme getirilen böylesine kutsal bir mücadelenin her yönü ile başlatılması bugünün koşullarında acilen zorunluluk kazanmıştır, o nedenle bu doğrultudaki girişimlere öncülük yapacak küresel merkezler ve sivil toplum kuruluşlarının Birleşmiş Milletler çatısı altında örgütlenerek, tüm insanlığın geleceğine sahip çıkmaları gerekmektedir. Bomba düğmelerine basılmadan dönülmekte olan son dönemeçte insanlık var olma mücadelesini kazanmak ve bunu korumak zorundadır. İnsanlığı yok edecek bir üçüncü dünya savaşına hiçbir toplum, devlet ve halk kitleleri seyirci kalamaz. Devletlerin, milletlerin ve alt kimlikli grupların seyirci kalmaması gerekirken, dünya halkları yeniden örgütlenerek üçüncü dünya savaşına karşı barış cephesini Birleşmiş Milletler aracılığı ile örgütlemelidirler.    

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN