5 Temmuz 2019 Cuma

ANKARA SANAT KURUMU - Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN


ANKARA  SANAT  KURUMU

Ankara Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olarak  siyasal bir merkez olduğu kadar aynı zamanda kültür ve sanatın da başkenti olmak gibi bir durum ile karşı karşıya kalmıştır. Bütün dünya ülkelerinin başkentlerine bakıldığı zaman bu kentlerin siyasal merkez olduğu kadar, aynı zamanda sosyal ve kültürel olaylar ile  bu tür gelişmelerin de  merkezi konumunda oldukları  açıkça görülmektedir.  İnsan toplumlarının sosyolojik analizleri yapıldığı zaman  siyasal merkezileşme oluşumlarının  aynı zamanda diğer toplumsal alanlarda da benzeri bir merkezileşme eğilimini kendiliğinden ortaya çıkardığı görülmektedir. Bu durumun farkında olan siyasal merkezler ya da oluşumlar, yeryüzü haritası üzerinde kendilerine devlet kuracak bir alan buldukları zaman, bu ülkedeki bir kenti başkent olarak belirleyerek  merkez olarak yeniden yapılandırmaktadırlar. İşte böylesine çok yönlü bir merkezileşme siyasal ve toplumsal gelişmeler ile birlikte  kültürel ve sanatsal alanlarda da benzeri bir merkezi  oluşumu kendiliğinden öne çıkarmaktadır.

 Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, Erzurum ve Sivas kongreleri sonrasında yeni devletin başkenti olarak Ankara kenti belirlenmiş ve yeni devlet bu kent merkezli bir oluşuma doğru yönlendirilmiştir. Ankara başkent olarak seçilirken, iki imparatorluğun batışına sahne olan İstanbul geride bırakılmış ve Anadolu’nun ortasında yeni bir başkent olarak öne çıkarılan Ankara, Eski Anadolu uygarlıklarından kalma, Hitit, Frig, Roma ve Bizans dönemlerinden kalan birikimiyle, aynı zamanda tarihsel olarak sahip olduğu  özelliklerden yararlanılma durumu ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk, kendi elleriyle kurmuş olduğu yeni cumhuriyet devletini  aynı zamanda bir kültür devleti olarak  tanımlarken , yeni başkent Ankara kentinin aynı zamanda  bu topraklardaki geçmişten gelen kültür ve sosyal birikimin de merkezi olacağını açıklamaya çalışmıştır. Eski uygarlıkların tarih sahnesine çıkmış olduğu merkezi alanda, bir Türk devleti  kurulurken geçmişin tarih ve kültüründen yararlanmak  zorunlu bir hale geliyordu. Ne var ki, Roma ve Bizans dönemi kültürel birikimin merkezi olarak İstanbul’un burada olması, tarihten gelen kültürel ve sosyal birikimin Ankara merkezli olarak yeniden örgütlenmesini engelleyen bir durum olarak öne çıkıyordu.

İmparatorluğun çöküşü ile bu topraklara gelen batılı  emperyal  güçler  işgale yönelerek burada  kalıcı olmaya  çalışırken, dinler açısından kutsal olan yerler ile tarihi eser olarak var olan  zenginliklerin  ele geçirilmesi  önem kazanıyordu. Mustafa Kemal , Türk ulusunu tarih sahnesine çıkartırken geçmişten gelen  kültürel birikimin de bugünlere taşınabilmesi  için  tarihi ve kültürel zenginlik  alanlarının  da Misak-ı Milli sınırları içerisinde  yer alabilmesi için çalışıyordu. Başkent Ankara ulus meydanının altında yer alan eski Roma hamamlarının üzerinde kurulurken, geçmiş yüzyıllardan gelen tarihi eserlerin de yeni dönemde halkın görebileceği bir düzeyde öne çıkarılmasına çalışılıyordu. Cumhuriyetin kuruluş döneminde  Ankara başkent olarak yeniden inşa edilirken, Anadolu tarihinde yer almış olan yerel uygarlıkların geride bırakmış olduğu zenginlikler de  yeni   kuruluşu yapılmış olan cumhuriyet devletinin kültür bakanlığının inceleme ve yönetim alanına giriyordu . Yirminci yüzyıla gelindiği aşamada  merkezi coğrafya da kurulması planlanan çağdaş cumhuriyet devletinin üzerinde yer aldığı ülkenin topraklarında, geçmişten gelen zenginliklere  sahip çıkarak yoluna devam edebilmesi mümkün görünüyordu.

Yeni cumhuriyet yönetimi  böylesine bir bilinç ile yola çıktığı  aşamada  devleti örgütlerken  önceliği  Anadolu ajansına vererek Anadolu’nun dışarıya dönük tanıtılması işine çok büyük önem veriyordu. Ulus meydanının yanındaki İttihat ve Terakki Cemiyetine ait olan bina yeni devletin meclisi olarak düzenlendikten sonra  sıra kültür bakanlığının kurulmasına geliyordu. Türkiye Cumhuriyetinin temelini kültüre dayandırmak isteyen bir çağdaş cumhuriyetçilik hareketi ,  başkent Ankara’nın tam ortasına önce bir opera binası oturtuyor ve daha sonra da  Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası için bir konser salonu inşa ediyordu. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında  Ankara’da devletin uzantıları olarak  kültür ve sanat kurumları oluşturulurken, bunlara uygun binalar da yapılarak kentsel yaşam yeni dönemde batı tipi modern yaşam biçimine doğru yakınlaştırılmaya çalışılıyordu. Devlet Tiyatroları bu aşamada kurulurken, Ankara’nın merkezi alanlarında yer alan önemli binaların alt kısımları tiyatro salonları olarak düzenleniyordu. Türk halkına konser ve tiyatrolara gitmek alışkanlıklarının kazandırılması amacıyla merkezi alanda yer alan büyük binaların  alt salonları tiyatro ya da konser salonu olarak düzenleniyordu .Ulus meydanından  Kızılay bölgesine ve daha sonra da Kavaklıdere meydanına doğru uzayan yeni yerleşim alanlarında, kültürel merkezler ihmal edilmeyerek  sanat ve kültür etkinliklerinin yapılabileceği ya da seyirciler için düzenleneceği biçimde  yeni yerleşim yerleri  yapımı gündeme getiriliyordu .

Osmanlı döneminde bir Anadolu kasabası olarak var olan Ankara kenti , imparatorluğun çöküşü sonrasında başkent olma aşamasına gelince bir dikdörtgen görünümünde uzayıp giden Anadolu yarımadasının  tam ortalarında  yer alarak geçmişten gelen kültür ve sanat birikimine sahip çıkmak durumunda kalıyordu. Kent Yenişehir merkezli olarak oluşturulurken, Ankara’da devleti kurmak üzere mübadele antlaşması çerçevesinde getirilen Balkan göçmenlerine Sıhhıye ile  Çankaya arasında yer alan bölge de yerleşim yerleri sağlanıyordu. Ulus meydanı  Meclis ile birlikte devletin  önemli kamu kurumları için ayrılıyor, kültür ve sanat mekanları ise gene Ulus meydanından başlayarak  Kavaklıdere’ye doğru gelişen yeni yapılaşma çizgisinde  yerlerini buluyordu. Başkent’te  tiyatrolar  ve konser salonu gibi kültür mekanları birbiri ardı sıra yapılırken, merkezde yer alan semtlerde ise hem sinema salonları hem de bazı kültür merkezleri devreye girerek,  Ankara’da kültür ve sanat etkinliklerinin yapılabileceği  yerlerin sayısının artması gerçekleştiriliyordu. Yeniden inşa edilen merkezi alandaki  Yenişehir  bölgesi barındırdığı çarşı ve mağazalar  aracılığı ile hareket alanı olarak gelişirken, aynı zamanda bazı sinema, tiyatro ve kültür merkezleri  biçimindeki salonları ile de başkentin kısa zamanda  kültür ve sanatında merkezi olabileceği bir seviye  ortamı oluşuyordu.

İkinci dünya savaşı sonrası ortamda başkent Ankara öne çıkarken, bu kez merkezin daha  da açılmasıyla  Yenimahalle-Bahçelievler-Çankaya üçgeninde yeni bir yerleşim genişlemesine geçiliyordu. Bu üç yeni semt  kurulurken, bunlarla ilgili bazı kanunlar çıkartılarak, başkentin yeniden yapılanmasında yasal esaslar üzerinden bir hukuki düzen oluşturulmaya çaba gösteriliyordu. Özellikle yeni kurulan devletin kadroları için yerleşim yerleri ve ev düzenlerinin kurulması gibi acil ya da normal gereksinmelerin  karşılanması  doğrultusunda  hareket ediliyordu. Yirminci yüzyılın ikinci yarısına geçilirken, Ankara nüfusu kuruluş yıllarının iki misli artıyor ve Anadolu ile Trakya’dan gelen  göçler  ile  nüfus hızla bir milyon barajını geçiyordu. Bu durumda  başkent Ankara’nın kültür ve sanat gereksinmeleri artarak öne geçiyordu. Devlet bu aşamadan sonra resmi kurumlar aracılığı ile halkın kültür ve sanat etkinliklerini karşılamak yerine, özel sektörü destekleyerek  toplumsal yaşamın daha da aktif bir yöne doğru kaydırılmasını  gerçekleştirmeye öncelik veriyordu. Kültür ve sanat alanlarının özel sektöre devredilmesi ile birlikte, yeni gelinen aşamada özel sektörün  gereksinmeleri doğrultusunda   hareket edilmesi  ve bu çizgide yeni kamusal   hizmetlerin yerine getirilmesi zorunlu olarak gündeme geliyordu.

Yirminci yüzyılın ortalarına gelene kadar başkent Ankara’nın inşası sürecinde kültür ve sanat kuruluşlarına da önem verilerek, bunların da  kamusal alandaki kültür ve sanat etkinleri içerisinde  yer almasına giden yolun açılması için çalışmalar yapılıyordu. Ankara’daki  tiyatrolar ile birlikte diğer sanat kuruluşlarının ortaya çıkması sonrasında, başkentin  zamanla kente yerleşen bir Ankara burjuvazisi ortaya çıkmaya başlamıştır. Kültür ve sanat kuruluşlarının içinde yer alan insanlar ile birlikte, bu gibi etkinliklerin  içinde yer alan ya da katkı sağlayan  başkentliler, beraberce  sanat dünyasının  içinde yer alan bir kültürel çevrenin öne çıkmasını sağlamıştır. Yeni gelinen aşamada bu sürecin belirlenmesi üzerine, devletin önde gelen bürokratlarının öncülüğünde  bir kültür ve sanat kurumu olarak, Sanat Sevenler Derneği  kurulmuştur. Yirminci yüzyılın tam ortalarında, 1952 yılında  Türkiye Cumhuriyetinin başbakanlık müsteşarının başkanlığında oluşturulan bu kültür ve sanat kuruluşu, Ankara’daki sanatsal oluşumların  daha etkili bir konuma gelmesinde önemli ölçüde etkin olmuştur. Böylesine bir örgütlenme gerçekleştirilirken, bu kuruluşa  merkezi yer olarak hizmet edecek bir salona da gereksinme bulunuyordu. Tuna Caddesi ile Selanik sokağının kesiştiği köşede yer alan apartmanın bodrum katı, Kızılay semtinin en merkezi yerindeki bir yapılanma olarak yeni  oluşturulan derneğin çalışma merkezi olarak devreye sokuluyordu. Devlet dairelerinin topluca yer aldığı Kızılay semtinin tam merkezinde açılan Sanat Sevenler Derneği, merkezi bir kültürel hizmeti başkentlilere sunarken aynı zamanda  sanat kuruluşları içinde yer alan tüm sanatçılarında gelebileceği ve ortak etkinliklerde bulunabileceği bir çok yönlü salonu da Ankaralıların hizmetlerine sunuyordu.  

Türkiye Cumhuriyetinin çıkarmış olduğu   dernekler yasası çerçevesinde kurulmuş olan  bu sanat kuruluşu, Demokrat Parti döneminde iktidar partisinin milletvekilleri ile  sanatçı kadroların  bir araya geldikleri bir lokal görünümünde etkinliklerini artırmıştır. Salonun çok merkezi  yerde bulunması ve bir çok etkinliğe elverişli bir ortama sahip olması nedeniyle, kısa zamanda Sanat Sevenler Derneği   tıpkı Yardım Sevenler Derneği gibi önemli ölçüde bir kültürel  hareketliliği başkent Ankara’nın aydınlarına sunabilmiştir. Zaman geçip giderken, Ankara’da giderek artan sanat etkinlikleri  Sanat Sevenler Derneğinin konumunu daha aktif bir çizgiye getirmiştir. Atatürk zamanında kurulmuş olan Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinin öğretim üyeleri ile sanat bölümü mezunları, bilinçli katılımcılar olarak devreye girdikleri aşamada, Ankara geceleri daha kültürlü programlar ile dolu olarak geçmiştir. Ankara Üniversitesinin diğer fakültelerinin öğretim üyelerinin de devreye girmesiyle, bu derneğin katılımcıları fazlasıyla artmış  ve üye sayısı birkaç yüzün üzerine çıkmıştır. Başbakanlık müsteşarının başkanlığında ortaya çıkan bu sanat kuruluşu doğal olarak üyesi bulunan bürokratların sağladığı katkılar ile devletin desteğine de sahip olarak, kısa zamanda etkinliklerini  birkaç misli artırabilmiştir.  Dernek  bu doğrultuda başkent Ankara’nın yeni oluşmakta olan burjuvazisinin merkezi kuruluşu olma  şansını elde  edebilmiştir.  Üst düzey bürokratlar ve diplomatların yanı sıra   Ankara’daki büyük şirketlerin yöneticileri de  böylesine kültürel bir hizmet gören  sanat derneğinin içinde üye olarak yer almaya çalışmışlardır.

Ankara’da etkinliklerini sürdüren Devlet Opera ve Balesi ile, gene başkent merkezli çalışan Devlet tiyatrolarının  içinde yer aldığı sanat dünyasının önde gelen temsilcilerinin yönetiminde yer aldığı bu sanat kurumu, kuruluşundan on sene sonra başkent Ankara ‘da  ödül dağıtma misyonunu üstlenerek, yılın tiyatro, opera ve bale sanatçılarını seçerek  sanat ve kültür alanında  sürüp giden rekabeti daha üst düzeyde örgütlemeye çalışmıştır. Bir on sene sonra da plastik sanatlar alanında  ressam ve heykeltraşların da ödüllendirilmesini sağlayan yeni bir ödül sistemi devreye sokulmuştur. Böylece Ankara’da çalışmalarını yürüten bütün tiyatrolar ile  galeriler ve sanatçılar arasındaki rekabetin zamanla yarışa dönüşerek sanatsal etkinliklerin daha üst düzeye çıkartılmasında dernek önde gelen bir rol üstlenmiştir . Bu ödül sistemi ile sanat dünyasında ciddi bir canlanma sağlanmıştır.

Zamanla  Ankara’daki sanat eğitimcileri ile birlikte hareket eden kültür ve sanat eleştirmenleri dernek yönetiminde etkin olmuşlar ve onların yer aldığı  seçici ya da değerlendirici kurullar aracılığı ile her yılın önde gelen başarılı sanatçıları belirlenerek kamuoyuna açıklanmışlardır. Hukukçu  yönetim kadroları ile derneğin etkinlikleri artırılırken, kültür ve sanatın yanı sıra düşünce ve tartışma programlarına da  dernek çatısı altında yer verilmiştir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yıllar geçerken  Sanat Sevenler Derneği’nin de çalışmaları giderek artmış  ve başkent Ankara’nın önde gelen bir kültür merkezi konumunda, çalışmaların ileriye doğru gelişmesi sağlanmıştır. Bu arada derneğin  çalışmalarında yer alamayan ya da dernek ödülleri dağıtım sisteminde  ödül alamayan bazı sanat ve kültür çevresinin insanları dernek çalışmaları ile ilgili olarak çeşitli dedikodular üreterek, başkentin önde gelen bu sanat kuruluşunu halkın gözünden düşürmeye  yönelmişlerdir. Bunların içinden çıkan bazı  olumsuz sanat ve düşün adamları Sanat Sevenler Derneği’ni, sanatçı sevenler derneği olarak karalamaya çalışması üzerine, dernek olağanüstü bir genel kurul toplantısı yaparak  bir tüzük ve isim değişikliğine giderek Sanat Kurumu adını almıştır. Devletin ilgili birimlerinin desteği ile kurulmuş olan bu sanat kurumunun  daha ciddi bir ortamda çalışması için, sanatı sevme dönemi geride bırakılarak sanat adına kurumsal hizmetler vermek üzere  yeniden yapılanma yoluna gidilmiştir.

Yirminci yüzyılın son çeyreğine girerken ,merkezdeki binaların eskimesi üzerine  bunların yıkılmasına gidilmiş ve yeni yapılan çok katlı binalar üzerinden  Kızılay merkezli çarşı alanı daha da geliştirilme yoluna gidilirken, Sanat Kurumu’nun binası da yıkılınca  yeni dönemde kurumun daha etkin çalışmalar yapabilmesi mümkün olamamıştır. Merkezi alandaki elverişli salonunu kentsel dönüşüm planları  doğrultusunda  elinden kaçıran Sanat Kurumu, yeni dönemde kendisine karşı bir çizgide iktidara gelen siyasal kadronun  engellemeleri ile alternatif salonlarını da elinden kaçırmıştır. Kızılay merkezli binanın yıkılmasından sonra Gençlik Parkı içindeki tarihi Göl gazinosunu kendisine yeni merkez olarak seçen Sanat Kurumu, daha sonraki süreçte başkent Ankara’ya çeyrek asır başkanlık yapan bir başkanın husumetine uğramış ve ona yakın dava açılarak Sanat Kurumu’nun   Gençlik Parkı içindeki binasına el konulmuştur. Yeni binasında kültür ve sanat etkinliklerinin yanı sıra  her türlü sosyal  amaçlı etkinliklere de yer veren Sanat Kurumu , haksız yere açılan davalar sonucunda yeni merkezini elinden kaçırınca, kültürel çalışmalarını sürdürecek bir merkezi salondan mahrum  kalmıştır. Bunun üzerine derneğin yarım yüzyıla yaklaşan ödül dağıtım sistemi tehlikeye girmiş ama başka derneklerin olanaklarından yararlanılarak, ödül dağıtım sistemi gibi bir kültürel hizmet kamu yararına bir doğrultuda sürdürülmüştür.

Sanat Kurumu en yoğun çalışmalarını  1975 -1987 yılları arasında yapmıştır. Bu dönem çalışmaları incelenirse her ay en az on etkinliğin sergilendiği bir çalışma düzenini Sanat Kurumunun  sürdürdüğü görülmektedir. Bir anlamda Ankara Halkevi gibi çalışmalar yürüten Sanat Kurumu, başlangıçtaki gibi burjuva kesimlere hizmet eden bir kuruluş olmaktan çıkmış  gerçek anlamda halk kitleleri ile  kaynaşan  ve halkın içinden çıkan çeşitli kültür ve sanat kuruluşları ile birlikte hareket ederek ortak programlar sergileyen bir yapılanmayı  başkent Ankara’nın seyircilerine sergilemiştir. Para destekli yabancı kültür kurumlarından çok daha fazla etkinliği her ay aylık programları ile başkent Ankara kamu oyuna sunabilen Sanat Kurumu bir anlamda sanat dünyasında halkçı ve demokratik bir  yaklaşımın öncüsü olmuştur. Artan nüfus halk kitlelerini genişletirken, gelir dağılımındaki uçurum  burjuva kesimleri toplumun dışına itmiş ve bu aşamadan sonra  da burjuvazi ile birlikte bürokrasinin de desteği kesilmiştir. Dinci bir yönetimin Ankara Belediyesinin başına gelmesi üzerine de Sanat Kurumunun merkezi olarak görev yapan Göl Gazinosu, Kültür Bakanlığının tahsisine rağmen  belediye tarafından haksız yere işgal edilmiştir . Bu aşamadan sonra apartman dairelerine sığınmak zorunda kalan Sanat Kurumu eskisi  gibi  yoğun kültür çalışmaları yapamamıştır.

 Aslına bakılırsa sanat ve kurumlaşma arasında çok ciddi bir yakınlaşma ve ortak bir yapılanma  ülkede kültür ve sanat ortamının gelişimi açısından önem taşımaktadır. Sanat ve kültür bir toplumun ortaya koyduğu değerlerin içinden çıkan bir ortak yapılanmanın uzantıları olarak gelişmeler gösterir. Ankara’da, I952 yılında bir sanat derneği kurarken sanatı sevmeyi yeterli gören anlayış, yirminci yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde  bu yaklaşımı yetersiz görerek  yerine   sanat dünyasında kurumlaşmayı önermiştir. Sanat Sevenler Derneğinden  Sanat Kurumuna geçerken, toplumdaki kültürel patlama da etkin olmuş ve sonraki yıllarda sanat alanında ortaya çıkan genç ve dinamik  hareketlilik, Türkiye’deki sanat dünyasını  burjuvazinin hareketsizliğinden çekip alarak  halkçı gençliğin hızlı hareketliliğine  doğru taşımıştır. Sanat alanında  en az özgürlük kadar kurumlaşma da zorunlu bir gereklilik olarak öne çıkmaktadır. O nedenle kurumlaşmanın istendiği gibi gerçekleşebilmesi için devlet çatısı altında  parlamentodan geçecek bir yasa aracılığı ile resmi bir kültür ve sanat kurumu kurulması gerekirken, Türkiye’de ilk kez Ankara’da Sanat Kurumu adı ile bir örgütlenme gerçekleştirilerek, sanat dünyasındaki kurumlaşma olgusu  demokratik bir yaklaşım içinde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bürokrasinin yetersiz kaldığı aşamada kültür ve sanat için  toplumun içinden çıkan demokratik insiyatif  bir alternatif yapılanma olarak devreye girmiştir.

Devletin Kültür Bakanlığı çatısı altında özerk çalışacak bir sanat kurumu modeli geliştirememesi üzerine, Ankara’da kurulmuş olan Sanat  Kurumu bir dernek modeli olarak  diğer iller için model bir yapılanma olarak öne çıkmıştır. Anadolu’nun birçok ilinde ve daha çok büyük iller ile deniz kenarında bulunan iller de Sanat Kurumu adı altında dernekler kurulmuştur. Aynı ad çatısı altında ortaya çıkan bu sanat kurumlarının kendi illerinde yeterince örgütlendikten sonra  bir araya gelerek ve başkent Ankara’da düzenlenecek birleşme kongresi sonrasında  “Türkiye Sanat Kurumları  Birliği “ adı altında ülke düzeyinde ulusal bir örgütlenmeye gitmeleri, demokrasinin  Türkiye’de  güçlenmesi açısından çok büyük katkı sağlayacaktır. Böylece merkezden kurulan bir sanat kurumunun ülke düzeyine şubeler açarak yayılması yerine, ülkenin çeşitli bölgelerinde kurulmuş olan sanat kurumlarının bir araya getirilmesiyle bir ülkesel birlik ulusal çizgide  tamamlanmış olacaktır. Tamamen bir demokratik kitle örgütü olarak kurulacak olan Türkiye Sanat Kurumları Birliği, kültür alanında en önde gelen  ulusal demokratik kuruluş olarak  kültürel alanda  yaygın bir demokratikleşme ağının yurt düzeyinde gerçekleştirilmesi açısından da yararlı olacaktır. Siyasal ve sosyal alanlarda toplumun geçirmekte olduğu sarsıntıların aşılmasında, kültür  ve sanat  dallarındaki yakınlaşma ve  toplumsal kesimler arasında geliştirilecek  empatik tolerans  toplumun iç ve dış dinamiklerini harekete geçirerek, sosyal bütünleşme açısından  olumlu katkılar getirebilecektir.

Türkiye yirmi birinci yüzyılda yoluna devam ederken,  kurucu önder Atatürk’ün  dediği gibi  devletin bir kültür devletine dönüştürülmesi ve bu doğrultuda  sanat dünyasının  bilim alanı ile birlikte devlet tarafından desteklenmesi gerekmektedir. Ülkeyi yöneten siyasal kadroların  kültür konusuna uzak durmaları ya da yetersiz kalmaları dikkate alınarak, yurt düzeyindeki bütün sanat kurumlarının, başkentte Ankara Sanat Kurumu’nun daveti üzerine bir araya gelerek  “Türkiye Sanat Kurumları Birliği’ni “  kurmaları ülke için gerekmektedir. Ne var ki, Ankara Sanat Kurumu’nun böylesine bir girişimi  başarabilmesi için gene devlet desteğine gereksinme vardır . Eğer devlet desteği bu alanda sağlanamazsa o zaman, kültür ve sanat alanına yatırım yapan  büyük bankaların ya da şirketlerin maddi destekleri ile, ulusal çizgide bir ülkesel sanat kurumları birliği demokratik bir kongre aracılığı ile gerçekleştirilebilir. Türkiye’nin önde gelen  kültür ve sanat adamlarının öncülüğünde  Türkiye Sanat Kurumları Birliği adı ile kurumlaşmaya gidilmesi, sanat dünyasının demokratik örgütlenme hakkına  daha geniş bir düzeyde sahip olabilmesinin  önünü açacaktır.

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Not: Bu yazı Özgür Sanat Dergisi'nin Haziran ve Temmuz sayılarında iki kısımda yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder