“ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ, İLERİ “
Üç
tarafı denizlerle çevrelenmiş olan
Anadolu yarımadası üzerinde yer alan
Türk Devleti tarihsel birliktelik
gerekçesiyle, kurucu önder
Atatürk’ün hazırlamış olduğu Misak-ı Milli sınırları içerisine alınan Trakya bölgesinin katılmasıyla birlikte, merkezi
coğrafyanın önde gelen devleti konumuna gelmiştir. Avrupa ve Asya kıtalarının
kesişme noktasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti bu jeopolitik durumu ile de,
iki kıtanın bir araya geldiği merkezi alan olan Avrasya kıtasının da gene merkezi devleti olarak
haritadaki yerini almıştır. Türkiye kendisini çevreleyen iç denizler boyunca
uzayıp giden sınırlara sahip olmuş ve
üzerinde kurulu bulunduğu tarih boyunca
sahip olduğu bu konumun gereğini, hem barış ortamında hem de savaşlar
sürecinde yapmak zorunda kalmıştır. Bu makalenin başlığı bir savaş döneminin
son aşamasında, Türklerin ulusal
kurtuluş savaşı önderi Atatürk tarafından
söylenmiş olan bir emir çağrısıdır. Türk ulusunun var olma savaşının önderi
kendisine bağlı olarak savaşın tüm cephelerinde mücadele eden Türk ordusuna
vermiş olduğu bir son emirdir. Normal koşullarda söylenmeyecek olan ama bir
büyük kurtuluş savaşının zafere eriştirilmesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerine gösterilen ilk hedef olarak Türkiye Cumhuriyetinin ulusal
kurtuluş tarihine geçmiştir.
Soğuk savaşın bitiminden sonraki aşamada Büyük
İsrail Projesi yüzünden dünyanın orta alanında savaşlar birbirini izlemiş,
küresel sermayenin destekleriyle kurulan terör örgütleri bölgedeki devletleri
parçalama doğrultusunda her türlü terör
eylemlerini birbiri ardı sıra uygulama
alanına getirmişlerdir. Bu doğrultuda çeyrek asırlık bir zaman dilimi geride
kalırken, hiçbir devlet resmen savaşa girmemiş ve küresel şirketlerin çıkarları
doğrultusunda var olan devletlere yönelik terör ve çökertme operasyonlarına
alet olmayarak ve şirketlerin finanse ettiği terör örgütlerine karşı önlemler
alarak, bu sıcak çatışma döneminin geride
kalması için uğraşmışlardır. Aradan geçen otuz yıllık süre içinde Avrasya
kıtasının çeşitli bölgelerinde batılı emperyalist devletlerin destekleri ile bir
çok terör eylemi illegal örgütler tarafından gerçekleştirilmiş ama batı emperyalizminin küresel oyunu artık
meydana çıktığı için Orta Doğu merkezli
olarak başlatılmak istenen üçüncü dünya savaşı çıkarma girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Geçmişten gelen savaş girişimleri
bu kez çevreye doğru yeni bir yayılma dönemine girmiştir. Orta Doğu üzerinden Avrasya
kıtası bir çekişme alanı olarak öne çıkarken, bu kez enerji sorunları ve kaynakları
yüzünden dünyanın merkezi denizi olarak Akdeniz havzasında önemli bir yoğunluk
yaşanmaya başlanmıştır. İsrail’in Amerika’yı kullanarak başlatmış olduğu savaş süreci
Irak ve Suriye savaşları sonrasında durgunluk gösterince, bu kez kara
bölgesinin hemen yanı başında yer alan Akdeniz bölgesine sıcak olayların Suriye
bölgesi üzerinden yayılmaya başladığı görülmüştür. Özellikle son olarak meydana
gelen bir olay olarak, Suriye’nin İsrail’e yönelik olarak fırlattığı bir
füzenin Akdeniz’in ortasında yer alan Kıbrıs adası üzerine düşmesi, bardağı
taşıran bir damla olmuş ve artık Orta Doğu gerginliğinin ortaya çıkardığı
meydan savaşının yavaş yavaş Akdeniz’e doğru genişleme gösterdiği kesinleşmiştir.
ABD’nin
dünya egemenliği ile İsrail’in Büyük İsrail İmparatorluğu projeleri, küresel
şirketlerin evrensel hegemonya planları
ve enerji şirketlerinin bütün
dünya petrolleri ile doğal gaz
rezervlerini ele geçirme projeleri bir
araya gelince, gerginliğin tırmanma senaryolarının yavaş yavaş Akdeniz’e doğru
geliştiği ortaya çıkmıştır. Savaş sürecinde Orta Doğu petrollerinin
uzantılarının Akdeniz bölgesine uzandığı görülmüş, bölgenin en büyük doğal gaz
rezervlerinin ise Akdeniz kıyıları ile
birlikte bu denizin ortalarına kadar uzanan geniş alanlarda olduğu görülmüştür. Bu doğrultuda yeni enerji
kaynaklarını gösteren haritalar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu tür gelişmeler
hem bölge ülkelerinin hem de enerji şirketlerinin dikkatlerini çekince, birkaç
yüz gemi Akdeniz’in sıcak sularında dolaşmaya başlamıştır. Suriye, Lübnan, Mısır
ve İsrail gibi şimdiye kadar enerji kaynakları ile ilgilenmeyen bölge ülkeleri
bulundukları bölgelerin altında yatan enerji kaynaklarını ele geçirerek
işletmeye doğru yönelirken, batının emperyalist devletleri de bölge ülkelerini
sömürgeleştirerek, onlar aracılığı Akdeniz’in enerji kaynaklarını ele
geçirmenin yollarını araştırmaya
başlamışlardır. Bölgede ABD sayesinde kurulan bir devlet olarak İsrail gene
Amerikan devleti ve şirketleri ile yakın ilişkiler kurarak onların aracılığı
ile bölge devletlerinin enerji rezervlerini ele geçirmeye çalışırken, Akdeniz bölgesinde
hemen Hrıstıyan-Müslüman ayrımı gündeme getirilmiş, Hrıstıyan ülkeler ile Müslüman ülkeler ayrı gruplaşmalar
içerisinde kendi konumlarını
sağlamlaştırmaya çalışmışlardır. İsrail ise hem ABD öncülüğünde Hrıstıyan
ülkelerini yanına çekmeye çalışmış hem de son yıllarda geliştirmiş olduğu Arap
ülkeleri ile başlatmış olduğu ortaklığını sürdürerek, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün
ve Lübnan’ı yanına alarak bölge dışı
devletlere karşı kendi jeopolitik konumunu güçlendirmenin yollarını aramıştır. Türkiye
ise bir bölge ülkesi olarak bu tür Hrıstıyan ve Müslüman dayanışmalarının dışında
kalmış ve sahip olduğu siyasi rejim yüzünden iki kesime de bir türlü
yaranamamıştır. Akdeniz enerji yatakları emperyal ülkeler ve bölge devletleri
arasında paylaşılırken, Akdeniz’e en geniş kıyısı olan Türkiye dışarıda bırakılarak
büyük haksızlığa uğratılmış ve
Türkiye’nin kara suları geleceğin sıcak çatışma alanlarına
dönüştürülmüştür.
Emperyalist
devletler, enerji kaynaklarının bulunduğu devletleri kendi sömürgelerine
dönüştürürken, uluslararası hukuka göre bölge devletlerinin kara ya da deniz
ülkelerinde bulunan kaynakların tamamını ele geçirebilmenin çabası içinde
olmuşlardır. Türk kamuoyu Misakı Milli oluşumu nedeniyle kara sınırlarını iyi
bilmekte ve bu doğrultuda bir milli sınır bilinci zamanla Türk ulusunun
zihninde kalıcı bir yer kazanmıştır. Ne var ki, aynı değerlendirmeyi Türkiye’nin
deniz sınırları ya da ülkesi hakkında söyleyebilmek bugünün koşullarında mümkün
görünmemektedir. Gelinen aşamada ilk kez bir mavi vatan kavramı ortaya çıkmış ve
Türk kamuoyundaki tartışmalar açısından belirleyici olmuştur. Türkiye
Cumhuriyetinin harita üzerinde belirlenmiş olan kara ülkesi kadar deniz ülkesi
de bulunmaktadır ve bu durum Türk karasuları ile açıkça ifade edilmektedir. Kara
suları uygulaması ülkelerin deniz ülkesini de aynı zamanda belirlediği için bu
alana denizlerin mavi rengi nedeniyle mavi vatan adı verilmektedir. Lozan
Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyetinin sınırları belirlendiği için aynı zamanda
Trük kara suları alanı da belirlenmiş ve Türklerin Mavi Vatanı bu doğrultuda
resmi haritalar üzerinden kesinleştirilmiştir. Kara sınırları içerisinde vatanı
savunmak nasıl milletin önde gelen görevi ise, kara suları boyunca mavi vatanı
savunmak da benzeri bir kutsal misyon olarak öne gelmektedir. Türkiye’nin kara
suları üzerinden mavi vatan alanını belirlemeye yöneldiğiniz zaman Akdeniz’in
tam ortasında Kıbrıs, Girit ve Malta adaları arasında yer alan çok geniş
bir bölge Türklerin mavi vatanı
olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin deniz komşusu Yunan devleti ile arasında
var olan mavi vatan sınırı, zaman zaman bu ülke ile anlaşmazlıklara neden
olması yüzünden var olan birçok tartışmalı durum, şimdi gelinen yeni aşamada
farklı boyutlar ile tekrar gündeme gelmektedir.
Osmanlı
döneminde Türklerin yönetiminde bulunan Ege adalarının neredeyse tamamının
Yunan devletine bırakılması çok büyük bir haksızlığa yol açmış ve Türkiye’nin
normal ölçülerde sahip bulunduğu kara suları üzerinden Türklere verilmesi
gereken bir çok ada çok açık bir haksızlık ve taraf tutma yüzünden hak etmediği
halde Yunan devletine bırakılması nedeniyle, Türk ve Yunan karasuları
karışmakta ama buna rağmen Kıbrıs, Girit
ve Malta üçgeninde yer alan orta Akdeniz bölgesi Türkiye’nin hak ileri
sürebileceği ve bu doğrultuda hem
petrol hem de doğal gaz arayabileceği
bir mavi vatan bölgesi olarak öne çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin
aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kurucu garantör devleti olması
dolayısıyla T.C. ve K.K.T.C
devletleri işbirliğine girerek diğer
devletler gibi bir ortak arama, sondaj ya da çıkartma girişimlerinde
bulunabilecektir. Türkiye’yi kurdukları ittifaklara almayarak yalnız bırakan emperyal
devletler, Türkiye ve KKTC’nin kendi haklarına sahip çıkmasına izin vermemeye
çalışırlarken aynı zamanda savaş ve arama gemilerini Akdeniz sularına getirerek
bir oldubitti yaratabilmenin arayışı içine girmişlerdir. Ulusal kurtuluş savaşı
sırasında Misakı Milli sınırları içerisinde işgalci düşman birliklerini ülkeden
kovan Türk askerlerine ulusal kurtuluş savaşının önderi ilk hedef olarak
Akdeniz’i gösterirken kara vatanın yanısıra mavi vatanın da ele geçirilmesini
ve düşmanlara karşı sonuna kadar savunulması gerektiğini dile getiriyordu. Bu
çerçevede Türk ulusunun yüz yıl önce ana vatanı kurtarmak üzere yapmış olduğu
ulusal kurtuluş mücadelesinin benzerinin, bugünün koşullarında Türkiye’nin mavi
vatanı olarak öne çıkan orta Akdeniz sularında da yapılması ülke güvenliği
açısından zorunlu olmaktadır. Türkiye’nin batı ülkeleri ile imzalamış bulunduğu
NATO antlaşması ve benzeri uluslararası sözleşmelerdeki taraf olarak konumu,
mavi vatan alanında da Türkiye Cumhuriyetinin kazanılmış haklarının korunmasını
ve saldırı halinde savunulmasını gerekli kılmaktadır. Uluslararası kıta
sahanlığı hukuku çerçevesinde konu ele alındığında, Türk devleti ve KKTC kendi
kara sularının altında yatan deniz ülkelerinin barındırdığı bütün kaynaklara ve
bunları değerlendirme haklarına açıkça sahip olma durumundadır. Bugünkü sıcak
aşamada var olan haklar öncelikle belirlenerek sonuna kadar sahip çıkılacaktır.
Yüzyıllarca
Avrupa merkezli bir dünya düzeni altında, bütün kıtaları Avrupa kıtası
üzerinden yönetmeye alışmış batının emperyalist devletleri, okyanuslar
üzerinden dünya karalarına egemen olurken merkezi alanı ele geçirmeyi sonraya
bırakmışlar ve üç kıta arasındaki merkezi alanın biçimlenmesi Avrupa
kıtasındaki çekişmelerin uzantıları orta deniz olarak Akdeniz bölgesine
sıçramalar göstermiştir. Atlantik ve Avrupa güçleri küresel hegemonya için
çekişirlerken, orta dünyada Osmanlı İmparatorluğu yedi yüzyıl egemenlik
sürdürmüştür. Birinci ve İkinci dünya savaşları öncesi ve sonrasında batılı
ülkeler savaşırken, Akdeniz’in çeşitli bölgelerini sıcak çatışma alanlarına
dönüştürmüşlerdir. Avrupa güçleri Orta Doğu’yu ele geçirirken, Atlantik güçlerini geride bırakmışlar ama Atlantik
destekli Siyonizm yapılanmasının bu bölgede başlamasıyla birlikte, geleceğe
dönük bir hegemonya çekişmesi yeniden gündeme gelmiştir. Bugün Akdeniz’in bir savaş alanı olarak öne
çıkışında, İsrail’in kurulmasının ve kendi merkezli jeopolitiğini bölge
ülkelerine zorla dayatmak istemesinin bugünkü gelişmelerde önemli ölçüde payı
bulunmaktadır. İsrail’in bugün kendi kıyı
bölgesini Leviathan adı ile kendine bağlı bir doğal gaz alanı ilan etmesiyle
birlikte Doğu Akdeniz’de yeni bir yapılanma dönemi başlamıştır. İsrail’in kendi
kara sularını deniz ülkesi olarak ilan ederek bu bölgede enerji kaynakları
aramaya başlamasıyla birlikte şimdiye kadar bölge ülkesi olmalarına rağmen bu
işlere pek soyunmayan Suriye, Mısır, Lübnan, Ürdün ve Yunanistan gibi ülkeler
de İsrail’i taklit ederek ve bölgedeki konumlarını yeni duruma göre değiştirerek kaynak ülke gibi davranmaya başlamışlardır.
Bu durumun sonucunda doğu Akdeniz’de İsrail’in öncülüğünde Mısır, Lübnan, Ürdün,
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi bir araya gelerek Doğu Akdeniz’de bir enerji birliğini kurmuşlardır. Bu bölgenin en uzun kıyı
şeridine sahip bulunan Türkiye ile Suriye’nin böylesine bir birliğin dışında
bırakılması nedeniyle, bölgede büyük bir enerji savaşına yol açacak biçimde yeni
bir kamplaşma ortaya çıkmıştır.
Türkiye
için uluslararası hukuka göre kıta sahanlığı ve kara suları olarak var
olan deniz ülkesinin bir karşıt oluşum
ile karşı karşıya kalması nedeniyle, bu bölge kendiliğinden mavi vatan konumuna
dönüşerek, Türkiye ve KKTC için savunulması
zorunlu bölge durumuna gelmiştir. Bir tarafta Gazze’nin altındaki doğal
gazın Avrupa ülkelerine taşınması tartışılırken, diğer yandan bölge dışı
ülkelerin doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinde hak iddia etmek amaçlı bir
çizgide Akdeniz’in çeşitli bölgelerinde
kendileri için yer açma girişimleri, birbiri ardı sıra öne çıkmaya başlamıştır.
Bir taraftan İsrail’in güvenliği ve yayılması amacıyla Orta Doğu ülkelerinde
terör desteklenerek tırmandırılırken, diğer taraftan da petrol ve doğal gaz
emperyalizminin temsilcilerinin birbirleriyle Akdeniz üzerinde bir deniz
savaşına hazırlandıkları, son aylardaki gelişmeler ile kesinlik kazanmıştır.
Daha önce Basra körfezinde yapılmış olan enerji savaşının bu kez Akdeniz’in
doğusunda yeni aşamasının gündeme gelmesiyle birlikte, bölge devletleriyle
birlikte emperyal devletler de tutum
değişikliğine giderek çekişme ötesinde
bir savaş hazırlığına girmişlerdir. Türkiye hem bölge ülkesi olarak hem de batı
ittifakının eski bir üyesi olarak bütün bu gelişmelerin en fazla etkilediği bir
devlet konumuna sürüklenmekden kurtulamamıştır. Basra körfezi sonrasında Hürmüz
boğazı petrol trafiğinde öne çıkarken, doğu Akdeniz’deki enerji yatakları
yüzünden kavga daha batıya kayarak
merkezi deniz üzerinde muhtemel bir savaş
senaryosuna dönüşmeye başlamıştır. Gemilerin yanı sıra çeşitli uçakların da Akdeniz
bölgesindeki merkezlere doğru uçuşa
geçmesi, savaş beklentilerinin daha da artmasına neden olmuştur. İki dünya
savaşı sırasında sıcak denizlere inmesi önlenen Rus emperyalizminin önce Hazar
üzerinden füze atışları yapması ve daha sonra da gelerek Suriye
ve Kıbrıs gibi belirli bölgelere
giriş yapması, Çin’in Cibuti, Pire
Limanı, Larnaka kenti gibi yerlere
girmesiyle birlikte, batı bloku karşıtı iki dev ülke Akdeniz paylaşım kavgasının içine girerek tam
ortasında kendilerine yeni bir yer oluşturmuşlardır.
Çin
dışişleri bakanının Akdeniz ülkelerini ziyaret etmesi sırasında Tunus’ta bir
seyyar satıcının yakılmasıyla birlikte gündeme gelen Arap baharı rüzgarları merkezi
coğrafyada yeni dalgalanmalar yaratırken, bugünkü
petrol ve doğal gaz çekişmesinin ön hazırlıklarının yapılmış olduğu
şimdi daha açık bir biçimde ortaya
çıkmaktadır. Arap baharı bölge ülkelerini derin sarsıntılara doğru sürüklerken İsrail’in
ABD desteği ile enerji kaynaklarını ele geçirme projelerini tamamladığı öne
çıkmaktadır. Doğu Akdeniz’de yedi ülkenin bir araya gelerek bir bölgesel birlik
oluşturmaları hemen kurulacak bir yapılanma olamayacağını yaşanmakta olan
olaylar ortaya çıkarmaktadır. Türkiye bütün bu aşamalar geçerken NATO üzerinden
batı baskısı altında tutulmuş ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda bölge
gelişmelerine etki yapması önlenmiştir. Bugün Türkiye Cumhuriyetini yok etmeye
yönelik bir terör olgusu batının emperyal devletlerinin kollektif desteğine
sahip olurken, batılıların baskılarından kurtulamayan Türkiye’nin kendi
çıkarları doğrultusunda Akdeniz enerji paylaşım savaşında kendi merkezli bir
politika izlemesini batılı ülkeler dolaylı yollardan engellemeye çaba
göstermişlerdir. Türk devletinin bugünkü değişim ve dönüşüm aşamasında batılı
ülkeler ile karşı karşıya kalmasının arkasındaki nedenler artık tarihsel bir
çizgi oluşturduğu için, Akdeniz petrolüne ve gaz stoklarına el koymaya çalışan
emperyalistlerin, Türkiye’ye karşı eskisi gibi çifte standartlı bir tutum
izlemeyecekleri görülmektedir. Gelinen son aşamada Türkiye Cumhuriyetinin
batılı ülkeler ile uçak ve füze projelerinde karşı karşıya kalmaları da problemli
durumu bütün yalınlığı ile ortaya koymaktadır.
Doğu
Akdeniz bölgesinde yer alan enerji rezervleri günümüzde bütün ülkelerin
iştahını kabartırken gözler dönmekte ve gene eskisi gibi emperyalist oyunlar
ile bölge devletlerinin elinden sahip oldukları kaynaklar alınmaya
çalışılmaktadır. Türkiye’yi stratejik bir yalnızlık politikasına terk eden
batılı müttefikler, Doğu Akdeniz’de oluşturdukları enerji birliğine Türkiye’yi
almamaları ve kurdukları birlik ile Türkiye karşıtı oluşumlara yönelmeleriyle,
çok ciddi bir anlamda Türkiye’nin sahip olduğu hakları görmezden gelmektedirler.
Bu doğrultuda ısrarlı bir biçimde gittikleri çizgide yakın zamanda Türkiye ile sıcak
çatışmalara sürüklenmeleri de muhtemel görülmektedir. Bölgesel paylaşım kavgası
küresel anlamda enerji piyasasını doğrudan etkileyeceği için kaçınılmaz anlamda
ortaya çıkabilecek savaş durumlarına karşı, Türkiye’de KKTC ile birlikte geleceğe
dönük önlemler almak ve daha sıkı bir işbirliğine girerek savaş tehditlerine
karşı KKTC bölgesinde hem uçak hem de deniz üssü kurmak zorundadır. KKTC’de
bulunan garantör devlet askeri gücünün artırılması ve askeri yenilikler
doğrultusunda yeniden daha güçlü bir biçimde yapılandırılması gerekmektedir. Amerikan
hükümeti Avrupalı ülkeler ile birlikte Nato dayanışması doğrultusunda bölgeye
her geçen gün daha çok silah ve asker yığarken, Türkiye’nin arada kalan konumu
Türk ulusu açısından büyük tehditler oluşmasına yol açmaktadır. ABD ve İsrail
ikilisinin Türkiye ve KKTC’yi doğu Akdeniz enerji kaynaklarının paylaşımı sürecinden
uzaklaştırmak istemesi ve tıpkı Osmanlı devletinin yıkılış döneminde olduğu
gibi bütün enerji yataklarına toptan el
koymak istemeleri bugünün koşullarında
gerçekçi bir tutum olarak görülmemekte, Türkiye ve KKTC ikilisinin diğer dünya
devletlerinin bu emperyal baskılara karşı
çıkan desteklerini kazanacakları gibi bir yeni durum ortaya çıkmaktadır.
Kıbrıs’ın çevresinde dolaşan Doğu Akdeniz kavgasında Türk tarafı askeri birlik
ve üslerini güçlendirdikten sonra, şimdiye kadar kapalı tutulan Maraş kentini de Türklerin yerleşimine
açarak bir yeni karşı denge oluşumuna
yönelmek zorundadır. Avrupa Birliği ülkelerinin de ABD ve İsrail ikilisinin bu
haksız girişimlerinin yanında yer alması da, Türkiye ve KKTC ikilisinin bütün
Asya ve Afrika devletlerinin desteğine sahip olabileceğini bir karşı denge
arayışı olarak gündeme getirmektedir. Türkiye’ye yönelik çifte standartlı
politikalar devam ederken, diplomatik ve ekonomik alanlarda giderek artırılacak
baskı ve sıkıştırma politikaları ile sonuç almaya çalışacaklarını
göstermektedir. Batının şımarık çocuğu olarak Yunanistan bu doğrultuda ortalığı
şimdiden karıştırmaya başlamıştır.
Türkiye
şimdiye kadar deniz ağırlıklı politikaları Yunanistan gibi uygulamadığından
Akdeniz bölgesi ile de yakından ve gerektiği gibi ilgilenememiştir. Çevresinde
beş deniz olmasına rağmen Türkiye bir kara devleti gibi hareket ederek denizci
politikalara uzak durmuştur. Türkleri geldikleri orta Asya steplerine geri
göndermek isteyen batılı emperyalistler, Anadolu sahillerini eski Yunan
kolonileri gibi ele geçirerek, Akdeniz ile Anadolu yarımadası arasında bulunan
uygarlık köprüsünü ortadan kaldırmanın yollarını aramışlardır. Ege adalarının
büyük çoğunluğunun Yunanistan’a bırakılması da Anadolu yarımadası üzerindeki
Türklerin Akdeniz’e açılmasını önleyen bir girişim olarak görüldüğü için
Türkiye’ye bu kadar deniz sahili olmasına rağmen kara ülkesi muamelesi yapılmış,
Yunanistan ise bir adalar ülkesi olarak denizci devlet olarak görülmüştür. Doğu
Akdeniz enerji kaynaklarının gündeme geldiği yeni aşamada, Türkiye’de artık bir
deniz devleti olarak hareket ederek kendi karasularından kaynaklanan bütün
haklarına sahip çıkacaktır. Bölgede en uzun Akdeniz sahiline sahip olan ülke
olarak Türkiye’nin aslında doğu Akdeniz enerji paylaşımı mücadelesinden birincilikle
çıkması doğal bir sonuç olarak görülecektir Türk devleti doğu Akdeniz’in en
büyük ve en uzun kıyılı ülkesi olarak,
bu bölgedeki enerji kaynaklarının belirlenmesi ile birlikte
bunların dışa dönük
yapılandırılmalarında da gene en ağırlıklı rolü dünya dengeleri açısından
oynamak durumundadır. Orta Doğu petrollerinin paylaşımı sırasında çıkartılan
bir dünya savaşının, üçüncü kez Akdeniz’in doğusunda gündeme getirilmesi
insanlığın ve dünyanın geleceği açısından son derece olumsuz sonuçlara yol
açacaktır. Türkiye şimdiye kadar sürdürmüş olduğu dikkatli tutumu ve yeraltı
kaynaklarının adil paylaşımı ile birlikte üçüncü dünya savaşını başlatacak bir
yanlış çizginin gündeme gelmesini de önlemek durumundadır.
Beş deniz
ortasında bir ülke olarak Türkiye yeni dönemde Doğu Akdeniz bölgesinde yeni bir Münhasır Ekonomik Bölge oluşturmak
zorundadır. Trilyonlarca metreküp petrol ve doğal gaz rezervlerinin bulunduğu Doğu
Akdeniz bölgesinde, Türkiye durumun tespitinde
gerçekçi davranmak hem de bölge ülkeleri arasında kaynakların adil bir
biçimde paylaşımını sağlayarak emperyalistlerin ya da Siyonistlerin
savaş senaryolarının bölgede
uygulamaya geçirilmesini acilen önlemek durumundadır. Türkiye’nin bölgenin
yeniden düzenlenmesi aşamasında öncelikle oluşturacağı Münhasır Ekonomik Bölge
aracılığı ile enerji kaynaklarının paylaşımında daha fazla söz sahibi olarak
belirleyici olacaktır. MEB ilanı ile bölgedeki kazanılmış hakların korunması sağlanacak
ayrıca hak çatışmalarının sıcak savaşlara dönüşmesi de önlenebilecektir. Deniz altı kaynakların
düzenlenmesiyle birlikte deniz ürünlerinin pazarlanması da gene ekonomik bölge
içindeki uygulamalar aracılığı düzenlenebilecektir. Deniz bölgesi ile ilgili
bilimsel araştırmaların daha düzenli yapılması bölgedeki adalar ile kıyıdaş
ülkelerin Akdeniz ile ilgili bağlantıları, gene Münhasır Ekonomik Bölge
uygulaması çerçevesinde yerine getirilebilecektir. Emperyalist devletlerin
fiili durumlar yaratarak bölge ülkelerine zarar vermesi gene bu doğrultuda
önleneceği gibi, Türkiye’yi Antalya körfezine hapseden kısıtlayıcı uygulamalara
da gene ekonomik bölge ilanı çerçevesinde yeni bir düzen getirilebilecektir. Türkiye
Cumhuriyetinin sahip olduğu kıta sahanlığı ve karasuları doğrultusunda Akdeniz
kıyıları ele alındığı zaman Türkiye’nin deniz ülkesinin Anadolu yarımadasından
daha geniş bir alana yayıldığı görülmektedir. Türkiye’nin sahilleri boyunca
giden çizginin yanı sıra, Kıbrıs-Girit
ve Malta hattı boyunca gelişen üçgen yapılanma orta Akdeniz’de en geniş ekonomik
alana Türkiye’nin sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Batılı ülkelerin en çok
korktukları ve gizlemeye çalıştıkları konunun böylesine bir yapılanma olduğu
anlaşılmaktadır. Güney Kıbrıs Rum yönetiminin İsrail ve Yunanistan ile bir
araya gelerek doğu Akdeniz’de bir gayrimüslim ortaklığa yönelmeleri, Türkiye ve
KKTC’nin haklarının korunması açısından ciddi tehlike ve tehditler
yaratmaktadır.
Türkiye
Akdeniz’e çıkarken ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda yeni bir plan ortaya
koyarken konuyu yeni bir tasnif içinde
ele almak durumundadır. KKTC ile Türkiye’nin çıkarlarının çatışmaması ,
Kıbrıs’daki Türklerin durumlarının eskisine oranla daha güçlü ve güvenli bir
konuma getirilmeleri gerekmektedir. Anavatan, mavi vatan ve yavru vatan
birlikteliği sağlanarak Türkiye’nin bölgeye yeni açılımı gerçekleştirilmelidir.
Kıbrıs’ta artık federasyon arayışı dönemi bitmekte ve KKTC ile Türkiye’nin ortaklığı dönemine
geçilmektedir. Güney Kıbrıs’ın İsrail ve Yunanistan ile çalışması, Türkiye’ye
böylesine bir hakkı adalet açısından doğal olarak vermektedir. Türkiye Akdeniz’e yeniden açılırken, diğer
denizlerdeki konumunu da düşünerek hareket ederken, bütün bölgeleri dikkate alarak yeni bir
yapılanmaya gitmek durumundadır. Türkiye Akdeniz ile birlikte Ege denizine de
daha çok dikkat ederek bu denizdeki kendisine karşı geliştirilen yeni
yapılanmaların yaratabileceği tehditlerin önlemesi için öncelikle bazı
kararların alınarak yürürlüğe konulması gerekmektedir. NATO ve ABD askeri
birliklerinin Ege’deki Yunan adalarında yeni askeri üsler kurarak ve askeri
hareketlilik yaratarak muhtemel bir Anadolu işgali planlarının yapıldığına dair
çeşitli söylentilerin batı basınında giderek artan bir biçimde yazılmaya
başlandığı bir aşamada, Ege Denizindeki askeri hareketlilik ve yeni üs
oluşumlarının yeniden ele alınarak değerlendirilmeleri söz konusudur. Kardak
benzeri kayalık adaların Yunanlılar tarafından işgal edilmesine yeni dönemde izin
verilmemeli ve Lozan barışı ile çözüm getirilen meselelerin yeniden Türkiye’ye
karşı canlandırılmasına kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Türkiye Doğu Akdeniz’de
İsrail’in faaliyetlerini daha yakından izleyerek kendi güvenliğini temin etmeye
çalışırken, Kardak kayalıkları benzeri olayların yeniden Ege bölgesinde kendisine
karşı yaratılmasını da önlemelidir. Özellikle son zamanlarda İsrail’in Kıbrıs
üzerinde geliştirdiği uygulamalar bu büyük adanın Türkiye ve Yunanistan’dan uzaklaşarak
doğu Akdeniz’de ikinci bir İsrail konumuna gelmesine yol açmaktadır. Ayrıca, Türkiye
KKTC ile birlikte Suriye, Lübnan ve Libya devletleri ile bir araya gelerek Doğu
Akdeniz Enerji Forumunu acilen batılıların girişimlerine karşı bir denge unsuru
olarak örgütlemelidir. Kıbrıs’ta hiçbir hakkı bulunmayan Fransa gibi emperyal
devletlerin batıdan gelerek Doğu Akdeniz’de etkinlik arayışlarına kalkışmasının
da önüne geçilmesi gerekmektedir.
ABD
Orta Doğu bölgesine sürekli olarak yığınak yapmaya devam etmesi, Akdeniz
bölgesinde potansiyel bir savaş çıkmasının ön koşullarını hazırlamaktadır. Aslında
Amerikan devletinin de bölge ülkesi olmadığı için Akdeniz’de yeniden
yapılandırma gibi bir hakkının bulunmadığını da
barışı korumak açısından bölge
devletlerinin dikkate almaları gerekmektedir. Batılı ülkelerin kendi çıkarları
doğrultusunda doğu Akdeniz’i oldu bittiye getirmelerine kesinlikle izin verilmemeli ve bu doğrultuda bölge ülkeleri arasında
dayanışmayı artırmaları gerekmektedir. Atatürk, Türkiye cumhuriyetinin kurulmasına
giden yolda ulusal kurtuluş savaşını kazanan ordularına ilk hedef olarak
Akdeniz’i gösterirken, batı emperyalizminin Akdeniz üzerinden Anadolu’daki Türk
devletine dönük çeşitli tehditler yaratabileceklerini görüyordu. Türk ulusunun
uygarlık dünyası ile arasındaki köprü olan Akdeniz bağlantısına, Atatürk her şeyden
daha çok önem vererek ordularına Akdeniz’i ana hedef olarak gösteriyordu. Doğu
Akdeniz’de gündeme gelen sıcak ortam ile çatışma ve kuşatmaların barış içinde
aşılabilmesi için, Türkiye’nin hem komşuları ile hem de Asya ve Afrika ülkeleri
ile yakınlaşarak doğal bir dayanışma ortamı yaratması gerekmektedir. Atatürk
Akdeniz’i barış ve uygarlık dünyasını bölgeye taşımak için ana hedef olarak
belirliyordu ama aslında kendisi geleceğe dönük bir biçimde barıştan yana
olurken, yurtta ve cihanda barışı da yeni devletin temel ilkesi olarak
benimsiyordu. Asya ortalarından gelerek dünyanın ortasında devlet kuran
Türklerin, yeniden Asya’ya geri gönderilmemeleri için, Akdeniz bağlantısının
öncelikli olarak korunması gerektiği için Türkiye’yi Akdeniz’den çıkartmak
isteyenlere karşı, Türkler yeniden Akdeniz’i ana hedef yapmak durumundadır.
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder