KAPİTOKRASİ VE PREKARYA
Beş yüz
yıllık bir tarihe sahip olan kapitalist sistemin son zamanlarda ortaya
çıkardığı iki temel kavram üzerine karşılaştırmalı bir değerlendirme yapıldığı
zaman, ortaya nasıl bir tablo çıkacağı genel olarak tartışma konusudur. Uluslararası
alanda batı emperyalizminin örgütlemiş olduğu kapitalist sistemin
uygulamalarından sonraki gelişmeler doğrultusunda, bu iki kavram dünya
sahnesine çıkmıştır. Birinci kavram tümüyle kapitalizmin uygulamaları
sonrasında gelmiş olduğu durumu yansıtmakta ve ekonomik sermaye düzeninden olumsuz
bir biçimde halksız siyasal düzene geçişi ifade etmektedir. Buna göre kapitalizmin
uzun yıllar birlikte yaşadığı demokrasi kavramı ile bir iç içe geçme ya da
bütünleşme olgusu içine girdiği aşamada, ortaya çıkan farklı durumun belirtilmesini
hedefleyen yeni bir kavramın ortaya çıkmasıyla birlikte siyasal literatür “kapitokrasi”
adıyla yepyeni bir kavram kazanmaktadır. Bu kavramın öne çıkmasıyla birlikte
gerçek anlamı halk yönetimi olan ve halkın egemenliğini temsil eden demokrasi
kavramı, geriye düşmekte ve onun yerini sermaye egemenliği başlığı altında
kapitokrasi kavramı almaktadır. Kapitalist sistemin temelini oluşturan sermaye
düzeninin son dönemlerde fazlasıyla değişmesi ve sermaye birikiminin aşırı düzeylerde gerçekleşmesi
sayesinde, kapitalizm bir ekonomik yaşam düzeni olmaktan çıkarak, kendi
çıkarları doğrultusunda siyasete müdahale eden ve daha da ileri giderek kendi
çıkarları doğrultusunda yeni yaşam düzenleri kuran alternatif yeni yapılanmalar
ile öne çıkmıştır. İşte bu aşamada siyaset ile ekonominin birbiriyle karışması sayesinde
şimdiye kadar siyasette kendi adamları ile söz sahibi olan patronlar artık
devlet yönetimin de sürekli kalıcı görevler almaya başlamıştır. Kendilerinin devlet idaresinde öne geçmesiyle ve
doğrudan bir sermaye yönetimini var olan devletlerin üst noktasına taşımasıyla,
demokrasi olarak belirtilen halk egemenliği düzeninin yerini patronların
egemenliği almıştır. Siyasal güç oluşumu bu aşamada halkın elinden çıkarak
patronların kontrolü altına girmiştir. Önemli bir toplumsal yapı değişikliğini
gösteren bu durumu, sermayenin kalemşorları görmezden gelerek ve gene eskisi
gibi demokrasi kavramını siyasal çıkarcı bir çizgide kullanarak, halk
kitlelerini aldatmaya çalışmışlar ama bu konuda ki yeni aldatma senaryolarına
karşı halk kitleleri tepki göstererek geçmişin birikiminin ortaya çıkardığı bilinçli
bir tavır ile, bu kavram sömürüsüne son vermişlerdir. Yaşanan gerçekler
doğrultusunda bugünün gerçek dünyasında artık demokrasinin yerini sermaye
egemenliği anlamında kapitokrasi rejimi almaktadır.
Bu
makalenin başlığında yer alan ikinci yeni kavram olarak, Prekarya kavramı da
kapitalist rejimin uygulamaları sonucunda ortaya çıkan, düzensiz ve dengesiz
durumu ve bu durumun yükünü taşımakta olan toplum kesimlerini ifade etmektedir.
Dünyanın egemen güçleri olan sermaye sınıflarının ortaya koydukları girişimler
sonucunda, kapitalizmin dayandığı iki toplum kesiminden burjuvazi kendi
ülkesinin dışına açılarak küresel bir yapılanma içine girmiştir. Dışa açılarak
yabancı sermaye ile bütünleşen burjuvazi ulusal olmaktan çıkarak, küresel bir
güç konumuna geldiğinde hem kendi çalışan kitleleri hem de dünya halklarına
karşı çok büyük bir egemen güç olarak örgütlenmeye başlamıştır. Dünya devleti
arayışları içinde kendine yeni bir yer arayan burjuva sınıfları artık ulusal
çizgiden uzaklaşarak, küresel hegemonya arayışlarının temsilcisi konumuna
gelmiştir. Dışa açılan burjuva sınıflarının böylesine bir olumsuz süreç içinde
emperyal güçlerle işbirlikçilik nedeniyle ulusal yapıları bozulmuştur.
Küreselleşme ile birlikte burjuvalar ulusal burjuvazi olmaktan çıkarken, kent
soylu sınıfların karşıtı olan toplum kesimleri de çalışan halk kitlelerinin
bütünleşen toplumsal gücü olarak oluşturdukları proletarya oluşumunu yitirmeye
başlamışlardır. Sermayenin çok büyümesi burjuvazi ile birlikte çalışan halk
kitleleri ve işçi sınıfını baskı altına alarak ve dağıtarak ortadan kalkmasına
neden olmuştur. Geleceğin sosyalist devletini kuracak olan proletarya sınıfı, Karl
Marks’ın dile getirdiği gibi uzun bir oluşum sürecini daha tam olarak tamamlayamamış ve siyasal gelişmeler sonucunda çökerek
ortadan kalkmıştır. Sanayileşmenin başlarında kurulan ilk
fabrikaların çevresine bakıldığında yüzlerce ya da binlerce işçi kulübeleri öne
çıkarken, aynı zamanda fabrikanın çevresindeki
tepelerde güvenlik düzeni içerisinde sermaye sahibi patronların yaşamaya
başladıkları görülmektedir. Binlerce işçiyi kurdukları fabrikalarda çalıştıran olarak
kapitalistler hem fabrikanın giderlerini hem de fabrikalardaki üretim
düzenlerinin masraflarını karşılamak amacıyla gereksinme duydukları sermaye
oluşumunu, yeni kurdukları fabrikaların gelirlerinden karşılamak
durumundaydılar. Sermaye sahibi patronlar giderek kapitalistleşirlerken, kurulan
yeni düzen uluslararası alanda bütün ekonomik yapılanmaları kendi içine almasıyla,
eskisinden çok daha farklı yeni bir sistemin oluşumu çizgisinde daha gelişmiş
kapitalizme giden profesyonel bir yol açılıyordu.
Küreselleşme oluşumu sürecinde ulusal
burjuvaziler tekelci şirketlerle bütünleşerek daha üst düzeyde bir ekonomik
zenginlik peşinde koşuyordu. Dışa açılmanın getirdiği ekonomik bütünleşme
yolunda burjuva sınıfları eski ulusal yapılarından uzaklaşıyorlardı. Burjuvazi yüz
yıllarca gelişen banka sistemine teslim olarak finans kapital oluşumuna
yönelirken, sanayileşme geride kalıyor ve paradan para kazanma döneminin öne
çıkmasıyla birlikte tüm sanayi yatırımları duruyordu. Endüstrinin
küçültülmesiyle birlikte işçi sınıfının küçülmesi de dolaylı olarak gerçekleşme
yoluna girince, Karl Marks’ın dile getirdiği muhteşem işçi sınıfının tarihteki yerini
alarak geçmişte kaldığı görülüyordu. Burjuvazinin milli devletten vazgeçmesiyle
başlayan küreselleşme olgusu içinde tekelci şirketler küresel güç haline
gelirken, burjuvazinin karşısında yer alan proletarya denen işçi sınıfı da ortadan
kalkma aşamasına geliyordu. Devletlerin kurumlaşması sayesinde kurulmuş olan
burjuvazi ve proleterya dengesi, son zamanlarda ortadan kalkıyor ve bunun
sonucunda da işçi sınıfı erimeye mahkum ediliyordu. Marksizmin ortaya koyduğu
gibi sermaye arttıkça gelirler yatırımlara gitmiyor, nüfus artmasına rağmen bu
doğrultuda ekonomik kalkınma gerçekleşmiyordu. İleri bankacılık sistemine
dayalı olarak oluşturulan finans kapital düzenlerinde, bankada yatan para faiz
gelirleriyle bir yüksek burjuvazi yaratıyor ve eskisi gibi yatırım yapan ya da
ulusal çıkarlar doğrultusunda ticaret yapan eski milli burjuvazi yerini çok
uluslu işbirlikçi zengin sınıflara bırakıyordu. İnsanlığın geleceğini bir
proletarya devrimine bağlayanların çok yanıldıkları böylece siyasal ve ekonomik
gelişmeler ile ortaya çıkıyordu. Onlara göre kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı
da güçlenecek ve bir büyük proleterya devrimi ile işbirlikçi ve sömürücü finans kapital düzeni bir düş olarak ortadan
kalkacaktı.
Yirminci
yüzyıla kadar dünyadaki gelişmeler normal yollardan sürüp giderken, Marks’ın
görüşleri fazlasıyla önem taşıyordu. Kapitalizmin aşırı sermayeci tutumu beraberinde
sömürüyü de getirdiği için ulusal burjuvaziler kendi devletleri aracılığı ile
kendi ülkelerini ve halklarını istismar ederek zenginleşme yoluna gidiyorlardı.
Ne var ki, yirmi birinci yüzyıla girerken gündeme gelen üst burjuvazinin dışa
açılarak bir küresel ekonomi arayışına girmeleri yüzünden, ulus devlet
dengelerinin bozulmaya başladığı görülmüştür. Marks’ın dediği gibi burjuvazinin
zenginleşmesi yatırımlar ile olmamış aksine banka sistemi üzerinden zenginleşme
devam edince, eski burjuvazi ve proleterya dengesi bozulmuştur. Aşırı
zenginlerin küresel ekonomi imparatorluğuna yöneldikleri aşamada burjuvazi ile
birlikte işçi sınıfı da tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almaya doğru yönlendirilmiştir.
Bir anlamda Karl Marks’ın ortaya koyduğu doktrin doğrultusunda öne çıkacağı
ifade edilen, proleterya oluşumu yeni dönemde zayıflamaya başlamıştır.
Küçülerek fazlasıyla zayıflayan işçi sınıfında devrim yapacak güç kalmayınca, beklenen
proleterya devrimi bir türlü gerçekleşememiştir.
İşçi
sınıfı yeni bir dünya düzeni getirmek isteyen egemen güçlerin karşısına bir
toplumsal güç olarak çıkamayınca, şirketler üzerinden kurulmaya çalışılan yeni
dünya düzeni giderek elektronik yapılanmayı esas almaya başlamıştır. Matbaa
devrimi denilen gazete ve dergi yayınları ile insanlığın Ortaçağdan çıkışı
gerçekleştirilmeye çalışılmış ve daha sonra da bugünkü modern dünyanın oluşumu
gündeme gelmiştir. Aradan beş yüz yıllık bir dönem geçtikten sonra, elektronik
alanda devrim yapılması sonrasında basımevlerinin önemi kalmamış, gazete, dergi,
kitap ve diğer yayınlar basımevlerinden alınarak masaüstü elektronik aletlerin
üretimi öne geçmiştir. Bütün fabrika ve iş yerlerinde elektronik devrimi
kurallarına göre yeniden yapılanmalar tamamlanınca, bin kişilik fabrikalar da
on kişi çalışmaya başlamış, işyeri ya da fabrika çevrelerinde eskisi gibi işçi
lojmanlarına dayanan yeni yerleşim alanları kurulamamıştır. Elektronik devrim
sayesinde bin kişilik fabrikalarda işçi sınıfı çalışırken, on kişilik işyerlerinde
ise daha çok uzman ve tekniker insanlar istihdam edilmeye başlanmıştır. Toplumsal
ve ekonomik değişimler yüzünden küçülmeye başlayan işçi sınıfı, elektronik
devriminin gelmesiyle birlikte, iyice ortadan kalkma aşamasına gelmiştir. Ekonomik
düzenin değiştirilmesiyle birlikte öne çıkan işçi sınıfı erimesine son noktayı
elektronik devrim koyarak , küresel dönemin insan toplumu proleteryanın yerini alarak öne geçmiştir . Dünyada
nüfus hızla artarken, çalışanların da sayısı zaman içinde artma eğilimleri
göstermiştir. Ne var ki, toplumların büyüyerek genişlemesine tamamen ters düşen
bir gelişme olarak, çalışanların kitlesel oluşumlardan uzaklaştırılarak bir
işçi sınıfı örgütlenmesinin önü kesilmek istenmiştir. Soğuk savaş sonrasında
içine girilen küreselleşme aşamasında proletaryanın bir toplumsal sınıf ya da güç
kaynağı olarak devrim yapma şansını elde edememesi yüzünden, tarihin dönüm
noktasında çalışan halk kitleleri için gerçek bir emekçi devrimi yapılamamıştır.
İşçi
sınıfının tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte bir proletarya devrimi umudu
kalmamıştır. İnsanlığı kurtaracak bir proleterya devrimi sonrasında bütün
dünyada eşitlik ve adalet sağlayacak bir proleterya diktatörlüğü, devrim
yapılamadığı için gerçekleştirilememiştir. İşçi sınıfı köklü bir devrim
yapabilse, bunun sonucunda oluşturulacak proletarya diktatörlüğü sayesinde her
türlü eşitsizliğe son verilecek ve devletin getirmiş olduğu yeniliklerin dağıtımında,
işçiler ile birlikte toplumun diğer kesimlerinden gelecek olan katılımcılar da adil
bir bölüşüm çizgisinde haklarına düşen paylarını alabileceklerdi. Orta çağ
sonrasında başlayan toplumsal dönüşüm süreci içinde gündeme gelmiş olan
haksızlıklar ve eşitsizliklerin öne çıkardığı sınıf farklılıklarının ve
sınıflar arası kavga ve çekişmelerin sona erdirileceği bir toplumsal barış
düzeni hedeflenirken, geçmişin
eşitsizliklerinin yarattığı bir proletarya sınıfının geleceğinden
bahsedebilmek zor olmaktadır. Çalışan halk kitleleri için devrimci demokrasi isteyenler,
aynı zamanda tüm iktidarın Sovyet adı verilen küçük toplumsal örgütlere
devredilmesin de hassas davranıyorlardı. Siyasal devrimde görev alacak
proletaryanın üstlendiği misyonuna uygun bir duruma getirilmesi, ana mesele
olan sınıf savaşı doğrultusunda emekçi güçlerin örgütlenmesi sayesinde olabilecekti.
Kapitalizmden komünizme geçiş için düşünülen büyük proletarya devriminin
gerçekleşebilmesi için kapitalist devleti bile ortadan kaldıracak devrimci bir
potansiyelin işçi sınıfı içinde yerleştirilmesi düşünülüyordu. Tüm insanlığın komünal
bir toplum düzeni çatısı altında eşit bireyler olarak bir araya getirilmesi, büyük
proletarya devrimi sayesinde gerçekleşecek bir yapılanma ile mümkün olacaktı. Ne
var ki, sosyal koşulların zaman içinde değişikliğe uğraması noktasında ortaya
çıkan dönekler, devrimci yollarından dönerlerken gerçek anlamda bir proletarya
devriminin önünü keserek, emekçi kesimlerin sınıf mücadelesi doğrultusunda
örgütlenmeye gitmesine engel oldular. Burjuva demokrasisinden proleterya diktatörlüğüne
geçiş için gerekli olan devrimci adımların atılması proleterya denen işçi
sınıfının ortaya çıkarak örgütlenmesine bağlı bulunuyordu. Her ülkede örgütlü
bir konuma gelecek olan proleterya güçleri, uluslararası alanda da bir
dayanışma içerisinde olabilmek üzere , komünist enternasyonel yapılanmasına da yönelmek zorunda kalıyorlardı .
Yirminci
yüzyılın başlarında gerçekleştirilen Sovyet devrimi aracılığı ile
kutsallaştırılan proleterya kavramı, sosyalist sistemin üç çeyrek yüzyıl içinde
çöküşe geçişi ile birlikte sahip olduğu büyüyü kaybetmiştir. Bütün dünya
ülkelerinde sosyalist devrimler gerçekleştirmeye dönük proletarya oluşumları da
sistemin çöküşü sonrasında çözülme noktasına gelmişlerdir. Güçlü bir devletin
çatısı altında gerçekleştirilecek proletarya devrimi ile, bu devlet çalışan
halk kitlelerinin egemenliği altına girecek ve bu yoldan gerçekleştirilecek
proletarya diktatörlüğü tarih sahnesine çıkarak, geleceğin komünist dünyasını
kuracak bir biçimde etkinliğini artıracaktı. Bir yüz yıla yakın bir süre devam
eden sosyalist toplum yapılanması geleceğe dönük umutları artırırken, birden
devreye giren ileri kapitalist siyasal sistemin araya girmesi üzerine sosyalist
devlet geride kalırken, bu yapının beslemiş olduğu proleterya diktatörlüğüne
geçiş hedefinin de bir düş olmaktan ileri gidemediği anlaşılmıştır. Emekçi
insiyatifine dayanan sosyalist devlet yapılanması geride kalırken, bu arayışın
toplumsal kaynağı olarak proleterya gerçekliğin ötesine düşerek bir özlemin
yansıması olarak yeni bir konuma sürükleniyordu. Proleteryanın bir güç ve potansiyel olma şansını yitirmesine
rağmen benzeri toplumsal yapılardan gelen yoksul, işsiz ve okumamış toplum
kesimleri gene varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu tür insanların bir araya
gelmesi ile ortaya çıkan yeni tehlikeli sınıfa, eski proleterya benzeri ve bu
kavramın kökünden kaynaklanan yeni bir kavram olarak Prekarya adı verilmiştir.
Yirminci yüzyılın proleteryası geride kalarak tarihe mal olurken, bunun devamı
olarak yirmi birinci yüzyılın Prekaryası devreye giriyordu. İşsiz güçsüz gezen
ve hiçbir işe yaramayan toplum kesimlerine eskiden isim olarak verilen, işsiz
güçsüz boşta gezenler anlamında lümpen proleterya kavramı yerine, günümüzün
dağınık gerçekliğini tanımlama doğrultusunda Prekarya kavramı devreye giriyordu.
Özellikle eski Marksist kesimlerin bir türlü kabul edemedikleri sosyalist
sistemin çöküşü sonrasında ortaya çıkan sosyal tabloda işsiz, güçsüz ve sorunlu
yeni perişan toplum kesimleri yeni dönemde Prekarya adı altında kavramlaştırılmaya
çalışılıyordu. Bu kesimlere ek olarak yarı zamanlı çalışanlar, hiçbir güvencesi
olmadan iş yapanlar, proje bazlı sözleşmeler ile geçici olarak çalıştırılanlar,
ülkenin alt kesimlerinde var olabilmek ya da bir şeyler yapabilmek uğruna çaba
gösterenler de problemli kimlikleri ile gene Prekarya kavramının çatısı altında
dikkate alınabiliyorlardı. Kapitalist sistemin devam ettiği sürece altta
kalarak ezilenler ya da toplumun içinden dışlanarak yer altı dünyasının içinde
karanlıklarla boğuşanlar da gene aynı kavramın içinde tanımlanabiliyorlardı.
Toplumun problemli kesimlerinden gelen herkesin içinde yer alabileceği çizgide
oluşan Prekarya, bir anlamda sınıflaşamayan dağınık sosyal kesimleri de içinde
barındıracak bir çizgide gelişimini sürdürüyordu. Ucuz işlerde düzensiz olarak
çalışan, belirsiz koşullarda görev yaparak güvencesiz bir yaşamın içinde mücadele
edenler de Prekarya oluşumunun en önde gelen temsilcileri olarak bu kavramın
içeriğinin daha açık biçimde öne çıkmasını sağlıyorlardı. Öfkeli işsizler ya da
sosyal güvencesiz halk yığınları,problemli toplumların başlıca olumsuz
göstergeleri olarak öne çıkıyorlardı.
Yeni
dönemde küresel bir imparatorluk olarak yoluna devam etme durumunda olan yeni
kapitalizmin belirsiz bir geleceğe sahip olması ve hiç kimseye güvence vermeyen
bir tartışmalı konumda bocalaması yüzünden, insanların çoğunluğu eskisinden
daha ağır koşullarda bir yaşam kavgası vermek zorunda kalıyorlardı. Kendisi
için sınıf olamayanlar diğer toplumsal sınıfların kıyısında ve kenarında
dolaşıyorlar ama onların içine giremedikleri için sürekli olarak bir dışlanma senaryosu
ile karşı karşıya kalıyorlardı. Emeğini ve işgücünü beş paraya satan
güvencesizler ile kendi çıkarını tam olarak bilemediği için ezilenler ve zor
durumda kalanların da içinde yer aldığı yeni bir yapılanma dönemi gene Prekarya
kavramının ortaya serdiği gerçeklikler olarak görülüyordu. Toplum içindeki çeşitli
bunalımların ve istikrarsızlıkların altında kalan bu güçsüzler topluluğunun,
her yönü ile problemli olan yapılarından kaynaklanan sorunların çözüme
kavuşturulması her geçen gün sosyal devletlerin işleri olarak insanların önüne çıkmaktadır. Odaksız ve toplum içi tepkilerin yönlendirdiği
bozuk kesimlerin çıkarlarının savunulması ve onların daha iyi durumlara doğru
kalkınabilmeleri için yeni ekonomi ve sosyal programlarının uygulanması gibi
konular, yaklaşık bir asırlık sorun olarak bütün dünya toplumlarının önüne
çıkmıştır. İstihdam sorununun çözümü ve geliştirilmiş sosyal kalkınma plan ve
programları ile çalışan emekçi kesimlerinin gereksinmelerinin karşılanabilmesi
için batı dünyasında sosyal devlet uygulamalarına geçiliyordu. Sosyalist
sistemin proleteryayı kurtaramadığı bir tarihsel dönüm noktasında, sosyal
devletler bütün dışlanmışları kendi çatısı altında toplayarak gerçekçi sosyo-ekonomik
kalkınma programlarına yöneliyorlardı.
Küresel
ekonomik çöküşün ortaya çıkardığı bütün sorunlar alt tabakaları büyük bir
geleceksizlikle tehdit ettiği noktada, ilgili toplumların kendini koruma ve de
savunma reflekslerinin devreye girerek bozulmuş olan sosyal dengelerin yeniden
kurulmaya çalışıldığı da göze çarpmaktadır. Her gün yeni üniversiteler ve
yüksek okullar açılırken, diplomalı işsiz sayısı artmakta, okumuş yazmış ve bir
meslek sahibi olmuş insanların iş bulamadığı bir ortam da aydın işçilerin
sayıları artmakta ama bunların herhangi bir biçimde istihdam edilmeleri gibi
bir sorun henüz çözümsüzlük noktasında durmaktadır. Okuyan kesimlerin sahip
oldukları ilerici düşünceler ya da somut çözüm önerileri çare olmakta yetersiz
kalıyor, yalnızlığa mahkum olanlar beklenen aktiviteleri gösteremeyince bu
sefer toplum sorunlarının giderek çözümsüzlük çizgisinde umutsuz ortamlara
doğru kaydığı görülmektedir. Alt kimlikçi politikaların insanların kimliğini
birbirinden ayırdığı aşamalarda, her türlü dayanışma ya da ortak girişimlerin zamanla
devre dışı kaldıkları anlaşılmaktadır. İnsanlarda var olan endişelerin zaman
içerisinde öfke ve tepki göstermelere doğru insanları sürüklemesi, sık sık
görülen bir olumsuz durum olarak ortaya çıktığı göze çarpmaktadır. Giderek
artan nüfus yapılarının gereksinmesi olan kamu hizmetlerinin karşılanması
çizgisinde, fazlasıyla yetersiz kalan durumların ortaya çıkmasının
önlenebilmesi için gösterilen çabaların bile yeterli olamaması yüzünden, birçok
yeni sorun birbiri ardı sıra kontrolsüz bir biçimde devreye girmeye başlamıştır.
Elektronik
uygarlığının yalnızlığa sürüklediği bugünün insanı, insani gereksinmelerini
karşılayabilme doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmaktadır. Bugünün
elektronik uygarlığının içinde her gün bocalayan ve kaybolmamak için mücadele
edenler de Prekarya gruplarının diğer kesimlerinde yer almaktadırlar. Eğitimli
işsizlik toplulukları birçok yeni açılan üniversite ya da yüksek okullarda
görülebilmektedir. İklim sorunları ve açlık ya da işsizlik gibi olumsuz
durumların ortaya çıkmaları insanları yaşadıkları ülkelerde zor durumlara
sürüklediği için, bugünün önde gelen sorunları arasında ülkeler arası göç
olgusu büyük bir yer kaplamaktadır. Zorlamaların ortaya çıkardığı göçler
yüzünden devletler ve toplum düzenleri zor durumlarda kalmaktadır. Prekarya
kavramından yeni bir proleterya yaratma doğrultusunda bazı farklı girişimler de
gündeme gelmekte ve insanlık da bu yoldan bir şeyler yapmaya çalışmaktadır. Elektronik
devrimin sanayi uygarlığını ortadan kaldırması yüzünden işsizliğe mahkum edilen
çağımızın insan toplulukları, böylesine bir çıkmazdan kurtulabilmenin yollarını
aramaktadır. Yüksek öğretimi sonuna kadar okuyarak kendini yetiştirenlerin
işsiz kaldığı bir dünyada hiç kimsenin çalışma hakkını kullanabilmesi mümkün
olamamaktadır. Göçmenlerin kalıcı olmaları devletleri zor durumda bırakırken, bu
gibi nüfus uzantıları kamu hizmeti
açısından yerleşik kamu düzenlerini ortadan kaldırmaktadır.
Prekarya
toplulukları sahip oldukları sorunlu durumları nedeniyle kamu hizmetlerinden
tam olarak yararlanamadıkları için, bu kesimden gelenlere bazı toplum bilimciler kısmi vatandaş diye isim
takmaktadırlar. Normal vatandaşlara oranla bazı eksikleri olan Prekarya
topluluklarının içinde yer alan ülke vatandaşları, bir anlamda yarı vatandaş
statüsüne benzer bir biçimde kısmi vatandaş olarak nitelendirilmektedirler. Geçici olarak çalışanlar, yarı zamanlı istihdam
edilenler, sınırlı bazı işleri yapanlar da aynı kategori içinde düşünüldükleri
için gene bu tür Prekarya oluşumları ile kamu yönetimleri uğraşmak zorunda kalmaktadırlar.
Belirli alanlarda okuyanlar ya da çalışanlar gelecekte istikrarlı bir iş düzenine
yönelmektedirler. Bunlar aynı zamanda stajyerlik çalışmalarını da aynı
doğrultuda görmektedirler. Esnek emek piyasalarında kamu güvencesi olmadığı
için her türlü istikrarsızlık durumunda, birçok sorun Prekarya topluluklarının
önüne çıkarak ciddi tehditler oluşturmaktadır. İyi bir toplumun bu tür sorunlu
kesimler ile diyalog kurabilen ve empati yaparak onları anlayabilen
yöneticilere her zaman için gereksinmesi vardır. Toplumsal hafıza içinde
Prekarya’ya yer verilmesi ile sorunların aşılması doğrultusunda olumlu ortamlar
yaratarak, kamu kurumlarının çözüm üretme konusunda harekete geçmeleri
sağlanmaktadır. Prekarya içinde yer alan sorunlu toplulukların arasında
sürtüşmeler çıkması var olan sorunları çözümsüzlüğe itebilmektedir. Bu nedenle
her türlü sorunların aşılabilmesi ve hızla çözüm üretilebilmesi doğrultusunda, devletler
ile Prekarya toplulukları arasında yakınlaşma ve birlikte çalışma ortamlarının
yaratılması gerekmektedir. Prekarya topluluklarının birbirleriyle çekişme ve
çatışma aşamasına geldiği noktalarda, bu gibi topluluklarının kendileri ile
savaşma gibi çok tehlikeli ortamlara sürüklendiklerini görerek, istenmeyen
durumların ortaya çıkmasını engelleme doğrultusunda kamu yönetimlerinin yeni önlemler alınması gerekmektedir.
Küreselleşme
olgusu yıkıcı , parçalayıcı ve çökertici etkilerini bütün dünya ülkelerine yaydığı bir çizgide , işçi sınıfı gibi kimlik
sahibi bütün toplumlar ile birlikte devletlerin halklarını ya da ulusal
yapılarını zamanla yok etmektedir. Bu nedenle demokrasiler dayandıkları halk
tabanını ellerinden kaçırmışlardır. Bir anlamda küresel emperyalizm ekonomi ve
elektronik üzerinden dünyaya egemen olurken var olan devletler ile birlikte
bunların dayandığı halk kitlelerini de ellerinden kaçırmışlardır. Bir anlamda
bütün dünya ülkelerinde yaşayan halk kitleleri, kendi çıkarları ve
kazanımlarını koruma çizgisinde yaşamlarını sürdürme şansını giderek ellerinden
kaçırmışlar ve bu yüzden dünya platformu kaybolan halklar müzesine
dönüştürülmüştür. Kendi ülkesi ve ulusu için bir şeyler yapmak çabası
içinde çırpınan bugünün vatanseverleri, namuslu aydınları ve geleceğin
hazırlığı içinde olan gençlerin arkasından kimse gitmemekte ve herkes olan
biteni seyrederek, kendisini tehlikeye atmadan bu dönemi geçirmeye kalkarken,
dünyayı günümüzdeki çıkmaz noktaya getirerek ciddi bir sorunlu durum yaratan
günümüzün küreselci egemen kesimleri, bildiği yollardan giderek başladıkları
işi tamamlamaya çalışmaktadırlar. İnsanlar özgürlük, eşitlik ve kardeşlik temellerine
dayanarak bugünün ulusal yapılanmalarına erişmişlerdir. Ekonomi ve elektronik
üzerinden bütün dünyayı altüst ederlerken tüm insanlığı, insan ırkını ve
kazanılmış bütün hakları yok edebilecek tehlikeli girişimlere kalkışmaktadırlar.
Paradan para kazanan süper emperyalistlerin sömürge düzeni devam ettiği aşamada
sadece proletarya görünümündeki işçi sınıfı yok olmamakta, aksine bütün toplum
ve devlet düzenlerinin geleceği ortadan kalkmaktadır. Günümüzde kapitokrasi
uygulamaları ile halk kitleleri
darmadağın edilirken, aynı zamanda devlet ve kamu düzenleri de ortadan
kaldırılmaktadır. Dünya haritasının bir köşesinde halk kitleleri olarak yaşama
şansını giderek kaybetmekte olan insanlar, yeniden halk olabilmek ve halklaşarak
sosyal ve siyasal güçlükleri aşabilmek için geçmişten gelen mücadelelerini bugün
de sürdürmek zorunda kalmaktadırlar. Her türlü ayırımın ötesinde her şeyi
ortaklaşa paylaşabilme doğrultusunda insan topluluklarının yeniden
halklaşmaları kaçınılmazdır.
Yüzyıllarca
her türlü yalanlar ve sahtekarlıklar kullanılarak aldatılan insanoğlunun
günümüzde yeniden silkelenerek kendisine dönebilmesinin zamanı çoktan gelmiş ve
geçmektedir. Önce toplumsal sınıfları daha sonrada ise bütün halkı hedef alan
bir doğrultuda toplumların çökertilmesi senaryolarına karşı çıkılması
gerekmektedir. Yaşam boyu daha güzel günler arayışı içinde olan halk kitleleri
ve insanlık, günümüzde toplumsal sınıfların tasfiyesi üzerinden yok olmaya
doğru sürüklenmektedir. Bu doğrultudaki gelişmeler sürekli olarak dışarıdan
dayatıldıkça hak ve özgürlüklerini koruma ve savunma durumundaki insan
kitleleri daha zor koşullarda bir var olma mücadelesini yeniden vermek zorunda
kalmaktadırlar. Halk kitlelerinin isteklerini ve gereksinmelerini karşılamaktan
giderek uzaklaşan kapitokrasi
yönetimleri, kendi sermaye düzeni çıkarlarına öncelik verdikleri için dünya
halklarının bir araya gelerek toparlanmasına fırsat bırakmayan bir biçimde her
türlü zorbalıklarına ve zorlamalarına devam etmektedirler. Halk kitlelerinin
hareketlerini ve taleplerini sürekli olarak popülizm kavramı altında suçlayarak,
milyonlarca insanın gereksinmelerinin karşılanmasına izin vermemektedirler. Ekonomi
ile zor durumda bırakılan ve elektronik ile toplumsal yaşamdan dışlanan halk
kitlelerinin kendi çıkarları doğrultusunda ağırlıklarını, siyasal gelişmelere
karşı ortaya koymalarına hiçbir zaman izin verilmeyerek, başlamış olan yıkım
operasyonunun tamamlanmasına öncelik verilmektedir. Halk kitlelerinin kendisini
yok edecek bir sürüklenmeye izin vermemesi ve bu gidişe bir dur demesinin
zamanı artık gelmiştir.
Dünyanın
bugün düşürüldüğü çıkmaz çukurun yaratıcısı olan egemen güçler, bu olumsuz
gidişlere karşı gelecekte hiçbir şey yapamayacak gibi bir görüntü vermektedirler.
Bu olumsuz durum zamanla daha da netleşmeye başlamıştır. Proleteryayı yok
edenler ile dünya halklarını parçalayarak ve çökerterek ortadan kaldırmaya
çalışanlara karşı, demokrasileri ortadan kaldıran kapitokrasilerin yapacak
hiçbir şeyleri yoktur. Finans- kapital düzeninin büyük patronlarına karşı
proleterya olma şansını elinden kaçırmış olan yeni Prekarya’cıların yapabilecekleri
hiçbir şey kalmamıştır. Şimdi yeniden tarihin
itici gücü olan halk kitlelerini yeniden inşa etmenin zamanı gelmiştir. Günümüzün
çıkmazından kurtulabilmek üzere halk kitlelerinin yeniden silkelenerek kendine
gelmesi ve bu doğrultuda bir dünya halkları kurultayı oluşturmasının zamanı
gelmiştir. Kapitokrasinin çözüm üretmediği, Prekarya’nın etkin bir biçimde
devreye giremediği bugünün koşullarında dünyanın kötü gidişini durduracak bir
çizgide dünya halkları organizasyonu gibi büyük bir kitlesel uyanışa her geçen
gün daha fazla gereksinme duyulmaktadır. Uyanacak halk kitlelerinin kasıtlı
olarak sürdürülen aldatma senaryolarına karşı yeni bir dünya halkları
birliğinin örgütlenmesi gerekli görülmektedir. İnsan kitlelerini insanlıktan
çıkaracak biçimde robotlaşmayı gündeme getiren, insan hakları diye diye
insanlığı robotlaştıran bir elektronik imparatorluğa herhangi biçimde dünya
halklarının teslim olması kabul edilemeyecek bir olumsuz senaryodur. Dünyaya
gelmiş olan bütün insanların eşit koşullarda var olacağı ve daha iyi bir dünya
için dayanışma içinde eşitlikçi bir yaklaşım doğrultusunda hareket edeceği bir
yeni küresel alternatifi, dünya halkları birliğinin gündeme getirmesi
gerekmektedir. Dünyanın önüne konacak yeni bir alternatif sayesinde
kapitokrasinin önü kesilecek, Prekarya’nın zayıflığı giderilerek örgütlü bir
halklar dayanışması hareketine dönüştürülerek, emperyalist çizgideki küresel
yönlendirmelerin önü kesilerek, daha insancıl bir dünya için özgürlükçü ve
eşitlikçi bir alternatifin ortaya konmasıyla birlikte, bütün dünya halklarının
kardeşçe bir araya gelerek her türlü emperyalist saldırı ve baskıya karşı
insanlığın kazanımlarının savunulması sağlanabilecektir. Demokrasilerin ilk
dönemlerinde olduğu gibi dünyanın yeniden halk kitlelerinin yönetimine girmesi
ile birlikte, Proleterya ya da Prekarya konuları geride kalacak ve bunların
yapamadığı toplumsal çıkış ve muhalefeti dünya halkları birliği üstlenerek
yerine getirmeye çalışacaktır. Birleşmiş Milletlerin yetersiz kaldığı bu
aşamada Dünya Halkları Birliği gerekli olan merkez konumunu insanlık adına
kullanacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder