TÜRKİYE CUMHURİYETİ
2023’ü GÖREBİLİR Mİ?
Yirminci
yüzyılın önde gelen ulus devletlerinden birisi olan Türkiye Cumhuriyeti, hızla
yüz yıllık tarihine tamamlama süreci içinde yoluna devam etmekte ve üç yıl
sonrasında yüzüncü yılını onurla kutlayabilmenin çabası içinde geniş kapsamlı bir
yüzüncü yıl programını, bugünkü hükümetin girişimi ile hayata geçirmeye çalışmaktadır.
Türk devleti bir cumhuriyet rejimi olarak kurulduktan sonra gelişmesini
sürdürmüş ve batının ileri gelen devletleri ile yarışarak, çağdaş uygarlık
düzeninin önemli bir halkası olmak için, bugüne kadar elinden gelen her yolu
deneyerek başarı hedefine ulaşmaya çalışmıştır. Ulusal kurtuluş savaşı
sırasında Türkiye’nin silahlı kuvvetlerine ilk hedef olarak kurucu önder
tarafından Akdeniz gösterilmiş, bugün de ülkenin ekonomi, teknik, siyaset ve sosyal
alanda çalışan kadrolarına ilk hedef olarak dünyanın önde gelen ülkeleri
arasında ilk on kategorisine girmek, başlıca hedef olarak ilan edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olan Kuvayı Milliye ordularına verilmiş olan sinyalin,
bugün de devam ettiği ve kurtuluş savaşı sonrasında cumhuriyetin ilanı ile
yeniden kuruluş aşamasının gündeme alındığı bilinmektedir. Şimdi de üçüncü
aşama olarak, çağdaş uygarlık düzeni içinde Türklerin hak ettikleri yüksek
düzeyi elde edebilmeleri için kalkınma ve gelişme hedefine ulaşabilme amacının
bir temel ulusal ödev olarak, Türk ulusunun yeni cumhuriyet kuşaklarının önüne konulduğu
ilgili resmi makamlar tarafından dile getirilmektedir. Bu durumun açıkça
gösterdiği gibi, Kuvayı Milliye hareketi ile yola çıkan Türk ulusunun, en son
hedef olan Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yer
alabilmesi doğrultusunda bu ulusal mücadeleyi bugün de canla başla yürüterek, Atatürk’ün
kurucu önder olarak çizmiş olduğu yol haritasına uygun bir tarzda ülke
yönetimini geleceğe taşıdığı, artık yaşanan gelişmeler aracılığı ile giderek
kesinlik kazanmaktadır.
Türk
devletinin kuruluş aşamasında cumhuriyet rejiminin sonsuza kadar devam edeceği
ve bu doğrultuda planlı ve programlı bir gelişme çizgisi içinde devleti yönetenlerin
ülkeye hizmet edecekleri, yola çıkarken kurucu kadronun gelecek cumhuriyet
kuşakları için ortaya koyduğu bir ana misyondur. Türkiye yola çıkış aşamasında
çizilmiş olan bu doğrultuda kararlı bir biçimde yoluna devam ederken, ulusal kurtuluş
savaşı sırasında Türk devletinin kuruluşuna karşı çıkan emperyalist, Siyonist, düşman
ve rakip kesimler, geleceğin dünyası yeniden biçimlenirken gene eskisi gibi
Türkiye karşıtlığı siyasetlerini öne çıkararak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü
yılına ulaşmasını önlemeye çalışmaktadırlar. Nitekim bu doğrultuda Türkiye
Cumhuriyeti ile ilgili olarak yüz yıllık parantez değerlendirmesi başlığı ile
olumsuz bir yaklaşım geliştirilerek, cumhuriyetin yüzüncü yılını göremeyeceği
ifade edilmiştir. Doğu Anadolu’da bir başka ulus devletin kurulamayışını dikkate
alan gayrimüslim ve bölücü bir yazarın bu tür yazı ve konuşmaları, ulusal kamuoyunu
uzun yıllar karıştırarak Türk vatandaşlarının moralini bozmuştur. Türkiye’nin
çağdaş uygarlığa ulaşma hedefinde daha iyi bir geleceğe sahip olabilmek üzere
sürdürdüğü yoğun çalışmalarına bu gibi çamurlar atılmaya çalışılmıştır. Bugün
doğu Anadolu’da iki küçük Kafkas ülkesi arasında savaş ortamı devam ederken, yeniden
eski Türkiye karşıtı politikaların ısıtılarak öne çıkartılmaya çalışıldığı
açıkça göze çarpmaktadır. Çeşitli kitapları ile görüşlerini ortaya koyan bu
gayrimüslim yazar, birinci dünya savaşının özel koşulları nedeniyle kabul edilmiş
olan Türkiye haritasının gelecekte değişeceğini, yeni oluşacak olan dünya
dengelerine göre merkezi alanda yer alan ülkelerin sınırlarının yeniden
çizileceğini dile getirirken ,bu çağın
süper gücü olan ABD’nin zenci ve kadın
bir dış işleri bakanı Orta Doğu ve Asya bölgelerinde yirmi iki
devletin sınırlarının değiştirileceğini açıkça söyleyerek, bölgedeki Türk ve Müslüman
devletlerini resmen tehdit etmiştir. Doğu Anadolu’da başka bir
kimliği esas alarak farklı bir devlet kurmak isteyenlerin temsilcisi olan bu
gayrimüslim yazarın görüşleri, geçen asırda geliştirilen emperyalist politikaların
devamı olarak, Yeni Sevr dayatmalarının açık bir göstergesi olmuştur. Bölge
devletlerinin sınırlarının değişeceği söylemi, burada yer alan devletlerin
hepsinin geçici siyasal yapılanmalar olarak görüldüğünün ifadesi olmuştur. Osmanlı
sonrası için merkezi alanın yeniden yapılandırılması doğrultusunda geliştirilen
emperyalist yaklaşımların ve projelerin hemen hemen hepsi içlerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin de yer
aldığı bütün bölge devletlerinin geçici siyasal yapılanmalar olduklarını her
fırsatta ileri sürmüşlerdir.
Yeni
bir dünya düzeni kurma doğrultusunda farklı etnisite ve din anlayışına dayalı
yeni ulus devletler oluşturmak isteyen batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi ortaklığının
Türkiye’nin ulusal birliği ve bütünlüğünü tehdit eden saldırı ve baskıları
sürdürülürken, yeni dünya düzeni oluşturma gerekçesinin arkasına sığınan bölücü
ve sömürücü girişimlere batının önde gelen başkentlerinde devam edilmiştir. Batılı
emperyalist ve Siyonist merkezler bu doğrultuda
Türkiye Cumhuriyetini ikinci bir Kuvayı Milliye savaşına doğru
zorlarlarken, Türkiye’den yana tavır alan
ve bu doğrultuda Türk devleti ile milletinin ulusal çıkarlarını korumaya
çalışan Türk toplumunun önde gelen aydın temsilcileri zaman zaman
konuşarak yaptıkları çıkışlar aracılığı ile, Türk kamuoyunu
bilgilendirmeye çalışmış ve Türkiye’nin emin adımlarla yoluna devam ederken, ne
gibi çıkmaz ve sorunlar ile
karşılaşacağını iyiniyetli uyarılar olarak
yönetim mekanizmalarına yansıtmaya çaba göstermişlerdir. Bu konuda milliyetçi,
ulusalcı, Atatürkçü ve cumhuriyetçi toplum kesimlerinin önde gelen
temsilcilerinin sürekli olarak uyarılarda bulundukları bir gerçektir. Düşman kesimlerin olumsuz tavırlarına karşı Türkiye
için, dost ve müttefik kesimlerin iyi niyetli uyarıları da kamuoyu önünde
bozulmuş olan eski dengelerin yeniden kurulabilmesi yolunda yardımcı olmuştur.
Bu noktada dostça uyarıların en başlarında yer alan eski bir söyleşiyi esas
alarak, cumhuriyetin yeni bir yıl dönümünde ulusal bir muhasebe yapılmasına
yönelmek, Türkiye’nin ulusal çıkarlarının korunabilmesi açısından önemli bir
yarar sağlayacaktır. Türkiye düşmanları
her yerde konuşurken ve her türlü çamuru çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne atmaya
çalışırlarken, Kuvayı Milliye zaferinin sahibi olan Türk ulusunun önde gelen
temsilcileri de bu haksız saldırılara karşı gerçekleri dile getirerek ve
kazanılmış haklara sahip çıkarak, çağdaş dünyanın önde gelen bir cumhuriyet devleti
olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar var olabilmesinin yollarını
açmaktadırlar.
Bundan
12 yıl önce o zamanlar düzenli bir aylık
dergi olarak yayınını sürdüren “2023 “
isimli derginin yazarlarından birisi olarak
Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu aynı
dergide kendisi ile Türkiye’nin geleceği ile ilgili olarak yapılmış olan bir söyleşinin
başlığını “2023 SENESİNDE TÜRKİYE MEVCUT OLMAYABİLİR.” biçiminde bir cümle ile
ifade etmeye çalışmış ve bu söyleşisi üzerinden, cumhuriyetin gelecekteki genç
kuşaklarına Türk ulusu için çok önemli ve Türk devleti için de yaşamsal anlamda
önemli bir mesaj vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına
ulaşamayacağı ve bu süreç içinde parçalanarak bir yıkım senaryosu ile karşı
karşıya kalacağını, milliyetçi ve gelenekçi bir bilim adamı olarak söyleşisinde
vurgulayarak dile getirmiştir. Tarih ve diğer sosyal bilimleri çok iyi bilen
bir uzman bilim adamı kimliği ile konuşan bu uzman öğretim üyesinin vefatından on iki yıl sonra belirtilen
söyleşisi bugün ele alındığında, daha o
zamandan günümüzdeki siyasal
gelişmeleri açıkça gördüğünün uluslararası konjonktürün son dönemlerdeki
gelişmeler aracılığı ile aşama aşama
öne çıkmasıyla birlikte, Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu’nun ne derece haklı olduğu
bir Türk bilim adamı olarak ülkemizdeki sosyal ve siyasal bilimler
alanındaki ulusal birikimin gerçeklere dayanan önemli bir
temsilcisi olduğu görülmektedir.
2023
isimli bir siyasal bilim dergisinin, isminin kaynağı olan 2023 yılı hakkında, derginin
yazarlarından birisi ile söyleşi düzenlemesi sayesinde, Doç. Dr. Hocaoğlunun
bugünlere ve geleceğe dönük olarak Türkiye’nin durumu ile ilgili
değerlendirmesi, ulusal kamuoyunun bilgisi çerçevesinde gündeme gelmiştir.
Hocaoğlu açıkça 2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletin olmayacağını
ve bu doğrultuda Türk devletinin yüzüncü yaşına erişerek bir yüzyıllık ilk
dönemini tamamlayamayacağını dile getiren olumsuz yaklaşımlarla, Türk ulusunun
moralini bozabilecek ve geleceğe dönük ciddi bir hesaplaşma ile karşı karşıya
getirecek bilimsel bir tavrı kamuoyunun önüne getirmektedir. Her şeyin bittiği
bir aşamada ve en umutsuz noktada Düveli Muazzama denilen büyük batı
emperyalizmine karşı çıkarak, savaşarak ve direnerek geleceğini kurtaran bir
ulusun kurmuş olduğu ulus devletini bir yüz yıllık oluşum döneminden sonra ikinci
yüzyıla doğru bir yaklaşım ile umut verici bir çizgide değerlendirmesi
gerekirken, bunun tümüyle aksi bir olumsuz çizgide Türkiye Cumhuriyeti’nin
yüzüncü yılını göremeyeceğini ifade etmesini bugün için normal karşılamak pek
mümkün görünmemektedir. Söyleşi sahibi bilim adamının geçmişi ve bir ömür
boyunca ürettiklerine bakıldığında Türkçü ve milliyetçi çizgiden ayrılmadığı
göze çarpmakta ve bu nedenle de Türkiye’nin dostu ve savunucusu olarak
görülmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Yazar ömrünün son döneminde Sovyetler
Birliği gibi bir süper devletin dağılmasından çok etkilendiği ve iki kutuplu
dünyanın sona ermesi aşamasında, artık her şeyin olabileceği gibi bir düşünceye
sahip olduğu ve bu nedenle de koskoca Sovyetler Birliği’ni yıkan batı
emperyalizminin zamanı geldiğinde dünyada her devleti yıkabileceği gibi bir
karamsar duyguya kapılarak, bir ulus devlet olarak Türkiye’nin de batılı
emperyal güçler tarafından yıkılabileceğini anlatmaya çalışmaktadır. Sovyet
imparatorluğunu tek bir kurşun atmadan çökerterek dağıtanların, benzeri
senaryoları istemedikleri devletlere ya da karşılarına çıkan siyasal örgütlenmelere
karşı da yapabilecekleri tarihin ortaya koyduğu gerçeklerdir. Bu noktada akşamdan
sabaha çok şeyin değiştiği gibi gelecek hakkında kuşkulu bir yaklaşım, en
azından gerçekçi bir bakış açısı olarak bilimsel arayışlara yön verebilmektedir.
Uluslararası
alandaki gelişmelerin hepsinin belirsiz olması ve bu alandaki güç merkezleri
arasındaki rekabet ve çekişmelerin insanlığı önceden nerelere götüreceğinin belli
olmaması ve hiç akla gelmeyen durumların dünya gündemine ansızın girmesi ile
birlikte belirsizlikler süreci bütün dünyayı kaotik durumlara doğru
sürüklemektedir. Siyasal gelişmelerin tüm insanlığı bir kaosa sürükleyeceği
gibi bir durumu yansıtan Latince bir ata sözünün, bugünkü dünya parasının
üzerinde yer alması da gelecek açısından insanlığa önemli bir mesaj vermektedir.
Buna göre, dünya bugün olduğu gibi eğer yönetilemez bir kargaşa ortamına
sürüklenirse, o zaman tüm olayları büyük bir kaos yaratmaya yönelik olarak yönlendireceklerini ve böyle bir kaos ortamı sayesinde var olan bütün
düzenleri yıkacaklarını, böylesine büyük bir yıkımdan sonra yeni dünya
düzeninin kurulabileceğini söyleyenlerin
bu gibi girişimleri istedikleri zaman devreye soktukları artık iyice belli
olduğuna göre, önümüzdeki dönemde bir
gün Türk ulusu uyandığı zaman Atatürk
Cumhuriyeti diye bir devletin ortadan kalktığını görebilecektir . Milliyetçi ve
muhafazakâr bir bilim adamının böylesine bir durumu açıklığa kavuşturarak Türk
ulusunun dikkatini çekmeye çalışması, Atatürk çizgisinde bağımsızlık mücadelesi
yapan laik toplum kesimleri açısından, üzerinde düşünülmesi gereken yeni bir
durumu gözler önüne sermektedir. Demokrat görünümlü batıcı liberal çevreler ile
tutucu görünümlü muhafazakâr ümmetçi kesimlerden böylesine bir tam
bağımsızlıkçı yaklaşımın öne çıkarılamaması üzerinde, Türk ulusunun artık iyice
bir düşünmesi gerekmektedir. Doç. Dr. Durmuş
Hocaoğlu milliyetçi ve muhafazakâr çizgisi ile Türk ulusunu ve devletini
geleceğin belirsizliği doğrultusunda dostça uyararak böylesine olumsuz bir
durumu önleyebilmek için acilen önlem alınmasını istemektedir. Bu açıdan,
Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü yöneticilerini böylesine acil bir ulusal görev
beklemektedir.
Durmuş
Hocaoğlu, söyleşisi sırasında Türkiye’nin özel durumunu gündeme getirerek ve ülkede
o dönemde yaşanmış olan 28 Şubat olaylarının da etkisiyle de dinci kanadı ikiye
ayırarak milli görüş taraftarları ile, beynelmilel ümmetçileri birbirinden farklı
kategoriler çerçevesinde ele alarak değerlendirmelerini sürdürmüştür. Ona göre
milli devletin devamı için milli görüş taraftarlarının siyasal iktidar içinde
yer almaları gerekmektedir. Dinci akımların milliyetçi çizgilerden
uzaklaşmaları sürecinde var olan ulus devletlerin siyasal düzenlerinin
fazlasıyla tehlikeye girdiği ve bu nedenle de dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana
gelen siyasal istikrarsızlıkların yansıması olan sıcak çatışma olayları birbirini
izleyerek devam etmektedir. Liberal ve dinci akımların uluslararası çizgide olması ya da muhafazakâr ya da
gelenekçi kesimlerin beynelmilel bir yol izlemeleri gibi gelişmeler karşısında,
çağımızın bütün ulus devletleri gibi Türkiye’de önemli bir siyasal handikapın
içinde kendisini bulmuştur. Küreselcilik döneminde büyük tekelci şirketlerin
ortağı olarak hareket eden tarikatların yönetiminde, tek tanrılı dinlerin
tıpkı sermaye düzeni gibi küreselci bir yaklaşım içerisine girmeleri nedeniyle,
ulus devletler ile milletler zamanla önce gerilemeye başlamışlar ve daha sonra
da şirketler ile tarikatların ortaklığıyla ile devletler ile milletler yavaş
yavaş dünya siyaset sahnesinden silinmeye başlamışlardır. Bir toplum bilimci
olarak Durmuş Hocaoğlu böylesine bir gerçekliği yıllar öncesinden görerek hem
milletini hem de devletini bu açıdan uyarıyordu.
Küreselcilik
döneminde batının önde gelen merkezleri, sürekli olarak ulus devletlerin
tasfiye edilmesine yönelen politikaları destekleyerek, batılı okullarda okutup
yetiştirdiği batı blokunun çıkarlarına bağlı politik kadrolar aracılığı ile kendi
siyasal yaklaşımlarına uygun düşen programları uygulatarak, ulus devletlerin
tasfiyesi işlemlerini yeni dünya düzeni programlarına uygun olarak beş kıta
üzerinde tamamlatmaya çalışıyorlardı. Diğer ulus devletlerde olduğu gibi var
olan devlet düzenlerini tasfiye etmek amacıyla yeni yeni siyasal partiler
kurdurularak, dıştan destekli iktidarların işbaşına gelmeleri sağlanıyordu.
Emperyalizm ile iş birliği içinde çalışan siyasal kadrolar uluslararası
kapitalist sistemin çarklarını çevirmek doğrultusunda ellerinden gelen
girişimleri tamamladığı noktada, var olan devletleri tasfiye etme operasyonları
bütün dünya ülkelerinde hız kazanıyordu. İslam dünyasının yetiştirdiği İbni
Haldun gibi siyasal bilimcilerin Endülüs imparatorluğundan gelen birikimi modern
zamanlara taşımasını bile görmezden gelen emperyalistler, bir an önce geçmişin
uzantısı olan bugünkü dünya düzenini ortadan kaldırabilmek için her türlü
girişimi yerine getirmeye çaba gösteriyorlardı. Osmanlıcılık, İslamcılık ve
batıcılık gibi eski politikalarla imparatorluğun ayakta kalamayacağını görenler,
geçen yüzyılın son döneminde Osmanlı sonrası içinde hem ulus devleti hem de
cumhuriyet rejimini bir bütünsellik içerisinde Türk ulusunun önüne yeni bir
alternatif olarak koyuyorlardı. Ulus devletler çağı din devletleri dönemini
geride bırakırken, ulusal egemenlik ve halk iktidarları doğrultusunda
cumhuriyet rejimleri birbirini izleyerek dünya devletleri içinde
örgütleniyorlardı. Osmanlının son döneminde dine dayalı bir proje düzen
kurtarıcı olarak devreye sokulamadığı için, ulus devletler çağı çizgisinde bir
ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesine çıkartılıyordu. Ortaçağ
sonrasında gündeme gelen modernizm halk kitlelerini dini topluluklar olmaktan
çıkartarak, bilimin ışığında çağdaş uluslar olmaya doğru yönlendiriyordu. Böylece
Türkiye Cumhuriyeti eskisinden çok farklı bir yapılanma olarak farklı bir
siyasal dönemin sonucunda olarak dünya tarihinde ve coğrafyasında yerini
alıyordu.
İslam
devletlerinde bir İttihadı İslam yaklaşımı doğrultusunda Büyük bir İslam
imparatorluğu arayışı devam ederken, tüm Müslümanlara İslam dayanışması
öneriliyor ve bütün Müslümanlar tek bir millet olarak kabul ediliyordu. Böylece
etnik ve kültürel ayrılıklara dayalı ulusal yapılar ve bunların devletleri ortadan
kaldırılmaya çalışılırken, bütün Müslüman ülkeleri bir araya getirecek büyük
bir İslam imparatorluğu tıpkı orta çağ döneminde olduğu gibi öne çıkarılarak, eski
devlet yapılarının parçalanmasıyla oluşturulmuş olan ulusal devletlerin tasfiye
edilmesi gündeme getiriliyordu. Böylesine bir dönüşüm noktasına gelindiğinde
İbni Haldun’un siyasal toplum yapılanmasını açıklamak üzere ortaya koymuş olduğu
asabiye teorisinin kurallarına, geçen yüzyılda uyulmadığı için ulus devletlere
geçiş aşamasında önemli yanlışlar yapılıyordu. Emperyalizmin dinleri dünya
egemenliği için siyasallaştırarak kullanmak amacıyla öne çıkarması, İbni Haldun’un
asabiye teorisine ters düşüyordu. Geçmişin birikimini bugüne taşımış olan bu büyük
bilim adamı, eserlerinde milli asabiyenin dini asabiyeye oranla daha öncelikli ve
güçlü olduğunu vurguluyordu. İmparatorlukların çöktüğü bir aşamada insan toplumlarının
birlikte yaşayacağı yeni bir düzen olarak ulus devletler, milli asabiyenin dini
asabiyeye oranla öncelikli olduğunu kanıtlar bir biçimde kendiliğinden devreye
giriyordu. Bu sürecin sonunda parçalanmalar aracılığı ile iki yüz civarında
ulus devletin dünya haritası üzerinde ortaya çıkması sağlanıyordu. Batı
kapitalizmi dünya egemenliği doğrultusunda ortaçağ din devletlerinden
krallıklara ve imparatorluklara doğru bir kayma gösterirken, laiklik olgusu
gündeme gelerek devletlerin dinlerin ötesinde ulusal bir yapılanmaya doğru
dönüşümünün önünü açıyordu.
Durmuş
Hocaoğlu söyleşinin bir yerinde kozmopolitan Müslümanlık ile vatansız Müslüman kavramları
üzerinde önemle durarak, küresel değişim içinde dinin yerini belirlemeye
çalışmıştır. Ona göre İbni Haldun’un iyi anlaşılmasıyla dünyanın bugün içinden
geçtiği değişim süreci daha geniş bir biçimde değerlendirilebilecektir.
Küreselleşme aşamasına gelmiş olan uluslararası büyük sermaye, kendi kontrolü
altında büyük bir dünya imparatorluğunu, kozmopolitan bir din anlayışı içinde
oluşturmaya çalışmaktadır. Tekçi ulus devlete karşı çoklu bir kozmopolitan
toplum yapısını esas alan küresel imparatorlukçular farklı etnik toplulukları
bölgesel egemenlik düzeni içinde bir araya getirmeye çalışırken, kozmopolitan
Müslümanlığı bir anlamda beynelmilel dincilik olarak devreye sokmaya
çalışmışlardır. Kozmopolitan bir beynelmilelcilik öne çıktığı zaman,
Müslümanların tek bir ülke ya da vatana bağlı olmaları geride kalacak ve
küreselcilerin söylediği gibi vatansız bir dindarlık ya da İslamcılık veya Hrıstıyanlık
söz konusu olabilecektir. Kuruluş anayasasında devletin dini İslam olarak
belirtilirken, bir Müslüman çoğunluklu devlet olarak böylesine bir yapılanma
mümkün görülüyordu. Cumhuriyetin ilanı ile batı tipi cumhuriyet devleti modeli
öne çıkmış ve daha sonraki anayasa değişikliklerinde devletin temel
ilkelerinden birisi olarak laiklik bir yasal düzenleme olarak yeni anayasalarda
kalıcı yerini almıştır. Bir anlamda yeryüzü vatandaşlığı olarak da tanımlanan
kozmopolitizm, küreselciler tarafından ulus devletlere zorla kabul ettirilmeye
çalışılırken, dünya düzeni iki yüz ulus devletten, iki bin eyalet devletine
geçişinin tamamlanacağı yeni bir aşamaya doğru gitmektedir. Böylece devlet
merkezleri ortadan kaldırılırken, bütün devletler finans-kapital denilen merkezi
sermaye yönetiminin hegemonyası altına çekilmeye çalışılmaktadır. Küreselci
para babaları ulusalcı vatanseverliği ve vatandaşlığı özgürlükçü düzenler
açısından tehdit olarak gördükleri için, bu iki kavramı red ederek kozmopolit
bir siyasal düzeni açıktan savunmaktadırlar.
Hocaoğlu’na
göre, ülkedeki entelektüel birikimin bu gibi değişimleri anlayabilecek düzeyde
olmasına rağmen, sömürgecilik ilişkilerini geliştirme önceliği yüzünden batı emperyalizminin baskıları ile Türk
aydınlarının öne çıkarak topluma yol ve yön göstermelerinin önü kesilmek
istenmektedir. Terör yolu ile toplum ve aydınlar korkutularak baskı altına
alındığı aşamada, ulus devleti savunmak giderek zorlaşmaktadır. Emperyalizm
bütün dünya egemenliğinde kozmopolitizmi kendi çıkarlarının ideolojisi olarak
öne çıkarırken, ulus devletler ve ulusalcılık gerilemekte ve bu yüzden de
cumhuriyet rejimleri tarih sahnesinde son dönemlerine doğru gelmektedirler.
Edirne’den Ardahan’a kadar bütün Anadolu’yu kucaklayan ulusal cumhuriyet
devletinin önümüzdeki dönemde batının kozmopolitizm girişimleri ve saldırıları
ile fazlasıyla uğraşacağı bugünden görülmektedir. Atatürk cumhuriyeti Rusya’da
olduğu gibi devrim komiteleri ile değil ama halkın içinden seçilen
milletvekillerinin katıldığı bir meclis düzeni içerisinde kurmaya dikkat
ederken, o aşamaya kadar görülmemiş bir kahramanlık yaratarak bir ulusa öncülük
yapmış ve bir cumhuriyet rejiminin de kurucu önderi olmuştur. Kuvvetler Birliği
prensibi ile hareket eden Atatürk, ülkeye bir ulusal birlik düzeni getirmeye
çalışmıştır. İşin başında bu gibi çalışmalar tamamlanarak ulus devlet kurulduğu
için daha sonraki aşamada cumhuriyet rejimi ilan edilmiştir. Cumhuriyet eski
imparatorluk ahalisinin hızla uluslaşmasını sağlayarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin
çağdaş bir devlet olarak dünya sahnesine açılmasını sağlamıştır. Atatürk’ün bir
ulusal kahraman olarak cumhuriyeti kurduğu gibi bugün de Atatürk Cumhuriyetini sahip
olunan siyasal birikim doğrultusunda yeniden kuracak kahramanlara ülkenin
ihtiyacı bulunmaktadır. Doç. Dr. Durmuş
Hocaoğluna göre, ülkenin içine sürüklendiği tasfiye sürecini durduracak, emperyalizmin
dünya ile birlikte ülkeyi de kaos ortamına düşürülmesinin önüne geçecek ve Atatürk Cumhuriyetini yeniden kuracak
bilgili ve güçlü bir öndere olan ihtiyaç her geçen gün daha da büyümektedir. Emperyalist batı ülkelerinde yetiştirilerek devşirilen işbirlikçi
kadroların, sömürgeci merkezlerle
işbirliği yaparak ülkeyi tasfiye aşamasına getirmelerine artık bir son
verilmelidir .Yaşanan gelişmeler sonucunda
bugün için Türklerin geçmişten
gelen her şeyleri var ama cumhuriyeti yeniden kuracak bir
kahramanlarının olmadığı açığa çıkmıştır
.Günümüzde Atatürk gibi kahraman
olabilecek bir liderin ortaya çıkmasıyla, cumhuriyet devletinin gelecekte yoluna devam edebileceği söylenmektedir . O’na göre her şeyi göze
alabilecek cesur bir liderin ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye bugünkü siyasal
çıkmazından kurtulabilir. Halkın içinden çıkacak ve toplumun bütününde var olan
potansiyel enerjiyi ülkenin her noktasına taşıyacak bir kahraman önder küreselleşme
görünümünde tasfiye edilen devleti yeniden kurarak, Atatürk cumhuriyetinin geleceğe
dönük bir biçimde yoluna devam etmesini sağlayabilecektir. Türk ulusu
cumhuriyet devletinin ayakta kalması sayesinde sahip olduğu varlığını geleceğin
dünyasına taşıyabilecektir.
Kozmopolitizm
ve etnik köktencilik gibi akımların güçlenerek Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini
ve üniter cumhuriyet rejimini yok etmemesi için, Türklerin gerçek bir ulus
kimliği ile hareket etmesi gerekmektedir. Yeryüzünün önde gelen ulusları ayakta
kalmak ve kendilerini koruyarak yollarına devam etmek doğrultusunda kararlı
olarak hareket etmelerinin, Türkler tarafından örnek alınması sorunun çözümünde
ilk atılacak adımdır. Dünyanın süper güçlerinin küresel hegemonya için merkezi
alana gelmeleri ve bu bölgede kendine bağlı yeni yapılanmalar oluşturması tarih
boyunca birbirini izleyen dönemlerde görülmüştür. Bugün de benzeri bir değişim
sürecinin öne çıkmasıyla ABD ve İsrail ikilisi bu doğrultuda hareket ederek, tarihin
tekerrür ettiği gibi bir durumu öncelikle kanıtlayabilmenin arayışı içine
girmişlerdir. Doğu ve batı bölgeleri arasındaki göçlerin yaşandığı ve
ortaya çıkan yeni rejimler doğrultusunda dünya haritasının değiştiğini artık bütün
ilgili kesimlerin görmesi gerektiği anlaşılmaktadır. ABD ve SSCB gibi iki büyük
kutup başı devlet yapılanmasının karşıt merkezler oluşturduğu bir aşamada, ulus
devletler oluşumu tamamlanarak evrensel dünya düzeni yeni ulus devletlerin
birlikteliğine bağlanmıştır. Böylesine bir yapılanma çerçevesinde giderek büyüyen
tekelci şirketlerin genişlemesi ile ulus devletler ve üniter cumhuriyetler
hedef ülkeler ve rejimler konumuna sürüklenmişlerdir. Artan dünya nüfusu yeni göç dalgaları ya da
yerleşim girişimlerini gündeme getirdiği zaman, insanlık bu gibi taleplere karşı
yeterince duyarlılık gösterememesi yüzünden, ciddi bir siyasal çözüm
alternatifi ortaya konamamaktadır.
Doç.
Dr. Durmuş Hocaoğlu’nun on iki yıl önce ortaya koymuş olduğu bu tavra göre, beynelmilel dincilerin iktidara
gelmesiyle birlikte milli devletler tehlikeye düşmüştür. Yeni dönemde ulusal yapılar
sarsılmış ve ulus devletler yarı yarıya tasfiye edilmiş gibi bir olumsuz durum
ortaya atılınca, millici ve ulusalcı bütün toplum kesimlerinin var olan kamu
düzenleri ile birlikte kazanılmış haklarının korunabilmesi doğrultusunda ortak
hareket etmeleri kendiliğinden gündeme gelmiştir. Bugün gelinen noktada herkes yarını ve
geleceği için kendisini güvence altına alacağı bir devlet yapılanmasına sahip
olmayı ve devletin çatısı altında kendisini güvence altına almayı istemektedir.
Bu tür bir toplumsal talep siyasal bir tavır olarak gelişirse, o zaman
cumhuriyet rejiminin toplumsal tabanını oluşturan ulusal ya da halkçı bir
sosyal örgütlenmeye gidilerek, cumhuriyet tarihine olumlu bir katkı sağlamasını
beklemek doğru bir tavır olarak dikkate alınabilir. Türkler, dikkatli
yaşarlarsa cumhuriyetin yüzüncü yıldönümünü birkaç sene içinde
kutlayabilecekleri gibi aynı zamanda cumhuriyet devleti üzerinden yeni ilişkiler
ağı oluşturarak, devlet tasfiyeciliği girişimlerine dikkatle karşı koyabileceklerdir.
Siyasal gelişmeleri yakından izlemeye devam edebilirlerse, alınacak önlemlerle Türkiye
Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına ulaşması ve bu doğrultuda cumhuriyet rejiminin
geleceğe dönük bir çizgide kurumlaşmasının sağlanması mümkün olabilecektir. Önemli
olan Türk ulusunun vermiş olduğu mücadele ile kurulmuş olan ulus devlet ve
halkçı cumhuriyet rejiminin geleceğe yönelerek, kurumsallaşmış bir yapıda yoluna devam edebilmesinin sağlanmasıdır.
2023 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ettiği bir düzeyde yüzüncü yılını
görebilmesi için sağlam ve kalıcı adımların şimdiden atılmasında ülkenin
geleceği açısından büyük bir ulusal yarar vardır. Durmuş Hocaoğlu’nun söylediği
gibi, ulus devletin tasfiyesine dönük birtakım girişimlerin ya da adımların dış
baskı ve yönlendirmeler aracılığı ile tırmandırılmasına karşı çıkılması,
kazanılmış hakların korunabilmesi açısından ciddi bir güvence sağlayacaktır.
Bir
sosyal bilimcinin ortaya çıkarak on beş yıl sonrası için olumsuz bir kehanette
bulunması, bilimsel açıdan üzerinde durulması gereken önemdedir. Yaşamda en
gerçek yol gösterici olarak bilimi esas alan Türk toplumu, yüzüncü yılına
yaklaşan cumhuriyet dönemi içerisinde karşı karşıya kaldığı bütün zorlukları, kurucu
iradeden gelen bilimsel yaklaşımlar çerçevesinde çözerek ilerlemek durumundadır.
Sosyal bilimciler tıpkı siyaset bilimciler gibi gelecekte yaşanabilecek
olayları ya da gelişmeleri önceden tahmin ederek toplumu ve insanlığı her zaman
için uyarmak durumundadırlar. Hiçbir toplum kendiliğinden dağılma ya da çözülme
aşamasına düşmek istemez. Hiçbir devlet ya da kamu düzeni birden yok olmak ya
da yıkılmak durumu ile karşı karşıya kalmayı istemez. Bu nedenle Türk ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti
devleti sahip oldukları güç potansiyelini kullanarak ayakta kalabilmenin
yollarını arayacaklardır. Bu doğrultuda olumsuz koşulların önlenmesi ya da
ortadan kaldırılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılına ulaşabilmesi
açısından öncelikli bir durum arz etmektedir. Her türlü olumsuz koşula ve
dıştan güdümlü engellere rağmen, Türkiye Cumhuriyeti kurucu iradeden gelen bir var
olma ve yaşam savaşını antiemperyalist çizgide sürdürerek hem yüzüncü yılını
hem de daha sonraki yüzlerce yılı görmeyi başaracak derecede güç sahibidir.
Türk devleti ve silahlı kuvvetleri ülke güvenliği açısından üzerlerine düşen
sorumlulukları yerine getirdiği sürece, Türk ulusunun herhangi bir biçimde
gelecek açısından umutsuz olması gibi bir olumsuz durum önümüzdeki dönemde söz
konusu olamaz. Dünyanın çok büyük bir değişim dalgasına sürüklendiği yeni
dönemde büyük devletler ve diğer siyasal yapılanmalar kendi güvenliklerini
öncelikli olarak sağlama almanın arayışı içinde olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti
de bu doğrultuda var olabilmenin, ayakta kalabilmenin ve yoluna devam
edebilmenin hem arayışı içinde olacak hem de beklenmedik gelişmelere karşı da
gerekli olacak her türlü önlemin alınmasına öncelik verecektir. Geleceğin
dünyasını şimdiden görmeye çalışan bilim adamlarına da ulusça kulak verilmesi ile
onların bilimsel bilgi birikimlerinden ileri gelen uyarılarına da dikkat ederek
oluşturulacak evrensel dayanışma düzeni içerisinde, tüm insanlık ile birlikte daha
güvenli bir yaşam düzeni kurulacaktır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder