SİVİL KEMALİZM
Türkiye Cumhuriyeti, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine yaklaşırken önemli gelişmeler ve değişiklikler ile karşı karşıya kalmakta ve ortaya çıkan yeni koşullara uyum sağlayarak yoluna devam etmeye çalışmaktadır. Yirminci yüzyılın dünya haritasına kazandırmış olduğu Türk ulus devleti, Birinci Dünya savaşı sonrasında tarih sahnesine çıkarken, o dönemin koşullarına göre bir süreç yaşamış ve o günün koşulları doğrultusunda bir siyasal yapılanma içerisine girebilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasının koşullarında bir ulus devlet olarak kurulabilmiş olan Türk Devleti, ulus devletler çağında gelişerek yaşamış ama küreselleşme dönemine geçilmesiyle beraber diğer ulus devletler gibi yeni ortaya çıkan birçok sorunla uğraşmak zorunda kalmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında gündeme gelen yeni konjonktür beraberinde eskisinden çok farklı bir yapılanmayı gündeme getirdiği için, Ulusal Kurtuluş savaşının önderi Mustafa Kemal’den Türk ulusuna yadigar kalan Atatürk Cumhuriyeti zorlanmaya başlamıştır. İki dünya savaşı arasında kurulmuş olan Türk Devleti aynı zamanda bir soğuk savaş dönemi yapılanması olduğu için o dönemin özelliklerini de içinde barındırmıştır. Bir dünya savaşında imparatorluk kaybetmiş olan eski Osmanlı ahalisi, bir Ulusal Kurtuluş Savaşı vererek devletini kurarken hem uluslaşma aşamasına gelmiş hem de bu durumdan yararlanarak kendi ulus devletini kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu nedenle kurucusu olarak öne çıkan hem Türk ulusudur hem de Türk silahlı kuvvetleridir. Bu nedenle, Atatürk Cumhuriyetinin temelinde O’nun düşünce ve ilkelerinden meydana gelen bir Kemalist yapılanma bulunmaktadır. Kemalizm, savaş koşullarının ürünü olan bir düşünce sistemi olarak, Türkiye Cumhuriyeti ile bütünleştiği için, bir anlamda devlet ideolojisi olarak görülmüş ve Türk derin devleti gündeme geldiği zaman, Atatürk Cumhuriyeti devletçi bir Kemalizm’in ürünü olarak görülmüştür. Bir başka açıdan, Kemalist Türk devleti ordunun vasiyeti altında görülmüş, Atatürk’ün ilke ve düşüncelerinden meydana gelen Kemalizm bir anlamda askeri ve derin devletçi bir yapılanma olarak görülmüştür. Soğuk savaşın gerginlik ortamı ve bloklar arası çekişmelerin merkezi coğrafyada zaman zaman silahlı çatışmalara dönüşmesi, böylesine bir durumu desteklemiştir. Yirminci yüzyılın koşullarında böylesine bir durum doğal olarak karşılanmış ve fazla üzerinde durulmayarak ciddi bir tartışma konusu yapılmamıştır.
Devletler açısından tarih içerisinde
gelişmeler birbirini izledikçe ortaya yeni koşullar çıkmakta, medeniyet
tekerleği döndükçe, eski devletler kaybolup gitmekte, yeni koşulların gündeme
getirdiği farklı ortamlarda yeni devletler tarih sahnesine çıkmaktadır. Değişimi
iyi izleyen bazı güçlü devletler, değişen koşullarda daha da güçlenme şansını
yakalayabilmekte ama bunu yapamayan bazı küçük ve zayıf devletler çökme süreci
içerisine sürüklenerek ortadan kalkmaktadırlar. Geçmişin koşullarına uygun
olarak kurulmuş olan devlet yapılarının zaman içerisinde eskiyerek yürüyememesi,
devletlerarası rekabet ve çekişmenin rakip devletlerin bazılarını güçlendirmesi
ama diğerlerinin de zayıflamasına yol açması sonucunda, birçok siyasal
yapının çöktüğü ve bu doğrultuda da kendini yenileyemeyen devletlerin belirli bir
aşamaya gelince dağılarak yıkıldıkları görülmektedir. Uluslararası konjonktürün
sürekli değişen yönlerini iyi izleyemeyen devletler geçmişte kalırken, kendini
yenileyerek yeni koşullarda daha güçlü bir yapılanma ile yola çıkabilen
devletler ise, yeni dönemde öne geçen devletler olarak dünya kamuoyunda
etkili ve belirleyici olabilmektedirler. Devletlerin sürekliliği, değişen
koşulların yakından izlenmesine ve bu doğrultuda kendini yenileyerek yola devam
edebilmesiyle mümkün olabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti de, bir devlet
yapılanması olarak genel kurallara bağlı bir siyasal yapılanmadır. Bütün
devletler için geçerli olan koşullar ya da süreçler Türk devleti içinde söz
konusudur. Eski koşullarda çok farklı bir yapılanma ile ortaya çıkmış olan bazı
devletlerin, yeni dönemlerde kendilerini yenileyerek yollarına devam
edebildikleri görülmekte, böylesine bir dönüşümü gerçekleştiren devletler uzun
ömürlü olma şansını elde ederlerken, geride kalanlar kaybolup gitmekten
kurtulamamaktadırlar. Özellikle bir ordu mücadelesi ya da Ulusal Kurtuluş Savaşı
gibi çatışmalı ortamlardan kurtularak devletleşebilen siyasal yapılar, uzun
süre ordu ve asker vesayeti altında kalabilmekte, gergin ortamlar ya da savaş
koşullarının ortadan kalkması üzerine gündeme gelen barış ortamlarında ordu ve
askerin ötesinde bir yeni yapılanma söz konusu olabilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, küreselleşme
dönemine geçildikten sonra eskisinden çok farklı gelişmeler ve olaylar ile
karşı karşıya kalmış ve yeni dönemin barışa yönelen gelişme seyri doğrultusunda
ülkedeki demokratik rejim daha da geliştirilerek kurumlaştırılmaya çaba
gösterilmiştir. Avrupa gibi uygarlığın beşiği bir kıtanın yanı başında kurulmuş
olan Türk devleti, kuruluşunda bir halk yönetimi olarak cumhuriyet biçiminde
ilan edilmiş ve daha sonraki yıllarda kuruluş döneminin tamamlanması üzerine
demokrasiye geçiş iki kez gündeme getirilmiştir. Ne var ki, İkinci Dünya Savaşının
gelmekte olması soğuk savaş koşullarını daha da sertleştirdiği için, demokrasiye
geçiş bu savaşın sonrasına kalmıştır. Yirminci yüzyılın tam ortasında yapılan
genel seçimler ile siyasal iktidar serbest genel seçimler yolu ile el
değiştirmiştir. Böylece bir halk devleti olarak kurulmuş olan Türkiye
Cumhuriyetinin demokratik rejim ile tamamlanarak batı devletlerinde olduğu gibi
çağdaş bir ülke olmasına çalışılmıştır. Demokrasiye geçişten sonra yıllar
geçtikçe, soğuk savaş koşulları daha da sertleşmiş ve Türkiye’nin tam ortasında
yer aldığı merkezi alanda emperyal güçlerin hegemonya çekişmeleri sürdürmesi
yüzünden Atatürk’ün Türkiye’si hem yoğun bir terör süreci yaşamış hem de bu
gerekçe gösterilerek her on yılda bir askeri müdahaleler ile karşı karşıya
kalmıştır. Böylesine bir durumun içinde bulunulan uluslar arası konjonktür
tarafından bu bölgeye yansıtılması ile iki kutup arasındaki çekişmeleri
sertleştirince, batı blokunun desteği ile Türkiye askeri rejimlere sürüklenmiş
ve bu durum da devletin kurucusu Atatürk’ten miras kalan ilkelerin bir bütünü
olan Kemalizm ile açıklanmaya çalışılmıştır. Sovyetler Birliğine karşı olan batı
blokunun Türkiye’yi elde tutmak üzere NATO ittifakı üzerinden desteklemiş
olduğu askeri müdahalelerin hepsinin Atatürkçülük ya da Kemalizm adına gelmesi,
Türkiye’de Kemalizm isimli, Atatürk ilkelerinden meydana gelen düşünce
sisteminin askerci, orducu ya da derin devletçi bir yapılanma olarak
değerlendirilmesine neden olmuştur.
Sosyalizm, komünizm, faşizm,
liberalizm, sendikalizm gibi bir siyasal düşünce sistemi ya da ideoloji olarak
tanımlanacak olan Kemalizm, Türkiye Cumhuriyetini ortaya çıkaran siyasal
birikimin ürünü olan bir düşünce sistemidir. Ne var ki, bu düşüncenin ortaya
çıkış süreci diğer akımlardan çok farklı olarak hem bir Ulusal Kurtuluş Savaşı,
hem de bir ulus devletin kuruluşu ile yakından bağlantılı bulunmaktadır. Bu
çerçevede, Kemalizm denilince akla hem Türk ordusu hem de Türk devleti gelmekte,
bu yüzden de Kemalizm Atatürk ilkelerinden meydana gelen bir düşünce sistemi
olarak askercilik ve devletçilik suçlamalarından bir türlü kurtulamamaktadır. Türk
devleti eleştirilirken ya da tartışılırken, Kemalist’likle suçlanarak Atatürk
modelinden gelen siyasal yapısı kötülenmektedir. Ya da Türk Silahlı Kuvvetleri
eleştirilirken gene Atatürk’ün ordusu olduğu için Kemalist’lik suçlamasından Türk
askerleri bir türlü kurtulamamaktadırlar. Yıllarca süren soğuk savaş döneminin
istenmeyen bir kalıntısı olarak, Türk devleti, Türk ordusu ve Kemalizm bir üçlü
halinde birlikte ele alınarak bunlara kara çalınmakta ve bu üçlü Türkiye’de
derin devlet yapılanması yüzünden suçlu çıkartılmaya çalışılmaktadır. Atatürk
ilkelerinin bütünleşmiş bir sistemi olan Kemalizm’in, günlük siyasal gelişmeler
doğrultusunda ordu ya da devletin hedef olduğu bir takım siyasal olaylar
karşısında olumsuz bir biçimde ele alınması bir soğuk savaş dönemi koşullanması
olarak, küreselleşme aşamasında da sürdürülmek istenmekte ve bu yüzden de Kemalizm
bir türlü hak ettiği olumlu değerlendirmelere kavuşamamaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti’ne kızan ya da karşı çıkan dış güçler her zaman bu devletin
kurucusu Atatürk’ü suçlu bulmaktalar ve aynı doğrultuda da Kemalizm’i yerden
yere vurmaktan kaçınmamaktadırlar. Kemalizm soğuk savaş döneminde ortaya çıkan
bir düşünce sistemi olması nedeniyle her zaman geçmişten gelen gerginliklerin
ve tuhaflaşmaların hedefi olmakta, bu yüzden de cumhuriyetin genç kuşakları
vatandaşı oldukları devletin kurucu önderini ve onun düşüncelerini olumlu bir
çizgide öğrenme şansını elde edememektedirler. Gençler Atatürk’e karşı bir
çizgide yetiştirilirken, Kemalizm’de yaşanan bütün olumsuzlukların başlıca
nedeni olarak gösterilmekte ve böylece Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesinin
siyasal birikimi devre dışı bırakılarak yok sayılmaktadır. Tamamen tesadüflerin
sonucunda ortaya çıkan gelişmeler, Türk devleti ile beraber Türk Silahlı
Kuvvetlerinin ve bu yapılanmaların düşünsel sistemi olarak Kemalizm’in olumsuz
değerlendirmesine yol açmıştır.
Sosyalist sistemin
dağılması üzerine soğuk savaş gerginliği geride kalınca, batı blokundan
kaynaklanan bazı yeni gelişmeler uluslararası konjonktürde öne çıkmaya başlamış
ve bu doğrultuda birçok ülkede askeri rejimler ile diktatörlüklerin tasfiyesine
giden yollar açılmıştır. Ayrıca buna paralel olarak bazı demokratik ülkelerde
görülen askeri rejimlere de son verilmiş, böylece orduların kendi devletlerini
vesayet altına almalarına eskisi gibi izin verilmemiştir. Ülkelerin silahlı
kuvvetleri bu doğrultuda siyaset sahnesinden çekilerek kendi asıl alanları olan
güvenlik sahasına doğru yönlendirildiklerinde devlet yapılanmalarında
sivilleşme başlamış, kamu makamlarından askeri temsilciler geri çekilirken, askerlerin
kendi görevleri dışında kalan diğer kamu hizmetlerinde çalışmalarına eskisi
gibi izin verilmemiştir. İlerleyen teknoloji sayesinde ordular küçültülmüş, son
derece gelişmiş silahlara sahip olabilen ulus devlet orduları teknolojisi üstün
silahlar ile güçlenirken, kalabalık askerlerden oluşan ordu dönemi geride
kalmaya başlamıştır. İnsan hakları doğrultusunda gündeme getirilen vicdani ret
hakkı gibi sonradan olma kavramlar ile gençlerin asker olmaları önlenmiş ama
teknolojideki hızlı değişimler izlenerek küçük ama güçlü yeni askeri
yapılanmalara gidilmiştir. Bu aşamada bir ulus devlet oluşumunun düşünce
sistemi olan Kemalizm ile dıştan güdümlü girişimler ile yapısal değişikliğe
yönlendirilen Türk Silahlı Kuvvetleri, Kemalist düşünce sisteminden
uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri Kemal’in askerleri
konumundan uzaklaştırılırken, Batı ittifakı çerçevesinde daha üstün bir
teknolojik yapılanmaya doğru zorlanarak merkezi coğrafyanın güvenlik devleti
konumuna getirilmeye çalışılmıştır. Avrupa Birliği sürecinde Türkiye
demokrasisi geliştirilirken, Kemalizm ve Türk Silahlı Kuvvetleri geri plana
atılmış ama batı blokunun küresel üstünlüğü söz konusu olduğunda Orta Doğu’daki
sıcak çatışma noktalarına müdahale edebilmek için gene Türk ordusu kullanılmaya
çalışılmış ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin batı emperyalizminin çıkarları
doğrultusunda kullanılabilmesi için yeni tür bir Kemalizm geliştirilmeye
çalışılmıştır. Avrupa batısı demokrasinin genişlemesi doğrultusunda Kemalizm’in
kaldırılmasını ve Türk ordusunun vesayetine son verilmesini isterken ABD ve
İsrail ikilisi ise, Türk ordusunu
merkezi alanda kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya dikkat etmişler ve bu
yüzden de Kemalizm’i yeni dönemin değişen koşullarında yeniden tanımlamaya çalışmışlardır.
Türk devleti açısından da değişen durumlar karşısında benzeri gelişmeler
görülmüş, yeni dönemde daha küçük devlet isteği öne çıkarken, bu doğrultuda toplumun
üzerindeki devlet etkisi zayıflatılmaya çalışılmıştır. Bu yüzden de Türk
devletinin kurucu düşünce sistemi olan Kemalizm’in devre dışı bırakılmaya
çalışıldığı açıkça öne çıkmıştır.
Yirminci yüzyılın son
on yılında beklenmeyen gelişmelerin ortaya çıkması, dünyanın önde gelen büyük
devletleri ve güçlerinin merkezi alanı ele geçirmeye çalışmaları üzerine Atatürk
Cumhuriyeti çok zor durumlarda kalmıştır. Bir cumhuriyet devleti olarak kendi
içinde demokratik rejimi en üst düzeyde geliştirmeye çalışan Türkiye
Cumhuriyeti, yeni dönemin koşullarında başka türlü yol ve yöntemler ile yok
edilmeye hedef olunca, işler değişme noktasına gelmiş, ülke demokrasiyi
geliştirerek sivilleşmeye çalışırken, devlet de gene eskisi gibi kendi
güvenliğine öncelik veren yeni girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Yeni dönemde
Amerika üzerinden küreselleşme ile Avrupa üzerinden Avrupa Birliği süreçleri
ile karşı karşıya kalan Türkiye Cumhuriyeti demokrasisini geliştirmeye öncelik
vermiş ve bu doğrultuda Avrupa kıtasındaki gelişmiş uygar ülkeler ile aynı
düzeyde bir çağdaş demokrasiye sahip olabilmek üzere her türlü özveriyi
göstererek önemli adımlar atmış ve yeni yasal düzenlemeler ile geçmişten kalan
sorunlarına hukuk açısından çözümler getirmeye çalışmıştır. Bu doğrultuda
devletin saydamlaşması sağlanırken, ulusal toplum içinde sivil
örgütlenmelerin geliştirilmesine çalışılmıştır. Avrupa fonları ile beslenen
sivil toplum kuruluşları desteklenirken, ülkede ciddi bir sivilleşmenin öne
çıkması istenmiş, geçmişte olduğu gibi devlet merkezli yönlendirmeler ile Türk
demokrasisinde siyasal baskı düzenlerine gidilmesi önlenmek istenmiş, sivil
toplum kuruluşları güçlendirilerek siyasal iktidarlar üzerinde meclis ve
yargıdan sonra üçüncü bir denetim mekanizması geliştirilmesi için çaba
gösterilmiştir. Böylece devlet ile özdeşleşmiş olan cumhuriyet rejimi ile sivil
toplum üzerinden geliştirilmeye çalışılan demokrasinin birlikte gelişmesi ve
kaynaşarak, ileri bir halk yönetimi tesis edilmek istenmiştir.
Yeni dönemde sivil
bir cumhuriyet istekleri giderek artmış, sivil toplum kuruluşları bu talebi her
geçen gün tırmandırırken ileri bir demokrasi ile zenginleşecek cumhuriyetin
sivilleşmesine yeni dönemde öncelik verilmiştir. Şirketlerin giderek büyüdüğü
ve tekelleşerek dünya ekonomisinin denetimini ele geçirdiği bir aşamada devletlerin
küçülmesi hedeflenmiştir. Devletler küçülürken toplum üzerindeki yönlendirme
yetkileri azalmış, devletlerin küçülmesinden meydana gelen eylem boşluğu alanı
sivil toplum kuruluşları ile doldurulmaya çalışılmıştır. Cumhuriyetin
doksanıncı yılına girerken ve yüzüncü yılına yaklaşırken, artık sivil bir
cumhuriyet rejiminin gelişmesi gerektiği üzerinde genel bir kanaat oluşmuş ve
bu doğrultuda halk kitleleri motive edilmeye çalışılmıştır. Ülkedeki
otoritelerin karşısında sivil otoritelerinde güçlenerek çıkması ve sivil
örgütlerin öncülüğünde toplumsal insiyatifin kendi geleceğine sahip çıkışının
sağlanması istenmiştir. Devletin merkezinde genelkurmayın ya da diğer kamu
kurumlarının bulunmadığı yeni bir yapılanmayı isteyen sivil toplum hareketleri,
daha demokratik bir cumhuriyet devleti için harekete geçmişlerdir. Soğuk savaş
yıllarında demokrasisiz bir cumhuriyet dönemi yaşayan Türk devletinin en üst
düzeyde gelişmiş bir cumhuriyet rejimine sahip olabilmesi için demokrasi ile
tamamlanması, bunun içinde sivil toplumun en üst düzeyde geliştirilmesi
gerekmiştir. Yirmi birinci yüzyılda Türkiye cumhuriyeti geleceğe dönük yolunda
ilerlerken sivilleşme olgusu ana değişim konusu olarak öne çıkmıştır. Anayasa
değişiklikleri ve yeni yasal düzenlemeler ile sivil toplumun geliştirilmesine
çalışılırken, tanınan yeni hak ve özgürlükler ile de demokrasinin sınırları
genişletilmek istenmiştir. Vatandaşlar hak ve özgürlüklerinin gerçekleştirilmesi
yolunda siyasal partilerin yetersiz kaldığı aşamalarda devreye girerek sivil
toplum kuruluşları aracılığı ile hak ve özgürlüklerinin gerçekleştirilmesi için
girişimlerde bulundukları görülmektedir. Belirli sosyal etkin alanlarında yeni
sivil toplum kuruluşlarının oluşturulmasıyla beraber, Türk demokrasisinin
zenginleştirilmesi sağlanmış ve zaman içerisinde çok sesli bir siyasal ortama
geçilmesiyle beraber sivilleşme tam olarak gerçekleştirilmek istenmiştir.
Sivil toplum
kuruluşlarının daha çok Avrupa Birliği mevzuatı doğrultusunda ele alınması ve
Avrupa fonlarından desteklenmesiyle beraber, Türkiye’de küresel sermayenin isteklerinin
gerçekleştirilmesinde, emperyalizm bu kuruluşlardan yararlanarak yenidünya düzenini
kurmağa yönelmiştir. Sivil toplum kuruluşlarının sayılarının hızla artması, bunların
Avrupa Birliği fonlarından desteklenmeleri, ABD ve küreselci şirketlerin bu
kuruluşları toplumsal yapıları değiştirmede kullanmaları üzerine, değişik bir
tablo ortaya çıkmıştır. Bir yandan sivil toplum kuruluşları ana statülerinde
belirtilen amaçlar doğrultusunda çalışarak toplumsal yapının sivilleşmesinde
etkili olurken, bunlara para vererek destekleyen emperyalist ve Siyonist
merkezler kısa adı STK olan bu kuruluşları belirli amaçlar doğrultusunda
kullanmaktan çekinmiyorlardı. Küreselleşme öncesinde her ülkenin toplumunda var
olan demokratik kitle kuruluşlarının yeni dönemde sivil toplum kuruluşları
olarak değerlendirilmesiyle beraber eskisinden çok farklı bir çalışma düzeni
içinde bu kuruluşlar açıkça dış güçler tarafından belirli ülkelerin iç işlerine
karışmak ya da toplumları belirli hedeflere yönlendirmek doğrultularında
kullanılıyorlardı. Sivilleşme toplumsal örgütleri devletten uzaklaştırıyor, ulusal
kimlikten kopmalarına neden oluyor ve çeşitli dış senaryoların ülkenin
iç yapısında devreye girmesi için elverişli bir ortam yaratıyordu. Küresel
emperyalizmin hedef aldığı ulus devletlere karşı çeşitli kampanyaların
düzenlenmesinde ve yürütülmesinde bu gibi kuruluşlar siyasal merkezler
tarafından desteklenerek kullanılıyorlardı. Halk tarafından, emperyalizmin
casus örgütleri adı verilen sivil toplum kuruluşları dış insiyatiiflerin
kontrolü altında hareket ettikleri için kendi ülkelerine yarardan çok zarar
veriyorlardı. Her türlü hak ve özgürlüğün öne çıkartıldığı kampanyalarda, devlet
yıkıcılığı ve toplum parçalayıcılığı ile ulusal yapıların tasfiyeciliği gibi ulus
devletler açısından son derece önem taşıyan zararlar, sivil toplum görünümlü bu
gibi casus örgütler aracılığı gerçekleştirilebiliyordu. Bütün ulus devletler de
benzeri sahneler birbirini izlerken, ulusal toplumların bütünlüğü ile devlet
otoritesinin toplum üzerindeki yönlendirici etkileri kırılıyordu. İki binli yılların devreye girmesi üzerine küreselleşme
sürecinde ikinci bir aşamaya geçiliyor ve her ülke için batılı merkezler
tarafından hazırlanmış siyasal senaryolar devreye sokuluyordu. Bu doğrultuda Orta
Doğu bölgesi için ABD-İsrail ikilisi hem Büyük Orta Doğu hem de Büyük İsrail
adı altında iki emperyal hegemonya projesini devreye sokarlarken, birçok bölge
ülkesinde destekledikleri bir iktidar partilerine de Büyük Orta Doğu projesinin
eş başkanlığı gibi bir siyasal görev veriyor ve bunu siyasal bir misyon olarak
açıktan destekliyorlardı. Türkiye’de de benzeri bir durum ortaya çıkınca, ülke
ve toplumun bütün merkezlerinde böylesine bir dış emperyal plan doğrultusunda
yeni bir siyasal yapılanmalar öne çıkarılıyordu. Bunun sonucunda da, ABD
istihbaratının önde gelen bir uzmanı “Yeni Türkiye Cumhuriyet’i“ adı altında
bir kitap yayınlayarak, Atatürk Cumhuriyetinin sona erdiğini, bundan sonra
ılımlı İslam politikalarının Türkiye üzerinden tüm İslam devletlerine
taşınacağını, bu doğrultuda dini cemaatler ile emperyalizmin işbirliği
yapacağını, ulusların tasfiyesinde dini cemaatlerin kullanılacağını, yirmiden
fazla ülkenin sınırlarının değiştirileceğini hiç çekinmeden açıklıyordu. Türkiye’nin
laik, ulusal, üniter ve merkezi devlet yapılanmasını ortadan kaldırmak isteyen
batı emperyalizmi; Türkiye’yi yeni bir devlet olarak ortaya çıkarırken, devletin
temelinde yatan Kemalizm gerçeğini görmezden geliyor, ulusal kurtuluş savaşı
kazanımları üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin kendine özgü devlet modelini
tasfiye ederek, halkın oluşturduğu Müslüman tabanı harekete geçirerek asıl
amacına ulaşmak istiyor ve bu doğrultuda Atatürk’ün kurmuş olduğu laik, ulusal,
üniter ve merkezi devletin sonunun geldiğini ilan ediyordu. Türk devletinin
temelinde var olan Kemalist birikimi görmezden gelen bu Amerikan tavrı bir
anlamda Kemalizm’i inkâr ederken, Türk devletinin Kemalist çizgiden uzaklaşarak
İslamcı bir doğrultuda tüm İslam dünyasına yönelik bir taşeron olarak kullanılmasının
da öncülüğünü yapıyordu.
İşte bu şartlar ve
ahval dahilin de, birinci vazifelerini unutmayan Türk ulusunun önde gelen
Atatürkçüleri, Kemalistleri, Ulusalcıları ve cumhuriyetçileri bir araya gelerek
örgütleniyorlar ve kendi sivil toplum kuruluşlarını oluşturarak, Türkiye
Cumhuriyetini ve Türk bağımsızlığını korumak doğrultusundaki amaç ve hedefleri
doğrultusunda sivil toplum çalışmalarına başlıyorlardı. Batı emperyalizminin
baskıları sonucunda devleti var eden Kemalizm devletin bütün birimlerinden çıkartılmaya
çalışılırken, toplumda var olan Atatürkçü birikim de temizlenmek isteniyordu. Devletten
sonra, Türk Silahlı Kuvvetlerinden de Atatürkçülük birikimi silinmek istenirken,
okyanus ötesinden düzenlenen çeşitli siyasal komplolar ile Atatürk’ün partisine
de işbirlikçi bir neo-liberal ekip yönetime getirilerek, devleti kurmuş olan bu
parti de Kemalizm’den uzaklaştırılmaya çalışılıyordu. Türkiye Cumhuriyetinin
doksan yıllık geçmişinin getirdiği yeni cumhuriyet kuşaklarının içinde aktif
olan Atatürkçüler çeşitli dernek ve vakıflar çatısı altında bir araya gelerek, devletten,
ordudan ve partiden kovulmuş olan Atatürkçülüğe sahip çıkarak, yeni kurdukları
dernekleri aracılığı ile ülkede var olan Kemalist birikimin yaşatılmasına
çalışıyorlardı. Çeyrek asırlık bir zaman dilimi içinde küresel emperyalizm
diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni de ele geçirmeye ve yeniden
sömürgeleştirmeye çalışırken, devletten, ordudan ve partiden kovulan Kemalizm
sivil toplum kuruluşlarında yeniden yaşatılmaya çalışılıyor ve böylece ülkede
genç kuşakların eskisi gibi Atatürkçü bir doğrultuda yetiştirilmeleri için sivil
toplumcu bir çaba örgütleniyordu. Cumhuriyetin yanı sıra demokrasi
geliştirilirken, daha ileri bir demokrasi doğrultusunda sivil anlamda bir
Kemalizm tarihsel birikimin üzerinden ulusal düzeyde örgütlenmeye çalışılıyordu.
Kemalist sivil toplumculuk dernekler ve vakıflar aracılığı ile toplumun önüne
çıkartılırken, ulusal kurtuluş savaşından gelen kurucu ulusal irade sivil bir
Kemalizm anlayışı doğrultusunda yeniden örgütlenmeye çalışılıyordu.
Atatürk Cumhuriyeti
bir ılımlı İslam cumhuriyetini doğru dış dayatmalar aracılığı ile dönüştürülmeye
çalışılırken, resmi bayramların kutlanma törenleri yasaklanıyor, okullardaki
Atatürk köşeleri kaldırılıyor, üniversitelerden Atatürk İlkeleri dersine son
veriliyor, devlet hayatında Atatürk’ü çağrıştıran bütün birikim silinerek, kurucu
iradenin temsilcisi olan Atatürk’ten uzaklaştırılmış yeni bir siyasal yapılanma
oluşturulmak isteniyordu. Ülkedeki Atatürkçü kuruluşlara savaş açılırken, bunlar
üzerinde baskıcı bir kontrol mekanizması kurulurken gene Atatürk’ten uzak bir
toplumsal yapılanma oluşturulmak isteniyordu. İktidar partisinin kazandığı
belediyeler kadınlar için ayrı sosyal mekânlar yaratarak Arabistan’da olduğu
gibi haremlik ve selamlık uygulamalarına geçmeye çalışırken, bazı okullarda da
kız ve erkek öğrencilerin bir arada okuduğu karma eğitim modelinden
vazgeçilerek kızlar ve erkekler için ayrı sınıflar konuşulmaya başlanıyordu. Ilımlı
İslam’ın dış desteklerle iktidara gelmesi üzerine dini cemaat vakıflarına
onlarca üniversite kurduruluyor ve binlerce cemaat evleri ve yurtları ile Türk
toplumu hızla laiklikten uzaklaştırılarak bir din toplumuna dönüştürülüyordu. Avrupa
üzerinden devlet karşıtı sivil toplum kuruluşlarının, ABD üzerinden ise dini
cemaat vakıflarının desteklenmesi üzerine, Türk toplumunun ulusalcı kesimleri Atatürkçü
dernekler ve vakıflar kurarak yeni bir tür Sivil Kemalizm’in hem öncüsü
oluyorlar hem de bu anlayışı demokratik ortamda yaygınlaştırarak, Atatürk
Cumhuriyetini var eden siyasal birikim olarak Kemalizmi her türlü engel ve
baskıya rağmen yaşatıyorlardı. Bu doğrultuda bazı meslek kuruluşlarının da
devreye girmeleri ve Atatürkçü çizgide çalışmalar yapan sivil Kemalist kuruluşlara
destek sağlamalarıyla beraber ülke içinde yeni bir Kemalist cephenin oluşumu
kendiliğinden gündeme geliyordu. Emperyalizmin Türkiye sahnesinden silmek
istediği Kemalizm, bu girişimlere tepki olarak bu sefer toplumun içinde kök
salıyordu. Türk ulusu, Atatürk’e borçlu olduğu Türkiye Cumhuriyetinin laik, ulusal,
üniter ve merkezi yapısı ile siyasal anlamda tam bağımsızlığı koruyabilme doğrultusunda yeni
dönemde ciddi bir sivil Kemalizm uygulamasına geçiyordu.
Son yıllarda resmi
bayramlar ile ilgili kutlama törenlerinin yasaklanması bir anlamda bardağı
taşıran son damla oluyor ve bu nedenle eline bayrağı alan Türk vatandaşları
sokağa çıkarak Atatürk heykelleri önünde resmi gün ve bayramların anlam ve
önemini belirten törenleri kendiliğinden eylemsel olarak yapıyordu. Sivil
Kemalizm yeni Atatürkçü dernekler ve kuruluşlar aracılığı ile geliştirilirken, Atasına
sahip çıkan Türk halkı da bayraklarla yürüyüşlere geçiyor, Atatürk
meydanlarında toplanarak kitlesel anlamda resmi gün ve bayramların kutlanmasını
sivil bir insiyatif olarak örgütlüyordu. Ülkenin bütün büyük kentlerinde binlerce
insan yürüyüşler ya da açık hava toplantıları ile kutlama törenlerini
gerçekleştirirken, yurdun dört bir bucağından yüz binlerce insan kendi imkânları,
arabaları ya da otobüsler aracılığı ile başkent Ankara’ya gelerek Atatürk’ün
önünden geçmek üzere Anıtkabir’e akın ediyorlardı. Son yıllarda giderek artan
baskı ve gerginlikler, halk kitlelerini huzursuz ediyor ve Türk ulusunun
Atatürkçü fertleri ellerine bayrağı alarak sokağa çıkmaktan ya da meydanlarda
toplantılar yapmaktan kaçınmıyordu. Atatürk’e giderek siyasal kadroları şikayet
etmekten çekinmeyen Türk ulusu, atalarının bir ulusal kurtuluş savaşı vererek
ele geçirdiği kazanılmış haklarını koruma doğrultusunda doğrudan insiyatif
kullanmaktan çekinmiyordu. İktidar kadar muhalefet partilerinin yetersizliği ya
da pasif tutumları yüzünden karamsarlığa kapılan Türk halkının aktif ve dinamik
kesimlerinin harekete geçerek, sivil toplum yapılanmaları üzerinden bir tam
bağımsızlık ve cumhuriyet koruyuculuğuna soyunduğu görülmektedir. Demokrat
olmamakla suçlanan Kemalistlerin yeni dönemde dernek ve vakıflar üzerinden geliştirdiği
sivil Kemalizm diğer sivil toplum hareketleri gibi demokrasinin özüne ve ruhuna
uygun görünmekte, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik zenginleşmesine önemli
katkılar sağlamaktadır.
Batı emperyalizminin
çıkarları doğrultusunda NATO aracılığı gerçekleştirilen askeri darbelerin
Kemalizm adının arkasına saklanarak gündeme gelmesi yüzünden, Türkiye’nin
ulusal birikimi olan Atatürkçü düşünce sistemi Kemalizm adı ile bir
askerci ideoloji olarak yıllarca suçlanmış ve bu gerekçe ile de devletten, ordudan
ve devleti kuran partiden uzaklaştırılmıştır. Yeni gelinen aşamada, Türkiye
Cumhuriyetini var eden bu büyük siyasal birikimin artık ulusal toplum içinde
Türk ulusunun iç dinamikleri aracılığı ile korunabileceği anlaşılmaktadır. Devletçi,
orducu ve partici Kemalizm geride kalırken halkçı bir Kemalizm, Atatürkçü
dernekler ve diğer sivil toplum kuruluşları aracılığı ile elde tutulacak ve
korunacaktır. Küresel emperyalizm uluslararası büyük sermayenin çıkarları
doğrultusunda ulus devletleri yıkarken, Türk ulusu tıpkı Kuvayı Milliye
günlerinde olduğu gibi Müdafaai Hukuk Cemiyetleri, Hâkimiyeti Milliye
Cemiyetleri ya da Reddi İlhak Cemiyetleri gibi yeni oluşturulacak milli kuruluşlar
aracılığı ile sivil Kemalizm mücadelesi yapacak ve bu yoldan kurucu önder
Atatürk’ten Türk ulusuna yadigar kalan Türkiye Cumhuriyetinin geleceğe dönük
bir çizgide ilelebet payidar kalması sağlanabilecektir. Bu yıl kutlanan 29 Ekim
bayramı ile IO Kasım tarihindeki Atatürk’ü anma günündeki sivil insiyatifin
ortaya koymuş olduğu büyük Kemalist birikim gelecek açısından umut vericidir. Seksen
milyonluk bir nüfusu ile Türk ulusu, doksan yıllık bir cumhuriyetin çatısı
altında çağdaş demokrasi bilinci ile hareket ederken, yeni dönemde her türlü
saldırgan bölücü, şeriatçı, mandacı ve işbirlikçi tehdide karşı birinci
vazifesi olan Türk bağımsızlığı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin koruyuculuğunu
artık sivil toplum kuruluşları aracılığı ile ciddi bir sivil Kemalizm hareketi
sayesinde başarabilecektir. Sivil Kemalizm Türkiye Cumhuriyetinin birçok
sorundan kurtulmasını sağlayacak, Atatürk’ün devlet modelini Türk ve İslam
dünyası için model bir devlet olarak daha da etkin bir düzeyde geliştirecektir.
Bütün Atatürkçü, cumhuriyetçi, ulusalcı kesimler güçlü bir sivil Kemalizm için
seferber olabilmelidirler. Yirmi birinci yüzyılda batı blokunun dışında kalan
bütün merkezi ve şarki devletlere örnek olacak bir çizgide, her türlü askeri
rejimlere ve ara rejimlere karşı çıkacak düzeyde çağdaş bir Kemalizm, her türlü
sivil koşulları sağlayacak bir doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti örneği ile ortaya
çıkabilmeli ve geleceğin demokratik dünyasının somut örneğini insanlığın önüne
getirebilmelidir. Dünyanın ortasında çağdaş bir cumhuriyeti gerçekleştirebilen
Kemalizm, benzer bir biçimde sivil bir demokratik rejimi de her türlü tehdit ve
saldırıdan uzak kalarak, bugünün olumsuz koşullarına rağmen oluşturabilmeli ve
bunu geleceğe dönük kurumlaştırabilmelidir. Hiçbir darbe senaryosu, emperyalist
planlar doğrultusunda çağdaş Türk cumhuriyetini tehdit edememelidir. İş
çevreleri ve emperyalist merkezler kendi çıkarları için darbe ya da müdahale
senaryolarına yönelebilirler ama bu gibi olumsuz gelişmeler, artık hiçbir
şekilde yarım yüzyılı geride bırakan Türkiye demokrasisini ortadan
kaldıramamalıdır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder