ANKARA KALESİ
TÜRKİYE VE BALKAN BARIŞI
Dünya
haritasına bakıldığı zaman, Anadolu yarımadasına sığınmış olan Türkiye
Cumhuriyeti’nin Asya kıtası ile Kafkas dağları, Avrupa kıtası ile de Balkan dağları
üzerinden kenetlendiği görülmektedir. İki büyük kıta arasında bir geçiş
koridoru konumundaki, Anadolu yarımadası bir büyük asma köprü gibi durmakta,
Balkan bölgesi Avrupa ile, Kafkas bölgesi ise Asya ile bağlantı kuran köprüler
olarak dünya sahnesindeki yerlerini almış gibi görünmektedirler. İki büyük
bölge ile iki büyük kıtaya bağlanmış olan Türkiye Cumhuriyeti kıtalar
arasındaki köprü olma işlevini son yıllarda kıtalar arasındaki köprü sayılarını
artırarak ve doğal köprü konumunu insan emeği ürünü yeni köprüler yaparak
sağlamlaştırmaktadır. Böylece Londra- Pekin arasında kurulmuş olan yeni ipek yolunu,
ya da bir yol ve bir kuşak yapılanmasını güçlendirerek deniz yollarını dışlayan
yeni kara ulaşım sisteminde, Türk devleti merkezi konumunu koruyarak ve uluslararası
ulaşım ve taşımacılığın daha hızlı bir yönde gelişmesi misyonunda üzerine düşen
merkezi konumun gereklerini yerine getirerek çalışmaktadır. Bu doğrultuda Boğaz
köprülerinin sayısı Çanakkale köprüsü ile birlikte dördü bulurken, bunlara ek
olarak bir da boğaz altı bir Avrasya geçişi de inşa edilerek sisteme dahil edilmiştir.
Ayrıca bu kıtalar arası köprülerin uzantısı olarak yeni kara yolları ve
bağlantılı köprüler de kurularak ve dünya ticaretinin ana geçiş hatları yoğun
bir koridor konumuna getirilerek, sistem tamam olma noktasına getirilmiştir. Tarihin
ilk çağlarından bu yana kıtalar arası köprü konumundaki bu bölge aynı zamanda kavimler
kapısı olarak da öne çıkmış ve bu doğrultuda iki kıta arasında göçler her
dönemde birbirini izleyerek bugüne kadar gelmiştir. Zaman içinde Asya’dan
Avrupa’ya ya da Avrupa’dan Asya’ya Boğazlar bölgesinden geçen kavimler, daha sonraları
gelerek yerleştikleri bölgelerde yerleşerek yeni devletler ve onların üzerinden
de yepyeni uygarlıkları gündeme getirerek insanlığa katkıda bulunmuşlardır.
Dünya tarihi bir bütünlük içerisinde incelendiği zaman, Boğazlar bölgesinin bazen
ana trafik merkezi konumuna geldiği ve bu çizgide Avrupa ya da Asya kıtalarında
gelişen uygarlıkların, Anadolu yarımadası üzerinden geçerek yeni yapılanma
aşamasına geldikleri anlaşılmaktadır. Bugüne kadar bu bölgeler üzerinden ortaya
çıkan yeni siyasal yapılanmalar ve göçler ana kıtaların siyasal şekillenmesinde
önde gelen belirleyici bir rol oynamışlardır.
Tarihsel
süreç kendi dinamikleri içinde devam edip giderken geçen sonbahar aylarında bir
gece ansızın dünyanın en büyük devleti olarak adlandırılan Amerika Birleşik
Devletleri’nin, Balkan yarımadasının tam ortasında yer alan Yunanistan
toprakları üzerine büyük miktarda asker ve savaş malzemesi indirdiği görülmüştür.
Bu aşamada insanlık Orta Doğu ve Orta Asya sorunları ile uğraşırken, ABD’nin
beklenmeyen bu ani askeri çıkartması gözlerden uzak kalmış dünya kamuoyu
Afganistan meselesi, Çin sorunu ve Rusya’nın batı dünyasına karşı çıkan yeni
jeopolitik konumunu tartışırken, ABD her zamanki gibi ani bir çıkartma yaparak,
hiç kimsenin beklemediği bir aşamada Yunanistan üzerinden Doğu Avrupa bölgesine
bir askeri çıkartma yapmıştır. Hiç beklenmedik bir sırada gerçekleştirilen bu çıkartma
harekâtı tüm dünya ülkelerini şaşırttığı gibi, Yunanistan devletini ve Avrupa
kıtasının bölgesel devletleşme yapılanması olan Avrupa Birliğini de karşısına alırken,
aynı zamanda Balkan yarımadası üzerinden bütün bölge devletlerini ve bölgesel
siyasal yapılanmaları doğrudan doğruya hedef almıştır. Rusya’nın Ukrayna işgalinden altı ay önce
gerçekleştirilen bu işgal hareketinin de tıpkı Rusya’nın komşusuna karşı haksız
yere yapmış olduğu işgalci girişim gibi dünya kamuoyunca izlenmesi ve
ayrıntılarına varana kadar tartışılması gerekirken, ABD’liler sanki hiçbir şey
yokmuş ya da olağanüstü herhangi bir gelişme olmamış gibi davranarak Balkan
yarımadasının merkez ülkesi konumundaki Yunan devletinin topraklarına gelerek
yerleşmesi, iki dünya savaşı sonrası dünyada hiç hoş karşılanmamış, herkes bu tehlikeli işgalden kendine göre sonuçlar çıkarmıştır.
Birbiri
ardı sıra çok hızlı gelişen yeni olaylar, küreselleşme süreci sonrasında
dünyayı yeniden bir soğuk savaş gerginliğine sürüklerken, Ukrayna’da savaşın patlak
vermesi ve savaşın Doğu Avrupa üzerinden eski dünya savaşının merkezi gücü
olarak Almanya’nın yeniden karşıya alındığını, ABD’nin Sovyetler Birliği
döneminde olduğu gibi Rusya ile paslaşarak dünyayı yönetmeye devam etmek
istediğini, açıkça Rusya’yı hem Avrupa ülkelerine hem de Çin’e karşı kullanarak,
eski hegemonyasını sürdürme gibi bir yeni çizgiye yöneldiğini dünya kamuoyunun gözleri önüne sermiştir. Küreselleşme sonrasında
dünya yeni bir döneme girerken Avrupa Birliği ve NATO gibi batı blokundan
kaynaklanan çok devletli yapılanmaların önemini yitirdiği, ABD-Rusya işbirliği
ile ABD’nin eski dünya egemeni olan Avrupa ülkelerini öncelikli bir biçimde
karşısına aldığını ve bunları Rusya’yı kullanarak devre dışı bırakmak için
çalıştığını, daha sonraki aşamada da Avustralya merkezli kurmuş olduğu
Anglosakson AUKUS örgütü aracılığı ile de Çin’e karşı yeni okyanus
cephesini güney yarıküresinde gündeme getirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Savaşlar
aracılığı ile dünya hegemonyasını ele geçiren ABD’nin yeni dönemde de savaşlar
aracılığı ile bu hegemonyasını korumaya çalışacağı anlaşılmaktadır. Bu
çerçevede son gelişmeler dikkate alındığında Rusya’nın Ukrayna savaşı üzerinden
savaş sürecini Doğu Avrupa’ya taşımaya çalışacağı ve bu savaşın Karadeniz
üzerinden Kafkaslar, Anadolu ve Hazar bölgelerine doğru gelişebileceği ve hatta
daha da ileri giderek Balkanlar üzerinde üçüncü bir büyük savaş senaryosuna
doğru ilerleyebileceği gibi ihtimalleri bugünün dünyasında akla getirmektedir.
Özellikle bir gece ansızın ABD’nin Balkan yarımadasının tam ortasına büyük bir
askeri yığınak yapması ancak böylesine bir tutum ile değerlendirilebilir. Geçmişteki
olumsuz gelişmelerden ders almasını iyi bilen Avrupa ülkeleri ve Türkiye yeni
dönemde bu tür tehlikelere dikkat ederek hareket edeceklerdir.
Balkanlar
bölgesi her zaman için Doğu Avrupa kıtasının bir parçası olarak dünya
jeopolitik yapılanmasında genellikle çok önemli bir yere sahip olmuştur. Balkan
dağları üzerinden çeşitli bölgeleri kapsayan bu yarımada Avrupa ve Asya
kıtalarının kesişme noktasında bir bölge olarak her zaman için Asya ve Avrupa
kıtalarında meydana gelen devletleşme süreçlerinde önemli konumlara sahip olmuş
ve bu durumdan da yararlanarak devletleşme ile ilgili oluşumların sonuca
bağlanmasında da kilit bir konuma sahip olmuştur. Balkan yarımadasına dışarıdan
bakıldığı zaman birçok çözümsüz kalmış sorunlarla birlikte, bir de geleceğe
yönelik yeni bazı oluşumların da sorun çıkarma potansiyelini birlikte
taşıdıkları görülmektedir. Balkan bölgesi böylesine bir konuma sahip olarak
doğu-batı ya da kuzey – güney yapılanması olarak dört bölgeli bir görünüme
sahiptir. Bugünün koşullarında Avrupa Birliği oluşumu ile komşu bir konuma
sahip olan batı Balkanlar, en büyük
Balkan sorunu olan Bosna-Hersek Cumhuriyetinin hem bölünmüş hem de geleceği
belirsiz bir kaos ortamı karşı karşıyadır. Osmanlı döneminden kalan Balkan
yarımadasında bir bölünmüşlük ya da bütünleşememe gibi kaotik durumlar öne çıkarken,
bir üçüncü dönem Balkanizasyon sürecinin yeniden gündeme gelmesi ihtimali bölge
devletleri ile birlikte bütün büyük devletleri yakından ilgilendirmekte ve ABD
gibi geleceğin yeni dünya düzenini oluşturmak için çaba gösteren Almanya, ABD, İngiltere,
Rusya ve Türkiye’yi karşı karşıya getirmektedir. Balkan tarihi Rusya, Osmanlı
ve Avrupa ülkeleri arasında çekişme, çatışma ve savaş olayları ile dolu olduğu gibi,
yakın gelecekte de benzeri bazı olumsuz durumların bu doğrultuda öne çıkması
muhtemel görülmektedir. Dünya düzeninin her zaman tehlikeye sürüklendiği
bölgelerden birisi olarak Balkanlar bölgesi, yakın gelecekte yeniden bir sıcak
dönemin eşiğine gelmiş gibi görünmektedir.
Dünya
hegemonyasını sürdürme iddiasında bulunan ABD’nin tam bu aşamada Balkan yarım
adasının tam ortasına binlerce silah, malzeme ve asker yığmasının bir tesadüf olmadığı
ve aksine geleceğe dönük bir savaş hazırlığının ilk adımları olarak gündeme
geldiği anlaşılmaktadır. Soğuk savaş sonrasında küreselleşme dalgası ile yeni
bir jeopolitik ortam şekillenirken, batı Balkanlar üzerinden yeni jeopolitik
oluşumun devreye girmesiyle birlikte hem NATO hem de Avrupa Birliği üyesi olan
iki küçük ülke olarak Hırvatistan ve Slovenya, Balkanlar ile Avrupa Birliği
arasında yeni sınır ülkeleri olarak eskisinden farklı bir konuma sahip
olmuşlardır. Avrupa Birliği oluşumu doğuya doğru genişleme süreci içinde eski
Osmanlı ülkeleri olan Müslüman devletleri de içine almaya çalışırken, Hristiyan
tarikatların bu bölgede üstünlük çekişmeleri içine girmesiyle birlikte bu
bölgede yaşanan sorunlar en üst noktaya doğru tırmanmıştır .Böylesine olumsuz
bir duruma müdahale etmek isteyen ABD ;İtalya, Almanya, Belçika ve
Yunanistan’daki askeri birlikleri aracılığı ile sıcak çatışmalara yön
verebilmenin arayışları içine girerek, bölgede daha fazla askeri birlik
bulundurabilmenin arayışı içine girmiştir. NATO ittifakının baş aktörü olarak
ABD, Balkan barışı için üzerine almış olduğu askeri misyonları yerine
getirebilmenin çabası içine girmiştir. Rusya, Almanya ve Fransa gibi büyük
ülkeler bölge sınırlarını zorlarken aslında üçüncü bir Balkan savaşı oluşumunun
da hazırlayıcısı olarak öne çıktıkları açıkça görülmektedir. Batı Balkanlar’da Bosna
üçe bölünmüş bir ülke olmaktan çıkmaya çalışırken, Kosova üzerinden Rusya’nın
Sırbistan aracılığı ile bölgede yeniden eski hegemonya düzenini kurmaya
çalıştığı anlaşılmaktadır. Sırplar Ortodoks dayanışmasıyla öne çıkarken,
Almanlar Hırvatistan ile yeni bir denge düzeni arayışı içine girmekte,
İngiltere ise Yunanistan’ı kullanarak yeniden bir hegemonya arayışına girişirken,
İtalyanlar Arnavutluk aracılığı ile yeni kurulan Balkan denklemlerinde
kendileri için daha uygun bir konum arayışına yönelmişlerdir. Balkanların Hristiyan
devletleri hiçbir zaman tek bir büyük devletin çatısı altında bir araya
gelemedikleri için, Hristiyan Avrupa’nın büyük devletleri küçük Balkan
ülkelerini birbirlerine karşı kullanmışlardır. Almanya Hırvatistan’a, İngiltere
Yunanistan’a, Rusya Sırbistan’a, dönük politikalar aracılığı ile Balkan
yarımadasında üstünlük kurmaya çaba gösterirken, Türkiye Bosna, Arnavutluk ve
Kosova gibi Müslüman ağırlıklı bölge ülkelerine her zaman için öncelik taşıyan
politikalar aracılığı ile hareket ederek, Osmanlı döneminden kalma yakınlıkları
komşu Balkan ülkelerinde kullanmıştır.
ABD
yeni dönemde Sırbistan ile tarihi bir yakınlaşma gerçekleştirerek, bu ülkedeki
Rusya’nın etkisine son vermek istemektedir. Rusya’nın Sırbistan’ı kullanarak
yeni Yugoslavya maceralarına izin vermek istemeyen bir yaklaşımla ABD’nin
hareket ettiği görülmekte ve bu nedenle de Anglosakson ülkelerine en çok
yakınlık gösteren Yunanistan gibi bir ülke, yeni dönemin işgal senaryolarında
ilk adım olarak önceliğe sahip olmaktadır. Bölgedeki NATO üstlenmesini yeterli
görmeyen ABD’nin bu durumdan yararlanarak yeni bir orduyu Balkan bölgesine
taşımak istemesinin iki dünya savaşı sırasında kilit öneme sahip bulunan bu
yarımada üzerinde, artık kendi kontrolünde eskisine oranla daha kalıcı bir
düzen arayışı içinde olduğu göze çarpmaktadır. Bölgenin çeşitli noktalarında
ısınmaya başlayan eski problemlerin yeni Serebrenica felaketlerine yol açmaması
için, din merkezleri üzerinden bir bölge düzeni arayışı içine girilmesi
sırasında uluslararası bütün kuruluşların Balkanlara dönük çalışmalarında, daha
gerçekçi tutumlar izleyerek yeni katliamların önünün kesilmesi gerekmektedir.
ABD’nin dünyanın en güçlü ülkesi olarak ve geçmişten gelen tecrübelerinin izleyicisi
konumuyla tüm Balkanlar için NATO aracılığıyla kalıcı bir barış ortamı
hazırlaması gerekirken, kendi emperyalist ordusunun bazı birliklerini ansızın
Balkanların ortasına getirerek işgal ve savaşa hazır bir duruma geçirmesi, bu
aşamada yeni bir Balkan savaşının eşiğine gelindiği gibi son derece olumsuz
yeni bir durumu ortaya çıkarmıştır. Bu bölgede yaşanan iki dönem savaş ve
Balkanizasyon oluşumlarının birbirini izleyerek, üçüncü bir insanlık dramına
yol açması, Balkan sorunlarının günümüzde de eskisi gibi devam edip gittiğini
ve her güçlenen ülkenin bu coğrafya da kendisinin merkezinde yer aldığı yeni
bir harita çizmeye kalkışmasıyla, işlerin yeniden karışıklık ortamına
sürüklendiğini de ortaya koymaktadır. NATO’nun
dünya jandarması görünümünde bir askeri birlik olarak kullanılması, ABD’ye
karşı beslenen barış ortamı beklentilerini aksattığı için, ABD artık hiç
kimseyi dinlemeyerek ve ordularını Balkanların ortasına getirerek tam bir savaş
yapılanmasına girmiştir.
Karadağ
bölgesinde Rusya’nın bir darbe senaryosuna kalkışması son dönemde dengeleri
iyice sarsarken, ABD arabuluculuğa soyunarak, bölgedeki Hristiyan ülkelerin
güvenini kazanmaya çalışıyordu. Kosova ile Arnavutluk devletlerinin
birleşmelerinin önlenmesiyle, Sırp-Arnavut çatışma ortamı devam ederken, Makedonya’da
isim değişikliği sonrasında gündeme gelen gerginliklerin zamanla bir patlama
noktasına gelerek, bölgedeki barış ortamını iyice tehdit etmesi gibi bir
olumsuz ihtimalin öne çıkması da ABD’yi yavaş yavaş üçüncü dünya savaşına doğru
sürükleyen nedenler içinde yer almasına yol açmıştır. Yugoslavya’nın dağılması
sonrasında gündeme gelen sıcak sorunlar, yerel halk ve örgütleri kızıştırırken,
büyük devletler dış güçler olarak Balkan sorunlarını kendi planları
doğrultusunda çözüme kavuşturmak üzere bölgeye geliyor ve küçük ülkeleri
yönlendirmeye kalkışıyorlardı. Doğu Balkanlar’daki meseleler birçok açıdan
çözüme doğru yönlendirilirken, bölgenin batısında yer alan sorunların, Avrupa
Birliğinden gelen baskılar yüzünden giderek sıcak çıkmazlara doğru
sürüklendikleri görülmektedir. Avrupa Birliği kendi karmaşık sorunları ile
uğraşırken bölge ülkeleriyle gerçek anlamda kalıcı çözümler oluşturamamış ve bu
yüzden de Batı dünyası adına Balkan sorunlarına çözüm üretmek gibi bir misyona
ABD’nin sahip çıkmasıyla, Rusya ve Almanya’ya karşı bölgede yeni bir güç
dengesi kurma girişimleriyle karşılaşılmıştır. Avrupa kuşkuculuğu yüzünden
çözümsüz kalmış Balkan sorunlarının, ABD ordularının gelerek Yunanistan’a yerleşmeleri
sayesinde yeni bir barış sürecine doğru yönlendirilecekleri beklentisi, her
geçen gün daha da güçlenerek öne çıkmaktadır. ABD’nin Balkan sorunlarını
uzaktan izlerken, birden binlerce kilometrelik Okyanusları aşarak Doğu Avrupa
bölgesinin tam göbeğinde yer alan Yunanistan’ın dağları ve ovaları üzerinden
bir işgal hareketi ile karşılaşmak, bölgede barış bekleyen dünya kamuoyunu
fazlasıyla umutsuzluğa doğru kaydırmıştır. Yugoslavya gibi bir federasyonun
yeni bir benzerinin Balkan yarımadası üzerinde kurulamaması, barış için
yürütülen girişimlerin küçük ve cılız kalmasına yol açmıştır. Avrupalı büyükler
ile Çin, Rusya ve İran gibi dünyanın büyük devletlerinin gelecekteki tutum ve
izleyecekleri yollar Balkan barışının çizgilerini ortaya koyabilecektir. ABD’nin
hızla harekete geçerek ordularını Yunanistan’a yığmasının sebebi bölge dışı
güçlerin önünü kesme çabasıdır.
Sovyetler
Birliğinin çöküşünün dünyanın başına gelen en büyük felaket olduğuna inanan bir
devlet yöneticisi olan Putin bugün tanklarıyla Ukrayna’yı işgal ederken, ikinci
aşamada Beyaz Rusya ve Moldavya üzerinden Polonya, Macaristan, Romanya, Finlandiya
ve Baltık ülkeleri gibi Doğu Avrupa devletlerini hedefe alarak, batıya doğru
bir genişleme stratejisini, bugünün koşullarında ısrarlı bir biçimde sürdürmektedir.
Önce Kırım’ı işgal ederek yola çıkan Rus emperyalizmi, daha sonra büyük bir
ülke olan Ukrayna’yı çiğneyip geçerek Baltık kıyılarına doğru bir yeni işgal senaryosunu
gündeme getirirken, bütün Avrupa ülkelerini tedirgin etmiştir. İki bin yıllık
modern dünya tarihinde Rusya her zaman için Doğu Avrupa üzerinden Balkanları
esas alarak bir emperyalist bağımlılık düzenini kendi denetimi altında
geliştirmeye çalışmıştır. Eskiden her zaman için Fransa ve Almanya’yı
karşısında gören Rusya, bugün Amerika Birleşik Devletleri’ni karşısında
görmekte ve ABD’yi yönlendiren Musevi lobilerinin baskıları ile de uğraşmak
zorunda kalmaktadır. Dünya tarihinin son beş yüz yılında yer küreye egemen olan
Atlantik emperyalizmi, Avrupa emperyalizminin yerini alarak orta dünya
bölgelerine yönelik bir hegemonya macerasına girerken, Rus emperyalizminin
önünü kesmek üzere ABD orduları, Balkanların tam ortasındaki Yunanistan
topraklarına gelerek burada kendisi için bir üçüncü dünya savaşı senaryosunun
uygulanmasına yönelmektedir. Balkanlardaki küçük devletlerin ulusal bağımsızlık
senaryolarından sonra, bugün de insanlık küresel bağımlılık senaryolarının
gündeme getirdiği çatışma ve savaşlar ile mücadele etmek zorunda kalmaktadır.
Üç kurucu etnik grubun bir araya gelmesiyle oluşan Bosna-Hersek Cumhuriyetinin
gelecekte nasıl bir şekil alacağı, bir çatışma sonrası dönemde
belirlenebilecekmiş gibi görünmektedir. Özgür bir Balkan dünyası yaratmak için
yola çıkan Balkan halkları büyük devletlerin çekişmesine kurban olurlarken,
emperyalistlerin kendi aralarındaki kavgalarında da telef olmaktadırlar. Bu
yüzden çok büyük oranda Balkan ülkelerinde yaşayan etnik toplulukların çeşitli
bölge dışı ülkelere göç ettikleri görülmektedir. Türkiye bu göçlerden en çok
payını alan ülke olarak Balkanlarda her zaman önde gelen ülke olmuştur.
Kosova-Arnavutluk-Makedonya
hattında, ABD yeni dönemde etkin olmak istediği için ordusu ile gelerek
Balkanlara yerleşmiş ve eski NATO üslerinin bulunduğu bu bölgede bugünün
koşullarında ondan fazla askeri üs kurarak bölge ülkelerini sıkı bir baskı altına
almıştır. İran, Arabistan ve Katar gibi zengin Arap ülkeleri yardım için
bölgeye gelirken, Bosna, Kosova ve Makedonya gibi Müslüman ağırlıklı nüfusa
sahip olan Balkan ülkeleri, onların desteğiyle gelecek yapılanmasına
girmektedir. Bu bölgenin ülkelerini içine almaya çalışan ama Müslümanlar ile Musevilerin
ortak bir yaşam içinde barındıkları Kosova, Makedonya, Bulgaristan ve Sancak
bölgesi gibi yerlerde var olan kozmopolit nüfus yapılanması ABD’nin
müdahalesine yol açmakta, etnik ve dinsel çatışmaların bölgede sıcak savaşlara
neden olmaması için Atlantik kıyılarından böylesine hassas bölgelere sürekli
olarak dışarıdan karışma ve de müdahale gibi yollara başvurulmaktadır. Atlantik
ittifakının hazırlamış olduğu bazı belge ve raporlarda Balkanlar da çatışmalara
neden olan etnik ve dinsel ayrılıkların toplumsal barışı tehlikeye sokmasını
önlemek için ABD’nin Balkanlarda kalıcı bir biçimde askeri varlık tesis
etmesinin doğru olacağı düşüncesiyle, ABD’nin son askeri çıkartmasının gündeme
getirildiği anlaşılmaktadır. ABD batı dünyasını doğudan gelebilecek tehditlere
karşı korumak amacıyla Balkanlar’da yeni askeri oluşuma giderken bölge
güvenliğine dikkat ederek hareket etmek durumundadır. ABD dış işleri bakanı
gelecek dönemde yirmi iki devletin sınırlarının değişeceğini ifade ederken, Balkanların
da içinde yer aldığı İslam coğrafyasının da böylesine bir değişime doğru gittiğini
dile getirmekteydi. ABD bölgede NATO ile birlikte hareket ederken bölge
barışının daha sağlam temeller üzerine atılması gibi gerekçeler ile çağdaş yeni
yapılanmalara gidildiği ileri sürülmektedir. ABD bugün gelmiş olduğu Yunanistan
topraklarında batı için güvenli bir gelecek arayışını sürdürürken, bu uğurda
bölge ülkeleri arasında zaman içinde oluşmuş olan dayanışma düzeninin de
ortadan kalmasına giden yolu açmaktadır. ABD Balkanlardaki askeri çıkartması
sonrasında bölge ülkelerine güven verici bir çizgide hareket ederse, o zaman
diğer emperyal devletlerin devreye girmelerine gerek kalmayabilir. Bosna
barışını getiren Dayton antlaşmasıyla ciddi bir arabuluculuk denemesine giren
ABD’nin gelecekte eskisi gibi devreye girerek arabuluculuk yapabilmesi de
yaratılacak güven ortamı içinde gerçekleşebilir.
Balkanlar
da var olan çok sayıdaki Müslüman ve Hristiyan toplulukların düzgün bir geleceği
bölgede oluşturulabilecek bir barış ortamı ile mümkün olabilecektir. Bölgedeki
Müslüman topluluklar ile Hristiyan toplulukların kendi dindaşları olan ülke ve
devletler tarafından desteklenmeleri, barış ortamına bir dereceye kadar katkı
sağlamakta ve gereksinmelerin karşılanmasıyla yaratılan olumlu hava sayesinde
çatışma ve savaş eğilimlerine karşı barışçı dengelerin oluşturulmasına yardımcı
olmaktadır. NATO’ya yönelen olumsuz tepkilere sahip çıkma aşamasında ABD’de
suçlanmakta ve bu durumda NATO ile ABD ortak bir bütün olarak görülmektedirler.
ABD’nin büyük bir ordu getirerek Balkanlar’da barış sağlaması çok kutuplu dünya
düzeninde pek kolay görünmemekte ve küçük devletçikler ile dünyanın en büyük
dev ülkesi ABD’nin küçük devletler ile ayrı ayrı barış antlaşması yapması
gereğini öne çıkarmaktadır. Binlerce askerin emperyalist bir ordu çatısı
altında Balkanlara getirilmesi küçük devletler ile bölge devletlerinin
güvenliğini tehdit ederken, bölge dışı büyük ülkeleri de Balkanlardaki küçük
toplumlar içinde müttefikler aramaya doğru yönlendirmektedir. ABD’nin yeni
dönemde daha dürüst bir arabulucu kimliğine yönelmesiyle güvensizlik ortamı
ortadan kalkacağı için çekişmeler geride kalarak, sonu savaşlara kadar gidebilecek,
sıcak çatışmaların ortadan kalkması için olumlu bir ortam yaratılabilecektir.
Devletler arası iş birliği ve uluslararası kuruluşlar barış misyonu
doğrultusundaki hareketlerinin Balkan yarımadası üzerinde çıkacağı tartışılan
üçüncü dünya savaşı senaryoları içinde yer alacağı açıktır. Uzun süren bir
insanlık tarihinin her sayfası çevrildikçe ortaya çıkan katliamlar ve insanlık
dışı sahnelere artık üçüncü bin yıl idrak edilirken, insanlık adına izin
verilmeyecek bir çizgi çerçevesinde olumlu yeni bir sistemin gündeme getirilmesi
gerekmektedir. Bu doğrultuda arayışlara girişilmesinin düşünülmesi gerektiği aşamada,
artık savaşlar yolu ile siyasal sorunların çözümüne gerek kalmayacak ve barış
ortamı içinde sorunlar çözülebilecektir.
ABD’nin
yeni cumhurbaşkanı seçimine kadar yeni dünya düzeni için bekleyen ve bu
doğrultuda seçim sonuçlandıktan sonra da bir sessizlik dönemi geçirilmesiyle birlikte,
yeni dönemin siyasal yapılanmasını savaş yolunun denenerek açılmasıyla,
olayların birbirini izleyerek öne çıkması süreci başlatılmıştır. ABD
uluslararası alanda yeni bir oluşumun başlangıcı olarak Afganistan gibi bir
savaş merkezinden çekilmiştir. Dünya uyuşturucu trafiğinin merkezi olan bu
ülkede yıllardır devam eden terör ve buna bağlı olarak gelişen karışıklıklar süreci
sürerken, ABD’nin hiç beklenmedik bir anda Afganistan gibi bir merkezi ülkeden
geri çekilmesi, küresel planların değiştiğini göstermektedir. Altı ay önce ABD
orduları ile Yunanistan’a gelirken tam değişimin gündeme geldiği bir aşamada,
Afganistan gibi bir ülkeden geri çekilmenin anlamının büyük olduğu anlaşılmaktadır.
Dünyayı yeni bir düzene doğru sürükleyen Atlantik emperyalizmi geçmişin
problemi olarak Afgan meselesini geride bırakırken, Avrupa’yı garantiye almak
ve Rusya’nın kuzey bölgesinde başlatmış olduğu yürüyüşün önünü keserek bir
Rusya ve Avrupa ya da bir Almanya ve Rusya birliğinin Balkanlarda gündeme
gelmesinin önüne geçildiği yeni bir dönem öne çıkmıştır. İstanbul İngiltere
tarafından dünyanın merkezi ilan edilirken, aynı zamanda Selanik kenti yeni
yapısıyla bir doğu-batı bütünleşmesinin başkenti olarak öne çıkarılmıştır. Ayrıca
batı Karadeniz’in büyük şehri Odessa’nın başkenti olacağı bir Doğu Avrupa Birliği
oluşumu, Brüksel merkezli Avrupa Birliği’ne alternatif olarak gündeme getirilmiştir.
ABD bütünüyle Doğu Avrupa’yı örgütleyecek bir büyük bölgesel oluşumu kontrol
altına alabilmek için, ordusu ile birlikte Balkanlar’ın ortasına gelerek
yerleşmesi birbirine bağlı görünen yeni gelişmeler olarak açıklanabilir. Batının
kontrolü dışında bir Doğu Avrupa Birliği ya da bir Balkan Federasyonu gibi yeni
devlet yapılanmaları ile birlikte, Rusya’ya bağlanacak bir Doğu Avrupa ya da
Putin’in sürekli olarak rüyasını gördüğü yeni bir Sovyetler Birliği oluşumu ile
yeniden Rusya hegemonyasının denetimi altına alınacak Doğu Avrupa oluşumlarını
önlemek üzere, ABD ordusunun gelecek için Balkanları kendine merkez olarak
seçtiği açıkça görülmektedir.
Bütün
dünya yeni bir döneme doğru sürüklenirken her ülke gelecek hesapları yaparak
kendi önceliklerine yönelecek yeni girişim ve yapılanmalara öncelik vermektedir.
Balkanlar’da bir araya gelecek bir doğu-batı birliği ya da bütünleşmesi, dünya
güç merkezleri haritasını değiştireceği için, ABD okyanus ötesinden yönlendiremediği
dünyayı yönetmek üzere merkezi bölgeye gelmekte ve buraya yerleşerek, Avrasya
bölgesinin bir Atlantik işgali senaryosu üzerinden yönetilmesini sağlayacak
gelişmeleri öne çıkarmaktadır. Dünya dengeleri yeniden kurulurken, güvenlik ve
ekonomi bilimi alanlarında farklı yaklaşımların öne çıkartıldığı göze çarpmaktadır.
ABD okyanus ötesinden dünyayı yönetmekte zorlanırken, Avrasya bölgesinin
merkezi olarak Ege ve Balkanlara yerleşebilmenin arayışı içine girmektedir. İngiltere kurmuş olduğu beş yüz yıllık bir
büyük imparatorluğu artık adalardan yönetememekte ve bu nedenle İstanbul’u
başkent yapacak bir yeni açılımı Doğu Avrupa üzerinden yönlendirmeye çalışmaktadır.
İki dünya savaşını Atlantikçiler karşısında kaybeden Almanya, Anadolu’ya
gelerek, yerleşme planları doğrultusunda yeni dönemde Rusya ile yakınlaşarak
bir Kuzey Birliği oluşumunu Balkan merkezli kurmaya çabalarken, Atlantik
güçleri olarak ABD ve İngiltere’nin buna izin vermeyeceği anlaşılmaktadır. ABD
ve İngiltere Büyük Avrupa Birliği modelini devre dışı bırakırken, Almanya ve de
İsrail İslam ülkelerini bir araya getirerek kendi kontrolleri altında Büyük İslam
imparatorluğu oluşturarak küresel bir yeni denge sağlamanın çabalarını
göstermektedirler. Ayrıca Kudüs merkezli Büyük İsrail girişimi ile, Rusya
merkezli bir Avrasya yapılanması ya da Çin merkezli bir Doğu imparatorluğu gibi
yeni dünya hegemonyası oluşturma çabaları, merkezi coğrafyanın yeni yapılanması
esas alınarak, gündemdeki diğer dünya imparatorluğu seçenekleri olarak gündeme
gelmektedir. Bu nedenle, ABD’nin Balkan çıkartmasıyla Rusya’nın Ukrayna işgali,
yeni dünya imparatorluğu çabalarının ilk örnekleri olarak tarihteki yerlerini
almışlardır. Ne var ki, merkezi coğrafyanın tam ortasında yer alan Türkiye ve
komşuları daha son sözlerini söylememişlerdir. Türkiye bir geri dönüşü gündeme getirecek
yeni Osmanlıcılık takıntılarından kurtulabilirse, o zaman dünyanın tam
ortalarında bir Merkezi Devletler Birliği tıpkı Avrupa Birliği gibi gündeme gelecektir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder